Alakart Bir Göç ve Sığınma Politikası: Engelleyici Tutum Sergileyenlere Tanınan Sınırsız Serbestlik

Analiz

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 2020’nin Eylül ayı ortalarında, ortak bir AB sığınma politikasına ilişkin insani ve insancıl bir yaklaşımdan yana olduğunu açık ve kesin bir dille ifade etti. Ancak her nasılsa bu ulvi vaatlerin ömrü pek uzun olmadı.

Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

Avrupa Komisyonu, 23 Eylül 2020 tarihinde, Avrupa Ortak Sığınma Sistemi’ne ilişkin uzun zamandır beklenen reform tasarısını masaya yatırdı. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas, daha bu yılın başlarında “Dublin sona erdi” şeklindeki açıklamasını çoktan ilan etmişti. Eylül ayının ortalarında ise, Avrupa Komisyon Başkanı Ursula von den Leyen, ilk Birliğe sesleniş konuşmasında, göçün kültürlerimizi zenginleştirdiğini ve denizde hayat kurtarmanın tercihe bağlı bir konu olmadığını vurguladı. Von der Leyen, Moria’nın, Avrupa’nın birleşmesine olan ihtiyacı acı bir şekilde hatırlattığını da söyleyerek mültecilerin koşullarını iyileştirme yönündeki hedefleri de duyurdu. Kendisi, daha sonra ise, ortak bir AB sığınma politikasına ilişkin olarak insani ve insancıl bir yaklaşımdan yana olduğunu da ifade etti. Ancak bu konuşmadan bir hafta sonra Pakt ortaya çıktığında, von der Leyen’in sözlerinden esinlenenler acı bir hayal kırıklığı yaşadılar.

Konulan Çerçeve: Bir Yönetim İşi Olarak Göç

Margaritis Schinas, basın toplantısında “Yeni Göç ve Sığınma Paktı”nı yeni bir başlangıç ve bir taviz olarak tanımladı. Schinas, AB’nin müstakbel göç ve sığınma politikasını bir binaya benzeterek, Avrupa Komisyonu’nun önceliklerini açık bir şekilde gözler önüne serdi: Buna göre, bu binanın birinci katı dış boyutu ya da başka bir deyişle menşe ve transit ülkelerle olan ilişkileri, ikinci katı dış sınırların yönetimini ve son olarak üçüncü katı da adil iç kuralları ve dayanışmayı temsil edecekti. Schinas, verimli süreçler ve etkin bir dayanışma ile nitelendirilen bu Paktın, Avrupa’nın müstakbel göç yönetimi için de güçlü bir temel oluşturacağını ümit ettiğini de dile getirdi. Fakat daha derin bir okuma, bu Paktın, von der Leyen’in vaatleri ve dikkatle seçilmiş sözleri ile tam bir tezat oluşturduğu çabucak ortaya çıkardı: Nitekim masadaki tasarı, pratikte işlevsiz olan Dublin Yönetmeliğini sona erdirmekten ziyade, buna devam edileceği ve dahası, bu sistemin de daha da kuvvetlendirileceği anlamına geliyor. Aradaki tek fark ise Avrupa Komisyonu’nun o kendine has sözcük dağarcığında artık Dublin düzenlemesi için yeni bir terim bulunuyor olması: “Göç Yönetimi”.

Tarama, Kabul Merkezleri, Sınır Prosedürleri

Önümüzdeki yıllarda tarama, AB’ye girişten önce gerçekleştirilecek. Bu işlemle, bilgilerin Eurodac veri tabanına kaydedilmesi ve sağlık ve güvenlik kontrollerinin yapılmasının yanı sıra koruma talebinde bulunanlardan hangilerinin normal sığınma prosedürüne ve hangilerinin de “sınır prosedürü” olarak adlandırılan uygulamaya tabi kılınacağının kararı da verilecek. Bu karara ise kişilerin uyruklarının kabul oranlarının düzeyi (sınır prosedürlerinde koruma kotası yüzde 20’den düşük olan) ve “güvenli menşe ülkelerin” birinden gelip gelmedikleri veya “güvenli üçüncü ülkelerin” birinden geçip geçmedikleri baz alınarak varılacak. Tarama prosedürü en fazla beş gün sürecek. Sınır prosedürleri de itiraz da dahil olmak üzere 12 hafta ile sınırlandırılacak. Hem AB’ye girişten önceki tarama hem de sınır prosedürleri, “kabul merkezleri” (kapalı sınır kampları) olarak adlandırılan yerlerde yürütülecek.

Refakatsiz çocuk mülteciler ve aileleriyle birlikte gelen 12 yaşın altındaki çocuklar sınır prosedürlerine tabi tutulmayacak. Avrupa Komisyonu’nun tasarısının olumlu yanlarından bir diğeri ise aile birleşimi hakkının kardeşleri de kapsayacak şekilde genişletilmiş olması.

