Sırbistan’dan gözlemler: Sırbistan, AB’nin hukuka aykırı geri itme politikası için bir tampon bölge mi?

Analiz

Sırbistan bir geçiş ülkesi mi, yoksa gitgide AB’nin hukuka aykırı geri itme politikası ve sınırlarına yönelen göçü azaltma şeklindeki genel amacına yönelik bir tampon bölge olma yolunda mı ilerliyor?

Okuma süresi: 1 dakika

 Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

Sırbistan’dan gözlemler: Sırbistan, AB’nin hukuka aykırı geri itme politikası için bir tampon bölge mi?

Bugüne dek AB’nin Göç ve Sığınma tasarısına ilişkin olarak Sırbistan’da verilen tepkiler çok az sayıdaydı. Ne hükümet ne de muhalefet bu öneriye doğrudan bir yanıt vermediler ve tasarı medyada da tartışılmadı. AB üye ülkeleri Sırbistan ve Karadağ’da Brüksel’e yönelen dikkat, esas itibariyle genişleme sürecine takılıp kalmış bir durumda. Paktın kamuyla paylaşılmasının ardından yalnızca iki hafta sonra, yani 6 Ekim tarihinde, altı Batı Balkan ülkesinin her biri için 2020 yılı AB genişleme konulu ilerleme raporları yayımlandı.

Mesela Sırbistan ile ilgili olarak yayımlanan raporda, AB, Sırbistan’ın “göç akınlarının yönetilmesinde” ve “AB üye ülkeleriyle iş birliği halinde entegre sınır yönetim stratejisinin uygulamasında bir geçiş ülkesi olarak yaptığı katkının” altını çiziyordu. Tam da bu esnada BMMYK ise şunları bildiriyordu: “2020 yılının Eylül ayı içinde komşu ülkelerden Sırbistan’a doğru geri itilen kişi sayısı 3.115’tir. Bu rakam, aynı ay içindeki varış sayısının aşmakta ve aynı zamanda da BMMYK Sırbistan Temsilciğinin 2016 yılının bahar aylarından beri izlemeye başladığı geri itmeler içinde kaydedilen en yüksek aylık sayıya tekabül etmektedir.”  

Dolayısıyla acaba Sırbistan bir geçiş ülkesi mi, yoksa gitgide AB’nin hukuka aykırı geri itme politikası ve sınırlarına yönelen göçü azaltma şeklindeki genel amacına yönelik bir tampon bölge olma yolunda mı ilerliyor?

1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın çözülmesinin ardından insan hakları temelli bir bakışla göç ve mülteci politikasında uzmanlaşmış olan Sırbistanlı STK’lar Grupa 484 ve InfoPark’a göre bu sorunun yanıtı ikincisi. Her iki örgüt de ülkede halihazırda 5.000 kadar kişiyi barındıran yaklaşık 16 sığınma ve geçici barınma merkezinde destek ve izleme faaliyetleri yürütüyor. Bu yerlerde sığınma başvurusunda bulunan ya da kendilerine sığınma tanınan kişi sayısı ise çok az. Alandaki STK’lar, yeni Paktı daha çok engelin inşa edilmesi ve daha fazla göçmenin AB dışına itilmesi olarak değerlendiriyor. Onlara göre bu idari ve yönetim temelli anlayış, sahadaki insan gerçekleriyle tam bir tezat oluşturuyor. Bu örgütler aynı zamanda yeni Paktın fiiliyatta nasıl uygulanacağını da merakla beklediklerini ifade ederek, bu Paktın, Avrupa’nın eşiğinde artık daha gergin ve agresif bir atmosferin oluşmasına neden olacağına dair endişelerini de dile getiriyorlar.

Gelecek umudunun, yasal yollarının ve işler nitelikte kurallara dayalı bir sistemin olmayışı çok sayıda genç insanın enformel ve hatta suç teşkil eden faaliyetlere yönelmeye zorluyor. Bu gruplara göre göçmen topluluğu içindeki farklı yaş ve etnik gruplar arasında ciddi bir şiddet var ve daha fazla engelin oluşturulması da mevcut suç enerjisinin bir çatlak bularak daha fazla artması anlamına gelecek. Yakın bir zaman önce Sırbistan ve Macaristan sınırında altı tünel keşfedildi. Ancak bugünlerde Macaristan’da, her gün Sırbistan üzerinden geçiş yapmış 150 kadar göçmenin yakalandığı göz önünde bulundurulursa, tünellerin sayısının çok daha fazla olması ihtimal dahilinde- ki bu durum, Avrupa için utanç verici.

