Artan iklim tahribatı ve iklim konusunda liderlik çağrısı yapan kitlesel hareketler söz konusuyken, 25. BM İklim Değişikliği Konferansı acil ve hak temelli bir duruş ortaya koymalıdır.
İklim değişikliği konusu 2019 yılı boyunca manşetlerde hep ilk sıralardaydı. 1 ºc derece ısınan dünyada nasıl yaşayacağımıza dair ürkütücü hikayeler dolanıp duruyordu ortalıkta: İklim değişikliğinden kaynaklanan İdai ve Kenneth Kasırgaları Mozambik’i yerle bir etti, eşi benzeri görülmemiş tayfunlar ve kasırgalar Japonya ve Bahamaları yıktı geçirdi ve yüzbinlerce insan Kaliforniya’daki kontrol edilemeyen yangınlar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bunun yanında dünyanın dört bir yanından gençlerin daha önce görülmemiş bir ölçekte harekete geçtiği ve bu varoluşsal tehdide karşı siyasetçilerden iklim konusunu öncelikleri haline getirmelerini talep ettiklerine dair hikayeler okuyorduk. Bu hareketliliğin hemen somut bir takım etkileri oldu: Hava taşımacılığının karbon etkisi ile ilgili Avrupa’da oluşan bilinçlenme ve kıtada artan bir şekilde yeşil siyasetçilerin seçilmesi. Genç insanların ve gelecek nesillerin sahip oldukları hakları iyileştiren eylemler Washington, Brüksel ve Londra’da yeşil konusunda yeni görüşmelerin yapılmasını teşvik etti. Marşal Adaları gibi iklim değişikliğinden çarpıcı bir şekilde etkilenen ülkeler liderlik yapmaya ve daha iddialı eylem planları oluşturmaya devam ediyorlar.
Ancak, genç nesiller tarafından gerçekleştirilen bu canlı ve küresel hareketler ve eylem çağrıları birçok ulusal hükümetin inatçı duruşları ile tam bir uyuşmazlık içinde bulunuyor. Eylül ayında gerçekleştirilen BM Genel Sekreterliği zirvesi iklim konusunda iddialı bir çıkış yapılacağını beyan etti ancak hükümetler ve işlerine olağan şekilde devam eden ve çevre kirliliğine sebep olan büyük şirketler çok az yeni taahhütte bulundu. Bazı gelişmiş ülkeler bu yılki destek kapsamında Yeşil Çevre Fonu’na katkılarını artırıp Fon’un dünya çapında adaptasyon ve zararları hafifletme projelerini desteklemesini sağlasa da, iklim değişikliği konusunda en sorumlu Tarafların sağladığı iklim finansmanı seviyesi ne yazık ki oldukça yetersiz durumda. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin ekosistemleri korumak ve yerlilerin haklarını güvence altına almak konusundaki ağır ihtarlarının bile, Brezilya başkanının ve onun bölgesel emsalleri ile ormansızlaşma oranlarındaki keskin artış ve çok büyük miktarda karbondioksit emisyonuna yol açan dünyanın en çok et ve soya ithal eden bazı ülkelerin liderlerinin politikaları üzerinde çok az etkisi oldu.
Santiago’dan Madrid’e Geçmek Latin Amerika’nın Katılımını Zayıflatıyor
25. BM iklim konferansı (COP-25), böyle bir ortamda Aralık ayında Santiago’da planlandı. Her sene gerçekleşen BM iklim konferansına bir Latin Amerika ve Karayip ülkesinin en son ev sahipliği yapmasının üzerinden beş yıl geçmişti. COP-25 iklim değişikliğinin bölgesel boyutlarını vurgulamak üzere tasarlandı. Latin Amerika ve Karayip ülkeleri sadece iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeler değil, aynı zamanda çevreyi koruduğu için en büyük kişisel riskle karşı karşıya olan yerel liderlerin de bulunduğu bölgedir. Yani COP-25’in bölge çapında iklim etkili tehditlerle mücadele ederken çevrelerini ve haklarını korumak için savaşan yerel topluluklara ve yerlilere dikkat çekmek için eşsiz bir fırsat sağlayacağı ümit ediliyordu.
