İsveç’in feminist dış politikası ne kadar feminist?

Analiz

Güvenlik konusuna feminist bir yaklaşım, insan güvenliğini kavramaya ve artırmaya, silahsızlanma ve silah denetimi de dahil olmak üzere önleyici tedbirler geliştirmeye dayanır. Sadece devletin ulusal çıkarlarına uygun olduğunda kullanılabilecek ve uymadığında görmezden gelinecek bir husus değildir.

Teaser Image Caption
Erbfürstenpalais; İsveç Dış İşleri Bakanlığı’nın Stockholm’deki binası.

İsveç, on yıllardır, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın haklarını geliştirmek konusunda öncülük eden seslerden biri olagelmiştir. Ülkenin kalkınma ve yardım politikası, toplumsal cinsiyet eşitliğini 1996’dan bu yana öncelikli olarak vurgulamaktadır. Bu durum, 2014 yılında, Dış İşleri Bakanı Margot Wallström’ün feminist bir dış politika yaklaşımı benimsemesiyle daha da güçlendi. Sadece kalkınma politikasını değil aynı zamanda tüm dünyada eşitliğe ulaşma mücadelesinde zorunlu olan güvenlik politikası gibi diğer alanları da içeren bir eylem planı hazırlandı. Bu eylem planı, güvenlik politikasının çoğu zaman çok dar olan bakış açısını genişletiyor ve insan güvenliği, toplumsal cinsiyet perspektifi ve çevre meselelerini içeriyordu. İsveç, son günlerde feminist dış politikası bakımından gözden geçirilmiş bir eylem planı başlattı. Bütüne bakıldığında, ilk eylem planına çok benziyor ve kadın katılımı ve çatışma önleme, sivil toplumun rolünün önemi ve  BM kadın gündemi, barış ve güvenlik ve özellikle de 1325 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının altını çiziyor.

Feminist dış politika, İsveç’in güvenlik politikaları açısından önemli bir ileri adım ve çatışma önleme üzerine yapılan vurgu, bir bütün olarak bakıldığında, İsveç’in feminist dış politikasının en güçlü yönlerinden biri. Taban örgütlenmelerini, özellikle de kadın ve azınlık örgütlerini dinlemek ve konuya en aşina kesim oldukları için yol göstermelerine izin vermek çok önemli. Feminist dış politika, aşağıdan yukarıya doğru belirlenmeli. Güvenli, barışçıl ve sürdürülebilir toplumlar yaratmanın tek yapıcı yolu, bu. Bununla birlikte, hem İsveç’te hem de küresel olarak, güvenlik politikaları, patriyarkal iktidar yapılarının politikayı ve insanların güvenlik algısını nasıl biçimlendirdiğinin hâlâ farkında değil.

Geleneksel olarak, güvenlik kavramı “militarizasyon” dolayımıyla anlaşılıyor ve şiddet, denetim ve tahakkümle ilişkilendiriliyor. Bu güvenlik anlayışı, bir çatışma çözme yöntemi olarak şiddet ve silahı onaylayan patriyarkal yapıları sorgulamaz. Barış ve Özgürlük için Uluslararası Kadın Birliği (WILPF) açısından patriyarkal yapılarla mücadele etmek ve erkekliği sorgulamak, silahlı çatışma ve savaşların kök nedenlerinin üzerine gitmek için zorunludur. Güvenlik meselelerine geleneksel bakış ve yaklaşım, şiddet, silahlanma yarışı ve savaş aracılığıyla sadece güvensizliğe yol açmakla kalmıyor aynı zamanda feminist dış politikanın amacına ulaşmasını ve ilerlemesini de engelliyor. Patriyarkal yapıların tam da

özüne karşı verilen mücadele hâlâ dirençle karşılaşıyor. Bunun bariz bir örneği, İsveç’in, barışı, demokrasiyi ve herkes için insan haklarını geliştirmek gibi diğer siyaset alanlarındaki çabalarına doğrudan zarar veren silah satışı politikasıdır.

