Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger 1935’te ünlü paradoksal kedi deneyini tasarladığında, aslında bir olayın gerçekleşip gerçekleşmeme ihtimalinin ancak zamana bağlı anlık gözlem üzerinden tayin edilebileceğini anlatmıştı. Yani Schrödinger’in kedisinin akıbetini içinde bulunduğu kutuyu açmadıkça bilemeyiz. Peki, asıl niyetlerin kapalı kutularda sunulup, politika önerilerinin ve beklentilerin kapalı kutulara göre tayin edilmesinin gerektiği G20 Zirvesi ve COP21 konferansından ne beklemeliyiz?
Geçtiğimiz Eylül ayında Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen C20 (Sivil20) zirvesinde, 15-16 Kasım’da Türkiye ev sahipliğinde Antalya’da toplanacak olan G20 Zirvesine sunulmak üzere, sivil toplum örgütlerince çeşitli başlıklarda politika önerileri belirlendi.
Yine geçtiğimiz Eylül ayı sonunda ise Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (UNFCCC United Nations Framework Convention on Climate Change) tarafından talep edilen, belirlenmiş ulusal iklim değişikliği taahhüdünü (INDC Intended National Determined Contributions) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) sekretaryasına iletti.
G20 Zirvesinde görüşülmesi gereken gündemler ve görüşülecek gündemler, COP21’de alınması gereken kararlar ve alınacak kararlar arasındaki paradoksal ilişki, bu gündemler ve kararlara dair öneri ve taahhütler tam da Erwin Schrödinger’in kedisinin durumunu hatırlatmaktadır. Bu öneri ve kararlar ne kadar geçerli, etkili ve ne kadarı gerçekleşebilir? Bu soruyu cevaplamadan önce, kutu açılmadan nelerin öngörüldüğünü ve ne taahhütler verildiğini ele alalım.
C20 Zirvesi’nde sürdürülebilirlik, enerji ve iklim başlığı altında sunulan politika önerileri
15- 16 Eylül tarihlerinde, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde deyim yerindeyse büyük bir C20 köyü kuruldu. Daha önce bu zirvelere ev sahipliği yapmış ya da yapmamış ülkelerden çeşitli alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarından yaklaşık 500 konuğun ve Türkiye’den çeşitli alanlarda çalışan birçok sivil toplum temsilcisinin katıldığı zirvede, bu yılki C20’nin öncelikli gündem maddeleri olarak belirlenen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Sürdürülebilirlik, Enerji ve İklim, Kapsayıcı Büyüme ve Yönetişim başlıkları altında birçok oturum gerçekleştirildi.
Bu başlıklardan Sürdürülebilirlik, Enerji ve İklim alanında on oturum gerçekleştirildi ve enerji vizyonu, mega projeler, karbonsuz ekonomi, enerjiye erişim, iklim finansmanı, sürdürülebilirlik yaklaşımları, iklim değişikliğinin etkileri ve kalkınma ve kömür tüketimi açmazı gibi konular ele alındı. Özellikle enerji vizyonu, mega projeler ve iklim finansmanı başlıklarındaki tartışmalar sivil toplumdan gelen çok net taleplerin gündeme getirilmesini sağladı.
Enerji vizyonu tartışması, enerji verimliliği planlarının devlet politikası halinde gerçekleşmesi gerektiği, fosil kaynaklara bağlı enerji üretiminin daha sürdürülebilir temiz ve yenilenebilir kaynaklara yönelmesi gerektiği, fosil kaynaklardan enerji üretiminin hem gelecek kuşakların haklarını gasp ettiği hem de sürdürülemez olduğu, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminin enerjiye ulaşım açısından yerel olması sebebi ile büyük bir avantaj olduğu, üstelik enerji üretiminde de dışa bağımlılığı azaltacağı gibi çok önemli sonuçların çıkmasını sağladı.
Mega projelerin ele alındığı başlık ise özellikle Türkiye için gündemde olan büyük yatırımlar üzerinden değerlendirildi. Bunlar, İstanbul’da yapılması planlanan 3. Havalimanı, 3. Köprü, Kanal İstanbul ve Nükleer Enerji Santralleri’ydi. Mega projelerin, sadece itibar ve büyüme kaygısı ile ele alındığı kamu yararının zarara uğratılması, doğal varlıkların tahribi gibi geri dönüştürülmesi çok zor ya da imkânsız kayıplara yol açacağı gibi çarpıcı değerlendirmeler yapıldı. Uzun vadede mega yatırımların mega zararlara dönüştüğü ve bu zararın karşılanmasının ve zararın etkilerinin maalesef gelecek kuşaklara bile kalabileceği dile getirildi.
