Feminist bir dış politika oluşturulmadıkça, barışçıl dünya hedefi bir ütopya olarak kalacak.
Nedenlerini, Almanya’da kurulu Feminist Dış Politika Merkezi’nin yöneticileri Kristina Lunz ve Nina Bernarding açıklıyor.
Tarihin en köklü değişiklikleri, yani toplumda gücün geleneksel dağılımını temelden etkileyebilecek ve insanlığı herkesin yararına bir gelecek öngörüsüne dair daha kapsayıcı bir konsepte götürebilecek türden değişiklikler, insanların vizyoner olmaya cesaret ettiği anlarda ortaya çıkar. Faşizmin geleneksel, muhafazakâr ve muhtemelen çoktan aşılmış ilkelerinin uluslararası çapta yükseldiği zamanlardan geçerken, henüz tam olarak tanımlanmamış bir şeyi talep etmek ise özellikle cesaret gerektirir. İşte Margot Wallström böyle bir vizyoner. İsveç Dışişleri Bakanlığı 2014 yılında ülkesinin dış politikasını feminist bir dış politika olarak ilan etti.
İsveç’in vizyoner adımı
Wallström’ün ülkesi için bu pek de radikal bir karar olmayabilirdi, zira Hükümet zaten feminist fikirlerin takipçisi olduğunu belirtmişti. Ama dünyanın çoğu için kesinlikle öyleydi. İsveç’in açıklamasının ardından dünyanın dört bir yanından gazeteciler ve yorumculardan gelen soru aynıydı: “Feminist dış politika da ne?“ Wallström gittiği çeşitli toplantılarda kıkırdamalarla karşılandığını bile paylaşıyordu.
Liberal feminist bakış açısına dayanan İsveç feminist dış politikası dört ilkeye odaklanıyor: Kız çocukları ve kadınların hakları, cinsiyet eşitliği çalışmalarına kaynak ayrılması, tüm cinsiyetlerin eşit temsiliyeti ve “gerçeğe uygunluk”— ya da feminist dış politikanının üzerine kurulduğu araştırma ve olgular.
İsveç’in feminist dış politika beyanı, yeni bir kavramı kurumsallaştırdığı ve dış politikadaki statükoyu devletler düzeyinde sorgulatan yeni bir alan açtığı için oyunun kurallarını gerçekten değiştiren bir adım oldu. Bundan kastımız, dış politikada feminist analizin yeni birşey olduğu değil. Bu yöntem akademide 1980’lerden bu yana ivme kazanıyor. Daha Birinci Dünya Savaşı sırasında kadın hakları aktivistleri ile kadın barış aktivistlerinin Büyük Savaş’a son verilmesi talebiyle Hollanda’nın Lahey kentinde toplandığını biliyoruz. Fakat kadınların oy hakkının dahi reddedildiği o zamandan ataerkil yapıların erkek fikrini ve deneyimini hâlâ ayrıcalıklı gördüğü günümüze kadar uluslararası ilişkilerin feminist bir çözümlemesi tarihsel olarak politik gerçekçiliğin ağırlığı altında ezilen niş bir konu muamelesi görmeye devam ediyor.
Anlatıyı değiştirmek
İsveç’in feminist dış politika girişimi oyunun kurallarını değiştirdi, çünkü ilk defa bir devlet daha barışçıl bir dünyaya ilişkin feminist bakışını, toplumların büyük bölümleri ve devletlerin çoğunluğunu bu yolda başarısız kılan yüzlerce yıllık teamüllerin önüne geçirdi. İsveç feminist bir dış politikayı hayata geçirerek başka ülkelere de ilham verdi. Bu ülkelerden Kanada, 2017 yılında feminist kalkınma politikasını ilan etti, şu an kendi feminist dış politikası üzerinde çalışmaya devam ediyor. İsveç bu alanda çeşitli girişimlere ve ittifaklara, Birleşik Krallık’taki Kadınların Eşitliği Partisi dahil kimi siyasi partilere ve Alman Yeşil Parti milletvekillerine de cesaret verdi. Hatta, kendisi devlerin omuzlarında yükselen Wallström’ün cesareti olmasaydı, Feminist Dış Politika Merkezi (CFFP) de mevcut kapasitesinde varlık gösteremezdi.
