Neredeyiz?
Doğu Ortaklığı (DO), Avrupa Birliği’nin coğrafi olarak Rusya ile Avrupa Birliği arasında kalan doğudaki komşularıyla- Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Gürcistan, Moldovya ve Ukrayna- olan ilişkilerine odaklanmak ve ilişki düzeyini geliştirmek için on yıl önce Avrupa Komşuluk Politikası’nın bir parçası olarak kuruldu. AB üyesi devletler açısından, 2008 Rusya-Gürcistan savaşına rağmen, Rusya’yı dışarıda bırakan bu yeni politika odağında hemfikir olmak mümkündü. İronik bir biçimde, bu anlaşma, aynı zamanda, Rusya’nın Gürcistan’a yönelik saldırganlığına karşı bir tepki olsa da, AB genellikle, hedef ülkelerle olan ilişkilerinde Rusya faktörünü yıllarca görmezden geldi. Bunun nedeni, üye devletler arasında Rusya ile nasıl uğraşılacağı konusunda yaşanan fikir ayrılığıydı. Bununla birlikte, 2013/2014’deki Yevromaydan[1] olayları, ardından Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki savaş, AB açısından bir gerçeklik kontrolü işlevi gördü. Bu olaylar, Rusya’nın çıkarları ile AB arasındaki karşıtlığı hiç olmadığı kadar açık hale getirdi. Rusya, kendi mahallesindeki bu çatışmaları, (denetimli) istikrarsızlık aracılığıyla bu devletleri kontrol etmenin bir aracı olarak besler ve kullanırken ve bir nüfuz aracı olarak gayrıresmî kurallardan ve yolsuzluktan çıkar elde ederken AB, açık pazarlara, güçlü kurumlara ve hukukun üstünlüğüne sahip istikrarlı ve müreffeh bir mahalle görmek istiyordu. AB halihazırda etkin bir Rusya politikasına sahip olmasa da, Rusya ile olan ilişkilerinde benimsediği beş kılavuz ilke bu gerçekliğin kabulüdür. [1]
DO’nun kuruluşundan 10 yıl sonra, ortaklık pek çok eleştiriye rağmen pek çok başarı elde etti. Bu başarılar, AB’nin üye olmayan üçüncü devletlerle imzaladığı Birlik Anlaşmaları (BA), Gürcistan, Moldovya ve Ukrayna ile yapılan Derinleştirilmiş ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları (Deep and Comprehensive Free Trade Agreements, DCFTA) yanı sıra yine bu üç ülkeye sağlanan vize serbestisi ve Ortak Havacılık Bölgesi Sözleşmesine (Common Aviation Area Agreement) eşlik eden kolaylaştırma anlaşmalarıdır. Bu anlaşmalar, bu üç devlet için reform süreçleri ve AB ile yakınlaşma aşamasında bir kılavuz niteliğindedir. Ayrıca bu anlaşmalar, AB üyesi devletlerle toplumsal alışverişi de artırmıştır, özellikle turizm ve öğrenci değişimi programları alanlarında. Ermenistan, 2017’de AB ile arasındaki ilişkiye çerçeve çizen bir Kapsamlı ve Geliştirilmiş Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması (Comprehensive and Enhanced Partnership and Cooperation, CEPA) imzaladı. CEPA aynı zamanda, demokratikleşme, insan hakları, ekonomik kalkınma, normlar ve standartlar gibi alanlarda kurulacak işbirliği ve modernleştirme çalışmaları için de bir çerçeve teşkil ediyor. AB’nin bu ülkelerin yarısıyla olan ticareti 2009’den beri artıyor; özellikle Ukrayna ve Moldovya ile ama aynı zamanda AB ile Azerbaycan arasında da.
