Dostlar alışverişte görsün: Komisyon, AB sınırlarında yaşanan gerçeklikler hakkında hiçbir şey söylemeyen bir plan sunuyor

Analiz

Avrupa Komisyonu, Yeni Göç ve Sığınma Paktı ile olmayacak duaya âmin diyor. Aşağıda hukuki bir bakışla yapılmış bir değerlendirmeyi okuyacaksınız.

Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

Avrupa Komisyonu, Avrupa Ortak Sığınma Sisteminin mevcut mekanizmalarını elden geçirmeyi, Frontex’i Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansına, Avrupa Sığınma Destek Ofisini ise (EASO) tam yetkili bir AB Sığınma Ajansına dönüştürmeyi ve Yeniden Yerleştirme ve İnsani Kabul Çerçevesini hayata geçirmeyi daha 2016 yılında önermişti. Bu önerilerin birçoğu, dayanışma ve asgari standartlar gibi temel konularda mutabakata varılamamış olmasından dolayı hâlâ askıda bulunuyor. Yeni Göç ve Sığınma Paktının bir parçası olarak sunulan paket ise, mevcut belgelere yaklaşık 500 sayfa daha ekleyerek, askıdaki önerilerin bir kısmını değiştiriyor ve yeni öneriler teklif ediyor. Bu çalışmada bu yeni Paktın bazı temel noktalarına odaklanılmaktadır.

En fazla merakla beklenen tasarılardan biri de yeni bir Dublin sistemine ilişkin olanıydı. Komisyon, burada, sığınmacıların alınması ve sığınma başvurularının değerlendirilmesi sorumluluğunun, başvurucuları almaya gönüllü olmayan üye devletleri sığınmacı almaya zorlamadan, üye devletler arasında dahi adil bir şekilde paylaştırılması şeklinde ifade edilebilecek olan ve esasen de birbiriyle zıt iki beklentiyle karşı karşıya kalmıştı. Komisyon, bu itibarla, bir yanda dış sınırlarda hızlandırılmış prosedürlerin uygulanmasına ve ikincil hareketliliğin engellenmesine odaklanırken, diğer yanda ise dayanışmayı esnekleştirmeye ve Akdeniz'deki Arama ve Kurtarma üzerindeki baskının bir kısmını hafifletmeye çalışarak imkansızı başarmaya çalışıyor. Taslak ise, bu şekliyle, bizleri tam da Moria’da yaşadığımız türden bir felaketle karşı karşıya bırakan sıcak nokta yaklaşımı zemininde bina ediliyor.  

Bu belgelerin tamamında, içinde bulunduğumuz durum, hukuka aykırı geri itmeler esnasında yaşandığı bildirilen ateş açmalar ve diğer türlü güç kullanımları, denizdeki tehlikeli caydırma operasyonları, son derece vahim koşullar altındaki toplu alıkoyma uygulamaları, üye devletlerde kabul koşulları ve sığınma prosedürünün nitelikleri konularındaki derin eşitsizlikler ve Türkiye veya Libya gibi ortak ülkelerdeki koşullar, sanki bunların hepsi salt yetersiz bir uyum ve zamanlama sorunuymuş gibi, teknik bir düzenleme, kusursuzluk ve verimlilik dili kullanılıyor.

Esneklik ve Teşvikler: Yeni Bir Sorumluluk Paylaşım Mekanizması

Yeni Bir Dublin Sistemi Yok

Dublin reformundan kaynaklanan çıkmazı aşma amacını taşıyan Yeni Sığınma ve Göç Yönetimi Yönetmeliği (“AMMR”) [1], Paktın belkemiğini oluşturuyor. Dublin sistemi, 2015/16'daki sistemsel hatadan ötürü neredeyse tamamıyla çökmüştü. Koruma arayanların büyük bir çoğunluğunun kara veya deniz yoluyla geldiği ve genellikle de ilk varış yapılan üye devletinin bu kişilerce yapılan sığınma başvurularının sorumluluğunu üstlendiği göz önünde bulundurulduğunda, Dublin kriterleri, AB'nin dış sınırlarındaki üye devletler üzerinde yapısal olarak aşırı bir yük oluşmasına yol açıyor. Ancak bu noktada herkesin hemfikir olmasına rağmen özellikle de Višegrad devletlerinin her türlü yeniden yerleştirme fikrine yönelik ısrarlı muhalefetinden ötürü eşit bir sorumluluk paylaşım sistemini tarif etmek şimdiye dek mümkün olamadı. Yine aynı nedenden ötürü de Komisyon'un önerileri −ilk önce “Dublin III”e [2] eklenecek zorunlu bir kriz yeniden yerleştirme mekanizması ve ardından da “Dublin IV”ün [3] bir parçası olarak düzeltici bir yerleşim mekanizması−geçmişte akamete uğramıştı.

