Yunus Emre Kültür Merkezleri: AKP’nin Yeni Osmanlıcılık ve İslamcılığı - Yayınlar

Ayhan Kaya

Bir süredir Türkiye, dünya çapına yayılmış Yunus Emre Kültür Merkezleri (YEKM) kanalıyla dil, sanat ve kültürü üzerinden kendisini Yeni Osmanlıcı ve İslamcı bir söylemle yurtdışında tanıtmaya çalışıyor. Misyon ve hedef açısından, YEKM’ler Goethe Enstitüsü, İngiliz Kültür Merkezi ya da Cervantes Enstitüsü gibi kurumlara benziyor: İlgili ülkenin kültür, sanat ve dilini tanıtmak için faaliyet gösteriyorlar. Ancak YEKM’ler yeni oluşturulmuş kurumlar ve henüz bunlar üzerine kaydadeğer bir bilimsel literatür yok. Öte yandan YEKM’ler birçok günlük gazetede tartışıldı. Yunus Emre Vakfı’nın bastığı resmi bültenlerde hem siyasi figürlerin konuşma, açıklama ve görüşleri yer alıyor, hem de Yunus Emre Enstitüsü’nün çalışmalarının genel bir profili sunuluyor. Dolayısıyla, okuduğunuz makalenin bulguları da aslen gazete yazılarına ve Yunus Emre Enstitüsü’nün resmi bültenlerine dayanıyor. (http://www.yunusemreenstitusu.org)

Yunus Emre Vakfı ve Kültür Merkezleri’nin kökeni

Türkiye’de devlet, kültürü ve kültürel işbirliğini desteklemeye yönelik pek çok girişimde bulunmaktadır. Dışişleri Bakanlığı’nın kurduğu Türk Kültür Merkezleri, Türk Kültür Merkezleri Yönetmeliği (1986) ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun çerçevesinde faaliyet gösterir. Bakanlığa göre, söz konusu merkezler “Türk kültür, dil ve sanatını tanıtmak, Türkiye ve diğer ülkeler arasındaki ikili ilişkilere katkıda bulunmak, ayrıca Türk vatandaşlarının yaşadıkları ülkelere adapte olmasına yardımcı olmak” amacıyla kurulmuştur. Yurtdışındaki bir dizi kentte Türk Kültür Merkezi mevcuttur: Berlin, Hannover, Köln, Frankfurt, Almatı, Aşkabad, Saraybosna, Tahran, Amman, Bağdad, Kudüs ve Şam. Bu merkezler aslen yurtdışındaki Türkiye vatandaşları için birer erişim noktası olarak hizmet görürken, aynı zamanda Türk kimliğinin yurtdışında “tanıtımı” için bir platform vazifesi görür.

Bu merkezlere ilaveten 2007 yılında kurulan Yunus Emre Vakfı’nın amacı Türk kültür, toplum ve dilini dış dünyaya tanıtmaktır. 5653 sayılı ve 5 Mayıs 2007 tarihli kanun çerçevesinde kurulan, devlete bağlı bu vakfın merkezi Ankara’dadır. Kanunun amacı 1. maddede şu şekilde ifade edilir:

“Bu Kanunun amacı; Türkiye’yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye’nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini artırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek, Türkiye’de Yunus Emre Araştırma Enstitüsü ve yurt dışında Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri açmak için merkezi Ankara’da olan Yunus Emre Vakfının kurulmasına ilişkin esas ve usûlleri belirlemektir.” (5653 sayılı Kanun, Madde 1)

Tablo 1. Yurtdışındaki Yunus Emre Kültür Merkezleri 

Kaynak:Yunus Emre Enstitüsü resmi internet sitesi

(http://www.yunusemreenstitusu.org/turkiye/ )

Mevcut siyasi elit, bir yandan Yeni Osmanlıcı ve Türk-İslam sentezci bir söylem kullanarak Türkiye’yi bölgedeki komşuları (Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika ve Kafkasların yanı sıra, Orta Asya’daki Türki cumhuriyetler) arasında hegemonik bir güç olarak konumlandırmak eğiliminde, öte yandan da Türkiye kökenli göçmenler ve onların çocukları üzerinden Türkiye’yi Avrupa ülkelerinde tanıtma çabasında. Bilindiği gibi, son yıllarda AKP hükümeti Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD: http://www.uetd.org/cms/front_content.php) ile işbirliği yapıyor. İslami eğilimlere sahip muhafazakar bir birlik olan söz konusu kuruluş, Köln, Berlin, Bremen, Viyana, Amsterdam, Brüksel, Paris ve başka Avrupa kentlerinde faaliyet yürütüyor. Şimdiden, Türkiye’deki diğer toplumsal kesimler ve ulusaşırı topluluklar (laik, sosyal demokrat, Alevi vb. gruplar), AKP’nin UETD ile geliştirdiği yanlı ilişkiye dair çok sayıda eleştiride bulundu.