Feminist dış politika hareketi bir maraton. Siyasi azınlıklara yönelik ayrımcılığı tanıyan, toplumsal cinsiyete dayalı ve cinselleştirilmiş şiddeti rasgele şiddet eylemleri olarak değil ataerkil yapıların ifadeleri olarak gören bir dış politika yaklaşımı için mücadele ediyoruz. Feminist bir dış politika, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (CEDAW) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1325 Sayılı Kadın Kararı gibi kadınların ve diğer siyasi azınlıkların hak ve katılımlarını güçlendiren uluslararası antlaşmaları ve kararları etkin ve yürekten uygular. Irk, sınıf, yaş, cinsiyet, din ve engelliliğe dayalı ayrımcılığın ve bu ayrımcılıkların içiçe geçmesiyle ortaya çıkan daha nice başka ayrımcılıkları göz önünde bulunduran bir yaklaşımdır. Son olarak feminist dış politika her zaman kesişimsel olmalıdır.
Feminist dış politika nedir?
Feminist dış politika, dış politikada yeterince temsil edilemeyen grupların ihtiyaçlarına ve bakış açılarına odaklanarak güvenliğin ana referans kaynağı olarak devletten ziyade bireyi alır ve
“sürekli olarak açlık, hastalık, suç ve baskı tehditlerinden uzak yaşama; evde, işte veya toplumda günlük yaşam akışındaki ani ve kırıcı rahatsızlıklardan korunma”
olarak tanımlanan insani güvenliği geliştirmeyi amaçlar.
Güvenli devletler otomatik olarak güvenli toplumları getirmezler, tam tersine güvenli devletler kendi insanlarını güvensiz hale getirebilirler.
Böylesi bir feminist dış politika ilk olarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği de dahil ancak bununla da sınırlı olmayan adaletsizliklerin küresel çapta var olduğunu kabul etmek anlamına gelir. İkincisi, feminist bir dış politika proaktif olarak bu adaletsizliklerin ortadan kaldırılması ve beyazların üstünlüğü ve ataerkillik gibi baskı ve dışlama kalıplarının üstesinden gelinmesi için çaba sarfeder. Feminist bir dış politika olmaksızın yalnızca insan haklarının evrenselleşmesi değil, çatışmaların önlenmesi ve sürdürülebilir barış da birer ütopya olarak kalacaktır. Valeria Hudson’ınki gibi araştırmalar, bir ülkenin barışçıllığını belirlemedeki en önemli unsurun cinsiyet eşitliği seviyesi olduğunu gösteriyor. Bu alanda sürekli artan çalışmalar, Wallström’ün şu ünlü sözünü doğruluyor: “Feminist dış politika yalnızca yapılması gereken şey değil, aynı zamanda akıllıca olan politikadır.”
Eğer dünyanın dört bir yanındaki devletler ve Krizin Önlenmesi, Çatışmaların Çözülmesi ve Barışın Kurulması Politika Rehberi ile Almanya, barışın inşa edilmesi ve çatışmaların önlenmesi konusunda gerçekten ciddiyseler, dış politikada ve güvenlik politikasında şu üç noktaya odaklanmak zorundalar: Adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, ulusal güvenlik yaklaşımı olarak insan haklarının öncelenmesi ve yerel ve küresel çapta gücün yeniden dağıtılması. Feminist dış politika tam olarak budur. İktidarı çözümlemenin bir aracı gibi işler: Kimin elinde, onu kim kullanıyor, nasıl sürdürülüyor ve bu hangi amaçlar için yapılıyor? Kimlerin konuşup karar alabildiğini, kimlerin susturulduğunu, kimlerin ihtiyaç ve deneyimlerinin öncelelendiğini ve kale alındığını sorgular. Bu iktidar dinamiklerinin sonuçlarının yıkıcı olduğu ancak feminist bir mercek altında incelendiklerinde anlaşılır.