Ancak Santiago ve bölge çapında yüzlerce insanın ve örgütün aylar süren yoğun planlamalar yapmasına rağmen, Şili hükümeti toplantının başlamasına sadece beş hafta kala COP’nin Santiago’daki ev sahipliğini iptal etmek gibi bugüne kadar görülmemiş bir adım attı. Şimdi aynı tarihlerde konferans Madrid’de gerçekleştirilecek ancak bu son dakikadaki kıta değişimi Şilili ve Latin Amerikalı sivil toplum örgütlerinin COP-25’e katılımını ve seslerini ve endişelerini duyurmalarını ciddi şekilde etkiledi.
BM İklim Görüşmeleri için Güvenirlik Riski
Bu kapsamda, COP-25 müzakereleri topluluklar ve halkların karşı karşıya kaldığı gerçekliklerden kopuk görünme riskini taşımaktadır. Toplantı yerinin değişimiyle Küresel Güney’den katılımcıların katılımı ciddi oranda sınırlanıyor çünkü yeniden rezervasyon ve iptal harçları ateş pahası. Ancak bunun yanında iklim aciliyeti ve daha iddialı olma ihtiyacı gibi kritik meseleler konferansın resmi gündeminde bile yer almıyor.
Bu süreci kurtarmak için Madrid’deki hükümet arabulucularının her şeyden önce COP için temel beklentileri karşılamaları zorunludur. COP-25, iklim krizinin toplumsal eşitsizliklerle bağlantısının üzerine eğilirken, hükümetlerin iklim krizine ivedilikle yaklaşması için anlamlı taahhütlerde bulunmalarını ve adım atmalarını sağlamalıdır. Bunun gerçekleşmesi için COP kesin surette hükümetlerin hareketliliğini artırmak için durumun aciliyetini ve iklim değişikliğinin en ciddi etkileri ile mücadele eden toplulukların ve ülkelerin yeterli düzeyde desteklenmesi ihtiyacını kabul etmelidir. Bunun yanında insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve sağlıklı ekosistemleri iklim konusundaki çözümlerin temeline oturtan bir dizi kararla toplantı tamamlanmalıdır.
2020’de Kesin Bir Şekilde Hedefi Büyütme İhtiyacı
Sokaklardaki gençler tarafından ortaya konulan endişelere anlamlı bir şekilde cevap verebilmek için hükümetlerin 2020 yılında hedeflerini büyütmeleri gerekmektedir. Bunun kabul edilmesi bile Paris Anlaşması’nın hedeflerinin hâlâ erişilebilir olduğunu gösterecektir. Hükümetler anlaşmaya beş yıllık döngüler ekleyerek, dünyaya hedefi kademeli olarak artırma yaklaşımının, tehlike arz eden iklim değişikliğini önlemede tamamen yetersiz kalan ulusal iklim taahhütlerini telafi edebileceği güvencesini vermişlerdir. Ancak güncellenmiş ve geliştirilmiş taahhütleri son teslim tarihi 2020’dir ve sadece birkaç hükümet, mevcut durum ile daha güvenli bir iklim arasındaki açığı kapatacaklarını taahhüt etme konusunda iyi sinyaller vermiştir.
Bu durumda COP, iklim konusunda dünya çapındaki hareketliliğin sağladığı ivmeyi artırarak hükümetleri, Paris Anlaşması hedefleri ve prensipleri çizgisinde ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporları rehberliğinde ulusça belirlenmiş katkılarını geliştirmeye ve güncellemeye davet etmelidir. COP Taraflara, bu yerel planlama süreçlerinin, sivil toplum ve yerli halkların da tam ve etkin katılımını sağlayarak şeffaf ve kapsayıcı olması gerektiğini ve ekosistemlerin onarımı gibi diğer çevresel taahhütlerle sinerji keşfine çıkmaları gerektiğini hatırlatmalıdır. Madrid’de toplanan hükümetler sorumluluğu ortaklıklar yoluyla, hesap verebilirliği olmayan “devlet-dışı aktörlere” aktarmaktan kaçınmalıdır. Yerel hükümetlerin ve örgütlerin liderliği memnuniyetle karşılanacaksa da, küresel sıcaklık artışını önlemek için gerekli acil ve etkin eylemleri gerçekleştirecek Devletlerin görevlerini ikame edemezler.