YEKM’lerin hızla pek çok Avrupa, Balkan, Ortadoğu kentine yayılması (Tablo 1), günümüz Türk kültür diplomasisinin çeşitli veçhelerini kavramak açısından benzersiz bir vaka teşkil etmektedir. Ayrıca, Yunus Emre Enstitüsü ve ona bağlı kültür merkezlerine, Türk dış politikasında önemli bir rol yüklendiğinin altını çizmek gerekir. Mesela, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu merkezleri “Türk dış politikasının bir sivil ayağı” (Yunus Emre Bülteni, No: 7, 2010, s.10) olarak tarif ederken, Yunus Emre Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise şu açıklamalarda bulunmuştur: “Bugün, dış politika sadece diplomasi ile yürütülmemekte; kültürel, ekonomik, ticari ağlarla birlikte ele alınmaktadır. Bu bağlamda, Kurumun önemli misyonu, Türkiye’nin dış politikasının stratejik boyutuyla ve Türkçenin yaygınlaştırılması, Türk kültür varlıklarının korunması, Türk kültürünün dünyanın her kuşağına yayılmasıyla ilgilidir. Bu da bizim tarihî-kültürel birikimimizi bugünkü strateji içine oturtmamızı sağlayacaktır.” (Yunus Emre Bülteni, No: 7, 2010, s. 8).

Benzer biçimde, Arnavutluk’un Tiran kentinde yaptığı açılış konuşmasında, Enstitü’nün onursal başkanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şu vurguyu yapmıştır: “Bunlar, Türkiye’nin esas görünmez gücüdür. Yani kültür mirasını canlı tutmak, Türkiye’nin en büyük gücüdür. Pek çok ülkede bu güç yoktur. Bizim bunun kıymetini bilmemiz lazım.” (TC Cumhurbaşkanlığı, 11 Aralık 2009)

Dahası, Enstitü’nün ismindeki sembolizm ve merkezlerin konumları da, Türk devletinin değişen dış politika önceliklerini, dolayısıyla da Türk kültür diplomasisinde ortak kültürel mirasa verilen önemi yansıtmaktadır. Bu anlamda, belli bölgelere –özellikle Balkanlar ve Ortadoğu– vurgu yapılması, son on yılda Türk kültür diplomasisinin temel bir unsuru olan ortak kültürel miras mefhumuyla örtüşmektedir. Bu yaklaşım, Türk dili, kültürü ve tarihî mirası ile Türkoloji üzerine yapılan vurgularla daha da pekiştirilmektedir.

Sembolik bir isim ve Türk dili vurgusu

Enstitü’nün adını aldığı Yunus Emre, 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıl başında yaşamış ve Türkçe şiirler kaleme almış bir Sufi mistiğidir. Yunus Emre, Türk kültürünün öncü şairlerinden biri olarak kabul edilir. Enstitü’ye onun isminin verilmesinin amacı Türk dilinin öneminin altını çizmektir. Bu doğrultuda Başbakan Erdoğan şöyle konuşmuştur: “Biz, bin yıllar boyunca kendi öz kültürüyle birlikte farklı kültürleri, farklı medeniyetleri potasında yoğurmuş, harmanlamış, eşsiz bir medeniyet inşa etmiş bir ülkenin, bir tarihin, bir mirasın taşıyıcılarıyız. Türkçe, sadece bu topraklarda yaşayan insanların iletişim dili değildir. Türkçe, aynı zamanda bir bilim dili, aynı zamanda bir sanat dili, edebiyat dilidir. Türkçe; Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın Fuzuli’nin, Bakî’nin, Nazım Hikmet’in, Necip Fazıl’ın dilidir.” (Yunus Emre Bülteni, No: 1, 2010, s. 4)

