Politik bir eylem olarak toprak gaspı

Ama benzeri onlarcasının bir replikası olan bu tanıtımın dikkatimizi çekmesinin sebebi, yerleşimin 25 ile 80 yaş aralığında 1200 adet zeytin ağacının peyzaj olarak kullanılacağı bir “Ege köyü” konseptiyle tasarlanmış olduğunun belirtilmesiydi.  Hatta proje tanıtım metinleri “Köy” meydanına projenin sembolü olarak ekilecek olan zeytin ağacının yaşının 400 civarında olduğunu ve 39 bin yıllık bir kültürel mirasın temsilcisi olarak bu ağacın size “merhaba” diyeceğini heyecanlı bir dille müjdeliyordu. Metinden bazı alıntılar yapalım:

Kapısından içeri ilk girdiğiniz andan itibaren kendinizi Ege’de zeytincilikle uğraşılan bir kasabaya gelmiş gibi hissedeceksiniz. Sizi köy meydanına ulaştıracak 50 metre genişliğinde bulvarda ilerlerken, size 80 yaşındaki zeytin ağaçları eşlik edecek. Evinize ulaşana kadar size her an eşlik edecek zeytin ağaçları pek tabii ki bu yerleşimin sakinlerine meyve de verecek. Her yıl düzenlenecek bir şenlikle zeytinler hep beraber hasat edilecek. Bu yerleşimin sakinleri bu zeytinlerden elde edilecek zeytinyağı ve sofralık zeytini yemenin mutluluğunu yaşayacaklar. Bu yerleşim alanında evlerin isimleri de Ege’de zeytinin en iyi yetiştiği yörelerin tarihsel isimlerinden esinlenmiştir. Sardes, Thera, Lagina, Claros, Larisa, Alinda ve Trilye gibi. Tanıtım, “Anadolu topraklarının bize mirası olan bu kültürel değeri, sembolü olarak benimsemiş ve yaşamsal döngüsüne bunu entegre etmiş bu yerleşimde yaşamak istiyorsanız” diyerek davetini yaparak sona eriyor.

Yırca’da 6 binden fazla zeytin ağacının katlinin ardından okuduğumuz bu tanıtım metni kırda ve kentte yaşanan dönüşümün bir resmi gibi. Yüzlerce yıldır, zeytin üreticiliği yaparak geçimini sağlayan, karnını doyuran, çocuklarını okutan, gelecek nesilleri için çalışan binlerce Egeli, Trakyalı, Akdenizli aile artık bir “Ege kasabası”nda tarif edildiği gibi mutlu, keyifli, geleceğini emeğiyle, üretimiyle garanti altına almış şekilde yaşayamıyor. Bunun yerine, şenliklerle hasat edecek zeytini olmadan zeytinlikleri, ormanları, su havzaları, tarım toprakları üzerine kurulmuş madenlerde, fabrikalarda, turizm tesislerinde işçi olarak çalışıp yaşamaya çalışıyor. Tüm bu verimli toprakları, ağaçları ve ormanları birbirinden acımasızca ayırmış, belki de hayatlarında bir gün bile kullanmayacakları otoyolların kenarında kalmış köylerinde “Anadolu’nun bize mirası olan bu kültürel değeri, sembolü” bir masal gibi torunlarına anlatarak.

O halde, öncelikle “toprak ne demek?” diye sormamız elzem. Toprak yaşamlarını onun üzerine kuran insanlar için ne demek, toprağın kullanımıyla ilgili karar veren güç için ne demek? Toprak, üzerinde yaşayan bireylerin, toplulukların kendi arzu ettiği ve üzerinde karar aldığı şekli ile mi kullanılacak, yoksa toprak üzerinde karar veren güç, bu arzu ve toprağın üzerine kurulu bir yaşamı görmeksizin toprağı, sanayi, enerji, yerleşim, endüstriye yönelik üretim gibi çeşitli sebeplerle kendi egemenliğini kurduğu bir alan olarak mı görmekte?

Toprak üzerinde “karar verici” olmakla bir egemenlik kurulurken, o egemenlik aynı zamanda toprağın sahipleri için de toprakta yaşamı yeniden kurgulama muradının bir parçası olmayı ne kadar anlatıyor? Yazının ikinci bölümünde, toprak üzerinde tarif edeceğimiz toprak gaspı kararlarının dayanağı olarak işaret edilen “hukukî” araçlara bakarak “karar verici olma”nın ne demek olduğunu açıklamaya çalışacağız.

Kısaca bazı tanımlar yapmamız, bundan sonraki sözümüzü daha açık edecektir.