Kayıp ve Hasar Durumunda Önlemleri Artırmak için Kaynakları Seferber Etme
Son aylardaki olağanüstü hava olaylarının gösterdiği üzere, dünya 1ºc’lik ısınma ile şimdiden daha tehlikeli bir yer oldu. Örneklerin ezici çoğunluğu altında, bu olayların sonuçları iklim adaletsizliğine daha da katkıda bulunmaktadır; iklim krizine en az düzeyde etkisi olan topluluklar sadece en vahim şekilde etkilenmiyor, aynı zamanda bu sonuçlarla mücadele edecek kaynaklarının miktarı da en az düzeyde.
Altı yıl önce, en çok etki altında olan ülkeler, bu sonuçlardan zarar gören ülkeler için eylem ve desteği artırmak amacıyla Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizması’nı (VUKZM) kurmayı başardılar. COP-25 şimdi Mekanizma’nın yetkilerini gözden geçirme görevini üzerine aldı. Mekanizma, yerinden edilme görev gücü dahil olmak üzere, inkar edilemeyecek şekilde önemli işler başarırken, iklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zarara yönelik olarak etkiye açık ülkelerin ihtiyaç duyduğu mali kaynak ve desteği oluşturamadı. Gelişmekte olan ülkelerin zararlarını hafifletme ve adaptasyonunu destekleme konusundaki mevcut mali kaynaklar yetersizken, mevcut destek ile gelişmekte olan ülkelerin asıl ihtiyaçları arasındaki açık en çok da kayıp ve zarar anlamında, iklim değişikliğinin yarattığı etkilere en ön sırada maruz kalan bu topluluklar açısından çarpıcıdır. Madrid’de toplanan hükümetler oyalanmayı bırakmalıdır. En çok etki altında olan devletlerin, kayıp ve zararını telafi edebilmeleri için yeterli desteğe ihtiyaçları olduğu ve bu desteği sağlamak için gerekli kaynakları seferber etmek konusunda Mekanizma’ya olanak verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Kayıplardan Kaçınarak Paris Sözünü Tutmak
Madrid’de, hükümetlerin emisyonu azaltmak için işbirliğine dayalı yaklaşımlarla kuralları belirleyerek Paris Anlaşması’nın uygulama talimatlarının son ilkelerini müzakere etmesi beklenmektedir. Paris Anlaşması’nın Altıncı maddesi kapsamında belirlenen bu mekanizmalar Kyoto Protokolü’nün karbon ticaret mekanizmaları üzerine kurulmakta ve genişlemektedir ve asıl sorun da buradadır. Bu mekanizmaların Kyoto’nun Aşil topuğu olduğu görülmüştür. Öncelikle karbon ticaret mekanizmaları, hükümetlerin, emisyonu azaltma sorumluluğundan kaçarak diğer ülkelerden emisyon düşürme kredileri satın almalarına imkan veriyor ve Kyoto Protokolü ile verilen taahhütleri zayıflatıyor. Böylece geçiş sürecinde fosil yakıtlarından uzaklaşılmasını ve eşitlik prensibini baltalıyor. İkinci olarak, en temel teminatların yokluğu yerli halkların ve yerel toplulukların haklarını ihlal eden projelerin gerçekleşmesine olanak sağlıyor. Kyoto altında yapılan hataları tekrardan kaçınmak için, hükümetlerin, karbon ticaretinde sorumluluğu çevreyi kirletenlerden almasına imkan verecek ve iklim tahribatı yaratan sektörlerin işlerine her zamanki gibi devam etmesine izin verecek her türlü karara karşı çıkması gerekmektedir. Bunun yerine, Altıncı madde altındaki işbirliği küresel emisyonun toptan düşürülmesine gerçekten katkıda bulunacak güçlendirici yaklaşımlara odaklanmalı ve sürdürülebilir kalkınma teminat altına alınmalıdır.
Temel zemin olarak, Madrid’de Tarafların üzerinde anlaşmaya varacağı herhangi bir mekanizma yasal boşlukları önleyecek bir şekilde yönetilmeli ve düzenlenmeli ve sağlam toplumsal ve çevresel teminatlar, paydaşlara danışma zorunluluğu ve bağımsız şikayet mekanizmaları oluşturulmalıdır. Ancak her şeyin ötesinde, Paris Anlaşması altında kayıplar için herhangi bir alan olmadığı ve artan düzeyde iddialı bir hedefe tüm ülkeler ve tüm sektörlerin ihtiyacı olduğu kabul edilmelidir. Bunu yapmak mümkün olmazsa Paris Anlaşması’nı etkisiz bırakma riski söz konusudur.