Bu alıntıların da işaret ettiği gibi, Türk dili ve Türkoloji üzerine giderek artan bir vurgu yapılmaktadır.  Aynı zamanda Vakıf, kurduğu Yunus Emre Türkçe Eğitim ve Öğretim Merkezi (YETEM) kanalıyla Yunus Emre Enstitüsü şemsiyesi altında Türkçe eğitimi vermeyi hedeflemektedir. Türk diline yapılan vurgu, Türkçe’nin Türkî ülkelerde ortak bir dil olarak tanınması ve kabulüne yönelik önemli bir adımdır. Aynı zamanda, Türkçe Yeterlilik Sınav Sistemi denen dil yeterlilik testine zemin hazırlama amaçlıdır. Söz konusu sistem çerçevesinde, Türkçe’nin uluslararası bir standart çerçevesinde tanınmasına katkıda bulunacak bir sınav tesis edilecek ve böylelikle dilin kullanımı teşvik edilecektir.  Bu bağlamda, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Ali Fuat Bilkan şu sözleri sarf etmiştir: “Türkiye’nin dış siyaset alanındaki başarısına ilaveten, Türk işadamlarının yatırımları da Türkçe’ye olan ilgiyi artırdı. Türkçe görünürlük kazandı. Türkiye ekonomik ve siyasi görünürlük kazandıkça, dilimizin popülerliği de artıyor. Özellikle Balkanlar ve Ortadoğu’da Türkiye’ye yönelik artan bir ilgi var.” 

Bilkan’ın belirttiği gibi, Türk ekonomisinin artan görünürlüğü dolayısıyla, Türk dili ekonomik girişimler ve siyasi iletişimde önemli bir değer haline gelmiştir. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Başkanı Musa Kulaklıkaya ise Türk işadamlarının ve onların ekonomik yatırımlarının, dolayısıyla da yarattıkları ekonomik bağların Türk dili eğitimini gerekli kıldığını ifade etmiştir.  TİKA  4668 sayılı Kanun (Resmi Gazete sayı 24400, tarih 12 Mayıs 2001) çerçevesinde kurulmuş bir devlet kurumudur ve Başbakanlığa bağlı olarak faaliyet göstermektedir. TİKA, Türk dili ve kültürüne yönelik ortak bir ilgi bulunan Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika’da işbirlikleri geliştirilmesine hizmet eden bir dış politika enstrümanı olarak görülmektedir. Kulaklıkaya TİKA’nın amaçlarını şu şekilde tanımlamaktadır: “Öncelikli olarak Türkiye ile tarihi, siyasi ve kültürel olarak ortak paydaya sahip ülkelere yardım ediyoruz. Çünkü ortak paydalarımız olan bu ülkelerin ihtiyaçlarına hızlı bir şekilde cevap verebilme kapasitemiz var, böylelikle de güzel bir sinerji oluşuyor. Faaliyet coğrafyamızda ise, yaptığımız yardım ve çalışmalar neticesinde hissedilir bir varlığa sahibiz.” (UNDP, 2009)

Bilkan ve Kulaklıkaya Türkçe’nin yayılması noktasında ekonomi ve büyüme gibi motivasyonlara vurgu yapsa da, Avrupa ülkelerindeki mevcut kültür merkezlerini tamamlayıcı bir rol oynar gibi görünen YEKM’lerin bir boyutu daha var ki, söz konusu motivasyonların ötesine geçmektedir. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu bağlamda şöyle konuşmuştur: “Bizim insanımız 50 yıldan beri Almanya’da, bir Türk Kültür Enstitüsü yok, ama Türkiye’de bir Goethe Enstitüsü var, Türkiye’de Cervantes Enstitüsü var, Fransız, İngiliz kültür merkezi var. Şimdi 2008’den bu yana Yunus Emre [Enstitüsü] var, bütün Balkan, Ortadoğu ülkelerinde. Almanya, İngiltere, Rusya, Fransa’da Yunus Emre Enstitüleri açıyoruz. Türkçe’yi, lehçelerini öğreteceğiz.”   Günay’ın belirttiği gibi, Türk dilinin yabancı ülkelerde yaygınlaşması, yerel kültürel unsurların tekrar canlaması karşısında Türkiye’yi uluslararası politik arenada güçlü bir aktör olarak konumlandırma şeklindeki yükselen trendin önemli bir unsurudur.

