Editörden
Perspectives’in Nisan sayısında ise Türkiye’de çevre hareketinin başlangıcının Osmanlı dönemine uzandığını, daha 1912-1919 yıllarında, o dönem uygulanan “kentsel dönüşüm”e karşı ilk protestoların ortaya çıktığını görüyoruz. Çevre hareketinin mücadele tarihinin Türkiye’de darbelerin damgasını vurduğu siyasî tarihin ayrılmaz bir parçası olduğunu, siyasal alandaki baskıların sivil toplumun örgütlenme çabalarını ne denli etkilediğini ve zayıflattığını anlıyoruz.
Bugünkü hükümetin gündeminde olan nükleer santral inşası 1970’li yılların çevre mücadelesinin de ana konularından biriydi. Çevre alanındaki diğer mücadeleler gibi, nükleere karşı mücadele de hukukî ihlâllere karşı ve hukuk devletinin inşasına yönelik yürütülüyor. Hukukî düzenleme ve sınırlamaların hangi yol ve yöntemlerle ihlâl edildiğine, hangi kurum ve kuruluşların görevlerini ihmal ettiğine ve çevre hareketinin “sadece” çevrenin korunmasına yönelik değil, hukuk devletinin inşası için de mücadele etmek zorunda olduğuna tanık oluyoruz. 1970’li yıllarda başlayan nükleer karşıtı hareketin gündeme getirdiği konular, Çevre Değerlendirme Raporları’nın (ÇED) yasada öngörüldüğü şekilde hazırlanmaması, kamu ile özel sektör arasındaki işbirliği ve kurumlar arası koordinasyon sorunları, demokratikleşme için çabalayan bütün hareketlerin bir aynası gibi önümüze seriliyor.
Çevre hareketinden doğan Yeşiller Partisi’nin yasaların siyasî partiler için getirdiği kısıtlamalardan ne kadar etkilendiği de bu sayımızda ele alınıyor. Öte yandan, yeşil bir politika üretmenin toplumsal koşullarla bağına dair önemli bir tartışma zemini yaratılmış oluyor. Yeşil politikanın daha çok gelecekte ortaya çıkabilecek risklere karşı mücadele ettiği için güncel sorunlarla ilgilenmekte yetersiz kaldığı ileri sürülebilir mi? Ya da tam tersine, toplumun bugünkü hayatını da etkileyen yaşam koşullarını gündeme getirdiği için güçlü bir harekete dönüşebileceği sonucuna varılabilir mi?
Çevre hareketi hukuk devletinin inşasına yönelik bir girişim olarak da görülmeli. Bu açıdan, çevre hareketi küçümsenmemeli. HES’lere ya da nükleer enerji santrallerine karşı mücadele, gelecek kuşakları olduğu kadar günümüz toplumunu da ilgilendiriyor. Kalkınmakta olan ülkelerde, alternatif kalkınma modellerinin toplumun refah isteğine ters düştüğü yaygın bir görüştür. Ancak, gelişmiş ülkelerde de çevre hareketlerinin bu sorunlarla karşı karşıya kaldığı biliniyor. Çevre mücadelesinin, bugünkü ve yarınki yaşam koşulları ve imkânları bakımından ne denli önemli olduğunun toplumsallaşmasının gereği aşikâr. Çevre sorunlarıyla ilgilenmenin üst sınıflara ait bir “lüks” olmadığı, çevre hareketinin daha çok alt tabakaların hayatını ve yaşam koşullarını ilgilendiren bir hareket olduğu, Serkan Ocak’ın İzmir’deki radyoaktif çöplükle ilgili yazısında bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Tam da bu nedenle, çevre hareketinin aktif özneleri büyük ölçüde yerel örgütlerden geliyor. Ancak, mücadele edilen yerel sorunları ulusal düzleme taşımak kolay değil. Çevre sorunlarının temelinde demokrasi ve hukuk devleti sorununun yatıyor oluşu, çevre hareketi ile hukuk devleti ve demokrasi için çabalayan örgütlerin birbirlerine yakın durmalarını gerektiriyor. Siyasî çevrelerin çevre hareketini küçümseyen tutumu, mevcut kalkınma paradigmasından henüz kurtulamamış ve de sürdürülebilir kalkınma konusunu yeterince incelememiş olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Bu tutumu, çevre sorunlarını ikincil görüp önce “daha önemli” meselelere eğilme stratejisi olarak da değerlendirebiliriz. Böyle bir stratejinin ne kadar kısa vadeli bir geçerliliği olduğunu Fukuşima “kazası” çok çarpıcı bir şekilde ispatladı.
