Editörden
Gezi Parkı protestoları öncesinde Perspectives’in bu sayısının kapak konusunu “Ekonomik Büyüme Mucizesi” olarak belirlemiştik. Hakikaten de yurtiçinden de yurtdışından da Gezi olaylarını tahlil etmeye çalışanlardan hep aynı soru geliyor: “Ekonomik göstergeler bu kadar olumluyken bu tepkilerin kaynağı ne? Ve tabii bu soru bağlantılı başka soruları akla getiriyor. 2000’lerde Türkiye’de en çok hangi sektörler büyüdü? Dış ekonomik ilişkiler nasıl gelişti? Büyümeden toplumun hangi kesimleri faydalandı, hangileri faydalanamadı? Türkiye ekonomisi nasıl bir kalkınma modeline dayanıyor? Bu soruların cevaplarını aramadan iktidarın büyüme fetişini ve giderek kitleselleşen toplumsal tepkinin nedenlerini anlamak mümkün değil.
Bir aydır neredeyse bütün Türkiye’ye yayılan protestoların arka planını oluşturan sorunlardan başlıcasının bu “büyüme fetişi“ olduğu kanısındayız. Dolayısıyla, geniş bir dosya halinde işlediğimiz “ekonomik büyüme mucizesi”, “kalkınma“ ve “dönüşüm” projeleri sıcak siyasal gündemi kavramaya ışık tutuyor. Geçtiğimiz yıl dev baraj projelerine karşı köylülerin Ankara‘ya düzenlediği yürüyüşü, Ilısu barajı inşaatına karşı yıllardır yürütülen hukukî mücadeleyi, Akkuyu ve Sinop’ta planlanan nükleer santrallere karşı yıllardır yükseltilen itirazı bugünkü protestoların öncülleri olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Ayrıca, kentsel dönüşüm adı altında Türkiye’nin hemen her şehrinde yürütülen yıkım ve inşaat projeleri ve bunların yarattığı toplumsal sorunların da bu protestolardaki payı azımsanamaz. Ekolojik tahribata karşı yürütülen mücadelelerde Çevre Değerlendirme Raporları’nın, mahkeme kararlarının ve yerel halkın iradesinin hiçe sayılması, yıllardır kırdaki geniş halk kesimlerinin ve kamuoyunun bir kısmının tepkisine neden oluyor, Ilısu Barajı örneğinde olduğu gibi, mahkemelerin durdurma kararlarının çiğnenmesi kamuoyunda hukuk devletine karşı güvensizlik yaratıyordu. Başbakan Erdoğan’ın bu yerel mücadeleleri sürdürenleri ve Gezi Parkı’nın yıkımına karşı mücadeleyi başlatanları “düşman“ veya “terörist“ olarak karalamaya çalışması da geniş bir kesimde öfke birikmesine yol açtı.
Ayrıca, hükümetin otoriter, ataerkil ve pederşahi tutumunun da giderek tedirginlik ve öfke uyandırdığı görülüyordu. “Topluma rağmen toplum için” tavrı pek çok kişi için artık katlanılmaz hale gelmişti. AKP’nin kendisini her alanda “örnek çocuk“ olarak sunması yurtiçinde de yurtdışında inandırıcılığının azalmasına neden oluyordu. Alkol yerine ayran içen, en az üç çocuklu, AVM’de alışveriş yapan, güvenlikli sitede yaşayan aile modelinin dayatılması toplumun çeşitli kesimlerinde cendereye alınma hissi yaratıyordu. İnsanlara hayatlarını nasıl yaşamak istedikleri konusunda karar hakkı bırakmayan, nüfus ve ahlâk politikaları giderek absürd boyutlara ulaşmıştı. Mantık sınırlarını zorlayan bu politikalar Gezi protestolarında tanık olduğumuz yaratıcılık patlamasının ortaya çıkışında da etkili oldu. Gezi parkı eylemcileri AKP hükümetinin dayatmaya çalıştığı yaşam tarzının tersinin mümkün olduğunu, bu alternatifin çok daha canlı, yaratıcı ve eğlenceli olduğunu tecrübe etme fırsatı buldu. Hükümetin protestoculara yönelttiği aşağılayıcı yakıştırmalar ve hakaretler artık tutmamaya başladı ve tam tersine bu yakıştırmalar protestocular tarafından sahiplenilerek dönüştürüldü. Başbakan protestoculara “çapulcu” deyince, onlar da kendi kendilerini çapulcu olarak isimlendirmeye başladılar. Böylece, yukarıdan dayatılmaya çalışılan “ahlâk kavram ve kuralları“ tersine çevrilmiş oldu, Gezi protestoları hükümeti dilsiz bıraktı; başbakanın ve hükümetin ahlâkî otoritesi yıkıldı. İktidarın polis şiddetine yönelmesinde ve baskıyı tek çıkar yol görmesinde, yıllardır topluma dayatmaya çalıştığı hayat biçiminin geniş kitleler tarafından reddedildiğini görmesi karşısında çaresiz kalması muhtemelen önemli bir rol oynadı.
