Duymuşsunuzdur mutlaka, yıllardır Van’da faaliyet gösteren ve Vanlılar için destek ve hak arama kurumları haline gelen Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenlerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEYA-DER), Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Demokratik Hukuk ve Yardımlaşma Derneği (TUYAD-DER), Van Göç Sorunlarını Bilimsel Araştırma ve Kültür Derneği (Van GÖÇ-DER), Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğrenci Derneği (YÖDER), Van Hacıbekir Mahallesi Özgür Yurttaş Derneği, Seyit Fehim Arvasi Mahallesi Özgür Toplum Derneği, Yeni Mahalle Özgür Halk Derneği, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği Van Şubesi (KURDİ-DER), Akköprü Mahallesi Demokratik Halk Derneği ve Van Kadın Derneği (VAKAD) hakkında 31 Ocak 2013’te fesih davası açıldı.
Van ilinde on derneğe aynı anda açılan bu davalarla Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun da herkes tarafından duyulmuş oldu.
6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Birleşmiş Milletler’in 1999 tarihli “Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme”sine dayanarak hazırlanmıştır. Söz konusu sözleşmeye göre, terörün amacı bir topluluğun gözünü korkutmak veya bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir şey yapmaya veya yapmamaya zorlamak olarak tarif edilmiştir. Yine sözleşmeye göre, teröristlerin ve terör örgütlerinin temel amacı gelir elde etmek olmasa da faaliyetlerini finanse edebilmeleri için malî desteğe ihtiyaç duymaktadırlar.
Sözleşme Türkiye tarafından 2002’de imzalanmış, ancak yaşanan siyasî çalkantılar nedeniyle, yasası bir türlü çıkarılamamıştı. Sonunda, 7 Şubat 2013 tarihinde, 6415 sayılı Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun onaylanarak resmî gazetede yayınlandı.
Aslında amaçlanan ne?
Kanunun genel amacı “terör” örgütlerini finanse eden malî kaynakların önüne geçebilmek olarak tarif edilmiştir. Ancak, kanunun içeriğinde “terör örgütleri” soyut olarak tanımlanmakta, hangi kurumun, hangi örgütün terör örgütü olup olmayacağı somut olarak tarif edilmediği gibi, iktidara istediği şirket, kişi ve kurumun mal varlığına el koyma yetkisi tanınmaktadır.
Kanun gereği, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarını içinde barındıran Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı’nın da dahil olduğu bir Değerlendirme Komisyonu tarafından hangi şahsın, hangi özel ve tüzel kurumların malvarlığının dondurulması gerektiği kararı alınarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 128. maddesi “Taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma” hükmü gereğince müsadere uygulatılabilecektir. Yani, bundan böyle yargı kararı olmadan istenen şahsın veya kurumun malvarlığına idarî bir kararla el konabilecektir. Cumhuriyet Bayramı’nı kendi düzenledikleri törenle kutlamak isteyenlerden, KCK suçlamasıyla cezaevlerinde tutulan binlerce kişiye kadar tüm muhalif kesimin teröristlikle suçlandığı Türkiye’de bu yasanın nelere yol açacağı aşikârdır.
Ayrıca, aynı kanunla “teröre fon sağladığı” iddiasında bulunulan kişi ve kurumlar hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla da 5 ila 10 yıl arası hapis cezası talebiyle dava açılmasının yolu açılıyor. Diğer taraftan, ilgili yasanın 3/b fıkrası gereğince, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör suçu olarak kabul edilen fiillerin işlenmesi için belirli bir fon kullanılması halinde de terörizmi finanse etmiş kabul edilerek bu kanuna aykırı davranmış sayılacaksınız.
Görüldüğü gibi, bu yasayla iktidar mahkeme kararına ihtiyaç duymadan idarî bir kararla birçok STK’yı, siyasî partiyi, belediyeyi, derneği, şirketi ve kişiyi “terör örgütüne” destek verdiği gerekçesiyle suçlayıp hiçbir hukukî soruşturma olmaksızın kurumun feshini isteyebilmekte, mal varlıklarını dondurma hakkı kazanmakta ve yöneticilerini de terör örgütü üyesi olma suçuyla yargıya gönderebilmektedir.
Türkiye’de siyasî iktidar bir yandan sivilleşme ve darbe karşıtlığı adı altında doğrudan hukuksal süreçlerle geçmiş dönemin otorite alanlarına girerken, bir yandan da bu kanunla dolaylı olarak siyasî ve günlük hayata müdahale etmektedir. Bu kanunla Ergenekon ve KCK davaları üzerinden doğrudan müdahale edilen kesimlerin toplumsal ve ekonomik ayaklarının kesilmesi hedeflenmektedir; tabii bu arada kurunun yanında “kesilmesi gereken” yaş dallar da kesilecektir. VAKAD bu duruma iyi bir örnektir.
Van Kadın Derneği (VAKAD) neden kapatılmak isteniyor?
31 Ocak 2013’te, 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, Cumhuriyet Savcılığı’nın istemi üzerine Van’da faaliyet gösteren on dernek hakkında fesih davası açıldı. Bu derneklere açılan davalar her ne kadar 7 Şubat 2013’te yürürlüğe giren 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’a dayandığı basına yansıdıysa da aslında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 89. maddesi gereğince bu derneklerin faaliyetleri esnasında “PKK propagandası yaparak dernek tüzüklerine ve amaçlarına aykırı hareket ettikleri” gerekçesiyle fesihleri istendi. Zira derneklerin feshi davası açıldığında, henüz Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmemişti. Yasa Davanın açılmasından yedi gün sonra kabul edildi.
