Niyet güzel, uygulama kötü: Maas usülü feminist dış politika

Yorum

Angela Merkel 15 yıllık başkanlık döneminde “feminizm” sözcüğünden dikkatli bir biçimde kaçındı ve cinsiyet eşitliği politikasının kendisi için pek bir önemi olmadı. Buna karşın dışişleri bakanı Heiko Maas, kadınların sorunlarını özellikle vurguladı:  Cinsiyete dayalı kökenli ayrımcılığı küresel çapta azaltmayı amaçlıyor ve BM Güvenlik Konseyi’nin başkanı olarak, “Kadınlar, Barış ve Güvenlik” temalı gündemi en üst sıralara taşıyor. Maas bu bakımdan, dış ilişkileri ve güvenlik sorunlarını cinsiyet eşitliği ile bağlantılandıran ilk Alman dışişleri bakanı.

Teaser Image Caption
2016, 8 Mart emekçi kadınlar gününde Dresden. Kadınlar "Sınırsız kadın hakları" ana pankartı, "Barış istiyorum" ve "Kadınlar günü seksizm ve ırkçılğa karşı" dövizleri ile

Kadınları güçlendirmek için yeni bir önergeyle kararlı biçimde ve açık bir destekle nisan ayında New York’a seyahat eden Alman heyeti, orada pek iyi bir başlangıç yapamadı. Yeni önerge, cinsel şiddet mağdurlarının çatışmalı hallerde haklarını etkin bir biçimde desteklemek yerine, şu andaki konumun gerisine düşüyor. Bu yönergeye göre,  tecavüze uğramış ve istemeden hamile kalmış kadınların sağlığa erişimi zorlaşıyor ve başlangıçta öngörüldüğü gibi kürtaja yasal erişimi ortadan kalkıyor. Zira dışişleri bakanı Heiko Maas ve onun gibi angaje bakanlık müsteşarı Michelle  Müntefering’in hesaba katmaları gereken bir şey vardı: ABD’nin uzun zamandır süren muhalefeti. Michelle Müntefering, hayal kırıklığı yaratan önerge müzakarelerinden sonra şöyle dedi: “Müzakerelerde şunu kesin olarak anladık ki, kadın hakları hâlâ büyük bir taaruz altında. Hem de beklenmedik taraftan.”1 ABD, yasal kürtaja olanak sağlayan STK’ları desteklemeyeceğini 2017 yılında resmi ağızlardan ilan etmişti. Ayrıca Trump, diğer şeylerin yanında kürtajla mücadele ve farklı cinsel yönelimlere karşı savaş söylemiyle başkan seçildi. Bütün bunların yanında ABD, uzun zaman önce içinde “cinsiyet” (gender) geçen ifadeleri onaylamayacağını beyan etti, çünkü bu kavram, reddettikleri liberal cinsiyet politikalarına işaret ediyordu.

Peki bir dışişleri bakanının ve bakanlık müsteşarının bütün bunlardan haberdar olmaması nasıl mümkün olabilir? Ve kadınlarla azınlıkların kendi haklarını tayin etmelerinin engellenmesinin Vatikan’dan aşırı sağ partilere kadar bütün sağ ideolojinin merkezinde yer aldığını nasıl ıskalayabilirler?      

Bu naiflik nedeniyle BM Güvenlik Konseyi, cinsel şiddet mağdurları adına büyük bir yenilgiye uğradı. ABD, cinsel şiddete maruz kalındıktan sonraki kürtajı kapsayan “üreme sağlığı” sözcüğünün çıkarılmaması halinde Almanların getirdiği önergenin veto edileceği tehdidinde bulundu. Almanlar da onu ve daha başka birçok sözcüğü sildi. Geriye ise cinsel şiddet mağdurlarının ve çocuklarının haklarının güçlendirilmesi ile zanlıların kovuşturmalarının arttırılması kaldı. Ama kadınların cinsel açıdan kendi kararlarını vermelerini engellemek, onları hamileliğe zorlamak ve ardından tecavüz sonucu doğan çocuklara iyi bakılacağı sözünü vermek ne kadargüven verici?