Bununla birlikte, reform süreçlerindeki birtakım başarılara rağmen, bu devletlerin hepsinin de AB normları ve standartlarını benimsemesi çok zaman alacakr. Çıkar gruplarının baskınlğı, yolsuzluk, hukukun üstünlüğünün hayata geçirilememiş olması ve zayıf kurumlar, ilerlemeye sekte vuran unsurlardır. Demokratikleşmeye giden yol, geri dönülemez değildir zira gayrıresmî ilişkiler, resmî kurallara hâlâ baskın çıkıyor. Bahsi geçen kazanımlara rağmen, sürdürülebilir reformlar ve sistemik değişimler önündeki engeller sorun olmaya devam ediyor. Maalesef, bu ülkelerin, Sovyetlerin ve Sovyet sonrası dönemin bıraktığı mirastan nasıl koparılacağına ilişkin fikirlerden yoksunuz. AB üyeliğinin masadaki havuç gibi işlev görmediği dönüşümün bir sonraki aşamasına nasıl geçileceği konusunda yeni fikirlere ihtiyaç var.
Artan Gerçekçilik ve Hayal Kırıklığı
Hem AB hem de DO ülkelerinde gözlemlediğimiz bir husus, her iki tarafta da ilişkiler konusunda giderek artan gerçekçilik ve ayrıca ilişkilerin sınırları konusunda yaşanan hayal kırıklığıdır. AB’ye göre, DO ülkelerindeki reform süreci umulandan çok daha yavaş ilerliyor. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne doğru lineer bir dönüşüm süreci beklentisinin gerçekçi olmadığı ortaya çıktı. Demokratikleşme ve Avrupalılaşmanın karşısında, sürdürülebilir modernleşmeden ziyade çıkar gruplarına, gayrıresmî kurallara ve zayıf kurumlara bel bağlayan alternetifler var. AB, bu ülkeleri reform sürecinde “önde giden” olarak tarif etme konusunda çok temkinli davranmakta çünkü siyasi durum her iki yönde de çok hızlı değişebiliyor (örn, Moldovya ve Ermenistan). DO ülkelerine göre ise, AB üyeliği masada değil ve AB’nin bölgeye verdiği desteğin ve sahip olduğu vizyonun kendi sınırları var. Çoğu DO ülkesinde AB ile entegrasyona ve yakınlaşmaya verilen destek hâlâ çok yüksekken AB vatandaşlarının çoğunluğu DO ülkelerinde üyelik beklentisi yaratmak ya da daha fazla yakınlaşmaktan yana değiller. Her iki tarafta da iç politika ve dışsal çevre değişiyor. Bu durum da ilişkiyi etkiliyor. AB’nin iç krizlerinin yükselen popülizmle birleşmesi, AB’nin cazibesini ve mahallesindeki hareket kabiliyetini etkiliyor.
AB ve DO ülkeleri arasındaki ilişkiler açısından dikkat çekici bir nokta, ortak bir vizyonun olmayışıdır. Yakınlaşma ve reform yapma süreci hâlâ çok teknik bir süreç ama bu politikanın nihai siyasi hedefi belirsizliğini koruyor. “Komşu” statüsünden daha fazlasını isteyen Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkeler, AB’yi BA/DCFTA’ndan sonra ne geleceğini tartıştırmak üzere kulis yapıyor. AB üyesi devletlerin liderleri, sadece AB’nin geleceğine dair bir vizyondan değil, aynı zamanda DO ülkeleri ile mevcut teknik yakınlaşmanın ötesine geçmek için gereken siyasi irade ve görüşlerden de yoksunlar. AB üyesi devletlerin çoğunun pozisyonu status quo’dur. Ama DO ülkelerindeki reformların başarısı, iç ve dış değişimler konusunda AB standartlarının uzun vadeli benimsenmesini ve bunlara bağlılığı gerektiriyor. Bundan başka, AB liderleri, Rusya’nın bu reform sürecinde ortak değil çoğunlukla uzlaşmaz siyasi hedeflere sahip bir rakip olduğunu nihayet anlamış durumdalar.