“Tarımsal toprak” ne demek?

Birleşmiş Milletler'in Gıda ve Tarım Örgütü’nün, kısaca söyleyecek olursak FAO’nun tanımına göre tarımsal toprak şu alanların toplamından oluşur:

a) tarım yapmaya elverişli topraklar – geçici tarımsal ürünlerin, hayvanların yayılması veya saman elde etme amaçlı ekinlerin bulunduğu geçici çayır alanlar, evlik olarak ekilen alanlar ve geçici olarak (beş yıldan az süreyle) nadasa bırakılmış topraklar.

b) sürekliliği olan ürünlerin bulunduğu topraklar – uzun yıllar yeniden dikimi gerekmeyen uzun dönemli ürünlerin yetiştirildiği topraklar; ağaç ve çalı tipi ağaççıkların altında gül ve yasemin gibi yetiştirilen çiçeklerin yetiştiği alanlar; fidanlıklar (Ormanlar için yetiştirilen fidanlar hariç. Bu fidanlıklar “orman” sınıfında değerlendirilir.)

c) kalıcı otlaklar ve çayırlar – kalıcı olarak (beş yıl veya daha fazla süreyle) otsu yem bitkilerinin yabani (yabani otlaklar veya meralar) veya kültürünün yetiştirildiği topraklar.

FAO’nun tanımında da görüleceği gibi, tarım toprağı sadece üzerinde insana yönelik gıda ürünleri içeren bir alan değil. Yıllarca nadasa bırakılmış, yani ekim, dikim yapılmayan, boşmuş gibi görünen, belli sürelerle işlenmeyen topraklar, otlaklar, meralar ve çayırlar da tarım toprağı.

Toprağın tarımsal olma özelliği ve buna dair yukarıda verilen tanımlamalar, toprağın kullanılması ile oluşan deneyimden bilgi üretilmesi ile oluştu. Tarımsal toprağı tanımlayabilmemiz, sınıflandırabilmemiz, büyük bir emeğin deneyim ve bilgiye dönüşmesinin bir sonucu.  

Toprak gaspı

Tarımsal toprağa yönelik saldırılar dünyaya da yabancı değil. Yüzyıllardır süren bu saldırılar gittikçe de hız kazanmakta. Dünyanın dört bir yanında saldırı altındaki topraklarını korumaya çalışan çiftçiler, köylüler devletten ve şirketlerden şiddet görmekte, toprakları zorla veya zorunlu bırakılarak satın alınmakta, göçe zorlanmakta, mülksüzleşmiş halk sermayenin isteğine ve yönlendirmesine göre ücretli işçi haline dönüşmekte.

Bugün yaşadığımız gasp 1800’lerin son yarısında Afrika’da sömürgeci devletler tarafından yapılan gasptan her ne kadar farklılıklar gösterse de sonuçları benzer: Köylü ve çiftçi ailelerin mülksüzleşmesi, yerinden edilmesi, geçimlik üretimde bulunamaması, kendine yeter gıda üretimi bile yapamaması, ekolojik çevrenin bozulması ve geri dönülemez zararlarla karşı karşıya kalınması, biyoçeşitliliğin azalması, toprak bozulması, kır nüfusunun azalması, zorunlu göç, gıda üretiminde dışarıya bağımlılık, gıda güvenliğinin ortadan kalkması gibi birbirine bağlı birçok sonuç.

Toprak gaspı için tek bir tanım istenirse, uluslararası düzeyde üzerinde anlaşma sağlanmış tek bir tanımı yok. Toprak gaspı, büyük miktarda tarımsal toprağı o toprak üzerinde yaşayan, toprağı işleyen yerel halka öncesinde danışılmadan ve onayları alınmadan ele geçirme eylemi olarak tanımlanabilir. Bu da zamanla o topraklarda daha az sayıda köylü ve çiftçinin tarım yapması, yani toplumun geneli için de gıda güvenliği ve gıdaya erişimin daha az olması anlamına geliyor.

Gasp hangi şekillerde gerçekleşiyor?

Toprak gaspı, kentleşmenin artması, tarım topraklarının, orman alanlarının üzerine doğru genişlemesi, kentleşmenin artması ve tabii yanlış ulaşım politikalarıyla ihtiyaç olarak tanımlanan yolların, havaalanlarının artışı, maden, petrol, gaz gibi aramaların, yenilenebilir veya fosil yakıta dayalı kirli enerji yatırımlarının, su havzalarına, derelerin üzerine, denizleri doldurarak, mera alanlarına, tabiat koruma alanlarına, ormanlara, tarım alanlarına yapılması şeklinde gerçekleşiyor.