Bu kısa vadeli anlayışın doğurduğu riskleri gündeme getirenler ülkenin refaha kavuşmasını ve zenginliklerinden faydalanmasını engellemek isteyen yabancı hainlerin piyonu olarak kamuoyuna sunuluyor ve böylece çevre hareketinin meşruiyeti zafiyete uğratılmaya çalışılıyor.
“Başka bir hayat mümkün” sloganının topluma neler getirebileceğini henüz yeterince tartışmadığımız ortada. Zenginlerin hava kirliliğinden, trafik sorunundan ve daha pek çok sorunlarından kaçma imkânları var. Yoksullar ise sağlığa zararlı koşullarda yaşamak ve çalışmak zorunda. Geçmişte olduğu gibi, bugün de çevre hareketi bu sorunların aşılması için mücadele ediyor.
Çevre hareketi ve mücadelesi hepimizi ilgilendiriyor. Umarız bu sayımızda çevre mücadelesinin cinsiyet eşitliği ve demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceği berrak bir şekilde ortaya çıkar.
Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner
* Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.
Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#4/2013) -
ürkiye'de Çevre Hareketi
Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği
Yayım yeri İstanbul
Yayım Tarihi Nisan 2013
Sayfa Sayısı 69
ISBN -
Ücretsizdir
Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz
Dosya: Türkiye'de Çevre Hareketi
Türkiye’de yeşiller hareketinin "sürdürülebilirliği"
Türkiye’nin çevrecileri kimler?
- Türkiye’de çevre hareketi hangi kaynaklardan besleniyor? Kime çevreci diyoruz? Çevreciler hangi sosyo-ekonomik sınıflara mensup? Kimler çevreci oluyor, kimler çevrecilikten uzak duruyor? Bu yazıda elimizdeki verilere ve araştırmalara dayanarak bu zor sorulara yanıt arayacağız. Çevre hareketini bir üst şemsiye olarak kabul edersek, şemsiyenin altında kendisine yer bulan yurttaşların çeşitliliğini de göz önünde bulundurmalıyız. devamı»
Çevre hareketinin siyasî alana katılma biçimleri
- Özellikle son dönemde yaygınlaşan yerel hareketler kendilerini devletle çatışmalı bir ilişki içinde buluyor, çünkü yaşam alanlarını ve çevreyi korumak üzere yola çıkan bu hareketler devletin ekonomik kalkınma ve enerji politikalarıyla mücadele etmek durumundadır. Devlet açısından bu politikalar sorgulanamaz “kırmızı çizgiler” arasındadır. Oysa, tam da sorgulanması gereken, bu çok kısa dönem perspektifli, pervasız bir büyümeyi temel alan politikalardır, çünkü bu politikaların çevre tahribatı ve dolayısıyla toplumsal maliyeti çok yüksektir.