Tüm bu veriler ışığında, AMMR'nin de mevcut sorumluluk kriterlerini ve dahi Dublin sisteminin yapısal sorunlarını bünyesinde barındırıyor olması hiç şaşırtıcı değil. Ancak diğer taraftan, bu yönetmelik, sorumluluk paylaşımına yeni bir yaklaşım getirip vites değiştirerek, daha yüksek derecede bir esneklik sunuyor ve yaptırımlardan daha çok sağlanacak teşviklere bel bağlıyor.

Peki Ya 'Göç Baskısı' Altındaki Üye Devletlerle Dayanışma?

Önerilen yeni dayanışma mekanizması, Komisyon tarafından son altı aydaki gelişmelere ilişkin olarak yapılacak ayrıntılı bir değerlendirmenin neticesinde üye devletlerden birinin “göç baskısı” altında olduğuna karar verilmesi halinde hayata geçirilebilecek. Komisyon, bu amaçla hazırlayacağı raporunda, ilk olarak ilgili üye devletin kapasitesini ve diğer üye devletlerden talep ettiği dayanışma tedbirlerini tespit edecek. Daha sonra ise üye devletlerin yapacakları katkılar, yine bu devletler tarafından sunulan Dayanışma Müdahale Planları temelinde belirlenerek uygulamaya dönük bir kanun haline getirilecek.

Önerilen bu dayanışma mekanizması teklifini önceki tasarılardan ayıran şey, bu tasarının esasen yükümlülük ve esnekliği birleştirmesinde yatıyor. Buna göre tüm üye devletlerin, GSYİH ve nüfuslarına göre hesaplanan bir cetvele göre katkıda bulunmaları gerekecek; ama üye devletler, yeniden yerleştirme, geri dönüş destekleri ve benzeri diğer önlemler olarak sıralanan katkı türlerini de kendileri seçebilecek. Bu çerçevedeki yeniden yerleştirme seçeneği, yalnızca sınır prosedürüne tabi tutulmayan başvurucular ile yakın bir zaman önce uluslararası korumadan yararlanan kişiler için geçerli olacak. Geri dönüş sponsorluğu ise destek veren üye devletin, geri gönderme kararlarını uygulamayı taahhüt etmesi ve bu taahhüdü sekiz ay içinde gerçekleştirememesi durumunda ise kişileri kendi ülkesinde yerleştirmek ve yine bu kişileri geri gönderme çabalarına kendi ülkesinde devam etmek zorunda kalması anlamına gelecek. Üye devletler, tüm bunların yerine, gerekli yeniden yerleştirme kotalarında %30'dan fazla bir açığa yol açmaması koşuluyla, özellikle de kapasite geliştirme, operasyonel destek veya üçüncü ülkelerle iş birliği gibi başka önlemler de sunabilecekler.

Tasarıda, zorlayıcı olarak anlaşılabilecek bir kullanılmasından özellikle imtina ediliyor. Yönetmelik, 2015 tarihli yeniden yerleştirme mekanizmasının yeniden yerleştirmeyi reddeden üye devletler için öngördüğü mali yaptırım yerine- ki o zaman öngörülen meblağ, başvuru sahibi başına 25.000 € tutarındaydı- artık bir teşvik sunuyor. Bu itibarla, yeniden yerleştirilen her başvuru sahibi için 10.000 €, refakatsiz küçükler için 12.000 € ve ayrıca kişi başı da 500 € tutarında ulaşım desteği sağlanması öngörülüyor. Üye devletlerce verilecek taahhütlerinin ciddi ölçüde yetersiz kalması durumunda ise Komisyon, bir Dayanışma Forumu düzenleyerek, üye devletin müdahale planı sunmaması halinde yapacağı katkıyı da kendisi belirleyecek.

Herkes Tarafından Eleştiriliyor

Tahmin edilebileceği üzere, bu tasarı yine herkes tarafından eleştirilecek. İlk varış yapılan ülke kriterini olduğu gibi bırakmak, düzenli ve adil bir dağıtım mekanizması tesis ederek dış sınırlardaki üye devletlerin yapısal olarak aşırı yüklenmesi sorununu ortadan kaldıramayacak. Öte yandan, “göç baskısı” olgusunun bu sınır devletleri açısından süregelen bir olgu olup olmayacağı da belli değil. Bundan daha belirsiz olan bir diğer şey ise dayanışma sisteminin pratikte gerçekten işe yarayıp yaramayacağı. Višegrad devletleri de tasarıyı hızla reddettiler; zira yönetmelikte, iddia edilen esnekliğe rağmen, göçmenleri kendi topraklarına kabul etme zorunluluğu zımnen de olsa ima ediliyor.