Alakart Bir Dayanışma

Sığınmacıların AB içerisinde nasıl paylaştırılacağına ilişkin ziyadesiyle çetrefilli sorun, 2015’ten bu yana ciddi tartışmalara neden oluyor. Avrupa Komisyonu’nun tasarısı ise üç farklı safhayı birbirinden ayırarak “esnek dayanışma” çağrısında bulunuyor. Bu tasarının, AB içinde koruma arayan insanların üye devletler arasında ne şekilde paylaştırılacağına dair halihazırda mevcut olmayan paylaşım sorununu çözüp çözemeyeceği ve birliğin Güney Avrupalı üye ülkelerinin omuzlarındaki yükü alıp almayacağı hayli şüpheli. Zira tasarıya göre kişilerin ilk varış noktası olan üye ülkenin, tarama yapma ve sınır ve sığınma prosedürlerini yerine getirme sorumluluğu devam edecek. AB’nin yürütme organı, “normal zamanlar” için Avrupa ülkeleri arasında gönüllülük esaslı bir paylaşımı tercih etmişti. Tasarıda ise ev sahibi ülkelerin “giderek artan baskı” altında kalmaları durumunda birliğe üye ülkelerin, nüfus ve GSYH temelinde değişen katkılarda bulunmalarını öngörülüyor.

Önerilen “esnek dayanışma” kavramı, bu safhada üye ülkelerin nasıl bir dayanışma sergileyeceklerine karar vermelerine de imkân tanıyor. Bu kapsamda üye ülkelerin önünde üç seçenek olacak: Koruma talebinde bulunan insanları alma (yeniden yerleştirme prosedürü), “geri dönüş sponsorluğu” olarak adlandırılan sürecin sorumluluğunu alma ve kapasite geliştirme gibi göç yönetimi alanındaki diğer hizmetleri sunma. Üye ülkeler, geri dönüş sponsorluğu söz konusu olduğunda, yükümlülüklerini aldıkları insanların uyruklarını da seçebilecekler. Sınır dışı etme işlemlerinin de sekiz ay içinde tamamlanması gerekecek; zira aksi takdirde, üye ülke, bu kişileri almak zorunda kalacak.

Avrupa Komisyonu’nun “kriz mekanizmasını” harekete geçirmesi halinde ise, uygulamanın kapsamı “zorunlu yeniden yerleştirmeye” ve “dönüş mekanizmalarına” dek genişletebilecek. Böylesi bir durumda, AB üye ülkeleri, ya sığınmacıları, mülteci olarak tanınanları ve ülkede kalma hakkı bulunmayan kişileri barındırmak ya da geri dönüş sponsorluğunu üstlenmek durumunda kalacaklar (ve kriz zamanlarında da sınır dışı etme işlemlerinin tamamlanma süresi dört aya kadar indirilebilecek). Bu safhada başka bir hizmet sunumu da mümkün olmayacak. Yine bu gibi hallerde yüzde 75’in altındaki koruma kotası arttırılabilecek ve sınır kamplarındaki alıkonulma süreleri uzatılabilecek.

Koruma talebinde bulunan insanları ağırlamaya hazırlıklı yeterli sayıda AB üyesi ülke olmadığı bir durumda ne olacağı sorusuna karşılık ise tasarının bir cevabı ne yazık ki yok. Paktta yaptırım mekanizmaları konusunda bir düzenleme de öngörülmüş değil. Öte yandan, sınır dışı etme işlemlerinin Avrupa Komisyonu için açık bir öncelik olduğu görülüyor. Nitekim Komisyon tam da bu nedenden ötürü kendi idaresinde bir ulusal temsilciler ağı olan “AB Geri Dönüş Koordinatörü” atamayı teklif ediyor ve Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı FRONTEX de AB’nin geri dönüş politikasının “operasyonel kolu” olacak.

Avrupa çapındaki denizde kurtarma operasyonlarının yeniden başlatılması gündemde değil

Denizden kurtarılan mültecilere de sınır ülkelerindeki sığınmacılara uygulanan prosedürün aynısı uygulanacak. Avrupa Komisyonu, Akdeniz’deki AB deniz kurtarma operasyonlarını yeniden başlatmayı planlamıyor. Zaten Akdeniz’de, Nisan 2019’dan bu yana hiçbir ulusal veya Avrupa deniz kurtarma gemisi de faal durumda değil. Bu açığı kapatmaya çalışan sivil toplum kuruluşları ise yürüttükleri faaliyetlerde muazzam engellerle karşı karşıya kalıyorlar ve cezai kovuşturma tehdidi altında bulunuyorlar. İtalya ve Malta, Nisan ve Mayıs aylarında Covid-19’u gerekçe göstererek boğulmaktan kurtarılan yolcuları taşıyan gemilere limanlarını kapatmıştı. Libya sahil güvenliğine de Libya’nın uluslararası deniz hukuku uyarınca mültecileri almak için aşikar bir şekilde güvenli bir yer olmamasına rağmen, defalarca denizde zor durumda olan insanları kurtarma sorumluluğunu devralma konusunda talimatlar verildi.