İklim finansmanı tartışması ise iklim finansmanı kaynakları ve yatırımların nerelerde kimler tarafından kullanıldığı ile ilgili konuların ele alınmasını sağladı. İklim finansmanı tartışmasından çok net sonuçlar çıktı:
-İklim finansmanı kaynakları kesinlikle özel sektör eliyle sağlanmamalı, tamamen kamusal olmalı ve vergiler aracılığı ile sağlanmalı.
-İklim finansmanı ancak iklim değişikliği ile mücadele eden ülkelere adaptasyon ve azaltım süreçleri için sağlanmalı. Kaynaklara ulaşmada zorluk çeken, özellikle gelişmemiş ülkeler gözetilmeli.
-İklim finansmanı kaynakları enerji yatırımları için değil farkındalık, sosyal girişimler ve eğitim için de sağlanmalıdır.
Aslında, çalışmalarına geçtiğimiz Mart ayında başlayan Sürdürülebilirlik, Enerji ve İklim çalışma grubu, G7 Zirvesi (Gelişmiş 7 ülkenin katıldığı zirve) neticesinde, birebir ülke liderlerinin kendi ağızlarından verilen fosil kaynaklı enerjinin terk edilip, karbon salınımı üretmeyen ve doğal tahribatı nispeten daha az yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimine geçiş taahhüdünün de verdiği ümitle altı politika önerisi belirlemişti.
C20 Zirvesi sonrasında hem tartışmalardan çıkan sonuçlarla hem de tüm katılımcıların bireysel olarak bile görüş bildirebildikleri bildiri mutfağı panolarına yazılan önerilerle belirlenen hedefler sonuç bildirgesinde şu şekilde bir araya getirildi:
1. Uzun vadeli salınım azaltma ve karbonsuzlaşma hedefinin konulması,
2. 2030 yılına kadar temiz, güvenli ve güvenilebilir enerji erişimi hedeflerinin konulması,
3. Enerji verimliliğine yatırım yapmakla birlikte 2050’ye kadar tamamen yenilenebilir enerjiden üretim yapılması hedefinin konulması,
4. Sadece ağır ve masraflı mega projeler yatırımları yerine daha yerel ve küçük çaplı, merkezi olmayan yatırımların teşvik edilmesinin hedeflenmesi,
5. 2020 yılına kadar fosil kaynaklı yakıtların kullanımının azaltılarak bitirilmesi hedefi konulması; düşük karbonlu ve iklim değişikliği etkilerine direnci olan bir ekonomi kurmak için karbon teşviklerinin azaltılıp yenilenebilir enerji yatırımlarının desteklenmesi hedefi konulması,
6. Yatırımların kirliden temize dönmesi gerektiği, yoksul ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele için desteklenmesi gerektiği ve bu ülkelerde iklim değişikliği etkilerine dayanıklı bir tarımın teşvik edilmesi gerektiği,
7. G20 ülkelerinin iklim değişikliğine yol açan karbon salınımlarını izleyen, bildiren, regüle eden yapılar oluşturması gerektiği.
Sonuç bildirgesinde cinsiyet bağlamında eşit katılımın, ortak yaşamın, sosyal adaletin, yoksullukla mücadelenin, sosyal ekonomik sorunların yaşanmaması için ve hakların ve insan onurunun korunması için G20 ülkelerine büyük görevler düştüğüne de yer verildi.
Fakat bu öneri ve varsayımlar, Profesör Schrödinger’in kutu içinde anlık radyo aktif ışıma yüzünden kırılacak zehir şişesinden çıkacak zehir yüzünden ölme ihtimali olan kedisinin akıbeti misali, G20 Zirvesi katılımcısı ülkelerin neyi tartışacağından, hangi önerileri masada önlerine koyacaklarından emin olmayarak yapılmaktadır. Kedinin ne kadar yaşayabileceğini 15-16 Kasım sonrasında Antalya’dan çıkacak kararlar sonucunda hep birlikte görebileceğiz.