Feminist dış politika statükoyu sorgulamakla ilgilidir ve bir şeyin onlarca yıldır norm olmasının—özellikle de bu normlar, yapılar ve süreçlerin çoğu nüfusun ancak küçük bir yüzdesi tarafından şekillendirildiği için—onun doğru ya da adil olduğu anlamına gelmediği kabulüne dayanır.
Feminist bir dış politika, dış ilişkilerdeki önceliklerin radikal bir biçimde gözden geçirilmesini talep eder. En önemlisi, feminist bir dış politika, güvenlik yapılarının militarizasyonundan vazgeçmek anlamına gelir. Dış politikaya feminist bir yaklaşım, Reaching Critical Will Direktörü Ray Acheson’ın ifadesiyle, “daha fazla silah eşittir daha fazla güvenlik ve en büyük ve en kötü silahlar oldukları için de nükleer silahlar güvenliğin nihai garantörüdür” yönündeki yaygın inancı reddeder.
Feminist bir dış politika—güvenliğin büyük ölçüde tahakküm kurma kapasitesinden kaynaklandığı düşüncesine dayalı askeri bir ittifak olan—NATO gibi örgütlerin güvenliğimizin garantörü olarak görülmesi durumundan hoşnut değildir. Feminist bir dış politika, barışın dış politika için ulusal savunma kadar önemli olduğunu gösterdiğinden, yakın zamanda Kanada ve Etiyopya’da olduğu gibi barış bakanlıklarının kurulmasını memnuniyetle karşılar.
Feminist bir dış politika, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde görev tanımı uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesi olan BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden dördünün, dünyanın en büyük beş silah ihracatçısı arasında olması gerçeğinden rahatsızlık duyar. ABD, Rusya, Fransa ve Çin, Almanya ile birlikte 2013-2017 döneminde dünyadaki tüm silah ihracatının yüzde 74’ünü gerçekleştirmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri, üst düzey silah ihracatçılarının uluslararası kulübü olmak yerine dünyadaki çoğu ihtilafın temeli olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın ve barışı geliştirmenin öncüsü olmalıdır. Barış ve Özgürlük için Uluslararası Kadınlar Birliği yakın zamanda Güvenlik Konseyi üyeleri için “Feminist Güvenlik Konseyine Doğru” rehberini yayınladı. Rehberde, kadın sivil toplumu ile ortaklıkları güçlendirmek, toplumsal cinsiyet çatışması analizini öncelemek ve silahsızlanmaya katkıda bulunmak dahil, dünyayı daha barışçıl hale getirebilecek çeşitli önlemler yer alıyor.
Militarizmin üstesinden gelmek, insani güvenlik ve eşitliği geliştirmenin yanı sıra milyonlarca Euroluk kaynağı da boşa çıkaracak. Nobel Barış Ödülü’ne 3 kez aday gösterilen, Barış için İş Planı kitabının yazarı Scilla Elworthy şöyle özetliyor: “Silahlanmaya yıllık 1686 milyar dolar para harcıyoruz, gezegendeki tüm çocuklara temiz su ve sanitasyon sağlamak için gereken para tutarı ise 38 milyar dolar.” Çatışma ve savaşları önlemenin maliyetlerini de hesaplayan Elworthy, “Önlemek için 2 milyar dolar harcamak varken, militarize ederek 1686 milyar dolar harcıyoruz” diyor.