Ancak, derneklerle ilgili davada da derneklerin PKK propagandası yaptıkları ve bunun için ellerindeki fonu kullandıkları iddia edildiğinden, isnat edilen suç yine bu yasa kapsamına giriyor. Ama yasa davanın açılışından sonraki bir tarihte kabul edildiği için yasanın –aleyhte olması nedeniyle- geriye etkisi bulunmamakta. Nitekim bu davanın son duruşmasında, mahkeme tarafından davanın reddine karar verilmiş ve derneklerin feshi engellenmiştir.
VAKAD, 2004’ten bu yana Van ve çevre illerinde şiddete ya da tecavüze uğramış ve maddî imkânları olmayan binlerce kadına destek sunan bir dernek. VAKAD’ın çalışmaları şiddet gören ya da maddî/manevî imkânlardan mahrum kadınlara destek sunmayan idarî kurumların yetersizliğini de açığa çıkarmış oluyordu. Örneğin, tecavüz sonucu hamile kalan bir kızın kürtaj olmasının savcılık kanalıyla engellenmesi üzerine, VAKAD’ın devreye girerek oluşturduğu kamuoyu baskısıyla genç kızın kürtaj olması sağlanmış ve genç kız istemediği bir çocuğu doğurmak zorunda kalmamıştı. Ancak bu sırada, kızı koruyamadığı gibi, istemediği bir tecavüz çocuğunu doğurmaya zorlayan idarî kurumların zihniyetleri de ortaya çıkmıştı.
VAKAD’a dava işte böyle bir ortamda, üstelik savcılık talebiyle değil, kolluk talebiyle açıldı. Şöyle ki, Van Cumhuriyet Savcısının Van Başsavcılığı’na gönderdiği hakkında dava açılması istenen derneklerle ilgili listede VAKAD bulunmamaktadır. Van Cumhuriyet Başsavcılığı da listeyi Van Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne göndererek listedeki dernekler hakkında toplanmış verileri istemiştir. Bu talep üzerine TEM tarafından hazırlanan veriler Van Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş, ancak, listeden MAZLUM-DER çıkartılıp yerine VAKAD eklenmiştir. Listenin son halinde yer alan tüm derneklere -VAKAD dahil- fesih davası açılmıştır. Yani, aslında davacı Van Cumhuriyet Savcılığı değil, Van İl Emniyet Müdürlüğü’dür.
Davada sunulan delillere gelince, VAKAD’ın çalışmalarının hiçbiri araştırılmadan, PKK/KCK’nin sivil toplum örgütleri’yle ilişkisine değinilerek VAKAD’ın kadına yönelik şiddete karşı mücadele etmek yerine, PKK/KCK propagandası yaptığı, bu örgütü finanse ettiği ileri sürülmektedir. Bununla birlikte, VAKAD’ın PKK/KCK örgütleri ile nasıl bir bağ kurduğu, nasıl propaganda yaptığı, hangi zaman ve alanlarda PKK/KCK ile bir araya geldiği kolluk ya da Van Cumhuriyet Savcılığı tarafından kesinlikle belirtilmemiş, kulaktan dolma bilgiler dahi sunulmamıştır. Dosyada tek bir fotoğraf, tek bir tanık ifadesi dahi bulunmamaktadır.
Sadece iddiadan oluşan bu davada, arama kararı olmadan, depremden birkaç ay sonra derneğe ait konteynıra gece yarısı girilerek arama yapılmış, buradan alınan bir ajanda içindeki tüm bilgilerle (yardım alan kadın ve çocukların ne yardımı aldıkları -ayakkabı, para, giysi, kadın pedi vb.-, telefonları, ad ve soyadları) dava dosyasına delil olarak sunulmuştur. Bu kişisel bilgilerin deşifre edilmesinin insanları korkutma ve dernekten uzaklaştırma dışında hiçbir amacı bulunmamaktadır. Konteynırlarında arama yapıldığı VAKAD tarafından dava sırasında öğrenilmiştir.
Bu dava “bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen valilerin oluşturduğu geleneğin devamıdır. “Bu ülkede kadına yönelik şiddet engellenecekse onu da biz engelleriz, size ne oluyor? Boyunuzdan büyük işlere kalkışıp bizim yapamadıklarımızı yüzümüze vuramazsınız, biz ne yaptıysak o kadar, daha fazlasını kurcalayamazsınız” denmektedir. Ve böylece, tüm diğer sivil toplum örgütlerine de aba altından sopa gösterilmektedir.
Bu davanın amacı kamuoyunu korumak değil, tersine idarî kurumları yetersizlikleriyle yüzleşmekten korumak, Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’un amacı ise muhalif örgütleri istendiği zaman pasifize etmektir. Ancak, farklı düşünenlerin pasifize olmayacakları ve mücadeleye devam edecekleri Gezi Parkı eylemlerinde de ortaya çıkmıştır.
----------------------------------------------------------------
Müjde Tozbey Erden
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2003 mezunu. 2010’dan beri Van’da avukatlık yapıyor. Van Barosu Kadın Hakları Komisyonu üyesi olarak şiddet gören kadın ve çocuklara davalarıyla ilgili Doğu Anadolu bölgesinde gönüllü ve ücretsiz destek sunuyor.