Türkiye’nin son on yılı: Avrupa demokrasisinden otokrasiye Son zamanlardaki, özellikle 17 Aralık operasyonları sonrasındaki torba kanun uygulamasının amacı ise, hukuk düzenini AKP lider kadrosunun siyasî tercihleri yönünde şekillendirmek, böylece çoğunluk partisinin eğilimini idarî düzene ve yargı bürokrasisine hakim kılmaktır. Böyle bir eğilimin ise, Avrupa demokrasisinin temelini oluşturan çoğulculuk ve hukuk devleti kavramlarıyla bağdaşmadığı açıktır. By Serap Yazıcı
“Arap Baharı” ile Ortadoğu’da değişen dış politika dengeleri Soğuk Savaş’ın bitmesinden beri üçüncü kez "Türkiye modeli" Batı dünyasının çıkarlarına en uygun çözüm olarak değişimden etkilenecek ülkelerin önüne kondu. Türkiye’nin bu potansiyel rolünün “model” tanımlaması dışında benimsemesi, Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika gezisinde inançlı bir lider olmasına karşın laik devlet yönetiminden yana olduğunu söylemesi, Batı dünyasında olumlu yankılar yaptı. Türkiye’deki iktidar partisi, Kuzey Afrika ülkelerindeki iktidar adayı İslamcı partilerle de yakın ilişki kurdu, onlara örgütlenme ve pratik çözüm üretme konularında yardımcı olmaya çalıştı.
Türkiye’nin Kürt sorunu politikası ve bölgedeki gelişmeler Kürt sorunu konusunda Türkiye’nin geleneksel güvenlik eksenli politikaları, 10 yıllık kesintisiz ve güçlü parlamenter çoğunluğa sahip AKP hükümetleri döneminde artık tam bir açmaza girdi. AKP hükümetleri, arkalarındaki bu güçlü parlamenter desteğe, AB tam üyelik süreci gibi demokratikleşme ve özgürlükler konusunda elverişli uluslararası koşullara, bunlara ek olarak da Ortadoğu’nun siyasi gelişmelerinin sunduğu olanaklara rağmen toplumsal uzlaşma, demokrasi, özgürlükler ekseninde barışçı bir çözüm zemini yaratma yerine, “göstermelik reformlar”, “açılımlar” ile sahte umutlar yaratmayı, aslında güvenlik eksenli politikalara bel bağlamayı tercih etti. Bu politikanın sonuçları ise giderek artık onarılamayacak tahribatlara yol açıyor.
Suriye krizi: Türkiye’nin Ortadoğu rüyasının sonu mu Şimdi mesele, Suriye ihtilafının Türk-İran ilişkilerine ciddi zarar verip vermeyeceği sorusudur. Bunu ağırlıklı olarak Suriye’deki olayların seyri ve özellikle de Şam’daki müstakbel rejimin niteliği belirleyecek. İran, Suriye’de Türkiye’nin ve Batı’nın müttefiki bir rejime olumlu bakmayacaktır, bu da iki ülke arasındaki karşılıklı çıkar bağımlılığının gerektirdiği ekonomik ilişkileri daha da karmaşık bir hale getirecek. Zira Türkiye, hızla gelişen ekonomisi için hayati bir önem taşıyan doğalgaz ve petrol ihtiyacının büyük bir kısmını İran’dan tedarik ediyor. Uluslararası düzeyde tecrit edilmiş ve ekonomik yaptırımlar altında boğulmuş olan İran’ın ise Türkiye ile ilişkilerini tamamen koparma lüksü yok. İran’ın Türkiye ile başta Kürt sorununda olmak üzere, bir takım başka ortak çıkar alanları da mevcut.
Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve “yeni coğrafya” algısı Davutoğlu, bir tarafında “güvenlik ve demokrasi arasında denge”, diğer tarafında “komşularla sıfır sorun” ilkesi olarak tanımlanan kriterler bulunan bir AKP dış politika stratejisini sistematik ve tutarlı bir yöntemsel yaklaşımla formüle etmek istemiştir. Türkiye diğer küresel aktörlerle rekabetçi değil ama tamamlayıcı ilişkiler geliştirirken, uluslararası kurumlarda daha aktif rol oynamayı hedeflemiştir (ritmik diplomasi). Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 2010 yılında, Kuzey Kore, Afganistan ve Teröre Karşı Savaş komisyonlarında yer alarak, başkanlık yapması “ritmik diplomasinin” ritmine kanıt olarak gösterilmiştir.
Türkiye / İran: Tarihsel rekabette kritik hamle Türkiye özellikle BM Genel kurulunda Brezilya ile birlikte İran’ın nükleer programı ile ilgili yapılan oylamada İran lehine oy kullanarak cesur bir adım atarak kendini de riske atmış ama bu ülkeyiı ikna edememiştir. İran tüm çabalara rağmen kendi politikasından en küçük bir taviz vermeyerek bizi açıkta bırakmış, ‘Türkiye’yi kullanmış’ ya da Türkiye bu konuda saf davranmıştır.