Mülteciler için bir geçiş ülkesi, kendi gençleri içinse beyin göçü  

Sırbistan’ın otoriter başkanı Vucic’in hala, Višegrad devletleri ve Avusturya’da olduğu üzere göç ve mülteci konusunu siyasi saiklerle araçsallaştırmamış olması iyi bir haber. Kötü haber ise bunun siyasi açıdan avantajlı görülmesi halinde Vucic’in de aynı trene binebilecek olması. Kosova sorununun demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dair fasıllarda biraz daha müsamaha koparılmasını sağlamak kullanma hamlesi, göçle ilgili konularda da yeniden tekrarlanabilir.

Dahası, basının serbest olmadığı bir ortamda, ayrıştırıcı ve ırkçı nefretin o zehirli havası çabucak yaratılabilir. Boyalı basın, daha şimdiden korku tellallığına soyunmuş ve Arnavut kökenli yurttaşlara dair basmakalıp ırkçı söylemleri de katarak, mülteci ve göçmenleri radikal İslam ile aynı kefeye koymaya başlamış durumda. Yine aşırı sağın karizmatik liderliğini üstlenen Bosko Obradovic, seçimleri boykot etme kampanyasının bir parçası olarak Şubat 2020 tarihinde göç karşıtı bir kampanya da başlatmıştı ve bazıları, Vucic’in de bunda bir parmağı olduğuna inanıyordu.

Şimdiye dek AB ile olan anlaşma hükümetin işine geldi. Sırbistan, yakın bir zaman önce transit merkezleri korumakla görevli özel güvenlik şirketlerinin ve ordunun Covid-19 salgını esnasında karıştığı bazı olaylar haricinde, göçü makul derece yönetebilmeyi başarabilmiş bir geçiş ülkesi olduğu şeklinde bir anlatıyı kurmayı başararak, bunun karşılığında da AB’den bu merkezlere büyük meblağlarda paralar akıtılmasını sağladı. Dolayısıyla da Sırbistan’ı uygun nitelikte bir sığınma tesis etme ve bu sisteme de erişimin güvence altına alınması amacıyla insan kaynağı ve hukuki yatırımlar yapmasını güdüleyebilecek gerçek manada bir teşvik bulunmuyor.

AB’deki mevcut siyasi çoğunluğun vizyonu, kayıt ve sığınma başvurularının sınırda ama AB’nin dışında- yani tampon bölgelerde, alınacağı ve değerlendirileceği bir sistemin kurulması olsa da Sırbistan da bu türden tesisler için Türkiye ve Tunus’la beraber adaylar arasında yer alıyor. Bu ise tartışmayı bir başka boyuta taşıyabilir. Bir diğer ifadeyle, Sırbistan, göç açısından bir geçiş ülkesi olma konumundan göçü yöneten bir ülke olmaya doğru evirilebilir. Nitekim bu senenin başında, NEOS’un Avusturya’da verdiği meclis soruşturma önerisi sayesinde, bir önceki dönemde hükümette olan ÖVP-FPÖ (Avusturya Halk Partisi ve Avusturya Özgürlükçü Parti) ortaklığındaki koalisyonun, uyruklarından veyahut AB’ye nereden giriş yaptıklarından bağımsız olarak sığınma başvuruları reddedilen kişileri Sırbistan’a geri göndermek amacıyla Sırbistan’la ikili bir anlaşma akdettiği ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla da bu türden uygulamaların önüne geçilmesi için ortak Avrupa sığınma sisteminin hukukun üstünlüğü temelinde bina edilmesine dair genel bir anlayış da kesinlikle takdire şayan ve gerekli bir fikir.