İnsan Haklarını Teminat Altına Almak İklim Hareketini Özgürleştirir
Daha da ümitvar bir şekilde, COP-25’in aynı zamanda iklim değişikliğinin insani ve toplumsal boyutlarının daha geniş ölçüde tanınması konusunda da ilerleme kaydetmesi beklenmektedir. COP-25’in Toplumsal Cinsiyet üzerine Lima Çalışma Programı incelemesi ve Eylem Planı, iklim sorunlarına çözümlerin cinsiyet eşitliğini teşvik etmesinin hızlanması üzerine iddialı bir çalışma planı geliştirme fırsatı sunmaktadır. İhtimaller içinde şunlar vardır: toplumsal cinsiyet eylem planının öncelikli alanlarda kapasite geliştirme konusunda odağını güçlendirmesinin ve Gündem 2030’a adil bir geçiş ve Gündem 2030’un uygulanması için bağlantıların güçlendirilmesinin mümkün kılınması.
Benzer şekilde, Tarafların yeni kurulan Yerel Topluluklar ve Yerli Halklar Platformu tarafından hayata geçirilen ilk çalışma programını onaylamaları beklenmektedir. Platform hükümet delegeleri ve yerli halkların temsilcilerinin müzakerelere eşit koşullarda katılmasına imkan veren yegane kuruluştur. Böyle uygulamalar bir takım diğer uluslararası forumlarda kural iken, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne yakın zamanda dahil edilmeleri ile yaklaşık yirmi yıldır süren müzakerelerde geleneksel bilginin ve yerli halkların topluluk haklarının öneminin büyük ölçüde görmezden gelinmesi ile verilen zararın telafi edilmesine başlanabilir.
İlaveten, Taraflar bugüne kadar Koronivia Çalışma Programı altında yaptıkları ortak çalışmayı geliştirebilirler. Tarım ve iklim değişikliği arasındaki bağlantı konusunda deneyim ve uzmanlık paylaşımı, gıda üretimimiz esnasındaki karbon ayak izinin azaltılmasında tarımsal ekolojinin değerini ölçme fırsatı verirken, onun mukavemetini de artırmamızı sağlar.
Önemli bir şekilde, Taraflar COP-25’teki bir tuzaktan uzak durmalıdırlar. Geçen birkaç ay içinde, artan sayıda paydaş iklim krizi ile mücadelede doğa-temelli çözümlerin oynayabileceği mühim rol konusuna daha çok öncelik verilmesi konusunda çağrıda bulunmuşlardır. Süregelen iklim ve biyoçeşitlilik krizlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve eğer biriyle ilgilenip diğeri görmezden gelinirse hiçbir çözümün başarılı olmayacağını vurgulamaktadırlar. Doğayı iklim konusundaki çözümlerimizde yeniden merkeze oturtmak memnuniyet verici ve geç kalınmış bir hareket olsa da, bunu yerel toplulukların hakları üzerine inşa ederek ve doğal ve biyoçeşitlilikten yana zengin ekosistemlerin onarımına öncelik vererek yapmak gerekir. “Doğa-temelli çözümler” için, hükümetler ve kurumsal aktörler tarafından bu aniden patlayan ilgi, bizleri temkinli davranmaya sevk etmeli. Birkaç kişinin ekonomik kârı ve olumlu kamusal sonuçlar pahasına çevresel yönetimi kurban etmekten kaçınılmalıdır.
Son olarak, COP-25 iklim politikalarında toplulukları ve yerli halkları öne ve merkeze koyarsa ve etkin iklim çözümlerinin insan hakları, cinsiyet eşitliği ve toplumsal kapsayıcılığa riayet etmeye dayandığını kabul ederse başarılı olacaktır. Geçen aylarda Paris’ten Santiago’ya ve Filipinlere kadar gerçekleşen eylemlerin de gösterdiği gibi, tüm sorumluluğu cephe hattındaki topluluklara yükleyen ve en zengin aktörlerin iklim krizinden kar etmesindeki orantısız rol ve sorumluklarının göz ardı edilmesine olanak sağlayan iklim politikaları desteklenebilir değildir.