Niyet Beyanında Eksiklik Yoktu

Dışişleri bakanlığı tarafından düzenli olarak danışılan sivil toplum ağı 1325 (içinde Alman Kadın Organizasyonları Konseyi, BM Almanya Kadın Komisyonu, Care, medica mondiale, Gunda Werner Enstitüsü gibi kuruluşların olduğu bir ağ) şöyle bir uyarıda bulundu: ABD’nin Trump yönetiminde değişen konumu, daha önce yapılan anlaşmaların iyileştirilmesine değil, ancak sulanmasına neden olabilir. Bu nedenle bu kuruluşlar, bu, önergenin geri çekilmesi anlamına gelse bile görüşmelerde neyin pazarlık kozu olacağı neyin olmayacağı konusunda kesin kırmızı çizgilerin belirlenmesi gerektiğini vurguluyor.2 

Esas sorun uluslararası hukuk kurallarının eksikliği değil, onun uygulanmasında.  2000 yılında Pekin’de 1325 sayılı “Kadın, Barış ve Güvenlik” başlıklı kararın imzalanmasından bu yana tecavüz, sistematik olarak kullanılan bir savaş silahı olarak kabul edilmekte. Ancak ordudaki ve devlet kurumlarındaki tutucu ve gerici çevreler, etkin bir kovuşturmayı engelliyor ya da sürüncemede bırakıyor.

Kadınların barış süreçlerinde ve güvenlik politikalarındaki rolünü güçlendirmek, savaş ve savaş sonrası durumlarda, sivil kriz önlemede ve yeniden yapılanmada hayat koşullarını gözetmek, kadınları cinsel şiddete karşı korumanın yanı sıra artık uluslararası hukukun taahüdü altındadır. Ancak bunların hiçbiri ne Almanya’da ne de başka bir yerde hakkıyla uygulanmamıştır. Konunun uzmanlarını yetiştirmek, tutarlı bir politika geliştirmek, yeterli kaynak ayırmak yerine, Angelina Jolie ya da Amal Clooney gibi Holywood yıldızlarıyla gösteri yapılıyor. 

Almanya çok iyi ve ilerici bir taslak kaleme almıştı ve bu durum, güç ilişkilerinin iyi değerlendirilmemesini daha da sinir bozucu hale getiriyor. Her şeyden önce kürtaj hakkına –özellike tecavüzden sonra– işaret eden „üreme sağlığı“, cinsel şiddetin tüm dünyada cezasız kalmasıyla mücadele, heteronormatif olayan bir cinsellik yaşayan ve hem cinsel şiddet hem de ayrımcılık yaşayan farklı cinsel yönelimlerin desteklenmesi – hepsi bu taslakta mevcuttu.

Fransa’nın Birleşmiş Milletler’deki daimi temsilcisi François Delattre, her ne kadar ilerici olan her şeyden arındırılmış karara oy verse de, ABD’nin duruşunu eleştirmekten kaçınmadı: „Bazı tehditlere rağmen, Fransa ve mağdurlar adına, bu mağdurların cinsel sağlık ve üreme sağlığından mahrum olmamalarının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Bu çok önemli bir noktadır.“."3   İngiliz temsilci Wimbledon Baronu Tarık Ahmed de, üreme sağlığının silinmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Bunun yanında İngiltere’nin, bütün dünyadaki cinsel şiddet mağdurlarının cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişimine destek olacağını ifade etti. „Bu İngiltere’nin önceliği. Mağdurları dikkate alan bir yaklaşım izleyeceksek, bu önemli önceliği görmezden gelemeyiz.“4 Heiko Maas ise önce şu ana kadarki kazanımların gerisine düşen kararı bir „kilometre taşı“ olarak nitelese de, daha sonra geri adım attı ve her şeyin hemen elde edilemediğini itiraf etti.

