Feminizm Kürt bölgelerini fethediyor

Okuma süresi: 1 dakika
Teaser Image Caption
Kamer'in Diyarbakır'daki Kafesi

Tebrikler Nebahat!

Nebahat Akkoç’la ilk kez sıcak bir yaz günü Diyarbakır’da tanıştım. Üstünde pırıl pırıl beyaz bir bluz, parmağında dikkat çeken, güzel bir yüzük vardı. Eski kentin ortasında, tarihi bir kervansaraydaki kafesindeydik. Onunla irtibatı İstanbul Goethe Enstitüsü üzerinden kurmuştum. Kadınlarla ilgili çalıştığını önceden öğreniyordum. Aklıma örgü kursları, komşulara yardım, küçük girişimler gelmişti. Küçük girişimlerin etkisiz olduğunu düşündüğümden değil, ama önyargılarım vardı işte. Anadolu ve feminizm mi? Kadın sığınakları mı? Şiddet gören kadınların kurduğu, kar eden işletmeler mi? Ve bunların hepsi Anadolu’nun en ücra köşelerinde oluyordu, öyle mi? Ailem Türkiye’nin Kürtçe konuşulan dağlık bölgelerinden olmasına rağmen, ülkenin doğusundan batısına doğru yükselen feminist bir hareketin olabileceğine bir türlü inanamıyordum.

Uzun bir konuşma oldu. Nebahat Akkoç bana zaman ayırdı ve sabırla çalışmalarının nasıl başladığını anlattı. Şiddet hakkında, erkeklerin kadınlara nasıl davrandığı hakkında,  örgütlerle yaşadıkları deneyimler hakkında konuştuk. Etrafımızda sözünü ettiğimiz o erkekler oturuyordu.  Nebahat Akkoç’un hayata geçirdiği projelerden biri de bu dünyanın en güzel, en görkemli, en olağanüstü açık hava restoranıydı! Bir tentenin üstünde göze çarpmayacak kadar küçük bir şekilde kadın örgütü Kamer’in adı yazılıydı gerçi, ama işte göze çarpmayacak kadar küçük. Müşterilerin içinde Kamer’in anlamını bilen var mıydı acaba?  İçli köfte ve börek yiyip, nefis kokulu çaylarını içiyordu herkes. Aralarında mor poşusuyla çok şık bir beyefendi de vardı. Ben sürekli şunu düşünüyordum: Bu beyefendi içtiği her çayın, bir kadının daha kocasından ekonomik bağımsızlığını kazanmasına yaradığını bilse, ne düşünürdü acaba?

O ikindi vaktini ve o güzel kafeyi şimdi keyifle anıyorum. Sonra pek çok kez Diyarbakır’a gittim ve o tarihi kervansarayda oturdum. Nebahat Akkoç’ın Heinrich Böll Stiftung’un verdiği Anne-Klein Kadın Ödülünü alacak olması beni çok mutlu etti.

Bu metin 2013 yılının yazında Die Zeit gazetesinin İnternet sayfalarında yayınlanan “Türkiye Günlüğü” yazı dizimin içinde yer aldı. Ve bu yazı Almanya’da şaşkınlık yaratmıştır

Tebrikler Nebahat Abla!

Mely Kıyak

Nebahat Akkoç’un Hasanpaşa Han’ındaki kafesi

Diyarbakır’da Hasanpaşa Han duvarlarının serin gölgesinde çay içen erkekler, bir kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasına, kendi hayatını kendisinin tayin etmesine ve cinsellikten keyif almasına destek sağlamış oluyor. Çünkü burada çay içen herkes feminist hareketin kalbinde buluyor kendini. İşte Nebahat Akkoç’un başını çektiği KAMER hareketi burada, Güneydoğu Anadolu’da, Kürtlerin Dicle Nehri kıyısındaki kalesinde başladı. 

Yaprak dolması ve içli köfte birer mutfak sanatı harikası oldukları için buraya pek çok erkek geliyor. Servis mükemmel. Hasanpaşa Hanı’nı her on beş dakikada bir demlikten yükselen su buharı kaplıyor. Han, deve kervanlarının eski İpek Yolu’na düzülüp, ticaret merkezi Diyarbakır’dan geçtiği ve seyyahların kervansaraylarda mola verdiği 16. yüzyılda inşa edilmiş. Bu arada halk Han’da yaşamını sürdürmeye devam etmiş.