Gezi protestolarını AKP’nin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma modeline yöneltilen bir tepki olarak okumak gerek. Sokaklarda ve parklarda genç kitleler vardı. Ancak, ülke genelindeki protestoların daha geniş halk kesimleri tarafından desteklendiğini biliyoruz. Türkiye toplumu nasıl bir ekonomik gelişim modeli istediğini tartışmaya başladı. Gezi protestoları tutucu, özgürlükleri ve insan iradesini kısıtlayıcı toplum modellerinin (AKP’nin olsun, CHP’nin veya radikal sol grupların olsun) artık toplumda kolay kolay kabul görmeyeceğini ortaya koydu.
Hükümetin ve ona bağlı güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddete ve insan hakları ihlâllerine karşı net bir tavır koymak, demokrasi ve özgürlük talep eden bir toplumu yalnız bırakmamak gerekiyor. İnsan hakları ihlâllerini engellemek ve gerçek bir demokrasi inşa etmekten sorumlu olan hükümet yetkilileriyle ciddi ve kararlı bir diyalog yürütmekte öncelikle Avrupa Birliği Komisyonu’na, AB üyesi ülkelere önemli bir görev düşüyor: Kendi toplumlarına Türkiye’nin AB’ye giriş müzakerelerin devamının, özellikle de temel hakları içeren fasılların derhal açılmasının, Türkiye hükümetiyle bu konularda müzakere etmek için kararlı bir politika yürütmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmak. Gezi Parkı’ndakiler de bunu Avrupa’dan bekliyor. Onların geleceği sizi gerçekten ilgilendiriyorsa, Türkiye’yi izole etmek yerine, ona sorumluluklarını hatırlatmanın ve müzakere masasına çağırmanın zamanı geldi.
Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner
* Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.
Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#5/2013) -
Gezi Parkı / Yeni Bir Tarih Başlıyor
Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği
Yayım yeri İstanbul
Yayım Tarihi Temmuz 2013
Sayfa Sayısı 64
ISBN -
Ücretsizdir
Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz
Perspectives 5. sayıyı PDF olarak buradan indirebilirsiniz.
