“Hızlı tanımlama, şeffaflık ve aktivizm hayat kurtarmada fark yaratabilir”

Söyleşi

Kasım 2020'de Covid-19 salgınının ortasında Dr. Sikhulile Moyo ve Prof. Tulio de Oliveira, omicron varyantını keşfetti. İki bilim insanı bulgularını hemen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ile paylaştı. Buna rağmen aralarında Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve birçok Avrupa ülkesinin de olduğu bazı ülkeler, bu bilimsel başarıyı ve gösterilen titizliği övmek yerine Güney Afrika’ya sert seyahat kısıtlamaları getirdi. Söz konusu varyant, keşfedilmesinden çok önce zaten dolaşımda olduğundan, ekonomik ve diğer olumsuz etkiler güçlü bir şekilde hissedilirken alınan önlemler etkisiz kaldı. İki bilim insanıyla keşiflerini ve deneyimlerini konuştuk.

he-two-scientists-prof.-tulio-de-oliveria-left-and-dr.-sikhulile-moyo-right-together-with-olaf-scholz-middle-chancellor-of-germany.jpg

Elisabeth Massute: Öncelikle hem keşfiniz hem de 2022 Alman Afrika Ödülü’nü aldığınız için sizleri tebrik ediyorum. Omicron varyantının keşfi, Covid-19 salgınında bir dönüm noktasıydı. Varyantın diğerlerinden önemli ölçüde farklı ve muhtemelen daha bulaşıcı olduğunu hangi aşamada fark ettiniz?

Dr. Moyo: Olağan kalite kontrolünün bir parçası olarak, Afrika’da Botsvana dışında hiçbir yerde görmediğimiz, bilinen soylardan uzakta kümelenen vakalar olduğunu fark ettik. Hemen e-postayla Sağlık Bakanlığı’nı uyardık ve bunun “alışılmadık bir soy” olduğunu söyledik. Daha sonra sonuçlarımızı uluslararası bir veri tabanında (“GISAID”) paylaştık. Bir yandan da elde ettiğimiz bulguları aynı örüntüyü keşfeden Güney Afrika’daki meslektaşlarımızla (Profesör Tulio’nun ekibi) tartıştık. Vaka sayısındaki hızlı ve büyük artışı hemen görebiliyordunuz; başlangıçta nüfusun yüzde beşinin daha azında ortaya çıkarken, sonrasında yüzde 15-20’nin üzerine çıktı. Oradaki mutasyonlara, virüsün nasıl değiştiğine baktığımızda, eskiden yaklaşık on veya daha az mutasyon görürken artık yaklaşık 32 veya daha fazla mutasyon görüyorduk. Elbette bazı virüsler bulaşıcılıklarını tahmin etme açısından daha önce incelenmiş ve diğerleri incelenmemişti. Bu yüzden bunun virüsün yeni bir soyu olduğu gerçekten çok açıktı.

Dr. de Oliveira: Yapmakta olduğumuz ve geçmişte de yaptığımız şey, öncelikle virüsün nerede mutasyona uğradığına bulmak ve haritada olabildiğince büyük bir daire oluşturmak… Ardından birkaç yüz kilometrelik bir dairesel alan içinde yer alan yaklaşık yüz farklı klinikten numune talep ediyoruz. Daha sonra bu numuneler büyük bir hızla dizilim oluşturabilmeleri için laboratuvarıma gönderiliyor. Pek çok mutasyona sahip varyantı ilk olarak bir salı öğleden sonra fark ettik ve hemen acil bir toplantı çağrısı yaptık. Çarşamba sabahı numuneler geldi ve tümünün dizilimini oluşturduk. Aynı varyantları aynı anda yüzden fazla klinikte bulduk ve bu varyantın hızla yayılma potansiyeline sahip olduğunu anladık. O zamanlar Güney Afrika’da neredeyse hiç Covid-19 enfeksiyonu yoktu. Beta ve Delta varyantlarımız olduğunda da aynı prosedürleri izlemiştik ama bu kez durum farklıydı. Diğer varyantlar, keşfedildikleri sırada yaygındı. Ancak omicron varyantını keşfettiğimizde sadece birkaç vaka vardı. Bulgularımızı sağlık bakanına ilettik ve birbiriyle ilgisi olmayan yüz farklı klinikte aynı varyantları bulduğumuzun ve bunun ciddi göründüğünün altını çizdik.