Türkiye’nin 2021-2030 dönemi için belirlediği iklim taahhütleri
İklim değişikliği ulusal katkı taahhütlerini Birleşmiş Milletler nezdinde diğer ülkelere bildiren ülkelerin taahhütleri incelendiğinde, kedinin yaşama ihtimalinin pek de ümit verici düzeyde olmadığı görülebilir. Zira, çok az ülke iklim değişikliğiyle ilgili gerçekten mücadele için, sivil toplumun da talep ettiği bir takım taahhütlere yer vermiş durumda. Türkiye’nin ulusal katkı taahhütlerini ele alırsak birçok tartışmalı ve bilimsel temelinin ne olduğu hem açık hem şeffaf olmayan bilgilerle karşı karşıya olduğumuzu görmek mümkün.
Yukarıdaki grafikte yer alan bilgiye göre, Türkiye kesinliği olmamakla birlikte, 2021 yılından başlayarak 2030 yılına kadar, enerji, ulaşım, endüstri, yapılaşma ve kentsel dönüşüm, tarım, atık ve ormancılık alanlarında yapacağı iyileştirmeler ile 246Mt karbon salınımı azaltımına gideceğini ve yaklaşık yüzde 21 oranında karbon emisyonu artışından azaltıma gideceğini taahhüt ediyor.
Bu noktada şu soruları sormamız gerekir:
Türkiye, ne kadarlık bir ekonomik büyüme hedefi ile 2030 yılında 929 Mt karbon salınımı hedefliyor? Bu hedef ancak çokça dile getirilen yılda ortalama yüzde 5.5’lik büyüme hedefi öngörüldüğü takdirde gerçekleşebilir. Peki bu gerçekçi bir hedef mi? 7 Ekim’de gerçekleştirilen basın toplantısında WWF Türkiye ve İstanbul Politikalar Merkezi, Prof.Dr. Erinç Yeldan ve Doç. Dr. Ebru Voyvoda’nın analizlerini yaptığı Türkiye İçin Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri raporunu1 açıkladı.
Bu raporda kurulan modeller ve projeksiyonlara göre Türkiye’nin baz patika senaryosuna göre ekonomik büyümesi yıllık ortalama yüzde 3.3 ve dolayısı ile karbon emisyonu üretimi 600 Mt civarında. Yukarıdaki tabloda resmî politikalar senaryosu ile baz politika senaryosu karşılaştırılması sonucu aradaki büyük farkı açıkça görülebilir.
Peki, bu fark bize neyi anlatmaktadır? Aslında Türkiye ne kadarlık bir azaltıma gidecektir?
Bu rakam aslında yüzde 21'lik bir azaltım yerine, kabaca bir hesapla, 2012 rakamlarına göre, yaklaşık yüzde 111 artış anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, ekonomik büyüme hedefini çok yüksek ve gerçekçi olmaktan uzak tutup, CO2 salınımı artışını azaltma olarak taahhüt etme anlamına gelmektedir.
Üstelik ulusal iklim katı raporunda açıkça ifade ettiği gibi, bu azaltımın bir bağlayıcılığı da yoktur ve de azaltım ancak 2021 yılından sonra gerçekleşebilir. Çünkü Türkiye’nin çok büyük ekonomik büyüme hedefleri vardır. Prof. Dr. David Harvey bu büyüme hırsını 17 Çelişki ve Kapitalizmin Sonu kitabında “büyüme takıntısı” olarak tarif etmektedir.
Bu taahhüdü gerçekleştirmek için enerji, ulaşım, endüstri, yapılaşma ve kentsel dönüşüm, tarım, atık ve ormancılık alanlarındaki iyeleştirme önerilerini ele alırsak, karşımıza planlı ve az karbon üreten ulaşım, yaşanabilir kentler, doğal varlıkların ve biyolojik çeşitliliğin korunması, iklim değişikliğine adapte ve dirençli tarım politikalarının oluşturulması, planlı ve bütünleşmiş atık yönetimi çıkıyor. Böyle bakıldığında, enerji verimliliği sağlanması için sunulan taahhütlerin bu projeksiyona göre tam bir Schrödinger’in kedisi paradoksuna dönüştüğünü görmemiz mümkün. Gerçekçi olmayan bir tahminle ekonomik büyüme öngören bu ülkenin iklim değişikliği ile mücadeleye katkısı, ulusal iklim taahhüdü için sunduğu iyileştirmeler bakımından büyürken ne gibi kayıplar verilebilir bilinmezliği sebebi ile bir paradoksa dönüşmüştür.
Bu durumda Türkiye’nin gerçekçi bilimsel model ve projeksiyonlar ışığında iklim Değişikliği Ulusal Katkı Taahhütlerini değiştirmesi, iklim değişikliği ile mücadele adına talep edilebilecek en temel olgu olacaktır.