Eşitlik Olmadan Barış ve Demokrasi Olmaz

Heiko Maas’ın bu kötü başlangıçtan bir şeyler öğrenip gündemine sadık kalması umulmalı. Maas inançlı gözüküyor; kadınlar gününde şöyle bir beyanda bulundu: „Eşitlik olmadan, eşitliğin uygulanması olmadan gerçek bir demokrasi de olamaz. Bu nedenle kendini demokrat olarak gören herkes hiçbir koşul aramadan kadın hakları ve eşitlik için mücadele etmeli. Eğer bu feminist olmak demekse, şu an Almanya’nın 82 milyon feministe ihtiyacı var.“

Gerçekten de yıllarca süren çalışmalar, barışın yalnızca güçlü, demokratik bir sivil toplumla güvence altına alınabileceğini göstermiştir ve bunun için de bütün cinsiyetler ve azınlıklar için eşit haklar gereklidir. Erkek ve kadın arasındaki güç farkı azaldıkça toplumlar daha huzurlu olur. Bunun sağlanması içinse, ulusal sınırların, devlet başkanlarının,  sermaye ve onun araçlarının güvenliği yerine, insanların güvenliğini temel alan bir politikanın baştan düşünülmesi gerekmektedir.

Birkaç yıldan beri İsveç bu konuda başarılı bir yol izliyor: Dışişleri bakanı Margot Wallström 2014 yılından beri, tüm cinsiyetler için insan haklarını, zor konularla ilgilenildikten sonra ele alınan bir lüks olarak değil, onları politik eylemin kalbi olarak algılayan bir politika yürütüyor.  Wallström görüşünü, „Feminist politika yalnızca teorik bir şey değil,“ diye özetliyor, „tersine son derece pratik şeyler hakkında. Şu üç şeyi gerçekleştirmek istiyorum: Haklar, Temsiliyet, Kaynaklar. Yani insan hakları kadınlar için de geçerli olmalı, kadınlar barış görüşmeleri gibi toplantılara katılmalı ve kadınlara kaynak aktarılmalı. Tüm bunlar sağlanırsa, kadınlar kendi hayatlarını belirleyebilirler.“

Wallström şöyle devam ediyor: „Cinsiyet eşitliği bir gizem değil, çağımızın çözülmesi gereken en büyük görevidir.“ Bunu takiben İsveç dışişleri bakanlığı cinsiyet eşitliğine göre yeniden yapılandırılmaya başlandı ve içeride uzmanlar yetiştirerek kadınların yararına çalışmalar başlattı. Hatta Batılıların müteffiki Suudi Arabistan’la bir skandalı bile göze aldı. Suudi Arabistan, kadınların araba kullanma hakkı arayan aktivistleri tutuklamış ve onlara işkence yapmıştı. Bakan, iyi aylığına da olsa, insan haklarının ihlal edildiği müttefiklere silah ihracatını askıya aldı. Bu yine de Suudi Arabistan’ı kızdırmaya yetti ve yönetim Stokholm büyükelçisi geri çekti. Özellikle uzun zamandır ihmal edilen kadınların bulunduğu yerlerdeki aktivistlerin korunması ve tanınması, feminist dış politikanın özünü oluşturuyor.