İsveç hükümeti, feminist bir dış politika yaklaşımı benimseyerek ve “Kadın, Barış ve Güvenlik” konusunu gündemine alarak kadınların barış ve devlet inşası süreçlerine katılımını ve etkisini artırmaya, çatışma ve şiddetin yapısal kök nedenlerine karşı koymaya, kız çocukları ve kadınları her tür silahlı şiddetten korumaya ve barış ve güvenlik ile ilgili çalışmalarda cinsiyet perspektifleri geliştirmeye çalışıyor. Buna rağmen, İsveç, çatışmalı bölgelere ve Suudi Arabistan gibi, kadınların en temel insan haklarını bile reddeden ülkelere silah satmaya devam ediyor. İsveç ayrıca, Tayland gibi, yoğun çatışma riskinin apaçık olduğu kırlgan ve istikrarsız devletlere de silah satıyor. 2018 yılında İsveç’ten askeri malzeme satın alan ve teslim edilen ülkeler arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn ve Katar var; bundan sonra bu ülkeler, Yemen’le, kadınlar ve kız çocuklar üzerindeki yıkıcı etkileri bakımından dünyadaki en büyük insani kriz haline gelmiş bir silahlı çatışmaya girmiş durumda.

 

2015 yılında, İsveç, feminist bir dış politika benimsediğini ilan ederek dış ilişkiler faaliyetlerinde bu yaklaşımı uygulayan dünyadaki ilk ülke oldu. O zamandan beri neler oldu? 

13-19 Ağustos 2019 tarihleri arasında, İsveç haber ajansı Tv4 Nyheterna, İsveç yapımı muhtelif birtakım silahın Yemen savaşında kullanıldığına dair bir haber geçti. İsveç firması Saab’ın radar ve hedef sistemi Erieye; İsveç firması Bofor’un IRIS-T ve Meteor füzeleri, Canonlar (dürbün) ve anti-tank bomba atarları; Swede Ship’den savaş gemileri; İsveç firması Scania tarafından Suudi tankları için üretilen motorlar gibi. Bu çifte standart İsveç’in feminist dış politikasına vurulmuş en büyük darbedir.

Uluslararası kalkınma politikaları sıralamasında, silah ticareti İsveç’in başarı sırasını olumsuz etkiliyor ve başarısını düşüren bir politika alanı olarak göze çarpıyor. Bu duruma, 2019 OECD Kalkınma ve İşbirliği Bağımsız Değerlendirme Raporunda da (OECD Development co-operation Peer Reviews) dikkat çekilmektedir. OECD “(...) İsveç’in demokratik olmayan rejimlere ve zayıf insan hakları tablosuna sahip ülkelere silah ihracatında (...) büyük paya sahip olması nedeniyle güvenlik konusunda olumsuz olarak değerlendirildiğini” belirtiyor. Benzer konular yıllık Gelişme Endeksine Bağlılık (Commitment to Development Index, CDI) raporunda da dile getiriliyor. CDI, dünyanın en zengin 27 ülkesini, uyguladıkları  politikaların dünyanın en yoksul ülkelerinde yaşayan beş milyar insan üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerine göre sıralıyor. İsveç, silah ticareti konusunda izlediği politikayla, güvenli olmayan bölgelerin çoğunda üst sıralarda yer alıyor.

Silahsızlandırma; sürdürülebilir bir feminist dış politikanın anahtarı

Silahlanmanın yaygınlaşması silahlı çatışmalara zemin hazırlıyor ve bunları körüklüyor, güvenliksizliği, yoksulluğu ve eşitsizliği artıyor. WILPF, öldürmek için kullanılmasının yanısıra tehdit etmek ve istismar etmek için de kullanıldığından, silahı “şiddet çoğaltıcısı” olarak adlandırıyor. Üstelik, silah, erkek ve kadın arasındaki eşitsiz güç ilişkisini de besliyor. Bu da, hem özel hem kamusal alanda kadınlar ve kız çocuklara yönelik şiddet riskini artırıyor ve onların, emniyette olmadıkları ve saldırıya uğrayabileceklerinden korktukları için kamusal ve siyasi alanlara katılımlarını ve hareketlerini sınırlamanın habercisi oluyor. Sonuç olarak, silahın yaygınlaşması kadınların sadece fiziksel güvenliğini değil aynı zamanda sağlıklarını, cinsellik ve üreme haklarını, eğitim, ekonomik güçlenme ve su/gıdaya erişimlerini de etkiliyor. İnsan güvenliği ve sadece kadın haklarına değil insan haklarına saygı duyulmasını sağlamanın anahtarı, silahsızlanmadır.

2017-2018’de BM Güvenlik Konseyi üyesi olan İsveç, kadın hakları ve çatışmanın önlenmesi konularında (İsveç’in Konsey’deki iki önceliği) somut ilerleme kaydetti. Ama maalesef, “Kadın, Barış ve Güvenlik” için BM gündeminde çatışma önleme ayağının uygulanması bakımından en önemli araç olan silahsızlanma ve silahlanmanın yaygınlaşmasını engelleme konuları üzerinde durmadı. İsveç, silahın yaygınlaşmasının kadınların yaşamı, güvenliği ve kamusal yaşama katılmaları üzerindeki etkisine ya da genel anlamda, bir çatışma önleme yöntemi olarak silahsızlanma ve silahın yaygınlaşmasını engellemenin önemine bir kez bile vurgu yapmadı. Bu, İsveç’in küçük ve hafif silahların yayılması ile kadınlara ve kız çocuklara yönelik şiddet arasındaki bağın altını çizmenin yanısıra silahsızlanma ve silah denetimi konularına yönelik bir cinsiyet perspektifi geliştireceğini duyurduğu feminist dış politika için hazırladığı ilk eylem planı bakımından hayalkırıklığıydı.

Silahlanma, çoğunlukla, erkeklerin kadınlar“ını” ve çocuklarını şiddet veya şiddet tehdidine karşı koruması ve savunması gerektiği şeklindeki heteronormatif inançlarla ve cinsiyet rolleriyle ilişkilendirilir. Bu bakış açısından bakıldığında, kadınlar mağdurlaştırılır ve faillikten ve güçten yoksun bırakılır. Aynı zamanda, tecavüz, kadınlar“ını” koruyamadıklarını göstererek düşmanı (erkekleri) aşağılamak için kullanılabildiğinden kadınları, bir savaş silahı olarak cinsiyetlendirilmiş stratejik şiddetin potansiyel hedefi pozisyonuna yerleştirir. Sırasıyla, silah konusundaki bu maskülen fikirler, meşruiyet veya failliklerini elde etmek isteyen kadınlarda da karşılık bulur. Yanlarındaki silahlı bir erkek ya da kendilerini savunabilmek için kendi silahına sahip olmak, aynı zamanda statülerinin yükselmesini ve kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlayabilir.

Bu yaklaşım, bir ulusu korumak için askeri yöntemlerin devreye sokulduğu geleneksel, militarize bir güvenlik görüşüne gömülüdür, örneğin, tecavüz bir aşağılama ve zayıflık işareti olarak algılandığında, kadınlar zayıf, savunmasız ve bu nedenle korunmaya muhtaç olarak görülür. Bu yaklaşım, patriyarka, militarizm ve eşitsiz güç yapıları gibi kök nedenleri irdeleme zorunluluğunu ele almayı ihmal eder. Basitçe söylemek gerekirse,  kadın haklarını korumak adına daha çok insanın daha çok silah kullanmasıyla bu sorunların üstesinden gelinemez ve herhangi bir feminist dış politika bu konuyu ele almak zorundadır.

“Kadın ekle ve hareket geç!” tek başına yetmez

Eşit ve güvenli toplum hedefine ulaşmanın önemli bir parçası temsildir ve bu öncelikle bir hak meselesidir. Tüm dünyada, kadınlar nüfusun yarısını oluşturuyor, dolayısıyla iktidarın da yarısına sahip olmalılar. Bu zorunluluk, kadınların ve erkeklerin toplumu ve kendi hayatlarını biçimlendirmek için aynı güce sahip olmaları gerektiğini ifade eden İsveç ulusal cinsiyet eşitliği politikasının genel hedefine de yansımış durumda. Diğer şeyler arasında, kadınlar ve erkekler karar alma süreçlerini şekillendirmek ve aktif vatandaşlar olmak için aynı olanaklara ve aynı haklara sahip olmalıdır.

Buna rağmen, güvenlik politikaları bugün İsveç’te en erkek ağırlıklı siyaset alanlarından biridir. 2017’de, Savunma Komisyonunun parlamenter üyelerinin sadece yüzde 35’i kadındı (2001’den beri değişmedi). Buna karşın, Dışişleri Komisyonu, 2001’deki yüzde 29 kadın, yüzde 71 erkek bileşiminden bu yana artarak, 2017’de yüzde 41 kadın, yüzde 59 erkek oranına oranına ulaştı. Benzer bir temsil eksikliğini, güvenlik politikalarıyla ilgili konularda “uzman” ya da yorumcu olarak davet edilenler bakımından medyada da görüyoruz. WILPF İsveç’in tahminleri, İsveç’in BM Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasına katılıp katılmaması gerektiğine ilişkin 2017 sonbaharında yaşanan tartışmalarda yorumcuların yüzde 70’nin erkek olduğu yönündedir.  

Bununla birlikte, bu konu, kadınların halihazırda müesses patriyarkal militer yapılarda yer aldığı bir durumda, temsil sorununa indirgenmemelidir. Feminist bir bakış açısıyla, kadınları mevcut yapılara, değerlere ve normlara dahil ederek toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşılamaz. Mevcut yapılarda köklü bir değişimi ve yeni yapıların oluşturulmasını gerektirir.

İsveç hükümeti, gönüllülük temelinde yeterli sayıda asker toplama konusunda yaşadığı başarısızlıktan sonra, 2018 yılında zorunlu hizmet sistemini hem erkek hem de kadınlar için yeniden getirdi. Bu karar, toplumsal cinsiyet eşitliğine ulaşmanın bir mekanizması olarak orduya odaklanan, hükümet tarafından yaptırılan bir araştırma sonucunda alındı. Silahlı Kuvvetler’in Eşit Fırsatlar Planı, temel askerlik eğitimi verenlerin yüzde 20’sinin kadınlardan oluşmasını hedefliyordu. Ancak, araştırma toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadın ve erkeklerin eşit temsili anlamına geldiği varsayımına dayanıyordu, çatışma çözmenin bir aracı olarak askeri müdahalenin kullanılmasını sorgulamıyor ve tartışmıyordu. Buna ek olarak, neden çok az sayıda gencin, özellikle de kadınların, İsveç Silahlı Kuvvetleri’nde kalmadığı ya da girmek için başvurmadığına dair de derinlikli bir analiz yoktur.

Hükümet araştırması, WILPF’nin “kadın ekle ve harekete geç” modeli dediği, kadın sayısı artarsa toplumsal cinsiyet eşitliğinin de otomatik olarak artacağını varsayan bir model uyguluyor. “Kadınlar ve erkeklerin, yurttaş olarak, askeri savunma ile ilgili olarak haklar ve yükümlülükler bakımından eşit şartlara tabi olduğu gerçeği, bu araştırmayı, normlar ve değerlerin sahada devamlı olarak gelişmesinde büyük bir etkiye sahip olan, önemli bir ilkesel adım olarak değerlendirir.”(bu alıntı İsveçce’den İngilizce’ye yazar tarafından çevrilmiştir)  Sonuç olarak, yapısal bir değişim için derinlemesine bir araştırma gereksiz görülmektedir. Araştırma, örgütsel kültürün, yapıların ve ayrımcılığın kadınlar için nasıl engel teşkil edebildiğini tartışmaktan imtina eder ve cinsiyet eşitliğini tesis etme sürecinde liderliğin ya da erkeklerin rolünü sorgulamaktan kaçınır.

Araştırma, İsveç Silahlı Kuvvetleri tarafından yürütülen, içine hem gençlik hem de cinsiyet hakkındaki klişelerin gömüldüğü şu tarz mesajlara dayalı kamuoyu kampanyası hakkında bir fikir veriyordu: Aynı anda iki farklı şeyi yapabilmen gerekiyor mu ya da erkekler de bunu yapabilir mi? Wi-fi var mı? Güçlü olmam gerekiyor mu? Her zaman erken kalkmam mı gerekecek? Denizci olabilir miyim? Hamile kalırsam ne olur? Sahada adet görürsen ne olur? (yazarın çevirisi) Menstrüasyon ve hamilelik hakkındaki sorularla kadınların bedenine odaklanmak, kadınları biyolojilerine indirger ve üreme organlarının bir sorun olduğu ya da kadınların tam katılımı önündeki bir engel olduğu varsayılır. WILPF’nin perspektifine göre, daha alakalı sorular sorulabilir: Savaşa gitmek zorunda kalacak mıyım? Öldürmem gerekecek mi? Her zaman emirlere uymak zorunda mıyım? Kendi değerlerimi ifade etme şansım var mı?

Dirençli, gerçek feminist değişim

İsveç hükümeti, 2014’den beri, “hem ulusal hem uluslararası çalışmalarda, geniş bir cephede politika oluşturma aşamasına toplumsal cinsiyet perspektifinin de dahil edilmesini sağlayan, dünyanın ilk feminist hükümeti” olduğunu iddia etmektedir. Bu, toplumsal cinsiyet perspektifinin ve feminist perspektifin savunma ve güvenlik de dahil olmak üzere tüm hükümet politikalarında içerilmesi gerektiği anlamına gelir. Bu iddialı plana rağmen, İsveç’in güvenlik politikası, özellikle de silahsızlanma ve silah denetimi konusu hâlâ feminist analiz ve uygulamadan yoksundur. 

Feminist dış politika, kök nedenleri ele almayı gerektirir. Militarist bir güvenlik yaklaşımı sadece yanlış bir güvenlik anlayışına yol açar ve değiştirilmesi gereken mevcut eşitsiz iktidar yapılarını besler. Feminist dış politika, sadece, bir yerlerde birşeyler değiştirmeye odaklanmış kalkınma gibi meselelerle uğraşamaz. Feminist dış politika, iç politikada da iktidar yapılarına ve normlarına karşı mücadele etmek zorundadır. Güvenlik konusuna feminist bir yaklaşım, insan güvenliğini kavramaya ve artırmaya, silahsızlanma ve silah denetimi de dahil olmak üzere önleyici tedbirler geliştirmeye dayanır. Sadece, devletin ulusal çıkarlarına uygun olduğunda yararlanılıp uymadığında görmezden gelinemez; tıpkı İsveç silah ihracat endüstrisinin çatışma halindeki devletlere silah sattığında ya da genç yetişkinleri, silahlı kuvvetler gibi patriyarkal şiddet yapıları içinde ağır biçimde silahlandırdığında olduğu gibi.

İktidar yapıları keskin hatlı değildir. Sürekli olarak yeni koşullar ve bağlamlarla kesişir ve bunlara adapte olur. Bu nedenle, görünenin altında olup biteni sorgulamaya, ayrıntılarına inmeye ve kritik etmeye devam etmek gerekir. Barış ve eşitliğe ulaşmak için militarizme ve savaşa meşruiyet kazandıran eşitsiz iktidar yapılarına karşı mücadele etmek yaşamsaldır.