Değişen Uluslararası Ortam
DO politikasının hayata geçirildiği siyasi ortamda görülen hızlı değişim, şu anda ana eğilimdir. 2008’den ve özellikle Vladimir Putin’in üçüncü başkanlığı dönemi olan 2012’den beri, Rusya giderek saldırganlaştı ve komşularına karşı güç kullanmaya can atar hale geldi. Bunun nedeni, süregelen ekonomik zayıflığı ve sınırlı bir yumuşak güce sahip olmasıdır ama aynı zamanda Batı zayıf ve bölünmüş bir haldeyken askerî güçlerini uzak mesafelere gönderip operasyon yapma olanaklarına sahip olmasıdır da. AB artık Rus elitler için bir modernleşme modeli olmaktan çıktı ve Kremlin AB’nin ne düşündüğünü giderek daha az dikkate alıyor. Türkiye, Çin ve Arap ülkeleri gibi diğer oyuncular, DO bölgesinde daha aktifler ve bölgeye kendi siyasi rol modellerini sunuyorlar. AB, kendi içinde sürekli kriz yaşarken komşuluk politikası da diğer dış oyuncularla giderek daha fazla rekabet içine giriyor. Buna ek olarak, Atlantik ötesi ilişkiler de bir gerileme içinde. NATO hâlâ Batı ülkeleri için birincil güvenlik garantörü ve ABD ile Avrupa devletleri arasındaki temel bağdır. Ancak masraf paylaşımını yeniden belirlemek üzere kimin, ne için ve ne kadar ödeme yapacağına ilişkin yürüyen tartışmaya bakarak, NATO içindeki giderek büyüyen transanlantik çatlağı da gözlemleyebiliriz. Bütün bunlar, liberal demokrasinin basınç altında olduğu ve DO ülkelerindekiler de dahil olmak üzere, otoriter devletlerin giderek etkin hale geldiği zamanlarda daha fazla belirsizliğe yol açıyor. Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkeler için NATO, tek güvenlik garantörü olabillir ama Rusya’nın etki alanı gözönünde bulundurulduğunda, üye devletler arasında üyelik beklentileri konusunda bir fikir birliği yoktur.
Sivil Toplumun Değişen Rolü
Sivil toplumun siyasetteki ve reform sürecindeki rolü değişiyor. Toplumlar, yolsuzluğu, bir kalkınma beklentisinin olmayışını ve reformlar konusundaki durağanlığı kabul etmeye daha az gönüllüler. Çünkü yurttaşlar siyaseti seçimler aracılığıyla değiştiremiyor, memnuniyetsizliklerini ifade etmek için sokağa çıkma iradelerini kullanıyorlar. Geçtiğimiz on yılda tüm DO ülkelerinde görülen protesto hareketlerini gözlemledik−en dikkat çekici olanlar, Ukrayna’daki Onur Devrimi (2013-2014) ve Ermenistan’daki Kadife Devrim (2018).[2] Soveytler Birliği’nin çöküşünden sonra ortaya çıkan ülkelerde yeni bir politikacı ve protestocu nesli yetişiyor. Bu protestocular, gösterileri sosyal ağlar ve diğer dijital iletişim platformları aracılığıyla örgütlüyor. Baskı, bu gelişmeyi geciktirebilir ama durduramaz. AB açısından, bu durum, bu ülkelerde reform sürecini destekleyen müttefikler olduğu ve reform talep etme ve süreci denetleme konusunda çok daha önemli bir rol oynayabilecekleri anlamına geliyor. Brüksel’in geliştirdiği stratejik politikalarında bu sivil aktörleri daha kapsayıcı bir şekilde içermesi ve onlardan elitleri reform sürecine zorlamanın yöntemlerini öğrenmesi gerekiyor.
