Atom bombasının feminist eleştirisi

Nükleer silahların ne derece ataerkil araçlar olduğunu ve ayrıcalıklı birkaç hükümetin envanterinde bu silahların tutulmasını savunmanın ataerkilliğe nasıl hizmet ettiğini, feminist bir analizle anlamak mümkün.

Ray Acheson

Okuma süresi: 1 dakika
Teaser Image Caption
Nükleer bombalara karşı kadın yürüyüşü, 17 Haziran 2017, New York.

Feminist akademisyen Carol Cohn 1980’lerde nükleer savaş stratejistlerle çalışmakle ilgili deneyimiyle üzerine bir öyküsü var. Öyküde, karşı nükleer saldırı modellemesi üzerine çalışan beyaz bir erkek fizikçi, sivil kayıplar konuşulurken takınılan kayıtsız üslubun şaşkınlığıyla bir grup diğer erkek fizikçiye çıkışır. “Sadece otuz milyon!” diye bağırır, “Sadece otuz milyon insan anında öldü mü?” Oda sessizleşir. Fizikçi utanır.

Bu, nükleer silahlar hakkında –daha doğrusu nükleer silahlardan çıkar elde edenlerin, bu silahlarla ilgili bizim ne düşünüp ne söyleyeceğimizi nasıl yönlendirdikleri hakkında- önemli bir hikaye.

Bizim nükleer silahları “caydırıcı” olarak düşünmemiz isteniyor. Savunucuları, nükleer silah sahipliğinin esasen çatışmaları önlediğini ve caydırıcı olduğunu söylüyorlar. Ötesi, doğru ellerde nükleer silahların insanlık yararına olduğunu savunuyorlar. Soyut bir anlatımla, nükleer silahlar bizi güvende tutan, dünyayı istikrara kavuşturan sihirli araçlar olarak sunuluyor.

"Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Cehalet Güçtür”. Bu George Orwell'in 1984 romanındaki Parti'nin sloganıdır. Silahlar savaşı önler. Nükleer silahlarla ilgili "realist" söylem budur!

Peki nükleer silahlar konusunda esasen gerçekçi olmayan kimdir? Tüm gerilimleri ve çatışmaları, korkuları ve istikrarsızlıkları ile bu dünyada bizim nükleer silah kullanımını görmeksizin yaşayacağımızı varsayanlar mı? Nükleer savaş stratejistlerinin servis ettiği “nükleer caydırıcılık” teorisinin şaşmazlığına inananlar mı? Yoksa atom bombasındaki doğal tehlikeleri gören ve ortadan kaldırılmasını isteyen bizler mi? Yani soykırım yapma veya tüm dünyayı yok etme tehdidine dayalı bir güvenlik anlayışına inanmayanlar mı?

Caydırıcılık söylemi üzerine Feminist analizin elverişliliği

Caydırıcılık söylemindeki kimi kusurları kabul etmeye açıksak, işe bu söylemin nasıl kabul gördüğünü ve serpilip geliştiğini sorgulayarak başlayalım. Nasıl oldu da bu söylem bu kadar uzun süre “gerçekçilik” kisvesine tutundu, onu gasp etti?

Bu soruyu yanıtlarken, feminist bir analiz kullanmakta fayda var. Nükleer silahların ne derece ataerkil araçlar olduğunu ve ayrıcalıklı birkaç hükümetin envanterinde bu silahların tutulmasını savunmanın ataerkilliğe nasıl hizmet ettiğini anlamamıza bu analiz yardımcı olabilir.

Ataerkillik, erkeklerin -bilhassa silah ve savaşı iktidarla ilişkilendiren militarize bir erkeklik performansına sahip erkeklerin- egemen olduğu bir sosyal düzendir. Bu erkeklik biçimi nükleer silahlardan küçük silahlara kadar her şeyin sahiplenilmesine, çoğalmasına ve kullanılmasına etki eder. Bu, güç, cesaret ve koruma gibi fikirleri şiddet ile eş tutan bir erkekliktir. Silah kullanma, savaşa girme ve diğer insanları öldürme kapasitesi ve isteğini, "gerçek bir adam" olmanın esası olarak gören bir erkekliktir.