Bu ikindi vakti Han tenha, çünkü Ramazan ayındayız, ama iftardan sonra günde iki bine yakın müşteri geliyor. Sadece şık ve geleneksel kıyafetli erkekler gelmiyor buraya, kadınlar da, aileler de. Kafe kaynıyor. Ama bundan hoşnut olmayanlar da var. İki ay önce birkaç erkek gelip çalışanlara saldırmış, eşyaları tahrip etmiş ve kaçmışlar.

Cinayet, işkence, aşağılama

Yurttaş hakları savunucusu olan her kadının hayatında bir dönüm noktası vardır. Nebahat Akkoç için bu tarih 13 Ocak 1993’tü. Sadece o sabah kocası Zübeyir’le kahvaltı etmemişti. Bir akşam önce geç saatlere kadar konukları vardı. Akkoç yorgundu, hiç yapmadığı bir şeyi yaparak kocasından tek başına kahvaltı etmesini istedi. Zübeyir tek başına kahvaltı etti ve evden çıktı. Akkoç kısa bir süre sonra silah sesleri duydu.

Hükümetin parmağının olduğu Zübeyir Akkoç cinayeti, emekli öğretmen Nebahat Akkoç’un maruz kaldığı şiddetin sadece bir bölümüydü. İnsan hakları, demokrasi ve özgürlükler olduğunda pek çok kişi gibi müdahil olan kocası sık sık cezaevine girmiş, pek çok güçlüğe, aşağılanmalara, işkenceye maruz kalmıştı. Nebahat Akkoç bir kitapta cezaevinde kocalarını ziyaret ettiklerinde dayanmak zorunda kaldıkları çığlıkları ve yine de, bu acı çığlıkları duyduklarına göre onların hala yaşadıklarını düşünüp umutlandıklarını yazıyor. Akkoç’un kendi de kocası öldürüldükten sonra tutuklanmış ve işkence görmüş.

Akkoç şöyle soruyor kendi kendine: Savaşan, tutuklayan, işkence yapan, tecavüz eden, dayak atan, öldüren bu erkekler kim? Savaştaki şiddetle, özel yaşamdaki, ailedeki şiddet arasında bir ilişki var mı? Akkoç devlet örgütünün, sivil toplumun, hatta sokak kültürünün toplumsal cinsiyetlere göre ayrıştığını görüyor. Şiddetin, militarizmin başlangıcı en küçük örgütlenmede, yani insanın kendi ailesinde olduğunu anlıyor.

O bu konuları düşünmeye başladığında bir ankette Türk kadınlarının % 95’inin şiddeti olağan bulduğu ortaya çıkıyor. Sadece geri kalan % 5 şiddetsiz bir yaşamın da mümkün olduğunu düşünüyor.

 

Nebahat Akkoç 1997’de KAMER’i (Kadın Merkezi) kurduğunda, cinsiyet ayrımcılığının, ırkçılığın, milliyetçiliğin olmadığı özgürleşmiş bir toplum hayal ediyor. Ve bunları İstanbul’da ya da İzmir’de değil, günbegün ölümlerin yaşandığı, sokakların sağında ve solundaki ağaçlar gibi sıradanlaştığı bir kentte, Diyarbakır’da hayal ediyor.

Kadınlar şiddetin nerede başladığı öğreniyor

Büyük değişiklikler küçük değişikliklerle başlar. Kadın evde şiddet görüyor. Karşı durma şansı çok küçük. Şöyle düşünüyor: Bugün evi her zamankinden daha iyi temizleyeyim, çocuklara uslu olmalarını tembih edeyim, güzel yemekler hazırlayayım. Kocamın bağırıp çağırmaya nedeni olmasın. Sonra adam eve geliyor, kavga, gerginlik, şiddet. Sonra bir gün KAMER’in varlığından haberdar oluyor. Daha fazla dayanamayıp gidiyor. KAMER’e giden her kadın peşinden ortalama on kadın daha getiriyor.