Başarının Anahtarı olarak Güvenlik
Bu altı devletin önündeki temel bir zorluk, güvenlik durumlarıdır ki bu konu, DO politikasının bir parçası değildir. Rusya, Gürcistan, Moldovya ve Ukrayna topraklarını işgal etmiş ve altı DO ülkesinin beşinde, bölgesel çatışmalara (Ermenistan ve Azerbaycan’da) müdahil olmuş durumda. Sovyetler sonrası devletlerin güvenlik durumlarına meydan okumak ve bölgesel çatışmaları sömürmek Rusya’nın bu ülkeleri kontrol altında tutma politikasının bir parçasıdır. Kamuoyunun (çoğunlukla Rusya tarafından) manüple edilmesi, Batı Avrupa ve ABD’de kullanılmaya başlamadan önce, Sovyetler sonrası ülkelerde keşfedilmiştir. Bu tür bağlantıları görmezden gelmek, Rusya’nın ortak mahallede ve AB’deki istikrarsızlaştırma politikasını yeterince ciddiye almadıkları anlamına geliyor. Rusya’nın ekonomik cazibesi ve yumuşak gücü azalırken, bu ülkeleri etki altına almak için giderek daha çok askerî güç ve hibrid tedbirler uyguluyor. Bu durum, AB’nin farklı bir yaklaşım geliştirmesini ve DO politikasıyla ilgili farklı bir risk analizi yapmasını gerektiriyor.
Sovyetler Sonrası Ülkeler Arasında Giderek Artan Farklılaşma
Bu devletler için hâlâ “Sovyetler sonrası” terimini kullansak da, aralarındaki farklılaşma sürekli olarak artıyor. Her ne kadar ortak bir Sovyet mirasına sahip olsalar ve gayrıresmî kurallar, çıkar grupları, yolsuzluk ve oligarşik yapılar toplum ve siyasetlerinde hâlâ başat bir rol oynasa da, bu altı ülkenin izlediği kalkınma yolu gün geçtikçe değişiyor. Bir zamanlar bu altı ülkeyi birleştiren ortak tarih, farklı ulusal perspektiflerle yorumlanıyor/yeniden yorumlanıyor.[3] Bu durum, 1991’den sonra doğan nesil üzerinde bir etkiye sahip. Rusça hâlâ ortak dil ama genç nesiller arasında artık en yaygın dil değil. Farklı siyasi ve toplumsal sektörlerin ulusallaşmasına tanık olunuyor, bunun sayesinde Türkiye, Çin ve İran gibi AB üyesi olmayan ülkelerle kurulan ilişkiler giderek artan bir rol oynuyor. [4] Sosyal ağlar ve internet, insanların nasıl iletişim kuracağını ve toplumların nasıl örgütleneceğini belirliyor. Dijital topluluk, son zamanlarda Ermenistan'da önemli bir rol oynadıkları Kadife Devrim'de gördüğümüz gibi ekonomilerdeki değişimleri etkileyen ve siyasete meydan okuyan yeni bir aktörü temsil ediyor.
Bu ülkelerden bahsederken “Sovyetler sonrası” ülkeler demek yerine, giderek daha çok Sovyetler sonrası dönem sonrası devletler haline geldiklerini söylemek daha yerinde olacaktır.[5] Farklılaşma, DO politika reformlarının bir unsuru olsa da, AB’nin daha çok belirli sektörlerde (örn., hukukun üstünlüğü, enerji) farklılaşma yaşandığını görmesi gerekiyor. DO içindeki devletleri birleştiren ortak meseleler olmasına rağmen bölgesel bir yaklaşım her zaman uygun değil. Bir Güney Kafkasya ülkesi olan Gürcistan, Ukrayna ya da Moldovya ile Ermenistan ve Azerbaycan’la olandan daha fazla ortaklığa sahip olabilir.[6] Bazı AB üyesi devletler için bölgedeki eğilimleri anlamak konusunda Rusya hâlâ temel referans noktasıdır. Ama bu yanıltıcıdır ve giderek artan farklılaşmayı ve DO devletlerinin Sovyetler sonrası bölgeyi, bir Rus nüfuz alanı olduğu için terk etmedeki çıkarlarını yansıtmaz. Burada DO ülkeleri için ileri sürülen Rusya için de doğrudur: Putin Rusyası Sovyetler Birliği değildir, zira toplum ve elitler değişmekte ve daha çoğulcu hale gelmektedir.