Militarize erkekler herkese zarar verir

Bu, şiddet uygulayan, militarize erkeklik tipi herkese zarar verir. Bu toplumsal cinsiyet normunu yerine getirmeyen herkese -kadınlara, LGBTQIA tanımlı bireylere, normatif olmayan erkeklere- zarar verir. Toplumsal cinsiyet normları uyarınca "zayıf" kabul edilenlerin baskılanmasını gerektirir. Aile içi şiddetle sonuçlanır. Kadına karşı şiddetle sonuçlanır. Eşcinsellere ve translara karşı şiddetle sonuçlanır. Fakat bu erkeklik tipi, aynı zamanda, erkeklik şiddeti uygulayan diğer erkeklere karşı da şiddet anlamına gelir. Çatışma içinde veya dışında, erkekler çoğunlukla birbirlerini öldürür. Erkeklik şiddeti, erkek bedenlerini daha da harcanabilir kılar. Sayısız BM kararında ve medya haberinde tiksinç biçimde aynı kefeye konulan kadınlar ve çocuklar daha çok “masum siviller” olarak kabul edilirken, erkekler militan veya savaşçı olarak görülür. Çatışmalarda çoğunlukla sivil erkekler, sırf belirli bir yaşta oldukları için militan sıfatıyla ya hedef alınır ya da ölüm kayıtlarına girerler.

Bununla birlikte militarize erkeklik sadece ölüm getirmez. Aynı zamanda silahsızlanma, barış ve cinsiyet eşitliği önünde büyük bir engeldir. Silahsızlanmayı zayıflık olarak gösterir. Barışı ütopik gösterir. Silahlar olmaksızın korunmayı saçma gösterir.

Nükleer caydırıcılık kavramı, ataerkilliğin bir ürünüdür. Erke ve ayrıcalığa sahip olanların ölçüsüz davranışlarını -dünyayı toplu yıkım riskiyle karşı karşıya bırakan silahlara milyarlarca dolar harcama davranışını- meşrulaştırmak üzere tasarlanmıştır. Ve bu teoriyi savunanlar nükleer silahlar tartışmasında tahakkümlerini, gaslighting ve mağdurun suçlanması gibi patriarka araçlarını kullanarak sürdürür.

 

Nükleer silah alanında Gaslighting terimi

Gaslighting terimi, kocası tarafından yavaş yavaş manipüle edilerek çıldırdığına inandırılan bir kadını anlatan 1938 yazımı bir oyundan gelir. Bu tekniğin kullanımını siyasette yaygın biçimde görürüz. Özellikle şu anda Amerika Birleşik Devletleri'nde ekonomik adaletsizlik, ırkçılık ve cinsel şiddet konularında kullanılmaktadır. Marjinalleştirilmiş nüfusun yaşanmış gerçekliğinin inkârıdır; “Burada ters giden hiçbir şey yok, her şey yolunda” iddiasıdır.

Gaslighting tekniği, atomik çağın başlangıcından bu yana nükleer silahlar alanında kullanılır. Caydırıcılık söylemi, nükleer silah kullanımı ve testlerinin zararını nesiller boyu deneyimleyenlerin yaşanmış gerçekliğini reddeder. "1984" tabiriyle, nükleer silahların insani etkisini ele almayı, bir düşünce suçu haline getirir.

Kullandığı bir başka yol da bu sorunları gündeme getirmek isteyen herkesi "feminize" etmektir. Carol Cohn’un öyküsündeki fizikçi, odadaki diğer erkek fizikçilere çıkıştıktan sonra Cohn'a şu itirafta bulunur: "Kimse tek kelime etmedi. Yüzüme bile bakmadılar. Berbattı. Bir kadın gibi hissettim.”