Dahası, Balkanların batısındaki durum, siyasi reformlar ve refah bakımında Avrupa’ya bağlanan umutları baltalayan bölgedeki kitlesel beyin göçünü de hatırda tutarak ele alınmalı. Her yıl yaklaşık 60.000 kadar genç ve eğitimli insan Sırbistan’dan AB’ye göç ediyor (örneğin 2019 yılı içinde Almanya’ya 15.000 kişi göç etmişti). Almanya’nın, Batı Balkanlara dair ilave bir hüküm barındıran nitelikli işgücünün göçü yasası (“Fachkräftezuwanderungsgesetz”) bu trende kendi dinamikleriyle katkıda bulunan yasal yollardan biri. Dolayısıyla da buradaki esas mesele şu: Eğer AB, kendisine doğru yönelen reform yolunda belirleyici bir aktör olarak kalmak ve sahip olduğu kaldıraç gücünü korumak istiyorsa, göç ve mülteciler konusunda Sırbistan hükümetine ya da bir diğer Batı Balkan hükümetine bağımlı olmaktan kaçınmak zorunda.

 Batı Balkanların özel yeri

Yeni Göç ve Sığınma Paktının uygulanmasına yönelik atılacak adımlarda, AB’nin Balkanların batısında yer alan ülkelerle entegrasyon süreci ve hukuki yapının uyumlaştırılması çabaları, göçmen ve mültecilere sağlanan korumanın artırılması için kullanılmalıdır. AB’nin bildiriminin 6.1 sayılı maddesinde de halihazırda öngörüldüğü üzere WB6 bölgesine ve üye ülkelere Yeni Paktta özel bir yer veriliyor. Bu bağlamda önemle üzerinde durulması gereken konu yalnızca geri dönüşler, sınırların korunması ve Frontex değil; ama aynı zamanda, müstakbel AB üyesi olacak bu bölgede en yüksek Avrupa standartlarıyla bir göç ve sığınma sisteminin tesis edilmesine destek verilmesi olmalıdır.

Avrupa’nın sığınma destek birimi olan EASO’ya ve ayrıca BMMYK’ya daha fazla kaynak tahsis edilmelidir. Bu birimler çeşitli görevler üstlenebilir, eğitimler verebilir, kayıtların alınmasını izleyebilir ve uluslararası standartlar ve hukukun üstünlüğü temelinde koruma ihtiyaçlarını değerlendirebilirler. Şimdilik hiç kimse sınırlardaki prosedürlerin neye benzeyeceğini bilmiyor. Avrupa’da koruma sağlanmasına yönelik olarak yeknesaklaştırılmış bir sistem olmadığı müddetçe de bu sorumluluk üye devletlerde kalmaya devam etmelidir.  

“Göçe yönelten unsurlar” ya da “göçün nedenleriyle mücadele” konularındaki tartışmalarda da insanların göç etmelerine katkıda bulunan hususlara sıfır tolerans gösterilmelidir. Bu hususlar arasında ise iklim değişikliği, saldırgan balıkçılık ve entansif tarım, ekonomik sömürü biçimleri ve silah ihracatı yer almaktadır. Alman, Fransız ve Sırp silah sanayileri göçe yönelten unsurlardır ve dolayısıyla da bu şekilde tartışılmalıdırlar.

Son olarak, yeni tasarılara ve paktlara dair yapılacak tartışmaların hiçbiri nihai olarak içinde yaşamayı arzu ettiğimiz toplum sorusunu bir kenara bırakmamalıdır. Akıllı yönetişim ve paylaştırılmış idari engeller, açık ve hoşgörülü toplumlara dair Avrupa değerlerini ve AİHS’te koruma altına alınan insanların eşitliğini sağlamada yetersiz kalıyor. Bu itibarla ihtiyaç duyulan şey daha fazla siyasi itikat ve birliktir. Uygulayacağımız kural ve kaidelerin temelinde benimsediğimiz Avrupalı değerler yer almalıdır. Zira sistem ve kurallar ne denli muğlak olursa, göçü diğer siyasi menfaatlerle karıştıran daha çok sayıda geçici nitelikte (mesela 2016 tarihli AB-Türkiye Mutabakatı) anlaşmalar akdedilecektir. Aynı durum kesinlikle Balkanlar için de geçerlidir. 

İlave okumalar için, bkz: