Toprak, erkeklerin ve muhafazakârların hayal gücü yoksunluğuna terk edilemeyecek kadar hayati bir kaynak. Toprak Atlasından bir makale;
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2015’te, tarımsal üretim faaliyetlerinin en düşük seviyeye indiği Ocak ayında bile tarımın toplam istihdamdaki payı % 19 idi. TÜİK verilerini doğru kabul edersek tarımda 4.8 milyon kişinin istihdam edildiğini söyleyebiliriz. Bu da tarımın istihdamdaki % 19’luk payı itibariyle, % 6.7’lik inşaattan çok daha önemli bir ekmek kapısı olduğunu ve hatta % 21’lik sanayiyle arasındaki rekabette zorlayıcı gücünü koruduğunu gösterir. Tarımda istihdam edilen kadın ve erkeklerin oranlarına baktığımızda ise istatistiksel düzeyde eşitliğe yakın bir denge olduğunu görürüz: 2 milyon 710 bin erkeğe karşılık 2 milyon 133 bin kadın. Tarımda çalışan erkekler, çalışan tüm erkeklerin % 15.1’ine ve tarımda çalışan kadınlar da çalışan tüm kadınların % 28.2’sine tekabül eder.
Yukarıdaki rakamlar ilk bakışta şöyle bir izlenim verebilir: Türkiye’de tarım kadınlara ve erkeklere dengeli, hatta neredeyse eşit istihdam imkânları yaratıyor; hatta kadın istihdamı için büyük bir fırsat alanı oluşturuyor.
Tahmin edeceğiniz gibi durum hiç de böyle değil. 2011 yılı TÜİK istatistiklerine göre, tarımda ücretsiz çalıştırılan işçilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Tarımda ücretsiz çalıştırılan kadınlar, aynı durumdaki erkeklerden farklı olarak ev ve bakım işlerini de üstleniyorlar. Ve yalnızca bu bilgi bile tarım sektöründe söz sahibi olanların kadınlar olmadığını ortaya koymaya yetiyor. Yani tarım, genel işsizlik manzarasının kamuflaj alanından ibaret. En çok da kadın işsizliğini kamufle ediyor. Örneğin çiftçilik unvanının dağılımı üzerinden bakıldığında, kadınların tarımdaki “resmi” varlığının toprağa ve aileye sarf ettikleri çabayla ters orantılı olduğu görülüyor.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın 2014 yılında derlediği verilere göre Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı kadınların sayısı bölgeden bölgeye ciddi farklılıklar gösteriyor. Bir kadının ÇKS’ye kaydolarak, dahil olduğu hanenin ekonomik kararlarında söz sahibi olmuş sayılmayacağını; bununla birlikte ÇKS’ye kayıt olmak için bir miktar tarımsal arazi üzerinde mülk sahibi, kiracı ya da ortak olarak söz sahibi olması gerektiğini akılda tutarak bakın bu tabloya.
Hane başı arazi miktarının görece küçüldüğü Karadeniz bölgesinde kadın çiftçi sayısının arttığını, tarımsal arazilerin görece daha büyük parçalar halinde kullanıldığı vilayetlerde ise kadınların resmi çiftçilik unvanına daha az sahip olduklarını göreceksiniz. Bu tablo kuzeyde ya da batıda yaşayan çiftçi ailelerin, doğu ve güneydekilerden daha az ataerkil olduklarını söylemiyor. Ama temel coğrafya ve ekonomi bilgisinden yola çıkarak, kuzey ve batıda erkeklerin tarım dışı alanlarla daha fazla meşgul olduklarını, çiftçiliğe vakit ve enerji ayıramadıklarını, dolayısıyla kadınların -hanenin tarımsal desteklerden yararlanabilmesi için- çiftçi unvanı aldıklarını söyleyebiliriz.