Otuz milyon insanın katledilmesini önemsemenin “kadın olma” ile bağıntısı, kadınları zayıf görmekten ibarettir. Kadın olmak, yanlış şeyleri önemsemek anlamına gelir; "duygularınızın" sizdeki iyiyi ortaya çıkarmasına izin vermek, "strateji" üzerine odaklanmanız gerekirken insanlığa odaklanmak anlamına gelir.

Buna göre, nükleer silahların insani ve çevresel etkilerini önemsemek feminendir. Ülkelerini "koruyan" gerçek erkeklerin" yapacakları türden bir iş değildir.

Bu anlayış, nükleer silah kullanımıyla ilgilenmenin omurgasız ve aptalca olduğunu iddia etmekle kalmaz, aynı zamanda silahsızlanma mücadelesini gerçek dışı, irrasyonal bir amaç olarak gösterir.

Bu 1980'lerin meselesi değil. Bugün hâlâ yaşanıyor.

BM'deki diplomatlar nükleer silahları yasaklamak için uğraşırken, nükleer silahlı ülkelerdeki meslektaşlarının alay konusu oldular. Onlara “radikal hayalperestler” denildi. Onlara “duygusal” davrandıkları söylendi. Kendi halklarını nasıl koruyacaklarını anlamadıkları söylendi. Güvenlik kaygılarının gereksiz olduğu -veya hiç bulunmadığı- söylendi. Nükleer silahları yasaklamanın gayri meşru ve naif olduğu söylendi. Hatta nükleer silahların yasaklanmasının uluslararası güvenliği, nükleer silah kullanımına neden olabilecek raddede baltalayabileceği söylendi.

Nükleer silah alanında krubanı suçlama

Ki bu bizi bir başka ataerkil tekniğe götürür: Kurbanı suçlama. Bu, erkeklerin, cinsel taciz mağduru olan kadınları saldırıyı hak edecek şekilde davranmak veya giyinmekle suçladığı noktadır. Nükleer silahlarla ilgili argüman da benzerdir: Eğer nükleer vahşet oyuncaklarımızı elimizden almaya kalkarsanız, onları kullanmaktan başka çaremiz kalmaz ve bu sizin suçunuz olur.

Feminist analiz, nükleer silahlara verilen desteğin cinsiyete dayalı doğasını anlamamıza yardımcı oluyor. Aynı zamanda bize, nükleer silahları yasaklamaya karşı muhalefeti dağıtma araçlarını sunuyor.

Feminist analiz, erkeklik ve kadınlığa dair -toplumsal normlarımızla kodlanan- sabit beklentilerin nasıl olup da bombaların bizi güçlü kıldığı, silahsızlanmanın ise zayıflattığı anlamına geldiğini görmemize yardımcı oluyor. Nasıl "daha fazla silahın" rasyonel, "daha az silahın" irrasyonel olduğunu; egemen anlatıya meydan okumaya kalkanların erkeklikleri tehdit edilerek nasıl hizaya getirildiğini anlamamıza yardımcı oluyor.

Feminist analiz aynı zamanda bize bunun üstesinden gelme tekniklerini sunuyor. Alternatif seslere yer açıyor. İnsanları umursamayı zayıflıkla ilişkilendirerek küçültmek yerine, güçle ilişkilendiriyor. Silahlar ve savaştan ziyade eşitlik ve adalete dayanan bir güvenlik konsepti sunuyor. Zarar görmüş toplulukların rehberliğinde, hayata tutunanların rehberliğinde, marjinalleştirilip baskın anlatıdan dışlanmış yer ve mekânlarda yaşayanların rehberliğinde ilerlemek anlamına geliyor.

Nükleer silahlar adaletsizliğin temel sembolüdür. Ölüm ve yıkım, eşitsizlik ve manipülasyon getirirler. Onlar temel ataerkillik araçlarıdır: Ayrıcalıklıların güçlerini sürdürdükleri temel yoldurlar.