AMMR, göçmenlerin en iyi nereye entegre olabilecekleri konusundaki görüşlerini ve menfaatlerini de neredeyse hiç hesaba katmıyor. Bu konudaki temel düzenlemeler arasında kardeşlerin de yakın aile üyeleri kapsamına alınmaları ve bir üye devlette eğitim görülmesinin, o devletle önemli bir bağ kurulduğunun ispatı olduğu düzenlemeleri yer alıyor. Tasarı, uzun süreli ikamet statüsüne erişilmesi için gereken süreyi de kısaltıyor. Zira taslağa göre bu statü artık beş yıl değil, üç yıl sonra elde edilebilecek ve uluslararası korumadan yararlananlara da AB içinde serbest dolaşım hakkı sağlanacak.

Belki de en fazla dikkat çeken husus ise ne Paktın ne de AMMR tasarısının bir kişinin farklı üye devletlerde başvuruda bulunmuş olma olasılığından bahsetmiyor oluşu. Bu nedenden ötürü de Komisyon, ikincil hareketlilik ile bazı üye devletlerdeki son derece vahim durumdaki kabul koşulları ve usul standartları arasındaki bağı görmezden gelerek, yaşanan bu durumu, salt Dublin sisteminin yeteri kadar etkili olmamasının bir kanıtı olarak ele alıyor. Dahası, kabul koşullarının yalnızca sorumlu üye devlet tarafından yerine getirileceğinin öngörülmesi de mevcut durumu daha da ağırlaştırıyor. Bu da ilaveten, üye devletlere, içinde bulundukları dayanılması zor koşullardan kaçmak için bir üye devletten diğerine geçmeyi düşünen başvuru sahiplerini her türlü destekten mahrum bırakmaları şeklinde bir iznin verildiği anlamına geliyor. Ancak ne gariptir ki taslakta bunun “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ve uluslararası yükümlülükler de dahil olmak üzere Birlik hukuku çerçevesinde öngörülen bir yaşam standardı sağlama yükümlülüğüne herhangi bir şekilde halel getirmeksizin” yapılması da öngörülüyor. Mevcut uygulamalar göz önünde bulundurulduğunda ise, bu türden bir güvencenin etkili olabileceğini düşünmek oldukça güç.

Arama ve Kurtarma Sonrasındaki Karaya Çıkarmaların Ele Alınması

Karaya Çıkarma Sonrasında Üye Devletlere Sağlanacak Dayanışma

Tasarıdaki önemli hususlardan birisi de bu yeni dayanışma mekanizmasının, aynı zamanda Arama ve Kurtarma (AK) sonrasındaki karaya çıkarma süreçleri için de uygulanacak olması. AK sonrasındaki karaya çıkarmalar için gerekli olan tedbirler, Birliğin Göç Yönetim Raporunda düzenleniyor ve üye devletlerden de bu kapsamda AK müdahale planlarını sunmaları ve böylelikle de bir "dayanışma havuzu" oluşturmaları bekleniyor. Üye devletler, burada da yeniden yerleştirme kotalarında önemli bir eksikliğe yol açmadığı sürece yeniden yerleştirme, geri dönüş veya başkaca önlemler sunma yoluyla katkıda bulunmada serbest olacak.

Denizden kurtarılanları çoğu zaman haftalarca süren bir belirsizlik içinde bırakan mevcut ve geçici her bir gemi için ayrı ayrı müzakere etme sisteminin ne denli kullanışsız olduğu hesaba katıldığında, bu türden bir mekanizmanın tesis edilmesi kayda değer bir adım olsa da buradaki en büyük soru, bu mekanizmanın gerçekten işleyip işlemeyeceği olacak.