Güney Kafkasya ve DO
Eğer Güney Kafkasya’yı incelersek, izledikleri reform yolu ve AB ile kurdukları ilişki bakımından üç farklı ülkeyi de anlayabiliriz. Gürcistan, AB ile ve transatlantik kurumlarla mümkün olduğunca entegre olmayı amaçlarken Ermenistan daha çok Rusya’ya (ekonomi, güvenlik ve enerji alanında) güvenir, Rusya’nın başını çektiği Avrasya Ekonomik Birliği’nin üyesidir ve aynı zamanda AB ile bir ortaklık ve işbirliği anlaşması imzalamıştır. Azerbaycan’ın ne AB ne de Rusya ile bütünleşmesi menfaatinedir ve bu ülke, farklı oyuncular arasında bir denge politikası izler. AB ile aralarındaki enerji ilişkilerinin ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde Bakü’nün menfaati vardır ama AB müktesabatını kabul etmez ve üyelik perspektifine ilgi göstermez. Bu üç ülke, AB’ye (ve Rusya’ya) yönelik üç farklı yaklaşıma sahiptir ve üçü de AB’ye entegrasyon süreçlerinde üç farklı aşamadadır. Her üçünün de temel güvenlik sorunları vardır; Gürcistan’ın iki ayrı bölgesi (Abhazya ve Güney Osetya) Rusya tarafından işgal edilmiş durumdadır; Ermenistan ile Azerbaycan arasında ise Nagorno (Dağlık) Karabağ çatışması yaşanmaktadır. Rusya ayrıca Ermenistan’ın güvenlik garantörü ve her iki tarafa da silah satan ülke olarak bu çatışmada da çok önemli bir role sahiptir.
AB, bu ülkelerin hiçbirinin beklentilerini karşılamadı ve AB’nin Gürcistan’ın entegrasyon beklentisine yanıt vermemesi hayal kırıklığına yol açtı. Ek olarak, AB’nin Ermenistan’daki sınırlı yatırımları, Azerbaycan’daki çelişkili yarar politikası ve çatışmalar konusunda verdiği sınırlı destek bütün bu ülkeler arasında hayal kırıklığına neden oldu. Her iki tarafın da beklenti yönetimini becerebilmesi daha fazla hayal kırıklığı yaratmamak için elzemdir ama Güney Kafkasya’nın Brüksel için en yüksek öncelik olmadığını anlamak da ayrıca önemlidir. Aynı zamanda, AB, bu bölgenin Asya ile Avrupa, Ortadoğu ile Rusya arasındaki jeopolitik ve jeo-ekonomik çıkarlar için yarışan bir bölge olduğunu anlaması ve burada belirleyici bir rol oynamak istiyorsa daha çok yatırım yapması gerekiyor.
Nereye gidiyoruz?
Öncelikle, eğer AB Güney Kafkasya Bölgesi ile bağını sürdürmek istiyorsa Rusya’nın, kendi DO politikasına en büyük rakip olduğunu ve demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, arabuluculuk ve çatışma çözümü gibi konularda, Rusya ile aynı fikirlere sahip olamayacağını kabul etmesi gerekiyor. Daha net ve daha eşgüdümlü bir Rusya politikası oluşturmak, AB’nin DO politikası açısından çok önemli. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki hegemonyasını kabul etmek bölgeye istikrar kazandırmayacak ve modernleştirmeyecek, ya da gelecekteki askerî çatışmaları engellemeyecek. Sonuç olarak, DO, AB’nin yaşanan çatışmalarla daha fazla alakadar olmasına ve daha kapsamlı bir güvenlik stratejisi geliştirmesine muhtaç. Üstelik önümüzdeki yıllarda, Çin bölgede hem AB hem Rusya’ya daha büyük bir rakip haline gelecek gibi görünüyor.