Sağlık bakanlığı daha sonra başkanımızı ve DSÖ’yü bilgilendirdi. Virüsü incelemeye başladığımız ilk andan tüm doğrulama ve tanımlamalara, bunun endişe verici bir gelişme olduğu konusunda hükümeti ve DSÖ’yü bilgilendirme aşamasına kadar tüm süreç 72 saatten az sürdü.

O sırada Güney Afrika’da da Botsvana’da da çok fazla bulaşma yoktu ancak sayının artması ihtimaline karşı hastaneleri hazırlamanın tam vakti olduğunu düşündük ve öyle de yaptık. Bu da zaten alarmda olduğumuzdan ölüm oranlarının çok düşük olmasını sağladı. Hastaneler hazırdı, sağlık çalışanları için de tazeleme aşılarını yaygınlaştırdık.

Dr. Moyo, bu bilgiyi paylaştıktan sonra diğer ülkelerin, örneğin seyahat yasağı getirmek gibi tepkilerini gördüğünüzde aklınızdan neler geçti?

Dr. Moyo: Benim için zorlu bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim çünkü bir bilim insanı olarak topluma katkıda bulunduğunuzu düşünüyorsunuz. İtiraf etmem gerekirse, uluslararası arenadan böyle bir tepki görmek beni hayrete düşürdü ve tam bir şok oldu benim için. Pandeminin üzerinden neredeyse 18 ay geçtikten sonra beklediğimiz bu değildi. Artık halk sağlığı ve bulaş yolu açısından gerçekten küresel bir köy olduğumuz düşünülürse, etkili bir müdahale için ülkeler ve bölgeler arasında koordinasyon sağlanması gerektiğini biliyorsunuz. Virüslerin pasaportunuzun rengine göre davranmadığını da biliyorsunuz, dolayısıyla virüsler birkaç saat içinde herhangi bir yerde olabilir; kaldı ki tam olarak da böyle oldu. Virüs Botsvana ve Güney Afrika’da tespit edilmeden önce diğer birçok ülkede zaten yayılmaktaydı ve herhangi bir yerden gelmiş olabilirdi. Bu nedenle ülkelerimizin birkaç saat içinde kara listeye alınması kesinlikle en iyi yaklaşım değildi ve ciddi ekonomik sonuçlara ve sağlık ürünlerine erişimde gecikmelere yol açtı. Ülkem aşı bekliyordu. Bir düşünün, aşı programınıza uygun olarak aşıları yaygınlaştırmaya çalışırken uçuşlarınız iptal ediliyor ve zaten var olan bir virüs, bir varyant, bir soy nedeniyle uçuşlar engellendiğinden ilaç ve önemli ürünleri alamıyorsunuz. Bunun talihsiz bir durum olduğunu düşünüyorum ve kimsenin bunu bir daha yapmak istemediğine inanıyorum.

Siz Dr. de Oliveira, küresel liderlerin bundan ve bu salgında yapılan hatalardan ders aldığını düşünüyor musunuz? Sadece seyahat yasakları da değil, az önce bahsedilen adaletsiz aşı dağılımı hakkında da?

Dr. de Oliveira: Küresel liderler bundan ders aldı mı? Bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, politikacıların genellikle çok unutkan olduklarıdır. Şu anda insanlar sadece pandemiyi unutmaya çalışıyorlar. Varyant çalışıldıktan sonra Afrika’daki omicron vakalarının yüzde sekseninin Kuzey Amerika’dan ve Avrupa’dan girdiğini gördük. Oysa tam tersiymiş gibi davranıldı: Bu varyanttan dolayı Afrika’yı suçlamıştık ve seyahat yasağı koysaydık da bu mümkün olabilirdi, ancak tam tersi oldu. Dolayısıyla BA.4 ve BA.5 varyantlarını tespit ettiğimizde seyahat yasağı getirmedik. Görünüşe göre dünya, bir ülkeyi bilimsel keşif için cezalandırmanın akıllıca bir fikir olmadığını öğreniyor. Öncelikle seyahat yasağı patojenleri, özellikle de Covid gibi yüksek oranda bulaşıcı olanları durdurmuyor. Dahası yeni bir patojen keşfeden ülkelerin ve bilim insanlarının bir dahaki sefere sessiz kalmasına neden olabilirsiniz ki bu da küresel sağlığın raydan çıkması anlamına gelebilir. Bence dünyanın öğrenmesi gereken asıl şey patojenlerin keşfedilmesini cezalandırmak yerine, bir an önce keşfedilmesini sağlayarak nasıl davrandıklarını öğrenmek ve nasıl finansal destek ve yardım sağlanacağını bulmaktır. Örneğin, doktorların ve hemşirelerin ortaya çıkan salgınları kontrol altına almasına yardımcı olun çünkü sonuçta bu hayat kurtarır ve küresel ekonomiyi koruyabilir. Küresel öneme sahip bilimsel keşifler yapmalarına yardımcı olmak için ülkelere cesaret ve destek verin.

Sizce küresel liderler aşı dağıtımı konusunda değişikliğe gidilmesi gerektiğini anladılar mı?

Dr. de Oliveira: Bu salgını tanımlayan özellikler ne yazık ki aşırı derecede milliyetçilik, ayrımcılık ve bencillik oldu. Salgının başında kişisel koruma ekipmanı ve tanı testleri için gereken reaksiyon maddelerinin, daha sonra da aşıların istiflendiğini gördük: Kanada gibi ülkeler gereken aşı miktarının sekiz katını stokladı. Son birkaç aydır, son kullanma tarihleri sona ermek üzere olan aşı stoklarını boşaltıyorlar. Küresel bir sorunumuz olduğunda bencil ve milliyetçi bir tepkinin işe yaramadığını gördük. Avrupa Birliği’ndeki ülkeler, Birleşik Krallık veya Amerika Birleşik Devletleri, çok bencil oldukları ve küresel bir sorun varsa küresel bir yanıtın daha etkili olacağını unuttukları için dalgalanmalar ve çok daha şiddetli salgınlar yaşıyor. Umarız süreçten ders alırlar. Biz şanslıydık çünkü onlarca yıldır, fazlasıyla ayrımcılığa uğrayan başka bir hastalığa karşı mücadele veriyorduk: HIV/AIDS. Pes etmedik ve hızlı tanımlama, şeffaflık ve erken müdahalenin hayat kurtarmada fark yaratabileceğini öğrendik. Sonunda ülkelerimizde yüz binlerce hayat kurtardık ve varyantların süratle tanımlanması sayesinde dünyanın bunlara hazırlanmasına yardım ettik. Ne yazık ki hiç desteklenmediğimizi düşünüyoruz, aksine cezalandırıldık.

Dr. Moyo: Uzun yıllar HIV üzerinde çalışmak bize büyük katkı sağladı, bu sayede çok şey öğrendik. Botsvana’ya ya da diğer Güney Afrika ülkelerine bakın, tedavi etmeyi başardıkları insan sayısı olsun, viral baskılama seviyeleri; olsun HIV enfeksiyonlarının ortadan kaldırılmasında dünyanın en iyileri arasında yer alıyor. Dolayısıyla bu bölgelerin gerçek bir iş birliğiyle teşvik edilmeleri gerekiyor. Yine de orada çok az kaynakla, müthiş bir bilimsel çalışma icra ediliyor. Afrika yatırım ve bilim yapılacak bir bölge. Sanırım aşı üretimi açısından alınacak derslerden biri de Afrika’nın uyanmaya başlaması ve “bütün aşılar için Küresel Kuzey’e bağımlı olamayız” demesi. Zaman alacak ama bence artık kendimiz için bir şeyler yapmaya başlamalıyız.

Almanya ve diğer zengin ülkeler aşı üretimi genişletilsin diye artık Afrika ülkelerine yatırım yapıyor. Örneğin patent gibi fikri mülkiyet haklarını piyasaya göre konumluyor veya yönetiyorlar. Peki, pandemiye bakış açınızdan hem üretim hem de bu üretimi daha verimli ve daha adil bir şekilde hızlandırabilmek adına bilgi aktarımında neyin değişmesi gerekiyor?