Yeni Osmanlıcılık ve İslam: Medeniyetlerin beşiğinde bir yumuşak güç mü?

Türk dilinin tanıtımı Enstitü’nün hedefleri arasında önemli bir yer tutsa da, Yunus Emre Bültenleri’nin ayrıntılı bir incelemesi, Türkiye’nin kültürel mirasına çok sayıda gönderme yapıldığını ve özellikle de ‘medeniyetler beşiği’ yaklaşımının vurgulandığını göstermektedir. Bu bağlamda, Ankara’da Yunus Emre Vakfı’nın açılışı vesilesiyle yaptığı konuşmada Ahmet Davutoğlu şöyle demiştir: “Bu kurumun temelde iki önemli statik hedefi vardır: Birincisi, millî kültürümüzün evrensel kültürle buluşmasını sağlamak, evrensel kültür içindeki etkinliğini artırmaktır... Tarihte çok az millet bizim milletimiz kadar farklı kültürlerle, farklı medeniyetlerle doğrudan etkileşime girmiş, kimi zaman o medeniyetlerin öznesi olmuş, kimi zaman o medeniyetlerle büyük kültürel harmanlar oluşturmuş, kimi zaman yoğun ve etkin etkileşime girmiştir.” (Yunus Emre Bülteni 1, No: 1, 2010, s. 6)

Kültür mirası yaklaşımına denk gelecek biçimde, Enstitülerin konumları da Yeni Osmanlıcı çerçevede bir ortak kültür mirası yaklaşımını yansıtmaktadır. İlk dalgadaki Kültür Merkezleri’nin konumları özellikle, günümüz Türk kültür diplomasisi için sağlam bir temel teşkil edeceği düşünülen ortak miras söylemini güçlendirecek şekilde seçilmiştir. Örneğin, Saraybosna’daki YEKM’in açılışı sırasında yaptığı konuşmada Davutoğlu şöyle konuşmuştur: “Bu, açtığımız ilk kültür merkezidir. İlk merkezin Saraybosna’da açılıyor olması, bir tesadüf değildir. Bilinçli bir karardır. Bu, çok düşünerek, üzerinde tefekkür ederek ulaştığımız bilinçli bir karardır. Çünkü, eğer Türk Kültürü en iyi şekilde nerede bir mekâna yansımış diye düşünülmüş olsaydı, bu, Saraybosna şehri olurdu. İstanbul, nasıl Türk kültürünün temel şehriyse, Saraybosna da o kadar bizim ortak kültürümüzün şehridir. Aynı şekilde, Saraybosna ne kadar Boşnakların şehriyse, İstanbul da o kadar Boşnakların ortak şehridir. Başçarşı’yla Kapalı Çarşı’nın, Gazi Hüsrev Bey Camii ile Sultanahmet’in ruhu aynıdır. İstanbul ile Saraybosna, ikiz ruh kardeşleridir.” (Yunus Emre Bülteni No: 2, 2010, s. 3)

Benzer biçimde, Makedonya’nın Üsküp kentindeki açılış konuşmasında Davutoğlu, söz konusu ortak kültürün Üsküp kentlerine kazınmış olduğunu ifade etmiştir (Yunus Emre Bülteni, No: 5, 2010, s. 6). En önemlisi, bu merkezlerin konumlarına bakarak, kültürel ilişkilerin ve bağların yeniden canlanması açısından Balkan bölgesine büyük önem atfedildiğini anlamak mümkündür. Dahası, söz konusu merkezler aynı zamanda devletin bu bölgelerin kültürlerine tesir etme niyetini de yansıtmaktadır. Bu bağlamda, Davutoğlu Üsküp’te şunu demiştir: “...bütün Balkanlardaki kültürel etkileşime yeni bir katkıda bulunmak istiyoruz. Türkiye ile Makedonya arasındaki bu kültürel ilişki, Balkanlarda yeni bir kültürel aydınlanmanın önünü açacaktır.” (Yunus Emre Bülteni, No: 5, 2010, s. 7)

Davutoğlu’nun bu kararlı ve iddialı açıklaması paralelinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Astana’daki kültürel merkezin açılışında şunları söylemiştir: “Kendi dilimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi sadece biz yaşamamalıyız, yaşatmalı ve yaymalıyız. Kendi kültürümüzü, dilimizi iyi öğrendikten sonra başka kültürleri öğrenmekten çekinmemeliyiz. Balkanlarda ve bu coğrafyada büyük tarihimiz varken, yapıtlarımız ayakta dururken, buralarda Türkçe öğrenmek isteyenlere Yunus Emre Kültür merkezlerinde eğitim verilecek. Merkezlere büyük talep var. Büyük devletlerin kültür merkezleri vardır. Biz de Yunus Emre Kültür merkezleriyle Türk kültürünü tanıtacağız.” 