İkinci olarak, AB’nin güvenlik sağlanmadan dönüşüm ve demokratikleşmenin gerçekleştirilemeyeceğini de görmesi gerekiyor. DO’nun güvenlik alanını da içeren bir ortaklık olmaması ve reformlar ve dönüşüm gibi yumuşak alanlara odaklanıyor olması AB’nin lehinedir. Bunun nedeni, ortaklığın Rusya ile çatışmayı sınırlaması ve AB’yi bölgede çözülmesi için daha çok kaynak gerektirebilecek sert güç çatışmalarının çözümüne dahil etmemesidir. Ayrıca AB, kendisini bir tarafı diğerine tercih etmesini gerektirebilecek bir pozisyonun içinde de bulabilir. Aynı zamanda, güvenlik durumunun kırılganlığı ve Rusya’nın bölgede oynadığı rol nedeniyle her reform ve dönüşüm girişimi engellerle karşılaşabilir. Bu nedenle, DO politikasının bir güvenlik bileşeni gerektirip gerektirmediği ya da güvenlik kurumlarının modernleştirilmesi gibi yumuşak alanlara ve sert güvenlik tehditlerinden ziyade ortak siber tehlikelere vereceği karşılığa odaklanması gerekip gerekmediğini belirlemek için doyurucu bir tartışmaya ihtiyaç vardır. NATO ile bir işbölümü yapmak mümkün müdür? Mümkünse, nasıl olabilir?
Herhangi bir üyelik beklentisi olmadan temel konularda işbirliği ve entegrasyon mümkündür. Bu, dijitalleşme, enerji piyasası, finansal hizmetler, çevre meseleleri ve çalışma standartlarını içerir. Stratejik alanlarda normlar ve standartlara odaklanan bir işbirliği, muhtemelen Rusya ve giderek gelişen Çin rekabetinin ortasında olacaktır. Bu işbirliği, bir BA/DCFTA'ya taraf olan ülkeler için daha uygun olabilir çünkü ortak pazarlar, tarım sektörü ve sosyal standartlar gibi diğer alanlarla bütünleşmeyi derinleştirecektir ama aynı zamanda Ermenistan, Belarus ve Azerbaycan ile ilişkileri de etkileyebilir çünkü daha az politikleşmiş ve kendi ekonomileri ve toplumları için yararlı olan alanlarda bir entegrasyon yaratacaktır.
Sivil toplumu; izleme, kamusal iletişim ve kavramsal girdiler açısından reform sürecine dahil etmek, (Mikheil Saakaşvili yönetimindeki Gürcistan'da olduğu gibi) yukarıdan aşağıya doğru olmayan, toplumla tümleşik ve toplumsal ihtiyaçların belirlediği sürdürülebilir bir reform süreci için son derece önemli. Burada, iş dünyasının da dahil olması yararlı olabilir: Sadece geleneksel sivil topluma (insan hakları) değil değişim ve modernleşmeden çıkarı olan tüm aktörlere odaklanmak gerek.
Altyapının iyileştirilmesi ve AB ile olan bağlar, kalkınmanın yanı sıra ekonomik ve sosyal alışveriş açısından da son derece önemli. Bu politikanın daha da geliştirilmesi ve artırılmış bir bütçe ve stratejik bir vizyonla desteklenmesi gerekiyor. Hazar Denizi ve Karadeniz arasında çok önemli bir bölge olan Güney Kafkasya, Asya, Rusya ve Orta Doğu’yu Avrupa’ya bağlar. Tüm bunlar enerji kaynaklarına erişim, ulaşım, göç ve güvenlik açısından ekonomik ve stratejik öneme sahiptir. Çin'in “Bir Kuşak Bir Yol” Girişimi ile bağlantılandırılabilir ama aynı zamanda Pekin ile rekabet etmeye devam da edebilir.