Dr. de Oliveira: Aslında Güney Afrika’da mRNA aşısı üretmek için altyapıyı geliştiriyor olmamız iyi bir şey. Almanya’nın güçlü bir destek verdiği bir merkez için Güney Afrika ihalesine katıldım. Ödül töreni için burada olmamızın nedenlerinden biri de bu: Güney Afrika ile Almanya arasındaki desteği, işbirliğini ve ilişkiyi yalnızca aşı üretebilelim diye değil, patojenleri hızla tanımlayıp özelliklerini anlayabilelim diye genişletmek. “İklim değişikliğiyle güçlenmiş” hastalıklar ve salgınlar dediğimiz şeye büyük ilgi duyuyoruz.

Fikri mülkiyetle ilgili olarak, dünyanın en büyük aşı şirketlerinden birinin milyarlarca dolar kâr elde ettikten sonra bunun yeterli olmadığına karar vermesi gerçekten üzücü. Bana sorarsanız bunun adı açgözlülüktür. Tüm patentleri aldılar ama paylaşmadılar. Örneğin büyük şirketlerden biri, teknoloji transferine yatırım yapmak ya da destek vermek yerine Rolex ile birlikte ABD Açık Tenis Turnuvasının en büyük sponsoru oldu. Görünüşe göre pahalı spor etkinliklerine harcayacak çok paraları olmasına karşın, teknolojilerini transfer etmek veya bugüne kadar kısıtlanmış olan aşı ve tedavi edici ilaçların geliştirilmesini desteklemekle ilgilenmiyorlar.

Çoğu zaman aşılar istiflendi ve ilk etapta Güney Afrika ve Afrika’ya ulaşmadı. Bu da yetmezmiş gibi, gelişmiş ülkelerden daha fazla para ödemek zorunda kaldık, çünkü tüm yeni aşılar keşfettiğimiz omicron soyları ve alt soyları ile geliştiriliyordu. Yani bize maddi ve manevi destek vermedikleri gibi, bir de bizi alenen cezalandırdılar. Buna rağmen şirketlere yüksek kâr sağlayan aşılar üretmek için bizim bilimsel keşfimizi kullanıyorlar. Dünya için çok önemli olabilecek verilerin paylaşılmasını teşvik etmenin bir yolunu bulmayı gerçekten düşünmeliyiz.

Dr. Moyo, Covid-19’dan önceki çalışmalarınız daha çok AIDS dönemindeydi ve okuduğum kadarıyla çoğunlukla da AIDS üzerineydi. Bu çalışmalara odaklanırsak, HIV bu pandemide Covid-19’a daha iyi hazırlanmak adına bize ne öğretti? Çalışmalarınızla paralellikler görüyor musunuz?

Dr. Moyo: Alınan en önemli derslerden biri, yalnızca HIV’e gerçek zamanlı yanıt veren ve sadece HIV için değil, diğer patojenler için de bir patojen genomik platformu oluşturmaktı. Teknolojiyi adapte etmek ve HIV’in tamamını hızla dizinlemek için yöntemler geliştirmek anlamında çok şey öğrendik. Bu teknoloji, Covid-19’a yanıt vermede bizim için önemli bir adımdı. HIV sayesinde, bulgularımızı laboratuvarla sınırlı tutmadan, halk sağlığı müdahalesinde nasıl ön saflarda yer alacağımızı da öğrendik. Örneğin ilk birkaç omicron vakası söz konusu olduğunda, o kümeyi ilk 24 saat içinde araştırdık. En başından beri yardımcı olmaya çalıştık, bu yüzden HIV üzerine inşa edilmiş benzer sistemleri kullanarak tüm ülke hakkında bilgi topladık.

Bence veriler konusunda şeffaf olmayı bu şekilde öğrendik ve bunun güven oluşturmak adına önemli olduğunu düşünüyorum. Uluslararası toplum, bir şey keşfedersek onu laboratuvarda saklamayacağımızı biliyor. Bu, HIV’den de öğrendiğimiz önemli bir ders.

Dr. de Oliveira, tek sorunumuz Covid-19 değil. Bir diğer çalışmanız olan iklim krizinin halk sağlığı üzerindeki etkilerini de sormak istiyorum. Sizce bu gelişmeler neden bu kadar tehlikeli? Sizce küresel toplum olarak karşı karşıya olduğumuz bir sonraki büyük sorun bu mu?