Dosya
Gezi ayaklanmasından parklar demokrasisine
Gezi Parkı: Türkiye’nin demokratikleşmesinde tarihî bir kilometre taşı
- Gezi eylemlerinin üzerine bu denli şiddetle gidilmesinde, olayların bu boyuta varmasında genel olarak hükümetin politikalarından ziyade başbakanı, başbakanın mizacını, psikolojisini sorumlu tutan bir yaklaşım da var. Durumu başbakanın psikolojisi ve üslubuyla izah etmek sizce de mümkün mü? Ortada hükümetten söz etmek, hükümet için fazlaca iltifat olur. Hükümet yok. Tayyip Erdoğan var. Esasen, olayların böylesine bir toplumsal patlama boyutu kazanması tam da bu nedenle. Tayyip Erdoğan’ın keyfîliği, küstahlığı, tek adam yönetimine kaydığı izlenimini kuvvetle vermesi, bir araya gelmesi düşünülemeyecek çok sayıda insanı buluşturan bir tepkisel ortak payda oldu. devamı»
Occupygezi: Avrupalılaşan bir devrim
- Polisin aşırı güç kullanımı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği de dahil olmak üzere, Avrupa ve dünyanın pekçok kurumu tarafından eleştirildi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Ashton konuyla ilgili eleştiren açıklamalarda bulunurken, AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle İstanbul’da Gezi eylemcileriyle görüştü. Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda bütün siyasî gruplar polis şiddetinin kınanması, polis şiddetiyle ilgili derinlemesine bir soruşturma açılması ve protestocularla diyalog başlatılması taleplerinde fikir birliğine vardı. Erdoğan’ın uzlaşmaz tavrı açıkça eleştirildi. devamı»
Modernleşmenin dayanılmaz cazibesi: Büyüme fetişizmi
- AKP farklı bir ticarî grubu mobilize ediyor; isim vermek gerekirse, son tahlilde benzer bir modernleşme idealine sahip olsalar da daha önceki egemen koalisyon tarafından dışlanan, küçük-orta büyüklükteki kapitalistler. Buna eşlik eden kaydadeğer ideolojik dönüşüm ise İslam etiğinin, Batı kapitalizmi için Protestanlık ne ise benzer bir yönde yeniden yorumu. devamı»
Türkiye kapitalizminin son 10 yılı ve yönelimler
- AKP rejiminde gerçekleşen tarihî dış kaynakla beklenen büyüme gerçekleşmediği gibi, büyümenin kimyası da sorunlu oldu. 1980-2012 döneminde, dış kaynak ağırlıkla iç pazara dönük büyüme için kullanıldı; bunun sonucunda da ihracat ile ithalat makası alabildiğine açıldı. 1980’den bugüne AKP rejiminin ihracatta payı yüzde 50, ithalatta yüzde 50, 32 yıl boyunca gerçekleşen toplam cari açıktaki payı ise yüzde 92! AKP rejimi, gerçekleşen tarihî sermaye girişini “döviz kazandıran” bir ekonomi inşasına yönlendirmede büyük başarısızlık gösterdi. Sonuçta, ekonomiyi alabildiğine döviz tüketen ve dış kaynağa daha çok bağımlı bir zafiyete sürüklemiş durumda. devamı»
Neoliberal istikrar politikaları sonuç vermiyor
- İran’a ödeme aracı olarak kullanılan altın son yıllarda cari denge rakamlarını da çarpıttı. Türkiye kayda değer bir üretici olmadığı için, altının ithal edildiği dönemlerde cari açık yapay olarak yüksek çıkarken, büyüme rakamı da aşağı çekildi. Aksine, aynı altını ihraç ederken ise cari açık daralmış, büyüme hızlanmış gibi göründü.
Uygun dünya konjonktürü de cari açığın finansmanını kolaylaştırdı. ABD, Almanya, Japonya gibi ülkelerin “kur savaşları” kapsamında paralarının değerini düşürmek, böylelikle ihracatta rekabet güçlerini artırmak yolundaki gayretleri Türkiye benzeri ülkelere döviz akışını hızlandırdı. Buna karşın, dünya konjonktürünün ters dönmesi halinde yoğun fon çıkışları yaşanması, ekonominin krize sürüklenmesi riskini de artırdı.
Türkiye’de özel sektör ve siyaset
- 2002’de iktidara gelen AKP hükümeti 1990ların ekonomik krizlerinden aldığı dersle ve Türkiye ekonomisinin sermaye girişlerine ne ölçüde bağımlı olduğunun bilinciyle4, yatırımcıların güvenini sarsacak şekilde davranmamaya özen gösterdi. Dolayısıyla, Derviş reformlarına karşı açık bir tavır almaktan kaçındı, bu reformların en azından finans sektörüyle ilgili yanlarını korumaya dikkat etti. Merkez Bankası bağımsızlığı ve bankaların denetimi, 2000’li yıllarda finansal krizleri engellemekte oldukça başarılı oldu. Ama ekonominin reformların amaçladığı şekilde, siyasî müdahaleden bağımsız işlemesi pek de mümkün olmadı. Doğal olarak, 1980 öncesinde devletin özel sektöre sağladığı bazı imkânlar yeni ekonomik düzen içinde ortadan kalkmış durumdaydı. Ama sonuçta, devlet müdahalesi azalmaktan çok biçim değiştirerek sürdü ve devlet desteğiyle gelişen yeni sermaye grupları ortaya çıktı. devamı»
Enerji mi önce tükenecek,Türkiye mi?
- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın enerji ihtiyacına dair tahminleri sürekli ve yüksek oranlarda artışa işaret ediyor. Bu, sadece bu hükümete has bir beklenti değil. Türkiye’yi yakından tanımayanları çoğu zaman yanıltıyor; özellikle de yatırımcıları. Zira bu tahminler, enerji talebinin artacağına dair belirtilerden kaynaklanmaktan çok, bir isteğin ifadesi. Türkiye’nin kalkınması için klasik iktisadî teorileri destekleyenler Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) büyük artış oranlarının hayalini kuruyor. Bu artış oranlarının gerçekleşeceğine inanan enerji konusundaki karar vericiler de, senaryolarını talebin devamlı artacağını temel alarak hazırlıyor. Belki de iki taraf da birbirinin yalancısı. devamı»
AKP’nin Afrika açılımı: Anti-emperyalizmin emperyalizmi
- 2011’de Somali’den Türkiye’ye 1200 üniversite öğrencisi getirildi. Diyanet İşleri Başkanlığı ayrıca 400 Somalili öğrenciyi din adamı olarak yetiştirme görevini üstlendi. Somali’de üç de Gülen okulu bulunuyor. Bu okullarda toplam 390 öğrenci öğrenim görüyor. Belli ki bu eğitim seferberliği bir tür yerel ittifak oluşturma girişimi işlevi görüyor. Henüz meyveleri toplanmış değil bu girişimin. Ama bazı işaretlere erişmek de mümkün. devamı»
AKP kadınları eve kapatmıyor, aileye zincirliyor
- Erkek egemenliğinin kadınları denetim altında tutarken en güvendiği kurum kuşkusuz aile. Zira erkek şiddetinin meşrulaşma zemini, kadınların karşılıksız emeğinin merkezi aslında erkek egemenliğinin kalesi olarak görev yapıyor. Aile, patriyarkal kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda her daim yeniden şekillendirdiği bir kurum. Çağdaş, muhafazakâr, milliyetçi ya da dindar tüm aile biçimleri kadınların erkek iktidarına tabiyetini meşru ve sürekli kılmayı hedefliyor. Patriyarkal sistemin uzun vadeli çıkarlarını korumak şartıyla bütün “erkek” iktidarlar kadınlar üzerindeki baskı mekanizmalarını aile aracılığıyla yeniden inşa ediyor. devamı»
Ekoloji
Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu tasarısı
Türkiye’de yıllardır, doğa koruma konusunda çerçeve bir kanun ve doğa koruma mevzuatının iyileştirilmesi ihtiyacı vardı. Bu ihtiyaç gerek doğa koruma alanında çalışan sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve bakanlık görevlileri gerekse bu mevzuattan yaşamları doğrudan etkilenen yerel topluluklar tarafından dile getiriliyordu.
Demokrasi
İfade özgürlüğünde sorun Terörle Mücadele Kanunu’dur
“Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun” da nereden çıktı?
- Türkiye’de siyasî iktidar bir yandan sivilleşme ve darbe karşıtlığı adı altında doğrudan hukuksal süreçlerle geçmiş dönemin otorite alanlarına girerken, bir yandan da bu kanunla dolaylı olarak siyasî ve günlük hayata müdahale etmektedir. Bu kanunla Ergenekon ve KCK davaları üzerinden doğrudan müdahale edilen kesimlerin toplumsal ve ekonomik ayaklarının kesilmesi hedeflenmektedir; tabii bu arada kurunun yanında “kesilmesi gereken” yaş dallar da kesilecektir. VAKAD bu duruma iyi bir örnektir. devamı»