Tüm bunlar, bizi nihai argümana götürüyor ─ Birlik Anlaşması'ndan sonra, Birlik Anlaşması'nın operasyonel etkisinin ve arzunun artırılmasını ve hedef ülkelerdeki değişen duruma daha esnek bir adaptasyonu kapsayan bir sonraki adıma ihtiyaç vardır. [7] DO ülkelerinden gelen bir geri bildirim süreci önemlidir, özellikle de neyin işe yarayıp neyin yaramadığını daha iyi anlamak için sivil toplumun katılımı. Daha fazla genç ve daha fazla kültür alışverişi memnuniyetle karşılansa da, bu, DO ülkeleri ve AB'nin karşı karşıya olduğu sorunları çözmek için yeterli değil. AB'nin, otoriter oyuncuların bu ülkelerdeki eğilimleri şekillendirmesini önlemek için komşuluk politikasında daha istekli olması gerekiyor. [8]
Bu Yayın Hakkında
Heinrich Boell Vakfı'nın Güney Kafkasya ofisi yıllardır AB-Güney Kafkasya diyaloğu ve AB'nin Doğu Ortaklığı politikası üzerine çalışıyor. DO politikasının uyarlanması ve geliştirilmesi için, özellikle yeni kavramların talep edildiği ve beklenti yönetiminin gerekli olduğu zamanlarda bölgesel bir bakış açısı yararlı olabilir. AB, DO politikasına ilişkin değerlendirmelerine son şeklini veriyor ve 2020'nin ikinci yarısında Almanya’ya geçecek olan AB dönem başkanlığı, daha iddialı bir AB komşuluk politikası geliştirmek için önemli bir araç olabilir. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'dan üç bölge uzmanından son 10 yılın DO politikasını değerlendirmelerini ve nasıl ilerlemek gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmalarını istedik. Önemli bir argüman, sivil toplumun bu üç ülkenin reform sürecinde daha belirleyici bir rol oynayabileceği ve AB politikasında daha belirgin bir rol oynaması gerektiğidir. Tüm zorluklara rağmen, DO politikası bir başarı öyküsüdür ama şimdi, değişen jeopolitik ortama uyum sağlaması ve hedef ülkelerdeki politikanın gerçeklik kontrolünden alınan dersleri daha ciddiye alması gerekmektedir.
[1] Avrupa Parlamentosu Think Tank (2018), The EU’s Russia policy: Five guiding principles, (AB’nin Rusya politkası: Yol gösterici beş ilke) http://www.europarl.europa.eu/thinktank/en/document.html?reference=EPRS….
[2] Karş. Stanislav Secrieru/Sinikukka Saari (editörler) (2019), The Eastern Partnership a decade on. Looking back, thinking ahead (Doğu Ortaklığı 10 yıl sonra. Geriye bakmak, ileriyi düşünmek), Avrupa Birliği Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, Chailliot Papers 153, Temmuz, s. 17, https://www.iss.europa.eu/content/eastern-partnership-decade-looking-ba….
[3] Secrieru/Saari (2019), s.2.
[4] Bertelsmann Stiftung (2018), Antagonism in the EU’s neighborhood #1. The EU, Russia, Turkey, Iran and Saudi Arabia struggle for influence in their common neighborhood (AB'nin mahallesindeki düşmanlık #1. AB, Rusya, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ortak mahallelerinde nüfuz mücadelesi), Bertelsmann Stiftung, https://www.bertelsmann-stiftung.de/en/publications/publication/did/ant….
[5] Karş. Secrieru/Saari (2019), s. 13-16.
[6] Kornely Kakachia, Stefan Meister, Benjamin Fricke (2018), Conclusions, in: Kakachia, Meister, Fricke, Geopolitics and security. A new strategy for the South Caucasus, (Kakachia, Meister, Fricke, Jeopolitik ve güvenlik içinde Sonuçlar: Güney Kafkasya için yeni bir strateji), s. 283-293.
[7] Karş. Stephen Blockmans (2019), The Eastern Partnership at 10. The road to hell is paved with good intentions (10. Yılında Doğu Ortaklığı. Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir) CEPS, 6 Mayıs. https://www.ceps.eu/the-eastern-partnership-at-10/.
[8] Karş. Dipnot 4.
[1] Ukrayna'da 21 Kasım 2013 tarihinde Ukrayna hükümetinin Ukrayna–Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması'nı imzalamayı reddetmesi üzerine Kiev’deki Bağımsızlık Meydanı’nda başlayan protesto hareketi. ç.n.