devamı»
Ekofeminizmin pratik ve kuramsal olanakları
- Kadının ve doğanın ezilmesi üretimcilik, fetih ve işgale dayalı ataerkil zihniyetin bir sonucudur ve böyle olduğuna göre de, bu ikisinin kaderi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Kapitalist üretimcilik ve kalkınma ideolojisi, yeniden üretim alanının tamamen hayattan dışlanması ve görünmez kılınması yanında, doğanın emek sürecinde maliyetsiz bir girdi olarak görülmesini de beraberinde getirir. Kadınlar doğanın yıkımının ilk kurbanlarıdır. Erkekler toprağın sahibi, dünya üzerindeki yüzde 1’lik mülkleriyle kadınlar toprağın bilgesidir. devamı»
Çevre mücadelesinin kilometre taşları
- Türkiye’de çevre sorunları adına gösterilen tepkiler 70’li yıllara uzanıyor. 1975’te Murgul’da faaliyete geçen Etibank bakır işletmelerinin bitki örtüsüne verdiği zararlara karşı yöre halkının dava açması; Çarşamba Ovası’nda 1970’lerden sonra açılan fabrikaların tazminat davalarına konu olması; 1975’te Samsun’da bakır işleme tesislerinin tarım ürünlerine verdiği zararı protesto etmek için yöre halkının bir yürüyüş gerçekleştirmesi; 1977’de Ankara’da, Elmadağlı köylülerin yöredeki barut ve çimento fabrikalarının tarım faaliyetine verdiği zararı belediyeleri aracılığıyla Ankara’ya şikâyet etmesi; yine aynı yıl, kooperatif başkanı Aslan Eyce’nin yol göstericiliğinde Silifke Taşucu Balıkçılar Kooperatifi üyelerinin Akkuyu’da nükleer santral yapılacağı söylentileri üzerine harekete geçip deniz araçlarıyla gösteri yapmaları örnek olarak verebiliriz. 1986 yılı ise İskenderun’da çevre duyarlılığı açısından milat oluşturdu. devamı»
ÇED raporları çevresel etkiyi değerlendirebilir mi?
- ÇED raporu güvenilirliği ve tarafsızlığı kendinden menkul birtakım özel şirketler tarafından hazırlanmaktadır. Tabii ki bu şirketler yatırımcı şirket ile müşteri ilişkisi içinde ve ekonomik olarak da onlara bağlı durumdadır. Hayatın olağan akışı içinde ücretini kendisinden aldığınız yatırımcı şirket olan müşterinizin aleyhine bir rapor hazırlamanız mümkün müdür?
HES’ler: Büyük felaket, büyük kötülük
- Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’de bin 500 adet hidroelektrik santral (HES) projesi olduğunu ve bunların halihazırda sadece 350’sinin faaliyete geçtiğini söylüyor.1 Başvuruların sadece dörtte birinin tamamlanması bile Türkiye’deki çevrecileri ayağa kaldırmaya yetti. Ayağa kaldırmaya yetti diyoruz çünkü son birkaç yıldır Türkiye’de en çok tartışılan konulardan biri HES’ler. HES’lere karşı eylemler yapılıyor, güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya geliniyor ve projelerin iptali için yüzlerce dava açılıyor. HES’lere karşı mücadele etmek zorlu bir süreç. Bu süreçten galip çıkanlar da yok değil. Perspectives okurları için Artvin’in Şavşat İlçesi Meydancık Beldesi’nde kurulmak istenen HES’lere karşı mücadele eden ve santral projelerini iptal ettirmeyi başaran yöre halkıyla konuştuk. Karşı çıkış nedenlerini, nasıl mücadele ettiklerini sorduk. Türkiye’deki çevre hareketinin önemli bir parçası haline gelen HES karşıtı mücadeleyi onlardan dinledik.
Bergama’dan tarihe son notlar
- Eurogold, Normandy derken madenin son sahibi Koza Altın Şirketi Ovacık’taki cevherin tükenmesine rağmen, buradaki tesisleri bir siyanürle altın ayrıştırma merkezi haline getirmek için kapasite artırımına gitti. Şirketin planı yakınlardaki Kozak Yaylaları ve Havran-Küçükdere’deki madenlerden çıkarttığı cevheri burada ayrıştırmaktı. Şirket bu hamleyle hem her madene ayrı ayrı siyanür tesisi kurma masrafından kurtulma hem de o bölgelerde yükselen tepkileri bir ölçüde azaltma amacı güdüyordu. Kapasite artırımı kararıyla, Ovacık madeninin hemen yanına, verimli tarım arazilerinin ortasına ikinci bir atık barajı konduruldu.
devamı»
İzmir’in göbeğinde radyoaktif çöplük
- Nükleer Santrallere ilişkin tartışmalar süredursun, Ege denizine kıyısı bulunan İzmir’de çok önemli bir olay yaşandı. Bir nükleer santralimiz olmamasına rağmen, şimdiden radyoaktif madde bulaşmış bir çöplüğümüz oldu. İzmir’de 70 yıldan uzun süredir kurşun üreten bir fabrikanın 70 dönümlük arazisine binlerce ton radyoaktif madde (Europium 152 - Europium 154) bulaşmış zehirli atığı gömdüğü tespit edildi. Üstelik tüm yetkili kurumların da durumdan haberdar olduğu ortaya çıktı.