İnsanî Faaliyetlerin Suç Sayılmasına Son Verilmeli

Komisyon, aynı zamanda, AK operasyonlarının bir diğer yönüne, yani insani yardımın giderek artan bir şekilde suç sayılmasına da değiniyor. Komisyon, Kolaylaştırma Direktifi Rehberinde [4], üye devletlerin, düzensiz giriş ve transit geçişi kolaylaştırmayı, bu fiillerin insani yardım amacıyla gerçekleştirilmesi halinde suç olmaktan çıkarabileceklerine işaret ediyor. Şimdiye kadar, yalnızca sekiz üye devlet, bu madde kapsamında bu türden filleri suç olmaktan çıkardı. Komisyon, ayrıca, “Kolaylaştırma Direktifinin genel ruhu ve amacı göz önünde bulundurulduğunda, bu direktifin, denizdeki arama ve kurtarma operasyonları gibi kanunun zorunlu kıldığı insani yardım faaliyetlerin suç sayılmasına olanak verecek şekilde yorumlanamayacağı açıktır” şeklinde bir değerlendirmede de bulunuyor. Dahası, Arama ve Kurtarma uluslararası hukuk açısından bir yükümlülük olduğundan, Komisyon bu tür operasyonları suç saymanın “uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini ve bu nedenle AB hukukunun buna izin vermediği” kanaatinde olduğunu da belirtiyor.

Komisyon'un Arama ve Kurtarma faaliyetlerinin suç sayılmasına ilişkin olarak bu denli net bir tavır alması kesinlikle yeni bir durum. Ancak öte yandan, Komisyon’un bu tür faaliyetler için bir muafiyet tanınmıyor olmasını AB hukukunun ihlali olarak görmesine rağmen, kendisini yalnızca tavsiyede bulunmakla sınırlaması da bir o kadar şaşırtıcı.

Özel Kişilerce Yürütülen AK Düzenlemeleri Sıkılaştırılırken…

Bu Rehberle birlikte üye devletler arasında özel kişilerce yürütülen AK operasyonlarındaki iş birliğine ilişkin bir tavsiye kararı da yayımlandı. [5] Bu belgede, Arama ve Kurtarma yükümlülüğünden bahsedilerek, deniz güvenliğinin ve gemi işletenleri hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duyulduğu vurgulanıyor. Üye devletlerin özel kişilere ait AK gemilerini haftalarca ve aylarca limanlarında alıkoymak için sözde güvenlik endişelerini bahane ettiği bir ortamda, Almanya’nın [6] da aralarında bulunduğu bayrak ülkelerinin, gemilerin AK operasyonlarında kullanımını zorlaştırmak için kurallarını daha da sıkılaştırması ise endişelere neden oluyor.

Sınırda: Yeni Bir Tarama Prosedürü

Öngörülen bu dayanışma mekanizmalarının karşısına AB'nin dış sınırlarında sığınma başvurusunda bulunanların hareketsiz kılınmasına yönelik giderek artan bir odak konuluyor.

Deniz, kara veya hava yoluyla gerçekleşen tüm düzensiz girişlere ilişkin Tarama Yönetmeliği [7] tasarısı, Schengen bölgesine giriş hakkı olmayan üçüncü ülke vatandaşlarının sınırda sağlık, kırılganlığın tespiti ve güvenlik amacıyla taranacakları ve biyometrik verilerinin kaydedileceği bir ilk aşamanın kurulmasını öngörüyor. Bu kimlik kontrolü sürecinin, tasarıda belirlenen kısa süre içinde (-sadece beş gün-) sonuçlanıp sonuçlanmayacağı ise elbette ki bir hayli şüpheli.

Dahası, bu kişilerin, ne şekilde izinsiz giriş yaptıklarını, geçtikleri ülkeleri ve kaçakçılardan almış olabilecekleri yardımı işaretleyecekleri ikinci bir bilgilendirme formu doldurmaları da gerekiyor. Başvurucular, bu tarama süreci neticesinde ya uluslararası koruma başvurusunda bulunmadıklarına karar verilmesi durumunda geri gönderilecek ya APR (Sığınma Usulleri Yönergesi) uyarınca öngörülen ve sınır prosedürü, hızlandırılmış prosedür veya normal prosedürden oluşan ilgili sığınma prosedürlerinden birine tabi tutulacak ya da yeni kurulacak dayanışma mekanizmasına istinaden yeniden yerleştirilecekler. Bu süreçler boyunca ise başvuruculara herhangi bir hukuki destek sağlanmayacak ve kendileri hakkında uygulanan usule karşı da itiraz edebilecekleri bir hukuk yolu mevcut olmayacak.

Bu tür bir tarama, zaten halihazırda İtalya ve Yunanistan'da uygulanan "sıcak nokta yaklaşımının" bir parçası ve esasen de yalnızca menşe ülkenin belirlenmesinin gerekli olduğu durumlarda esasa ilişkin bir ön tarama işlevi görüyor. Özellikle de kimlik belgelerinin olmadığı hallerde tespitte bulunmanın zorluğu gayet iyi bilindiğinden olsa gerek, standart formda "uyruk/lar (ilk gösterge)" şeklinde bir ibareye de yer veriliyor.