Daha Yapılacak Çok Şey Var

Şubat ayında Almanya’daki Yeşiller de benzer bir talebi meclise getirerek, Alman dış politikasında cinsiyet eşitliğinin nasıl temel ilke olacağını tartışmaya açtılar. Almanya bundan henüz çok uzak: Örneğin Bavyera’nın başkentinde her yıl savunma şirketlerinin, uluslararası siyasetin ve Nato’nun erkek temsilcileriyle dolup taşıyor. Dışişleri bakanlığında da yalnızca bir tane kadın bakanlık müsteşarı var ve dış hizmetlerde görevlilerin yalnızca %15i kadın. Bu rakamlar, feminist alan hiçbir şey ifade etmiyor. Bu nedenle cinsiyetten bağımsız olarak herkes için eşitlik anlamına gelen „gender“ sözcüğünün, Alman dışişlerinin siyasetinde pek yer almamasına şaşırmamalı. Elbette kadınlar için birkaç proje yapıldı, ama ayrımcılığın köklerine tutarlı bir siyaset izlenmedi.

Diğer yandan Heiko Maas ilk adımı attı ve feminizmi demokrasi mücadelesi çerçevesinde değerlendirerek, bugüne kadar alışılmadık ve çok önemli bir bağlantı kurdu: Demokrasi isteyen herkes, hem Almanya’da hem de yurtdışında herkes için aynı hakları sağlayacak bir politika geliştirmeli. Aktivistler birer uzman olarak görüşmelere alınmalı, yalnızca istatistiklere yansıyan birer kurban olarak algılanmamalı. Feminizm, geniş çaplı bir demokrasi mücadelesidir, çünkü ancak bu yolda sağ ya da aşırı sağ toplum tahayyüllerine bir alternatif geliştirilebilir.

Buna karşın hâlâ birçok yerde –sol olarak nitelenen çevreler dahil– cinsiyet ve azınlık hakları üzerinden ayrımcılıkl mücadele bir lüks olarak algılanıyor. Bireysel ve sistematik olarak şddet uygulayan heteroseksüel, beyaz adamın normundan kurtulmak, radikal bir dönüşüm anlamına gelir. Ancak bu gerçekleştikten sonra, şiddet sarmalı ve patriyarka bir son bulabilir. Ancak o zaman Doald Trump’ın, beyaz, maskülen şiddetin prototipinin sistemine karşı bir şey ortaya koyabiliriz. Dışişleri bakanı Maas ve ekibi, ifade ettikleri politikayı gerçekleştirir ve Trump’ın Amerikasını insan hakları konusunda bir ortak olarak görmediklerini açıklarlarsa büyük bir adım atılmış olur.

Güvenlik konseyindeki geri adım bu nedenle 1325 ağı için çok şey ifade ediyor: Devam etmeli. Gelecek yıl, efsanevi BM kararı „“Kadınlar, Barış ve Güvenlik“ 20. yılını kutlayacak. Aynı zamanda Alman hükümeti, bu ve gelecekteki kararların ulusal çerçevede nasıl uygulanacağına ilişkin yeni bir ulusal eylem planı (NAP) sunacak. Kimi ilerlemeler görülse de, Almanya, cinsiyet eşitliğine dair tutarlı bir dış politika geliştirmekten kilometrelerce uzak. Daha yapacak çok şey var.

Makalenin ilk defa yayınlandığı yer: Blätter für deutsche und internationale Politik 6/2019, S. 17-20.

1 Dominic Johnson, BM kararına „üzülmek.“  www.taz.de, 26.4.2019

1325 Ağı, Alman hükümeti, BM Güvenlik Konseyi’nde tehlikeli arazilerde gezindi. Planlanan yeni karar, „Kadınlar, Barış ve Güvenlik“ planını da zayıflatıyor. www.medicamondiale.org, Berlin 7.3.2019.

3  Fransa 2467 nolu „Çatışmalarla bağlantılı cinsel şiddetle mücadele „ kararı onayladı.https://de.ambafrance.org, 3.5.2019.

 Liz Ford, BM, ABD’nn kürtaj konusundaki duruşunu yumuşatmak için tecavüz kararını sulandırıyor. www.theguardian.com, 23.4.2019.

5  Patr icia Hecht ve Johanna Roth, „Çözülmemiş Büyük Sorun“. Margot Wallström ile söyleşi , www.taz.de, 25.5.2018.