Kültür
Güncel dizilerin tuttuğu ayna
Ekoloji
Mevsimlik tarım işçileri: Acınılası kurbanlar mı, Kürt emekçiler mi? (II)
Demokrasi
Barış süreci ve cinsiyet eşitliği
AKP’nin kadınlarla imtihanı
- AKP’nin fikriyatının arka planını oluşturan “Muhafazakâr Demokrasi” adlı kitapçıkta “AK Parti’nin geliştirmeye çalıştığı muhafazakâr demokrat siyasî kimlik dünya genelindeki muhafazakârlık pratikleriyle örtüşen özelliklere sahip olmakla birlikte, Türkiye’nin sosyo-kültürel özellikleriyle şekillenen bir muhtevaya ve yerel dinamiklerle şekillenen bir siyaset tarzına sahiptir” deniyor. Doğrudur, AKP’nin muhafazakârlığı dünya genelindeki muhafazakâr partilerle aynıdır. Söz konusu kadınlar olunca, başka ülkelerin muhafazakâr partileri ile AKP’nin karşıtı ve yandaşı oldukları siyasî gündemler örtüşüyor. Çocuk doğurma sayısından kürtajın yasaklanmasına, kadınların nasıl giyineceğine, ailenin kutsallığı ve toplumsal, kültürel gelenekleri sahiplenmeye dek aynılar... devamı»
Yeni büyükşehirler
- Yeni büyükşehir düzenlemesi sadece bir idarî yapı kurmanın ötesinde tarımdan ekolojiye, siyasetten demokratik anlayışa kadar pek çok konuyu derinden sarsacak ve uzun yıllar etkisi silinmeyecek köklü bir değişimi ifade etmektedir. Bu nedenle, bu tür reform girişimlerinde reformun olmazsa olmaz temel koşullarını göz önünde bulundurmak gerekir. Nedir bu koşullar? Bir idarî reform için başlıca iki temel koşulun varlığından söz edilebilir; bunlar demokratiklik ve hizmette etkinlik ve verimliliktir.
DEMOKRASİ BAROMETRESİ
Yasalar “terörist” üretiyor
- İfade özgürlüğü ve TMK’daki düzenlemelerin insan hakları standartlarına uygun hale getirilmesi için yapılan bütün önerilere rağmen, Türkiye hükümetleri sorunu ortadan kaldıracak politikalar üretmek yerine yasalarda kısmî değişikler yapmakla yetinmektedir. Sorunun sadece görünen boyutunu törpülemeyi hedefleyen bu yaklaşım kolluk kuvvetlerinin uygulamaları ve yargı organlarının yasaları özgürlükler aleyhine yorumlama eğilimleriyle birlikte bugünkü tabloyu oluşturmaktadır.
Dış Politika
İkinci Obama döneminde Türkiye-ABD ilişkileri ve Ortadoğu1
Portre
Türkiye'den insan manzaraları
Taner Öngür: Uzun ince bir yol
HBSD'den haberler
Almanya’nın enerji dönüşümü
devamı»
Gençlerle Barışa Bir Adım Daha
- Toplum Gönüllüleri tarafından 21.’si gerçekleştirilen Gençlik Konseyi 7–10 Şubat tarihlerinde Diyarbakır’da gerçekleşti. Gerçekleştirilen Gençlik Konseyi’nde Toplum Gönüllüleri’nin birincil derdi ve var olma sebebi olan “Toplumsal Barış” ve Toplum Gönüllüleri Vakfı üzerine panel, sempozyum, atölyeler, forumlarda gençler fikir alışverişinde bulundu.