Kemalist elit, “modernleşme”yi sık sık, Batı medeniyeti doğrultusunda bir dönüşüm süreci olarak tanımlamıştır; bu da, kaçınılmaz olarak, Türkiye’nin Batı’yla bağlarını kuvvetlendirmek ve Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerini zayıflatmak anlamına gelmiştir. Özellikle Kemalist dönemde, Latin alfabesinin kabulü ve kamusal alanda İslam’ın rolünü kısıtlayan laik bir devletin kuruluşu, Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerinin dinamiklerini değiştirmiş ve Batı medeniyetlerinin sözde üstünlüğünün kabulünü getirmiştir.  Ancak, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti Türkiye’nin Batı ve Doğu arasında yaşadığı ikilemi vurgulayarak, modern ülke olmanın illa ki Türkiye’nin Doğu’yla ve Doğu’nun kültürel unsurlarıyla arasına mesafe koyması anlamına gelmediğini ileri sürdü. Bu bağlamda Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesine yönelik, tarihi bağlarından kaynaklanan sorumlulukları olduğunu ifade etti: “Türkiye, her ne kadar yönünü Batı’ya çevirmiş olsa da, sırtını asla ve asla Doğu’ya dönmeyecektir. (...) Bin yıllar boyunca bir arada yaşamış, birbirine dost, komşu, akraba, hatta kardeş olmuş milletlerin, bugün yapay engellerle birbirinden uzak kalmasına, uzak tutulmasına bizim gönlümüz razı gelmiyor.’’

Ortadoğu’nun ortak tarih ve mirasını vurgulayan bu söylemlerin yeniden canlanmasına, daha cüretli bir dış politika ve Ortadoğu ülkelerinde çeşitli kültürel girişimler eşlik etmektedir. Ahmet Davutoğlu’nun Kahire’deki YEKM’in açılışındaki sözleri de bu bağlamda anlaşılmalıdır:  “Üçüncü merkez olarak Kahire’nin seçilmesi bir tesadüf değildir. Kahire Yunus Emre Türk Kültür Merkezi, aynı zamanda Orta Doğu bölgesinde ve Arap dünyasında açtığımız ilk merkez durumundadır; çünkü biz Kahire’yi Arap dünyasının kalbi kabul ediyoruz ve Kahire’de etkin olan bir kültürün bütün Arap dünyasında etkin olacağına inanıyoruz.’’ (Yunus Emre Bülteni, No: 4, 2010, s.5)

Bütün bu siyasi söylemler, Türkiye’nin bölgede kilit bir güç olarak otoritesini artırmaya yeltendiğini, bunu da kısmen Türk diplomasisinin parçası olan kültür diplomasisinin araçlarını artırmak ve güçlendirmek yoluyla gerçekleştirdiğini göstermektedir. Türkiye’nin bölgedeki -bilhassa Arap dünyasındaki- değişen rolü, büyük ölçüde şu saikler tarafından şekillendirilmektedir: A) Politik saik, Erdoğan’ın Filistin meselesine dair söylemiyle ve AKP’nin tedricen İsrail’den uzaklaşmasıyla ortaya çıkmıştır; B) Kültürel-dini saik, AKP’nin Kemalist laiklerden ziyade Arap dünyasına kültürel ve dini anlamda meyletmesinde görülebilir; C) Ekonomik saik, 2005’ten beri Avrupa’ya yönelik kuşkular giderek artarken, AKP’nin seçmen tabanının ve yeni serpilen Anadolu burjuvazisinin Ortadoğu, Afrika, Kafkaslar ve Orta Asya’daki pazarlara açılma isteğine dayanmaktadır; ve D) Dönüşüm saiki, ya da AB çıpası, Türkiye’nin istikrarlı, demokratik, liberal, barışçı ve verimli bir ülke gibi görünmesini sağlamaktadır. (Kirişçi, 2011)

Türkiye tanıtım faaliyetlerinde AB ülkeleriyle farklılıklarını vurgularken, Balkanlar, Ortadoğu, Afrika Kafkaslar ve Orta Asya’daki komşularıyla kültürel ve dini yakınlıklarının altını çiziyor. Hükümet partisinin bunu yapmaktaki amacının, Türkiye’nin AB’ye katılımını sağlamaktan ziyade bölgedeki hegemonyasını yeniden canlandırmak olduğu görülüyor.