Dış politikaya feminist yaklaşım, dış politikanın analiz, amaç ve önceliklerini yeniden düzenlemenin yanı sıra mevcut politik süreçlerin işleyiş usulüne de meydan okuyor. Bu, bakanlıklardan elçiliklere ve uygulama ortaklarına kadar dış politikayı şekillendiren ve uygulayan tüm kurumlarda tüm hiyerarşi seviyelerinde eşit katılım anlamına gelir. Siyasi süreçlerin politik olarak ötekileştirilenlerin eşit etkinliğine fırsat sunup sunmadığını sürekli olarak değerlendirir ve toplumsal cinsiyet eşitliği ve siyasi azınlıkların haklarını savunan sivil toplum aktörlerinin işbirliğini aktif biçimde destekler. Feminist bir dış politika, ülkeler arası ilişkilerde devam eden sömürgeci mirası da görür ve üstesinden gelmek için etkin biçimde çalışır. En önemlisi, feminist bir dış politika daima tahakküm yerine işbirliğini savunur. Tahakküm ve dışlama yerine, ortaklık ve katılımı teşvik eder. Bölünmeleri besleyip “biz” ile “onlar” arasında ayrımlar yapmak yerine, insanların dünya genelinde paylaşılan değerlerine dikkat çeker.
Kadınlar, Barış ve Güvenlik
Feminist bir dış politika Kadın Barış ve Güvenlik Gündemi (WPS Gündemi) üzerine kurulmuştur; bu gündemi kapsar, ama ötesine de geçer. WPS Gündeminin kurucu belgesi, BM Güvenlik Konseyi’nin 1325 (2000) sayılı kararı ve yedi takip dosyasıdır. WPS’nin başarısı, kökleri makalenin başında bahsi geçen 1915 Lahey Barış Konferansı’na dayanan ve on yıllardır uluslararası ilişkilerde toplumsal cinsiyet eşitliği talep eden feminist kitle örgütlerinin ve sivil toplumun başarısıdır.
WPS Gündemi ayrıca küresel eşitsizliği bir savaş ve barış meselesi olarak kabul eder. Frances Stewart’ın öncülüğünde başlayan uluslararası çatışma araştırmalarının ısrarla gösterdiği üzere, farklı insan grupları arasında ne kadar büyük eşitsizlikler varsa toplumlar içinde veya aralarında şiddet içeren çatışmalar o derece sık yaşanmaktadır; özellikle de söz konusu eşitsizlikler süreğense, sosyal olarak ayrı gruplar arasında yaşanıyorsa veya ötekileştirenlerin seslerinin siyasi süreçlerde duyulma imkânı bulunmuyorsa... Kadınların çözüm sürecine dahil olduğu barış anlaşmalarında, tarafların en az 15 yıl süreyle anlaşma şartlarına uyma olasılığı yüzde 35 daha yüksektir. Cinsiyet eşitliği seviyesi en yüksek ülkeler aynı zamanda şiddet içeren aşırılıkçılık seviyesi en düşük ülkelerdir. Aslında, devletlerin sürdürülebilirliği bakımından kadınların eşitliği, demokrasi ve GSYİH’dan daha önemlidir.
Kapsayıcılığın gücü
Öte yandan tek başlarına bilgi ve araştırma, baskın yapılanma ve gelenekleri nadiren sarsarlar. Kadınlar da dahil olmak üzere siyasi azınlıkların temsilcileri, barış müzakereleri de dahil olmak üzere siyasi süreçlerde ve pozisyonlarda bir hayli düşük oranlarda temsil ediliyorlar ve bu durum daha iyiye gitmiyor. Bu, bir barış anlaşmasının nüfusun yüzde 50’sinin ihtiyaç ve çıkarlarını yansıtmasını da neredeyse imkansız hale getiriyor. Bunun, yeni ve daha barışçıl bir döneme girmesi beklenen bir toplumun çatışmadan henüz çıkmış toplumuna zarar vereceği açıktır. Böyle bir dönem ancak kapsayıcılığın yol gösterici ilke olmasıyla mümkün olur zira bir toplum bir azınlığın gereksinimleri ve kurallarına dayanarak tam potansiyeline ulaşamaz.