Dr. de Oliveira: Bu sadece bir sonraki büyük sorun değil, aynı zamanda dünyanın her yerinde, özellikle de Küresel Güney’de büyük bir sorun. Örneğin ekip olarak SARS-CoV-2’nin genomik keşfinde bu kadar başarılı olabilmemizin nedenlerinden biri de Brezilya ve Güney Amerika’da ortaya çıkan salgın hastalıkların hepsinin müdahale aşamasına dahil olmamız. Çok büyük Zika ve Dang salgınları yaşadık. Brezilya’da, Batı Nil’de son yüz yılın en kötü sarı humma salgınlarını atlattık. Bunlar henüz halk tarafından çok iyi bilinen virüsler olmasa da, iklim değişikliği veya aşırı iklim olaylarıyla çoğalan virüsler.

Bu patojenlerin dünyaya yayıldığını görüyoruz, ama evrim geçirdiklerine ve çok yaygın rastlanan culex sivrisineği adı verilen başka bir sivrisineği kullanma potansiyellerinin çok yüksek olduğuna da tanıklık ediyoruz. Latin Amerika, Brezilya ve Afrika'da ortaya çıkan virüslere karşılık yıllardır verdiğimiz mücadeleye dönüş yaparken, artık sadece Küresel Güney'de değil, birlikte çalışmayı denemek üzere küresel düzeyde bir ağ oluşturuyoruz. Bu ağın başını, Küresel Güney’in çekmesi gerekiyor, çünkü bu tür salgınlara nasıl karşılık verilmesi gerektiğini tecrübe eden onlar. Örneğin, SARS-CoV-2 ile varyantları dünyanın geri kalanından daha hızlı tanımlayabileceğimizi veya klinik ekibin deneyimi sayesinde dünyaya gösterdiğimizi umuyoruz.

Bildiğimiz bir şey var ki çevremiz büyük bir hızla zarar görüyor ama aynı zamanda bu hasar patojenlerin daha fazla yayılmasına ve evrimleşmesine de neden oluyor. Dünyaya bu şekilde yardımcı olabiliriz.

Son soruya gelirsek, gerçi ikiniz de daha önce buna birkaç kez değindiniz ama Almanya’da toplumsal ve politik olarak Afrikalı bilim insanlarının ve araştırmacıların uzmanlığı hakkında hâlâ pek çok önyargı ve hatta tam bir cehalet var diyebilirim. Keşfiniz sayesinde kazandığınız bu ödül ve popülaritenin, Afrikalı uzmanların artan görünürlüğüne katkı sağlayabileceğini düşünüyor musunuz?

Dr. Moyo: Kesinlikle. Alman Afrika Vakfı’na teşekkür borçluyuz çünkü dünyada bu ödüle aday gösterilen pek çok insan olduğuna inanıyorum. Bu ödül bize göre Afrika’da bilim yapıldığının kabul edilmesinin bir göstergesi ve biz de en yüksek bilimsel dürüstlüğü gösterdik. Verileri kendimize saklamadık. Bir kez değil, iki kez değil, Güney Afrika’daki Beta’dan omicron’a ve BA.1’den BA.4/BA.5’e kadar, cezalandırıldıktan sonra bile verileri yayınlamaya devam ettik ve üst düzey bir bilimsel dürüstlük sergiledik, hem de Afrika’da büyük miktarda veri üretmede mütevazı kaynaklardan en üst düzeyde bilime kadar… Sadece bu da değil, Afrika ülkelerindeki işbirlikleriyle de birlikte çalışabileceğimizi, yani Küresel Kuzey’le çalışmaya açık olduğumuzu gösterdik. Ama önemli olan bilimi hastalığın en çok olduğu yerde yapmak. Sanıyorum bu hafta yaptığımız tartışmaların bir parçası da bu. Elbette çok sayıda bulaşıcı hastalığımız var ve diğer alanlarda Küresel Kuzey’den faydalanıyoruz. Her iki tarafta da dürüst bir işbirliklerine sahip olmak çok önemli. Alman Afrika Vakfı ve Almanya halkı, Afrika’da pek çok çalışma yapıldığını fark etti. Yeni aşılara, omicron’a uyarlanan aşılara çok fazla destek var. Bu veriler nereden geliyor? Bence bu, Afrika’da gerçek bilimin olduğuna dair gerçek bir kanıt. Ancak daha fazla kaynak, yatırım ve karşılıklı gerçek bir işbirliğiyle çok daha iyi bir noktaya varabiliriz.

