İnsanlar sürü halinde yaşamayı seven sosyal varlıklardır. Ama daha çok insanın şehirlere göç etmesi demek gezegenin büyük kısmının beton, asfalt ve kaldırımlarla kaplanması demek. Toprak Atlasından bir makale;
İnsanlık tarihinde ilk kez 2007 yılında kentlerde yaşayan nüfus kırsal nüfusu geçti. 2014’te dünya nüfusunun %54’ü kentsel nüfustu. 2050 yılında ise üçte birimiz şehirlerde yaşıyor olacağız. Modern zaman ölçütleriyle antik şehirler oldukça küçük kalıyor. Antik zamanın en büyük şehri Roma’da bile 1. yüzyılda yaşayan insan sayısı yaklaşık 1 milyon civarındaydı. Bu rakam günümüz İngiliz şehri Birmingham ya da Alman şehri Köln kadar. İnsanların çoğu kırsal alanlarda yaşar ve kendi yiyeceğini yetiştirirdi.
Tarımdaki gelişmeler ve 18. yüzyılın sonlarında Batı Avrupa’da yaşanan sanayi devrimi ilk büyük şehirleşme dalgasına yol açtı. Londra 1825 yılında 1.335.000 sakiniyle Pekin’i geçerek dünyanın en büyük şehri unvanına ulaştı. Bundan sadece 75 yıl sonra 1900 yılında Londra nüfusu neredeyse dörde katlanarak 6.500.000’e yükseldi.
Gelişmiş ülkeler ağırlıklı olarak kentsel nüfusa sahip: Japonya’da nüfusun %90’ı kentlerde yaşıyor. Avustralya ve Yeni Zelanda’da %88 olan bu oran Kanada ve ABD’de %80, Avrupa’da ise %73. Bu bölgelerdeki nüfus artış oranları stabil, yani nüfus artış hızı ya çok düşük ya da negatif. Bu sebeple şehirler de düşük bir hızda büyüyor.
Kentsel nüfus artışı 1950’lerde hızlanan gelişmekte olan ülkelerde ise şehirleşme hızı hâlâ yüksek. Çok sayıda insan şehirlere akıyor; bu ikinci şehirleşme dalgası insanlık tarihindeki en büyük göç. Nüfusun %79’u kentlerde yaşayan Latin Amerika ve Karayipler şimdiden kentleşmiş durumda, fakat %38 ile Afrika ve %45 ile Asya hâlâ ağırlıklı olarak kırsal kıtalar. Doğu ve Batı Afrika’da bulunan Brundi, Uganda, Etiyopya, Nijer ve Güney Sudan gibi birkaç ülkede kent nüfusunun oranı %20’nin altında. Papua Yeni Gine’de, Nepal’de ve Sri Lanka’da nüfusun beşte dördünden fazlası kırsal bölgelerde yaşıyor.
Dünyanın kentsel nüfusun dağılımı eşit değil. Çin ve Hindistan dahil olmak üzere sadece birkaç ülke, kent sakinleri nüfusunun yarısından biraz fazlasına ev sahipliği yapıyor. Fakat bu nüfusun büyük bölümü 10 milyonun üstünde nüfusa sahip megakent denilen şehirlerde değil, daha küçük kent merkezlerinde yaşıyor. Eğer küresel popülasyonun tamamı Paris kadar yoğun bir kentte yaşasaydı inşa edilmiş alan sadece İngiltere büyüklüğünde olurdu.
Kentleşme pek çok ekonomik ve toplumsal sorun ortaya çıkarıyor: fakirlik, gecekondu, aşırı kalabalık, kirlilik, kilitlenen ulaşım, işsizlik, suç ve şiddet bunlardan bazıları. Bu, aynı zamanda çevresel bir mesele. Büyüyen kentler, birinci dereceden tarım alanlarına doğru genişliyor, sonuçta birçok şehir bir zamanlar verimli toprakları olması sayesinde tarımın artı değer yaratabildiği yerlerde kurulmuş. Bu gelecekteki gıda güvenliğini de tehdit ediyor. Yayılan şehir yerküreyi beton ve asfaltla kaplıyor, yağmur sularının toprak tarafından emilmesini engelleyerek sellere sebep oluyor. Biyoçeşitliliği yok ediyor ve toprağın karbonu yutmasının önüne geçiyor. Oluşması binlerce yıl alan toprağın dakikalar içinde yok edilmesi mümkün. Dünya çapında kentleşme dakikada iki hektar toprağın kaybedilmesine yol açıyor.
Avrupa’da beton ve asfalt tarafından “mühürlenen” toprak miktarı ekonomik büyümeye bağlı. 1990 ve 2006 yılları arasında mühürlenen alan miktarı %8.8 oranında arttı ve 2006 yılında Avrupa’nın toprak yüzeyinin %2.3’ü o ya da bu türden yapay bir malzemeyle kaplıydı. Almanya’da bu oran %5 ve ülkede hâlâ her gün 77 hektarlık, yani 100 futbol sahasından daha geniş bir alan konut ya da yol yapımı amacıyla mühürlenmeye devam ediyor. Avrupa hükümetleri kullanılan beton miktarını azaltmaya çalışıyor. Fakat Almanya’nın toprak dönüşüm hızını 2020 için hedeflenen günde 30 hektar seviyesine indirmesi pek olası görünmüyor.
Şehirler tasarlanırken toprak kaybı miktarını azaltmak mümkün olmalı. Yeşil şehirler daha kompakt ve yoğun biçimde düşünülmeli; ticari alanlar şehrin sınırlarına yayılmak yerine değişik bölgelerine dağılmalı. Bu büyük alanların döşenmesinin önüne geçer, seyahat mesafelerini kısaltır ve açık kamusal alanlar ve bahçelere daha fazla yer kalmasını sağlayarak ekolojik ayak izini küçültür.
Arazinin doğal, tarımsal ve kentsel alanlarda kullanımı çok değişkenlik göstermektedir. Fakat bu arazilerdeki topraklar, biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri bağlamında çok fazla ortak özelliğe sahiptirler. Karar verme mekanizmaları, karşılaşılan ikilemler ve verilen ödünler şaşırtıcı bir şekilde benzerdir. Kentsel bölgelerde örneğin tarımsal peyzajı tasarlamak için kullanılan mekânsal düzenlemelerin benzerlerini uygulamak gibi aynı sürdürülebilirlik ölçütlerinden yararlanmak mümkün olabilir.
-------------------------------------------
Kaynak bilgisi:
s.34: California Water & Land Use Partnership: Water cycle facts, http://bit.ly/1v8LgPK. s.35: BSD, Cities and Biodiversity Outlook, 2012, s.12, http:// bit.ly/1p9nemW. UN, World Urbanization Prospects, 2014 revizyonu, s.13, http://bit.ly/1p9nemW. EC, Guidelines on best practice to limit, mitigate or compensate soil sealing, 2012, s.55, http://bit.ly/1gPhvig.