Gasp sadece bunlarla da kalmıyor. Bunlara ek olarak verimli tarım topraklarının, su havzalarının üzerine  yüzlerce metrekarelik süpermarketler, gezinti parkları veya golf sahaları inşa ederek de yapılabiliyor. Verimli tarım toprakları üzerinde toplum için gıda üretimi yapmak yerine toprak birleştirmeleri yapılarak sanayiye yönelik agroyakıt veya büyük ölçekte endüstriyel gıda üretimi yapılması için binlerce dönüm tarım alanının kullanılması hem gaspın hem de gaspa bağlı olarak gıda güvenliğinin ve yeterli ve sağlıklı gıdaya erişimin önündeki en büyük engel. Engel olmasının ötesinde, Birleşmiş Milletler Sosyal ve Kültürel Haklar Antlaşması 11. Maddesi uyarınca bireylerin kendi yaşam alanlarında yeterli ve güvenli gıdaya erişim hakkının ihlali.

Neye ihtiyaç, kimin ihtiyacı?

Tam olarak bu noktada, “ihtiyaç” ifadesi yüksek sesle tartışılmayı hak ediyor. Kimin ihtiyacı? İstanbul’da kapıdan ilk girdiği anda kendisini bir Ege kasabasında hissedecek ve kendisini Ege’den sökülerek getirilen zeytinliklerin karşılayacağı kişinin ihtiyacı olabilir mi? Her yıl gerçekleştireceği üretim ile, kârını kat be kat artıracak şirketin kâr ihtiyacı olabilir mi? Yoksa, sağladığı yasal ve finansal teşvikler ile büyüme ve kalkınma politikası sayesinde güç, otorite, egemenlik pekiştiren ve bundan beslenen devletin ihtiyacı mı?

İktidar “ihtiyaç”ı öyle güzel pazarlamakta ki, yanı başınızda kurulan termik santralin, telefonunuzu şarj etmek için, odanızı aaydınlatmak için gerekli olan enerji olduğuna inanabilirsiniz.

“Peki neden gasp” sorusuna yanıtı da galiba bir paragrafta çok kereler kullandığımız “artma” fiilinde bulabiliriz. Büyüme ekonomisine bağlı etkinliklerin sebep olduğu yıkım.

Bu yıkım, büyüme ekonomisinin hayata geçirilmesi kararı ve bu kararın uygulanması için stratejilerin oluşturulması ile başladı. Bir karar almak ve bu kararın uygulanması için strateji oluşturmak, egemenlik meselesidir. Kısacası, tarım toprağı, orman, koruma alanları gibi “dokunulmaz” alanlara dokunmak bir kararın sonucu gerçekleşebilir ve bu karar, egemenliğin parçasıdır. Bu dokunulmaz alanlar üzerinde kullanma, sahiplik, karar verme egemenliği olan insanların bu gücünün devlet tarafından ortadan kaldırılmasıyla önemli bir engel ortadan kalkmakta.

Neoliberal hukuk

Tam da bu noktada karşımıza “kamu gücü”, “kamu yararı” kavramları çıktı ve Devletin “hukuk” yapım aşamasının olmazsa olmazlarından oldu. Devlet, elinde tuttuğu hukuk yapma gücünü, neoliberal politikalarının bir gerek şartı olarak, tarım toprağı üzerinde köylülerin, çiftçilerin egemenliğini, kamu gücü ile kamu yararı adı altında kendi himayesine aldı. Böylece, pratikte, mülkiyet, Devletin şirketler lehine gaspına karşı mücadelede yer edindi.

Bir an Yırcalı bir köylü olduğunuzu düşünün. Zeytinliğiniz üzerinde onyıllara dayanan emeğiniz, bilginiz ve deneyiminiz yok edilerek, toprağınızı nasıl kullanacağınızın karar yetkisi, size bildirilme gereği bile duyulmadan bir kararla sonlandırılıyor. Bu sonlandırma eyleminin uygulayıcısı Devlet ve bu eylemin sonucundan yarar sağlayacak olan ise bir şirket. Hangi gerekçe ile sonlandırma gerçekleştirildi? Tabii ki yine “artan ihtiyaç”. Yırcalı bir köylünün, toprağı ve yaşamını hangi şekilde sürdüreceğiyle ilgili bu sonlandırma işleminin edenleri, eyleyenleri ve faydalanıcılarını teşhir edebildiysek, şimdi bu sonlandırmanın dayanağını, olabilirliğini sağlayan araçlara geçelim.

