AB feminist bir aktör mü?

Yorum

Feminist ilkelerin benimsenmesi AB’nin dış ilişkiler politikaları açısından önemli bir ilerici bir adımdır. Bu ilkelerin benimsenmesiyle geliştirilen toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının hedefi çatışma koşullarında ve uluslararası gelişmelerde destek oluşturmaktı. AB’nin dış politika arenasında cinsiyet eşitliği konusunda lider konumda olduğu söylenebilir. Yine de feminizmin entegrasyonu somut cinsiyet eşitliği politikalarını desteklese de, feminizmin sınırlı yorumlanışı dönüştürücü potansiyelini etkisizleştirirken AB’nin yaklaşımlarındaki uyum eksikliklerini görünür kılıyor.

Avrupa Birliği (AB) son yıllarda feminist ilkeleri hem dış politika belgelerinde hem de gereken her yerde içselleştirmeye başladı. Feminizm sık sık kadınların ve diğer azınlık cinsiyetlerin ekonomik, politik ve toplumsal açıdan tam eşitliklerine duyulan ihtiyaca dikkat çekmesiyle bir miktar anılıyordu. Feminizmin daha fazla benimsenmesine yönelik bu hareket hem içerdeki aktörler hem de dış bağlantılar tarafından sağlandı. İçerde Avrupa Kadın Lobisi ve Avrupa Barış İnşası İrtibat Ofisi gibi sivil toplum örgütlenmeleri, AB kurumlarını feminizmi politik perspektiflerine dâhil etmek üzere etkilemek konusunda işlevli oldular. Dahası AB karar mercileri feminist çerçevedeki dış politikanın benimsenmesinin güçlü savunucuları olurken, İsveç, Fransa, Luxemburg ve İspanya gibi üye ülkeler de feminist dış politikayı benimsemek de o kadar ileri gittiler ki bazıları AB’nin kendisini, tümüyle feminist dış politikayı kabul eder, diye tanımlaması için çağrı yaptılar.

Feminizmi kadınların çıkarına olan politikaların benimsenme adımı olarak algılayan yaklaşım feminizmin potansiyelinin sadece sınırlı bir unsurunu ele almakla maluldür. Feminizmin içerilmesini savunan aktivistler ve akademisyenler genellikle patriyarkaya ve toplumun her parçasındaki cinsiyetçiliğe karşı sistemsel bir dönüşümün arayışındadırlar. Böylesi dönüştürücü bir feminist yaklaşım, daha geniş bir zemindeki toplumsal eşitsizliklere karşı çıkmayı önüne koyarak kadınların ve erkeklerin tamamına ermiş hayatlar yaşamasını hedefler.

Bu kısa düşünümde ilk önce feminizmin AB düzeyinde geliştirdiği önemli yol haritalarını anlatacağım. Sonrasında ise feminist çizginin, AB’nin dünya ölçeğinde cinsiyete dayalı şiddet konusundaki çalışmalarına odaklanan sonuçlarını anlatacağım. Ne var ki sınırlı etki alanını göz önünde bulundurarak feminizmin AB’nin dış ilişkilerine dâhil edilmesi konusundaki iyimserlik konusunda kaygılıyım. Dış politika uygulamalarına, üye devletler düzeyindeki sorunlara ilişkin örneklerle feminist dış politikaya yönelim “eğilimi” konusundaki sınırları göstereceğim.

AB’nin dış ilişkiler yapısındaki feminizm

AB’nin, Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri gibi, özellikle Hedef 5 (cinsiyet eşitliği) ve Hedef 16 (barış, adalet ve güçlü kurumlar), küresel normatif çerçeve, Kadınlar Barış ve Güvenlik (Women Peace and Security –WPS) gündemi gibi küresel girişimlere dâhil oluşu 1325 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nı (UNSCR) Ekim 2020’de kabul etmesiyle başladı.

Bu tür çok taraflı platformlara verilen taahhütler son iki AB’ye özel politik gündemde sarih hale geldi. Birincisi, 2018’deki, WPS gündemini ülke içinde ve dış politikalarında uygulaması için üye ülkelerin kendi girişimlerinin yanı sıra AB kurumlarının çabalarını da desteklemeyi hedefleyen bölgesel bir mekanizma olarak Kadınlar Barış ve Güvenliğe Stratejik Yaklaşım gündemiydi. İkincisi, Kasım 2020’de karar altına alınan üçüncü Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı ya da bilinen adıyla GAP III. Bu iki çalışmadaki ilerici yaklaşımlarda, AB’nin kadınların ve kız çocuklarının daimi olarak dışlandıkları resmi kurumlara katılımlarını ve yöneticiliklerini desteklenmesi taahhüt ediliyordu. Ayrıca kesişimsellik, bilinen şekliyle baskı ve ayrımcılığın farklı biçimlerinin etkilerine dikkat çekmek, konusundaki taahhüt söz konusuydu ki daha önce böyle bir tutum hiç gündeme gelmemişti.

Avrupa Parlamentosu ayrıca Ekim 2020’de, AB’nin dış politikasında ve güvenlik politikalarında cinsiyet eşitliği üzerine bir karar aldı.

Uygulamada AB feminizmi

Feminizmi benimsemenin sonuçları AB’nin dış ilişkilerinde somut göstergeler ortaya çıkardı.