Avrupa Komisyonu, AB üyesi ülkelere, sivil toplum kuruluşlarına (STK’lar) denizdeki kurtarma faaliyetlerinden ötürü suçlu muamelesi yapmaya son vermeleri yönünde bağlayıcı olmayan bir tavsiye kararı da yayımladı. Komisyon, aynı zamanda, kıyı devletleri ve Akdeniz’de mültecileri kurtarmaya çalışan STK gemilerinin bayrağını taşıdığı Almanya gibi bayrak devletleriyle de daha yakın bir iş birliği tesis etme arayışı içinde. Bu çabalarla denizdeki güvenliği arttırma ve “göç yönetiminin ilgili kurallarına” riayet edilmesi amaçlanıyor. Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller/Avrupa Bağımsız İttifakı (EFA) ise Komisyon’un, vermiş olduğu bu tavsiyeyle, Federal Alman Hükümeti ile aynı doğrultuda ilerlediğinden endişe duyuyor. Nitekim Almanya, yalnızca birkaç ay önce STK gemilerine yönelik güvenlik gerekliliklerini sıkılaştırarak küçük gemilerin faaliyet dışı kalmalarına neden olmuştu.

Engelleyici Tutum Sergileyenlere Tanınan Sınırsız Serbestlik

Avrupa Komisyonu’nun “esnek dayanışma” tasavvuru, yıllardır dayanışma temelli tüm yaklaşımları bloke etmeye çalışan ve mülteci almayı reddeden hükümetler için eşi bulunmaz bir nimet. Ancak buna rağmen, bu hükümetler aceleyle sert eleştirilerde bulundular: Budapeşte, Paktın “yeni tonunu” memnuniyetle karşıladıysa da Macaristan Hükümeti’nin duruşu değişmedi. Macaristan Başbakanı Orbán da Macaristan Hükümeti tarafından net bir şekilde reddedilmesine rağmen kotanın halen AB tasarısının bir parçası olmasını eleştirdi.

Prag’da Başbakan Andrej Babiš göçün durdurulması gerektiğini vurguladı. Fakat sadece Visegrád ülkelerinde değil, Berlin’de de “müzakereler için ağır görev senaryoları” konuşuldu. Almanya’nın CDU/CSU partisinin parlamento grubunun başkan vekili Thorsten Frei, verdiği bir röportajda “bilhassa üzerimizdeki yükü arttıracağı” gerekçesiyle Avrupa Birliği’nin genişletilmiş aile tanımını eleştirdi ve Paktın “Almanya’nın çıkarlarını” yeterince dikkate almamasından ötürü üzüntü duyduğunu söyledi. Almanya başkanlığındaki AB Konseyi ise AB’ye giriş öncesindeki prosedürler, sığınma sisteminin suiistimal edilmesinin önlemesi ve dayanışmayı, 2020 yılının sonu itibariyle siyasi anlaşmaya varmayı ümit ettiği üç kilit nokta olarak sıraladı.

Paktta koruma talebinde bulunan insanların paylaşılmasında şehirlerin ve toplulukların oynayabileceği önemli ve yapıcı role ilişkin olarak da bir kelam edilmiyor. Ancak yine de yalnızca Almanya’da 170’ten fazla şehir ve belediye kendilerini emniyetli sığınak olarak ilan ettiler ve mültecileri almaya hazır olduklarını beyan ettiler. Fakat, 27 AB başkentinin insancıl ve dayanışma temelli bir Avrupa sığınma ve göç politikası üzerinde bir uzlaşıya varamamış olmalarından ötürü bu şehir ve belediyelerin elleri ve kolları halen bağlı bulunuyor ve Avrupa Birliği’nde engelleyici tutum sergileyenlere sınırsız bir serbestlik tanınmaya devam edildikçe de bu üzücü durum uzun bir süre daha devam edeceğe benziyor.

Dayanışma, aynı bakış açısı, değerler ve amaçlar temelinde karşılıklı saygıyla ve koşulsuz bir şekilde bir arada durma anlamına geliyor. Birliktelik, topluluk ruhu ve bağlılık da dayanışmayla eş anlamlı olan diğer sözcükler.  Dayanışmanın “esnek” bir şeklini ilan etmek illa bir dayanışmanın doğacağı anlamına da gelmiyor. Tüm bu kelimeler bütünü ise, ne yazık ki, Avrupa Birliği içindeki yetersiz uyumu ve Avrupa projesinin değerlerinin, yalnızca koruma arayan insanların değil, ama aynı zamanda AB’nin komşularının da yüzüstü bırakılarak, içten içe altının oyulması riskinin varlığını da acı bir şekilde hatırlatıyor.

İnsanların birbirleriyle dayanışma içinde yaşayabilecekleri bir bina inşa etmek isteyen herkes, planlarını, diyaloga girmeye hazır olan sakinler için bir alan oluşturmaya odaklamalıdır. O binaya ayrı giriş ve çıkışlar koyarak kavgacı sakinlerin hayatını kolaylaştırmaya çalışmaksa tek kelimeyle hatalı bir yaklaşımdır.

Bu metin İngilizce'den Türkçe'ye Nirva Osanyan tarafından çevrilmiştir.