Hukuk, adalet, ulaşılması mümkün bir bir yer olmaktan çıkmış, toprak üzerinde egemenlik kurmak için araçların yani yasaların tesis edildiği bir alan. Yıkımın, gaspın gerçekleştirilmesinin bir aracı. Biraz daha somutlamak adına, bu araçlara yakından bakalım.

Aşağıda farklı kanunlardaki madde düzenlemelerini yazdık. Aralarındaki farkı bizim için bulur musunuz?

Orman Kanunu         

Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin, baraj, gölet, Devlet’e ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılanmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde (…), Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilir.

Toprak Koruma Kanunu

Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Ancak alternatif alan bulunmaması ve Kurulun uygun görmesi şartıyla, savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar, petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri, enerji piyasası düzenleme kurulu kararı uyarınca, enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımları için izin verilebilir.

Yenilenebilir Enerji Kanunu

Millî park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde, içme ve kullanma suyu koruma alanlarında ilgili Bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir.”

Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı

Gerçek ve tüzel kişilerden gelen öneriler üzerine yeniden değerlendirme çalışmaları başlatılabilir ve daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş koruma veya korunan alanların sınırları değiştirilebilir.

Tasarı, koruma alanlarının işletilmesini kamu üzel tüzel kişilere devrini mümkün kılmaktadır. Bu düzenleme ile koruma alanlarının keyfî devirleri ile işletilmesine olanak sağlanmaktadır.

Toprak gaspına olanak sağlayan yasal düzenlemeler, yukarıda ifade edildiği gibi çeşitli istisna hükümleri ile “yerinden etme” gayesi güdüp şirketler lehine çeşitli ayrıcalıklar oluşturabildiği gibi, bu yasal düzenlemeler bir de daha sinsi ttekniklerle karşımıza çıkabiliyor.

Örneğin, Enerji Piyasası ve Zeytinliklerin Aşılattırılması ve Yabanilerin Islahı Hakkında Kanun tasarısı istisna hükmünden ziyade, güvence altında olan zeytinlik alan tanımını değiştirerek, zeytinliklerin bir yasa maddesi ile fiilen yok edilmesini düzenliyor.

Önemle belirtelim, spesifik alanlar hakkında yapılan hukukî düzenlemeler gibi aynı zamanda, genel olarak uygulanan yasalarda, genel bir uygulama getirmesi sağlanıyor. Yırca ile birlikte aşina olduğumuz Acele Kamulaştırma Kanunu gibi. Savaş ve olağanüstü durum gibi özellikli koşullarda, izlenmesi gerekli usûl, enerji projelerinin olmazsa olmazı.

Hukuk ve devlet politikası

Burada önemli bir konuya dikkat çekmek gerekiyor. Şöyle ki, burada yine “hukuk” ile “devlet politikası” arasında ayrıma ve devlet politikasının nasıl hukuka üstün geldiğine bakmak gerekiyor. Enerji projelerinde acele kamulaştırılma yapılamayacağına ilişkin onlarca yargı kararına rağmen, hükümet sistemli olarak enerji projelerinde acele kamulaştırma kararları almaya devam ediyor. Bu kararlar dava konusu edildiğinde, bir iptal kararı ile karşı karşıya kalıyoruz, ama dava konusu edilmediğinde hukuka aykırı olsa da “kazanılmış” bir hak karşımıza çıkıyor. Açıkçası, hükümet kendi kararları ile fiilî durum oluşturuyor.

Kanunların yanı sıra, bir de işin ikincil mevzuat kısmı, yani Bakanlıklar gibi kamu tüzel kişileri tarafından gerçekleştirilen düzenlemeler mevcut. Bir hukuk devletinde, hukukî belgelerin yapım sürecinde, normlar arasında hiyerarşi vardır. Mevcut durumda var olan ise yönetmeliklerin, kanunlarda düzenlenmesi gerekli konuların düzenlenmesi ile, fiilen yasama organının iradesinin aşılması. Çünkü, yatırımların yasa yapım sürecini bekleyecek zamanı yok. Zaman paradır, kârdır. O halde ilgili bakanlık ilgili yönetmeliği tez zamanda çıkarmalı ve iştah kabartan kolaylıklar, hukuk “piyasasına” servis edilmelidir.

Son dönemde Millî Parklar, Sulak Alanlar Yönetmelikleri ile, kanunlarda yer alan düzenlemeler, belirli yatırımlara tez elden izin tesis etmek amacı ile, koruma alanlarını daraltan hükümler ile değiştirildi.