Bunlardan biri Spotlight İnisiyatifi: AB ile BM arasındaki işbirliğiyle gerçekleştirilen çekirdek fonlama ile kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü şiddetin ortadan kaldırılması. Bu şiddet türlerine kadın cinayetleri, ev ve aile içi şiddet, kadın sünneti, cinsel ve ekonomik sömürü dâhildi. Spotlight küresel güneye odaklanan türünün tek örneği bir yatırımdı ve hedefinde Afrika, Asya, Latin Amerika, Karayipler ve Pasifik ülkeleri vardı. Afrika’da bölgesel bir örgüt olan Afrika Birliği’ne giden desteğin miktarı 40 milyon Euro’ydu. Sürdürülen çalışma programının yanı sıra AB-BM işbirliğine ilişkin farkındalığı arttırmak için #WithHer başlığıyla yapılan sosyal medya kampanyasıyla da bir halkla ilişkiler çalışması yürütüldü. Daha geniş bir hedef kitleyle ilişkilenmek için, gayri resmi olarak AB kendisini, dünya genelinde bir toplumsal cinsiyet aktörü ve feminist aktör olarak kurguluyor.

Feminizmin dili son dönemdeki AB söylemelerinde gayet iyi içerilmiş görünürken cinsiyet eşitliğini hedefleyen bir dizi çalışma ve politik çıkarımla güçlendiriliyor. Ne var ki cinsiyet eşitliği politikalarının ötesine baktığımızda feminizmin AB’nin egemen dış politikasındaki durumuna ilişkin olarak bambaşka bir hikâye gözümüze çarpıyor.

Cinsiyet eşitliği politikalarının ötesi

AB feminist ayakları olan ilerici ve dönüştürücü dış politika uygulamaları nedeniyle erken harekete geçtiğini iddia etse de hâlihazırda çıkan sonuçlar bir hayli yetersiz. Feminizm, ticaret, göç, güvenlik ve savunma gibi diğer dış ilişkiler politikalarından yalıtılmış vaziyette. Örneğin güvenliğin askeri biçimlerine fazlasıyla artan bağlılık militarizmi normalleştiriyor ve cinsiyet eşitliği ihtimalini azaltan koşullar ortaya çıkarıyor. Militarizm bir ideoloji olarak hiyerarşiktir, keskin cinsiyet rolü ayrımlarını ve bir bütün olarak patriyarkayı güçlendirerek eşitliği ortadan kaldıran erilliği somutlaştırır. Göç bunun iyi bir örneğidir. Bu alanda kadınlar genellikle ağır (ve bu anlamıyla erilleşmiş) müdahalelerden kurtarılması gereken mağdurlar ya da anneler olarak tanımlanırlar. Etkin özneler (ya da hatta eşit) olarak değil mağdurlar olarak konumlandırıldıklarında AB kendi politik çerçevesiyle çelişiyor

AB’nin yüzünü feminizme dönüşündeki bir başka sorun dış ilişkilerdeki taahhütleriyle iç politikalar bağlamındaki uyum eksikliği. Avrupa’da, açıkça cinsiyet eşitliğine saygı göstermeye burun kıvıran ve azınlıktaki cinsiyet kimliklerini tanımayan üye ülkeler var, özet olarak kesin bir biçimde cinsiyet eşitliğini yok sayıyorlar.  Bu anlamıyla AB’nin kendi içine yönelik yaklaşımı dışarıya yönelik tutumlarıyla uyum göstermiyor. Bu AB’yi güvenilir bir feminist aktör olmaktan uzaklaştırıyor zira politik yaklaşımlar tutarlılık gerektirir.

Toplamda ilerici paydaşlar feminist tandanslı politik uygulamaların başını çekmekte gayet başarılılar. Bu durum güvenlik ve gelişme politikalarını belirleyen çalışmalarda ciddi biçimde doruğa ulaştı.  Söz konusu yeni inisiyatifler dış ilişkilerde cinsiyet eşitliği politikalarına öncelik veriyorlar. Spotlight gibi küresel ölçekte faaliyet gösteren inisiyatifler AB’nin toplumsal cinsiyet ve feminizm aktörü olduğu efsanesini güçlendiriyor.

Yine de şaşırtıcı olmayan bir biçimde feminizmin ele alınış biçimindeki sınırlı kavrayışa rağmen, dış politikanın geniş etki alanında feminist çabaların yansımalarının olmayışı çarpıcı. Ayrıca, dışa yönelik olarak reklamı yapılanla içe yönelik olarak belirlenen talep arasındaki uyumsuzluk, AB’nin cinsiyet eşitliğinin başını çektiğine ilişkin büyük anlatısının altını boşaltıyor.  Yine de Cinsiyet Eşitliği Stratejisi’nin kabul edilmiş olması AB için doğru yönde atılmış önemli bir adım. Bu çalışma AB’nin içe ve dışa yönelik çabalarını buluşturmalı. Feminist kesişimsellik ilkesini de temel aldığı için, hayata geçirilebilirse, kimi AB aktörlerinin eşitliği ortadan kaldıran liberalizm dışı uygulamaları dâhil bir dizi toplumsal eşitsizliğe karşı mücadelede kullanılabilir.