Sınırdaki Daha Hızlandırılmış Prosedürler

Zorunlu ve Genişletilen Sınır Prosedürleri

Yeni Sığınma Usulleri Yönergesi için 2016 yılında sunulan değişiklik teklifi de sınır prosedürleri bakımından değiştiriliyor.

Yeni Sığınma Usulleri Yönergesi (APR) için verilen 2016 tarihli teklifte [8], güvenli üçüncü ülkeler olarak adlandırılan yerlerden gelen başvurucularla ilgili kabul edilebilirlik aşamasında ve güvenli menşe ülkeden gelmelerinden ötürü başvuruları sahte ya da açıkça dayanaktan yoksun olarak kabul edilip hızlandırılmış değerlendirme prosedürüne tabi tutulan başvurucularla ilişkili esastan inceleme aşamalarında zaten halihazırda uygulanabilen sınır prosedürleriyle [9] ilgili bir değişiklik de yapıldı. APR değişiklik teklifinde belirtildiği üzere idari gözetim altına almanın her vakanın kendi özel koşullarına göre değerlendirilmesi gerektiğinin kabul edilmesine rağmen, sınır prosedürlerinde çoğu halde idari gözetim seçeneğinin uygulanması öngörülüyor.

Bu değişiklikle birlikte sınırda uygulanacak usulün kapsamı da önemli ölçüde genişletiliyor. Buna göre, hızlandırılmış inceleme prosedürü, artık ortalama olarak %20 ve daha düşük bir tanıma oranına sahip ülkelerden gelen uluslararası koruma talepleri ile güvenlik riski oluşturduğu veyahut yanlış bilgi ve kimlik beyanında bulunduğu değerlendirilen başvurucuları da kapsayacak şekilde genişletiliyor. Tanıma oranının Birlik genelindeki ortalamadan alınmış olması önemli; zira bu oranlar, üye devletler arasında büyük ölçüde farklılıklar gösteriyor. Örneğin, 2019 yılında en fazla karar veren üç ülkedeki tanınma oranı Afganlar için %21 ile %73 arasındaydı. Aynı oran diğer AB ülkelerinde ise çok daha uyumsuzdu. [10]

Yunanistan halihazırda zaten EASO tarafından desteklenen ihtiyari sınır prosedürünü uyguluyordu; ama şimdilerde bu prosedürü hassas durumdaki başvuru sahiplerine de uygulamaya başladı. [11] Bu bağlamda, Komisyon için 'yeni bir başlangıç' olan şey, aslında büyük ölçüde, dış sınırlardaki mevcut uygulamanın izini sürmekten ibaret.

Daha Uzun Süren Sınır Prosedürleri

Değişiklikle birlikte, sınır prosedürünün tamamlanması için başlangıçta önerilen azami dört hafta yerine, artık itiraz aşaması da dahil olmak üzere on iki haftalık bir süre öngörülüyor. Dört haftalık sınır prosedürünün, başvurucuların harekete geçebilmelerini neredeyse imkânsız kılacak kadar kısa olduğu Yunanistan örneği hesaba katıldığında, bu düzenlemenin bir nebze de olsa rahatlama getirdiği söylenebilse de aynı şeyi gerçekçiliği konusunda söylemek mümkün değil. Nitekim daha 2019 yılında sınır prosedürünün fiili uygulama süresi 7 ayı geçiyordu [12].

Giriş Hakkı Yok

Tasarıda, sanki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha çok yakın bir zaman önce sınır topraklarının da ülkelerin topraklarına dahil olduğu şeklinde bir tespitte bulunmamış gibi [13], başvurucuların, öngörülen bu on iki hafta boyunca “üye devletin topraklarına girmelerine izin verilmeyeceği” ifade ediliyor. Tasarıda, Yunanistan adalarındaki duruma ilişkin olduğu açıkça belli olan bir diğer düzenlemede ise üye devletlerin, sınır prosedürü uygulamasının zorunlu olduğu hallerde “bu yerlerin kapasitelerinin, başvuruların işleme konulmalarına yeterli düzeyde olmasını güvence altına almak” zorunda oldukları belirtiliyor. İşte burada da bir kez daha maksat dostlar alışverişte görsün!