5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda değişiklik yapılması hakkında yayınlanan yönetmelik, Bakanlıkça kamu yararı bulunması halinde, tarım arazilerinde madencilik faaliyetleri yapılabilmesini sağlıyor.

Görüldüğü üzere, kanunlar ve ikincil düzenlemeler, belirli ortak amaçlar ve belirli kişiler lehine olmak üzere çeşitli ortaklıklar içeriyor. Bu ortaklıklar adeta, toprak gaspı yapan hukukî düzenlemeler için sistematize edilmiş bir tekniği içeriyor. Bu ortaklıklara biraz yakından bakarsak düzenlemelerin tamamı “kamu” diye ifade edilen bir öznenin yararı için gerçekleştiriliyor. Fakat, düzenlemenin somut faydalanıcısı, yatırımları gerçekleştirmesine izin verilen şirketler. Hiç bıkmadan tekrar tekrar soralım:

Kamu yararı kimin yararı?

Bu kanunların madde düzenlemelerinde toprak gaspını yapan güç olarak hukuk yapıcı Devlet bu düzenlemeler ile meşruiyet algısı oluşturmaya çalışıyor. Bu yasal düzenlemelerin, amaç, konu, temel ilkelerine baktığınızda toprağın korunması gibi ulvi saiklerle karşılaştığınızı düşünebilirsiniz. Bunun aklınıza geldiği ve tam olarak “yasalar var, hukuk var” dediğiniz an, bu meşruiyet algısı belirir. Fakat, yukarıda yazılan “istisna” hükümleri, gaspın ta kendisidir. Aslında toprak koruma altındadır, ama devlet istediği ve uygun gördüğü an o korumayı kaldırır, kişilerin toprak üzerinde mevcut herhangi bir hakkını alabilir, o hakkı büyük şirketler lehine yeniden tesis edebilir, o isterse sen bir sabah kalktığında toprağının çevresinde tel örgüler görebilirsin” demenin biraz hukukçasıdır, yasaların istisna hükümleri. 

Toprak gaspı hukukî değil, politik bir meseledir

Toprak gaspı politikasının görünen yüzü olan yasalar, bu yasal düzenlemelere dayalı olarak alınan idarî kararlar, farklı coğrafyalarda, farklı hikâyelerle karşımıza çıkıyor. Yırca’da 6 bin zeytin ağacının kesilmesiydi gasp, Karabiga’da koyların liman, atık depolama alanı olarak projelendirilmesi, Karaburun’da rüzgâr güllerinin yerleşim yerlerine ve tarım alanlarına kurulması, Çukurova havzasının enerji üssüne dönüşmüş olması, Amasya’da birinci sınıf tarım alanının üzerine termik enerji santrali kurulması. Kandıra’da yine birinci derece tarım alanları üzerine Organize Sanayi Bölgesi kurulmak istenmesi veya manda yetiştiriciliğiyle geçinen ve koruma altındaki kumullar ve meralara sahip İstanbul Ağaçlı köyünün 3. Köprü inşaatı için neredeyse  yaşanmaz kılınmış olması ve kumulların neredeyse yok edilmiş olması Enerji Bakanlığı, Bartın’da turizm, orman, tarım dinlemiyor, varsa yoksa “kamu yararı için yatırıma izin verilmesi”.

Yırca köyünde köylüler hep şunu sordular: nasıl olur da kendilerine haber dahi verilmeden, herhangi bir tebliğ yapılmadan, devlet topraklarını kamulaştırabilirdi? Bir gün şirket yetkililerinden biri bu arazi “benim”, devlet kamulaştırdı, istersem sizi 10 dakikada çıkarırım’’ dediğinde, “kamu yararı” adına yapıldığı söylenen idarî işlemin tek faydalanıcısının kâr, sonucunun ise Yırcalıyı yerinden etme olduğu açıkça gözlerimizin önündeydi. Köylüler, ceplerinde tapuları ile geziyor, nereye gidersek hayır senin değil, benim, bak tapum var diyordu. Enerji Bakanlığı’nın, benim dediği toprağını, ona haber dahi vermeden tek bir cümle ile elinden aldığını bilmeden, buna akıl erdirmeden, kafasındaki sorularla:

“Soma Kolin Termik Santrali’nin yapımı amacıyla ekli listede bulundukları yer ile parsel numaraları belirtilen taşınmazların Hazine adına tescil edilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılmasına karar verilmiştir.”

Peki bunca yıkımdan sonra, Sardes, Thera, Lagina, Claros, Larisa, Alinda, Trilye… Gerçek isimlerini söylersek geri gelir mi şenliklerle zeytin hasadı yapılan günler?