Tarımda arazi mülkiyetinin cinsiyetine bakmaksa çiftçi unvanının dağılımına bakmak kadar kolay değil. Bu konuda tarımsal üretimin “fıtratı”ndaki kadın emeği yoğunluğunu inkâr eden ataerkil idare, her nasılsa yasalar modernleştikçe daha büyük bir inatla kurumsallaşıyor. 6537 numaralı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda 2014 yılında yapılan bir değişiklikle tarımsal arazilerin bölünmemesi, dolayısıyla verimliliğin azalmaması için -büyük arazinin yüksek verim anlamına gelmeyebileceği konusunda pek çok araştırma olsa da- toprağın “ehil” mirasçıya verilmesi yolundaki eğilim kurala bağlanmış durumda. Bu düzenlemenin mirasçılar arasında bir anlaşmazlık vuku bulduğunda hakimlerin erkeklerden yana tavır almasını kolaylaştıracağını tahmin etmek zor değil. Aynı kanun, yapılan değişiklikle tarımsal arazilerin tarım dışı kullanıma açılmalarını da bir hayli kolaylaştırıyor. Bu iki önemli değişiklik mevcut siyasi iradenin, ekonomik tercihler söz konusu olduğunda, ne tarımdan ne de kadınlardan yana olduğunu ortaya koyuyor…
Bu iki değişiklik, yine aynı siyasi iradenin muhafazakâr niteliğinin hangi mecralarda hüküm sürdüğünü de gösteriyor: İlki kadının bırakın kamusal alanı, işlediği toprakta ve paydaşı olduğu hanede söz sahibi olmasına dair bir muhafazakârlık. Lakin bu muhafazakârlık tarım arazisinin tarım dışı kullanımının kolaylaştırılması gibi hayli “liberal” sonuçlara da gebe. Zaman Gazetesi’nde, 6 Haziran 2009 tarihinde yayınlanmış bir haberde, verimsiz olduğu için miras dağıtılırken evin kızlarına reva görülen kıyı arazilerinin, turizm sayesinde nasıl değerlendiğini anlatıyor muhabir. Arazisine inşa ettiği otelin geliriyle zenginleşen Neriman Akça mutlu; “Allah’ın adaleti işte böyle olur” diyor. Hayli eski bir öyküdür bu, adı da vardır: “Zengin enişte vakası”. “Zengin bacı” değil, “zengin enişte”. Çünkü kadının toprak üzerindeki mülkiyeti fiili olarak kocasına aittir ve bu durum kardeşleri kıskandırır.
AKP’nin muhafazakâr bir yaklaşımla idare edip “liberal” sonuçlara ulaştığı bir başka mecra da tıpkı arazi gibi işgücünün de tarım dışına çıkmasıdır. Tarımdan kopan ve hizmet sektörüne girebilecek eğitime sahip olmayan erkek, sanayi üretimine ücret skalasının en dibinden dahil olur. Pamuğu, tütünü, pancarı bitiren; zeytini ezen, mısırı gümrük manipülasyonlarıyla yerli çiftçiye haram eden; üzümden günahmışçasına yüz çeviren tarımsal üretim ve destek politikalarının en doğrudan sonuçlarından biri de Soma’da 301 madencinin kurban edildiği iş katliamıdır.
Toprak sahibi olsa da ürünü para etmeyen erkek çiftçi soluğu, iki haftalık sözde eğitimden sonra işbaşı yapacağı madende alır. Ücret azdır ama, kalabalık ailede en az bir kişinin SGK’li olması, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için elzemdir. Erkek toprağın altına, kömür madenine inerken, toprağın üstündeki geçimliğe indirgenmiş üretim faaliyetini de kadına bırakır. Sonra bir cinayete kurban gider erkek. Toprağın üstünde hayır, altında gelecek yoktur artık. Hikâyenin bundan sonrasında, erkeklerini madene kurban veren hanelerde, kadınlar ürünsüzleştirilmiş topraklarında tüm aile için bir gelecek arayacak, sonra da o geleceği oğullarına ve damatlarına hediye edeceklerdir.
Bir ülke siyasetinin ve iktisat idaresinin “toprak ana” oltasıyla, kadını tıpkı toprak gibi bir üretim aracı olarak görme muhafazakârlığından kurtulması için zamanın kâfi olmadığını biliyoruz. Kadın, erkek ve toprak arasına bizzat yerleştirdiği adaletsizlikle beslenen bu muhafazakâr siyaset, kadınların toprağa yönelik taleplerinin artmasıyla kırılabilir ancak. Çünkü böylesi bir talep tarım toprağını tıpkı Yırca’da, Gerze’de ve kadınların öncülük ettiği daha nice mücadele alanında olduğu gibi siyasallaştırır ve onu siyasallaştıranı da özneleştirir. Kadınların toprak talepleri için verdikleri mücadele, bu tarihsel siyasetin ayrıcalıklı kurbanı olan erkeklere de yeni bir şans tanır. Zira, HES’ler, termik santraller, turizm amaçlı doğal kaynak katliamı; kitlesel iş cinayetleri, tarımda ürünsüzleştirme, adaletsiz dağıtım ilişkileri vs. gösterdi ki; toprak erkeklerin ve muhafazakârların hayal gücü yoksunluğuna terk edilemeyecek kadar hayati bir kaynak.
-----------------------------
Kaynak bilgisi:
s.78-79 TÜİK