Dr. de Oliveira: Afrika’ya karşı çok fazla ayrımcılık olduğunu ve halkın, politikacıların ve hatta bilim insanlarının çoğunun Afrika’nın bilime katkıda bulunabileceğine inanmadığını biliyoruz. Şahsen, Güney Afrika’nın roket, uydu veya GPS üretiminde lider olabileceğini düşünmüyorum, çünkü bu tür şeyler onlarca yıldır Küresel Kuzey’de geliştiriliyor. Ancak bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda Küresel Kuzey’den çok daha fazla deneyime sahibiz. Örneğin Stellenbosch Üniversitesi’ndeki laboratuvarlar, bulaşıcı hastalık patojenlerini incelemek için potansiyel olarak dünyadaki en gelişmiş laboratuvarlardan bazılarıdır.

Özetle, Afrika’nın dünyada bilimde lider olabileceğine inandığım üç alan var: bulaşıcı hastalıklar, insan genomu ve biyolojik çeşitlilik. Tüm dünyayı korumaya yardımcı olabiliriz. Bunun kendi çıkarlarına uygun olduğunu fark etmeleri onları harekete geçirecek bir çağrı olabilir. Örneğimizin de gösterdiği gibi, ülkeler ayrımcılığa uğrayabilir. Sınırlar koyabilirler, çitler örebilirler ama virüsler, bakteriler ve patojenler bunları umursamaz.

 

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Buluşunuz için tekrar tebrikler. Gelecekteki araştırmanız için her şey gönlünüzce olsun ve insanlara bundan bahsettiğiniz için teşekkürler.

Dr. Sikhulile Moyo, Botsvana-Harvard AIDS Enstitüsü Ortaklığı’nda (BHP) laboratuvar yöneticisi ve Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu’nda araştırma görevlisidir. BHP, Botsvana’da HIV/AIDS araştırma, eğitim ve kapasite geliştirme konularında önde gelen ulusal kurumdur. Zimbabve’de doğup büyüyen Moyo, 25 yıl önce Botsvana’ya taşındı ve insan immün yetmezlik virüsü HIV konusunda uzmanlaşarak kariyeri boyunca anneden çocuğa HIV bulaşmasını önleme çalışmalarına bir dizi önemli katkıda bulundu. Ayrıca HIV’den her yıl etkilenen yeni insan sayısının takibinden sorumlu olan Moyo, ilaç direnciyle ilişkili HIV mutasyonları üzerine araştırmalar yürüttü. Botsvana-Harvard AIDS Enstitüsü Ortaklığındaki bilim insanları tarafından yapılan bu çalışma sayesinde, laboratuvarları Corona pandemisinin ardından gerçek zamanlı genom dizilimini başarıyla gerçekleştirdi.

Prof. Tulio de Oliveira, Stellenbosch Üniversitesi Epidemiyoloji Merkezi (CERI) yöneticisidir; KwaZulu-Natal Üniversitesi KwaZulu-Natal Araştırma ve İnovasyon Sıralama Platformunun (KRISP) kurucu ortağı ve yöneticisi; Güney Afrika Genom İzleme Ağı (NGS-SA) yöneticisidir. Brezilya’da doğup büyüyen de Oliveira, KwaZulu-Natal Üniversitesi Nelson Mandela Tıp Fakültesine devam etti ve yüksek lisans ve doktorasını burada tamamladı. Biyoinformatikçi, Güney Afrika’nın önde gelen araştırmacılarından biri olan de Oliveira, Stellenbosch Üniversitesi Veri Bilimi ve Hesaplamalı Düşünme Okulu’nda biyoinformatik profesörü ve KwaZulu-Natal Üniversitesi Sağlık Bilimleri Koleji’nde öğretim görevlisidir.