Bununla birlikte, barış süreci dünyadaki en kapsayıcı örneklerden biri olarak gösterilen Kolombiya’da bile kadınlar ve diğer ötekileştirilen gruplar müzakerelere baştan davet edilmediler, ancak kendi lobicilik faaliyetleriyle dahil olabildiler. Barış anlaşmalarının feminist analizi ve sürecin kapsayıcılığı onların başarısı oldu. Catalina Ruiz-Navarro, bu web dosyasındaki makalesinde Kolombiya’daki barış sürecini feminist bir bakış açısıyla ele alıyor. Kolombiya deneyimi, erkek perspektifinden farklı bir yolla güvenlik kavramına yaklaşmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ülkede barış imzalarından bu yana kadın hakları savunucularına dönük saldırılar giderek artıyor.
Politikaların farklı etkileri
Feminist dış politika, tam olarak bir politikanın tüm cinsiyetler, sınıflar ve ırklar üzerinde yaratacağı farklı etkileri anlamaya çalışmaktır. Oysa bu farklılaştırıcı etkiler genel olarak ne akademide ne de pratik alanda dikkate alınırlar. Oxford Üniversitesi öğretim görevlisi ve CFFP Danışma Kurulu üyesi Dr. Jennifer Cassidy şöyle yazıyor: “Krallar, sultanlar, prensler, emirler ve başbakanlardan, bunları hükümetleri, elçileri ve temsilcilerine kadar tüm erkekler, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana jeopolitik düzenin birincil yazarı ve yöneticisi işlevi gördüler.” Cassidy ayrıca, dış politikayı domine eden beyaz, Batılı erkeklerin bakış açısının bir yansıması olan bu erkek-merkezciliğin, kadınların ve siyasi azınlıkların deneyimlerini görmezden geldiğini ve onların failliklerini reddettiğini savunuyor.
Somut bir örnek vermek gerekirse, Erin Kamler bu web dosyasında Myanmar’a yönelik uluslararası örgütler ve kurumlar aracılığıyla uygulanabilecek feminist bir dış politikada, AB’nin şu anda yürürlüğe sokmaya çalıştığı hedefsiz yaptırımların kendine yer bulamayacağını savunuyor. Kamler şöyle diyor: “Uluslararası toplum (ve özellikle de AB), ordu üzerinde baskı kurmak amacıyla Myanmar’a gelişigüzel yaptırım uygulamaktan kaçınmalıdır çünkü bu yaptırımlar, tekstil endüstrisi benzeri çeşitli güvencesiz sektörlerde çalışan binlerce kadına ve kritik çalışmalar yapmaya devam eden aktivist STK’lara zarar verecek durumdadır” diyor.
Feminist dış politika: Sürdürülebilir bir küresel güvenlik politikası için bir kazanım
Eğer bir ülke ya da kurum çatışmaları önlemek, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmak ve barışı destekelemek hususlarında ciddiyse eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına odaklı bir siyaset—bir başka deyişle feminist bir dış politika— izlemesi şarttır.
NATO’dan Clare Hutchinson şöyle diyor: “Feminist bir dış politikamız yoksa, başarısız oluyoruz demektir. Dış politikanın esasen neyle ilgili olması gerektiğini anlamakta başarısız oluyoruz.”
Feminist bir dış politika, ABD’den Brezilya’ya ve Macaristan’a ve daha da ötesine kadar tüm dünyada giderek artan popülizme ve otoriterizme karşı insanlığın en umut verici cevabı olma potansiyeline sahiptir. Eğer feminizm (kesişimsel eşitlik mücadelesi) on yıllardır dünyanın en başarılı sosyal adalet hareketlerinden biri olarak varlığını sürdürmüşse, o zaman toplumun en dışlayıcı ve elitist alanlarından birine, dış politikaya, müdahale edecek güce de sahiptir. Eğer gerçekten sürdürülebilir bir küresel güvenlik politikası istiyorsak, feminist dış politika bir zorunluluktur.
Bu makale “Feminist Dış Politika” özel dosyasından alınmıştır.