Türkiye yumuşak ve akıllı bir güç olmak istiyor; bir süredir de bölgede hegemonya kurmaya çalışıyor. Ancak, görünüşe göre, iktidardaki AKP ile Avrupa yanlısı çevrelerin Türkiye’nin bölgede nasıl yumuşak güç haline geleceğine dair bakışları arasında bir örtüşmezlik var. Zira, AKP daha ziyade Pax-Ottomana fikrine yaslanıp Türkiye’nin komşu ülkelerle dini yakınlıklarına vurgu yaparak bölgede bir hegemonik güç olmaya çalışıyor. Türkiye’deki Avrupa yanlısı çevreler ise Türkiye’nin bölgedeki artan tesirinin Avrupa perspektifinden kaynaklandığını düşünüyor. Bu Avrupa perspektifinin 1999’dan beri komşu ülkeler tarafından olumlu karşılandığını ve bunun da Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, ekonomi ve evrensel değerler noktasında itibarını güçlendirdiğini savunuyorlar. Bu ikilemin, önümüzdeki on yıl boyunca Türkiye politik elitinin çözmek zorunda kalacağı temel ikilem olduğunu söylemek mümkün.

Dipnotlar

1.         Şunu da belirtmek gerekir ki, Türkçe’nin kültürel bağlar oluşturmada veya bunları güçlendirmedeki önemine odaklanan birçok başka girişim de söz konusudur. Bu girişimlerden biri, 12 Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında imzalanan Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Anlaşması’dır (TÜRKSOY). Anlaşmayla tesis edilen “TÜRKSOY,” Türki diller konuşan ülkeler arasında işbirliğini öngörmektedir.  TÜRKSOY’un amaçları ve faaliyetlerinin odak noktası, bu ülkelerin ortak değerlerini tespit etmek ve tanıtmaktır, ki bu da devletin Türk dil ve edebiyatına yaptığı artan vurguyla örtüşmektedir. http://www.turksoy.org.

2.         Anadolu Ajansı, 21.12.2010, http://www.aa.com.tr, erişim tarihi 10 Mayıs 2011.

3.         Zaman, 19.01.2011, http://www.zaman.com.tr, erişim tarihi 13 Mayıs 2011.

4.         Daily Zaman, 07.02.2011, http://www.zaman.com.tr, erişim tarihi 12 Haziran 2011.

5.         TİKA hakkında daha fazla bilgi için, bkz: http://www.tika.gov.tr

6.         Anadolu Ajansı, 20.12.2010, http://www.aa.com.tr, erişim tarihi 15 Haziran 2011.

7.         Anadolu Ajansı, 26.05.2010, http://www.aa.com.tr, erişim tarihi 13 Haziran 2011.

8.         Bozdağlıoglu, Yücel (2008): Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy, Insight Turkey, cilt 10, no 1: 55-75.

9.      Sabah, 08.04.2010, http://www.sabah.com.tr, erişim tarihi 13 Haziran 2011.

------------------------------------------------------------------------------------

Ayhan Kaya

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Siyaset Profesörü ve Jean Monnet Avrupa Kültürlerarası Siyaset Kürsüsü Başkanı; Avrupa Enstitüsü direktörü; ve Bilim Akademisi üyesidir. Uzmanlık alanları arasında Avrupa’da kimlikler, Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda’daki Avro-Türkler, Türkiye’deki Çerkez diyasporası, modern ulusaşırı kimliklerin inşası ve eklemlenmesi bulunuyor. PhD ve MA derecelerini İngiltere’deki University of Warwick’ten alan Kaya, göç, entegrasyon, vatandaşlık ve diyasporalar üzerine çok sayıda kitap kaleme almıştır.