Yeni Bir Kriz Yönetmeliği

APR tasarısına, Tarama Yönetmeliği taslağının yanı sıra kriz ve mücbir sebep durumlarında uygulanacak bir Yönetmelik tasarısı da eşlik ediyor. [14]

Kriz: Daha Uzun Süreler, Kapsamı Genişletilen Sınır Prosedürleri ve Acil Koruma

Komisyonca öyle olduğuna karar verilecek olan kriz hali, tasarıda “özellikle de ilgili üye devletin nüfusu ve GSYİH ile karşılaştırıldığında, ölçek ve mahiyeti bakımından, o devletin sığınma, kabul ya da geri gönderme sistemini işlevsiz kılacak ve Avrupa Ortak Sistemi veyahut AMMR’de düzenlenen Ortak Çerçevenin işleyişi açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek bir şekilde üçüncü ülke vatandaşlarının ya da vatansız kişilerin kitlesel olarak bir üye ülkeye düzensiz giriş yaptıkları veya arama-kurtarma operasyonları sonrasında kitlesel olarak karaya çıkarıldıkları ya da bu türden yakın risklerin bulunduğu istisnai durum” olarak tanımlanıyor.

Tasarı kapsamında bu türden bir kriz haliyle karşı karşıya kalan üye devletler, sadece APR’de öngörülen süreleri askıya alabilmekle kalmayıp, sınır ve geri dönüş prosedürlerine sekiz haftaya kadar ilave bir süre ekleme yetkisine de sahip olacaklar. Bu devletler, ayrıca, %75 veya daha düşük bir tanıma oranına sahip ülkelerden gelen başvuruculara da sınır prosedürlerini uygulayabilecekler (-ki 2019 yılında yalnızca Suriyeliler, bundan daha yüksek bir tanıma oranı ortalamasına sahipti [15]). Yine böylesi bir kriz durumunda, AMMR tarafından sağlanan yeniden yerleştirme dayanışması, sınır prosedürüne tabi olan başvuruculara ve “yasadışı olarak kalan” üçüncü ülke vatandaşlarına da uygulanabilecek.

Kriz durumundaki üye devletler, menşe ülkelerinde ayrım gözetmeyen şiddet hareketlerine veya silahlı çatışmaya maruz kalan başvuruculara da ikincil korumaya eşdeğer statüde bir acil koruma sağlayabilecekler. [16] Bu ise üye devletlerin, her bir vakayı ayrı ayrı incelemeksizin grup tabanlı bir korumayı uygulayabilmesi demek.

Mücbir Sebep

Mücbir sebep başlığı altında, devletlerin normal zamanlardaki yükümlülüklerini yerine getirememelerinin diğer istisnai nedenleri ele alınıyor. Bunun da en yakın örneği ise Covid-19 salgını.

Tasarıda, mücbir sebebin gerçekleşmesi halinde Dublin yönetmeliğinde öngörülen süre sınırlamaların iki katına çıkarılması ve Dublin nakillerinin ve dayanışma önlemlerinin de en fazla altı aya kadar askıya alınması öneriliyor.

Olumlu Bir Adım, Ama Aynı Zamanda da Bir Endişe Kaynağı

Geçici Koruma Direktifinin yerini alacak olan grup temelli prima facie/ilk görüşte tanıma, esasen olumlu bir adım olup, 2015/16 yıllarındaki iyi uygulamalar temelinde bina ediliyor. Ancak burada uluslararası korumadan yararlananların durumunun neredeyse her zaman fevkalade kırılgan olduğunun da hatırda tutulması gerekiyor. Örneğin Yunanistan’da uluslararası korumadan yararlanan kişiler, 30 günün ardından konaklama tesislerini terk etmek zorunda ve kendilerine sağlanan kamu yardımları da bu süreden sonra kesiliyor. Dahası, AB hukuka ve AİHS’e aykırı olarak da bu kişiler yasal ya da fiili olarak pek çok sosyal yardımın da dışında bırakılıyor [17].

Öte yandan, sınır prosedürü uygulamasının kapsamının genişletilmesi hem ilk bakışta hem de mevcut uygulamalar ışığında ciddi bir endişe kaynağı. Kriz Yönetmeliği, ani kitlesel akınların yaşandığı durumlarda, kabul eden üye devletin, bu kadar çok sayıda başvurucunun işlemlerini sınırda yapabilmesi ve bu kişileri de beş aya kadar sınırda tutabilmesi anlamına gelebilecek. Sınırda geri gönderme prosedürüne tabi olup da başvuruları reddedilen kişiler ise beş aya kadar sınırda kalabilecekler. Bu ise başvurucuların toplamda on aya kadar sınırda idari gözetim altında tutulabilecekleri anlamına geliyor.

Her yer sıcak nokta

Yeni Göç ve İltica Paktı, bir taraftan olabildiğinde çok sığınmacıyı AB’nin dış sınırlarında tutarak, öte taraftan ise sınır devletlerinin aşırı bir yük altında kalmalarını önlemeyi amaçlayarak imkansızı başarmaya çalışıyor. Bu çerçevede önerilen çözüm ise şu: %20'nin üzerinde bir tanıma oranına sahip olan ülkelerden gelen başvurucuların yeniden yerleştirilmeleri ve diğer kişilerin ise işlemlerinin sınırda hızlıca tamamlanıp koruma başvuruları reddedilenlerin etkin bir şekilde sınır dışı edilerek bu devletlerin “göç baskısından” kurtarılması.

Tasarı, öngördüğü tarama ve sınır prosedürleriyle, büyük ölçüde, tam da beş yıl önce uygulamaya konulan “sıcak nokta yaklaşımından” [18] yararlanıyor. Gerçekten de bu öneri, Komisyonun o tarihte çıkardığı iş akış şemasıyla [19] çarpıcı bir benzerlik göstererek, kulağa da en az onun kadar etkili olacakmış gibi geliyor. Tasarın, en fecaat örneği Moria kampı olan Yunanistan’daki sıcak noktalarda yaşanan gerçeklerle bu denli az ilgileniyor olması ise anlaşılması mümkün olmayacak kadar şaşırtıcı. Moria, aşırı kalabalık olması, sağlıksızlığı, güvensizliği ve sahip olduğu aşağılayıcı koşullar nedeniyle, yıllar boyunca bir rezalet olageldi ve yaşanan son yangın ise onu nihayet manşetlere taşıdı.

Moria’yı akılda tutarak tasarıyı okumak ise neredeyse tüyler ürpertici; çünkü tasarıda yeniden yerleştirme mekanizmasının yalnızca sınır prosedürüne tabi olmayan başvuruculara uygulanacağı öngörüldüğünden, bu tür bir mekanizma sayesinde koşulların daha iyi olabileceğine delalet eden hiçbir şey bulunmuyor. Dahası, hızlandırılmış prosedürlerin de uzak yerlerde uygulanması, başvurucuların hukuki desteğe ulaşabilmelerinin son derece zor olacağı anlamına geliyor. Başvurucuların yaşadıkları travma ve yetkililere karşı duydukları güvensizliğin prosedürün kalitesini ciddi şekilde zayıflatabileceği düşünüldüğünde, bu süreç, başvurucuların kendilerine tanınan çok kısa süreler içinde, ulusal mahkemelerde, Strazburg'da veya geri göndermeme hükümleri içeren insan hakları sözleşmelerini denetleyen BM sözleşme organlarının birinin önünde lehlerine bir karar çıkarabilmeyi başaramadıkları müddetçe, büyük bir ihtimalle tanınmayan mültecilerin hukuka aykırı olarak geri gönderilmelerine yol açacak. Tasarıda özellikle dikkat çeken bir diğer husus ise Komisyon’un, sığınma başvurularının karara bağlanması görevini, kendi önerisi olan Avrupa Sığınmacı Ajansı’na vermeyi düşünmeyerek konuyu üye devletlere bırakması. Bu da bizlere halihazırdaki “mülteci ruletinin” [20] devam edeceğini gösteriyor. Tarama Yönetmeliğinde temel haklar için önerilen ve bizzat üye devletlerce oluşturulacak olan “bağımsız izleme mekanizmasının” ise pek de etkili olması mümkün görünmüyor.

Bu metin İngilizce'den Türkçe'ye Deniz Tuna tarafından çevrilmiştir.

[1] Sığınma ve Göç Yönetimine İlişkin Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönetmeliği Tasarısı, COM (2020) 610 son, 23 Eylül 2020.

[2] Bir Kriz Halinde Yeniden Yerleştirme Mekanizması Tesisi için Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönetmeliği Tasarısı, COM (2015) 450 son, 9 Eylül 2015.

[3] Bir Üçüncü Ülke Vatandaşı veya Vatansız Bir Kişi Tarafından Üye Devletlerden Birinde Yapılan Uluslararası Koruma Başvurusunu İncelemekten Sorumlu Üye Devleti Belirlemek Üzere Gerekli Kriterlerin ve Mekanizmaların Tesisi için Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönetmeliği Tasarısı (değişik), COM (2016) 270 son, 4 Mayıs 2016, Madde 34-43.

[4] İzinsiz Girişlerin, Geçişlerin ve İkametin Tanımlanmasının ve Önlenmesinin Kolaylaştırılmasına İlişkin AB Kurallarının Uygulanması Hakkında Komisyon Rehberi, C (2020) 6470 son, 23 Eylül 2020.

[5] Arama ve Kurtarma Faaliyetlerinde Bulunmak Amacıyla Özel Kuruluşların Sahip Olduğu veya İşlettiği Gemilerle Yürütülen Operasyonlar Konusunda Üye Devletler Arasındaki İşbirliğine İlişkin Komisyon Tavsiyesi, C (2020) 6368 son, 23 Eylül 2020.

[6] Vera Magali Keller & Nassim Madjidian, Perdeler Kapandığında: Akdeniz’deki STK gemileri ve Ulaştırma Bakanlığı’nın Şaibeli Hukukun Üstünlüğü Anlayışı, Anayasa Bloğu, 7 Eylül 2020, https://verfassungsblog.de/wenn-der-vorhang-faellt/.

[7] Dış Sınırlarda Üçüncü Ülke Vatandaşlarının Taranmasına İlişkin Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönetmeliği Tasarısı, COM (2020) 612 son, 23 Eylül 2020.

[8] AB İçinde Uluslararası Koruma Konusunda Ortak Bir Prosedür Tesisi İçin Avrupa Parlamentosu ve Konsey Yönetmeliği Tasarısı COM (2016) 467 son, 13 Temmuz 2016.

[9] Değişik Öneri, COM (2020) 611 son, 23 Eylül 2020.

[10] https://www.easo.europa.eu/sites/default/files/easo-eu-2019-asylum-trends.pdf

[11] İltica Bilgi Veritabanı (AIDA), Ülke Raporu: Yunanistan, 2019 Güncellemesi (Haziran 2020), s. 94.

[12] AIDA, Ülke Raporu: Yunanistan, 2019 Güncellemesi (Haziran 2020), s. 93. Bunlar, Ocak 2020'de uygulamaya konulan zaman sınırlamalarıdır; önceki daha da kısa prosedür için bkz. ibid., s. 90–91. Mart 2019'da FRA (Temel Haklar Ajansı), “verilen kararların niteliğini zayıflatmadan” usulün “daha fazla nasıl hızlandırılabileceğini “hayal etmenin zor” olduğunu ifade etmişti. “Yunan Sığınma Hizmetleri üzerinde daha fazla baskı yapmak, ilk derece sığınma kararlarının niteliğini zayıflatabilir ve itiraz aşamasına daha fazla dosyanın gitmesine neden olacağından genel olarak uzun olan süreyi daha da uzatabilir.” FRA, Yunanistan ve İtalya'da kurulan sıcak noktalarda temel haklar üzerine 2016 FRA Görüşünün Güncellemesi, 4 Mart 2019, s. 26. FRA (ibid.) prosedürün, itiraz aşaması dışında, ortalama on iki hafta olduğu Kos'taki duruma atıfta bulunmaktadır.

[13] N.D. ve N.T. v. İspanya, Büyük Daire kararı, 13 Şubat 2020, başvuru no. 8675/15 ve 8697/15, par. 102–111, http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-201353.

[14] Göç ve Sığınma Alanındaki Kriz ve Mücbir Sebep Durumlarına İlişkin Avrupa Parlamentosu ve Konseyi Yönetmeliği Tasarısı, COM (2020) 613 son, 23 Eylül 2020.

[15] https://www.easo.europa.eu/sites/default/files/easo-eu-2019-asylum-trends.pdf

[16] Bu, şimdiye dek hiç kullanılmamış olan Geçici Koruma Direktifinin yerini alacaktır.

[17] AIDA, Ülke Raporu: Yunanistan, 2019 Güncellemesi (Haziran 2020), s. 217–19, 221–22.

[18] Mülteci krizini yönetmek: Avrupa Göç Gündemi kapsamında acil operasyonel, bütçe ve yasal önlemler, COM (2015) 490 son, 23 Eylül 2015.

[19] Sıcak nokta yaklaşımı hakkında açıklayıcı not, 15 Temmuz 2015: https://www.statewatch.org/media/documents/news/2015/jul/eu-com-hotsposts.pdf.

[20] Bu tabir, Jaya Ramji-Nogales, Andrew I. Schoenholtz ve Philip G. Schrag tarafından kullanılmıştır, “Refugee Roulette: Disparities in Asylum Adjudication (Mülteci Ruleti: İltica Karalarındaki Eşitsizlikler)”, 60 Stan L. Rev. 295 (2007).