Sonra bu kadın kursta oturuyor, şiddetin hangi noktada başladığını öğreniyor. Başka kadınlarla canlandırmalarda rol alıyor ve yavaş yavaş kendi durumunu kavrıyor. Kadınlar bir kez dışardan kendilerine bakabildiğinde, benzerlikleri ve paralellikleri görebiliyorlar. Bu noktadan sonra geriye dönüş yok. Kadın, bağımsızlaşması gerektiğini, maddi anlamda da bağımsızlaşması gerektiğini anlıyor. KAMER işte bu düşünceyle restoranlar açıyor. Hasanpaşa Hanı’ndaki restoran 1998’de açılana kadar Diyarbakır’da kadınların sahip olup çalıştırdığı başka tek bir restoran yoktu. Şu anda sadece Diyarbakır’da işletmecileri kadın olan 45 restoran var.

Kürtlerin yaşadığı Diyarbakır, Erzincan ya da Erzurum’daki kadınların hepsi restoran açamadığı için, diğerleri de dikiş dikmeye, ürünlerini kendi dükkanlarında satmaya başlıyorlar. Sonra kumaşları sadece işlemeye değil, dokumaya da karar veriyorlar. Güneydoğu Anadolu’da Antep, Tunceli, Erzincan gibi toplam yedi kentte üretim atölyeleri açılıyor.

Peki anneler çalışırken küçük çocukları nereye gidecek? KAMER çocuk yuvaları açıyor. Buradan Erken Çocukluk Dönemi Eğitiminde Alternatif Yaklaşımlar kitabı doğuyor. Akkoç Tunceli’de bir üniversite açıldığında bir konukevi kuruyor. Bugün Türkiye’nin doğu illerinde 23 KAMER merkezi var. 21 kadın merkezi KAMER’i örnek alarak başka kentlerde açılmış. KAMER artık ülkenin batısındaki modern illerde de biliniyor.

Dernek yerel bazda örgütlendiği için çok başarılı. KAMER kadınları ortak bir dil, yani Kürtçe konuşuyor. Bir kadın aile içi cinayet tehdidi altındaysa, hemen kaçışı örgütleniyor, evraklar temin ediliyor, kadın asla yalnız bırakılmıyor. Kadınlar, “Biliyorsun işte bizde nasıl olduğunu”, dediğinde KAMER dostları aynı çevreden, aynı köyden ya da aynı aileden oldukları için bunun ne anlama geldiğini biliyorlar. Kadınlar polisle ve ücretsiz tedavi hizmeti veren hastanelerle birlikte çalışıyor. KAMER’de iş planı kursları da var. Yani kısacası KAMER kadınlara nasıl güçlü olabileceklerini, kadın haklarının insan hakkı olduğunu öğretiyor.

Peki bu arada erkekler ne yapıyor? Nebahat Alkoç, “Bize gelen kadınlar değişiyor”, diyor, “Ama dayak atan erkek hep aynı kalıyor.” KAMER’e giden kadınlar bu örgütten, savcıdan, polisten, hâkimden destek alıyor. Bu arada evlilikte tecavüz artık cezai bir fiil oldu. Şiddet uygulayan bir erkeğin karısına yaklaşmasına da yasalar izin vermiyor.

Kadınların etki ve hareket alanı artık genişliyor. Yeni araştırmalar geçtiğimiz on yılda bir bilinç dönüşümü yaşandığını gösteriyor. Artık on kadından sekizi evlilikte şiddetin olağan olmadığını düşünüyor. KAMER’den yardım isteyen kadınların onda biri kocasından boşanıyor.

Erkekler aniden daha saygılı oldu

Kadınlar artık ilişkilerini farklı yaşıyor. Kocalarının kendilerine saygı göstermeye başladığını söylüyorlar. Bunda cinselliğin de rolü var. Akkoç, toplumsal barış için sadece kültürel şahsen karar vermesi değil, özgür cinsel iradenin de önemli olduğunu söylüyor. Ancak barışçıl bir evlilikte barışçıl çocuklar, birlikte barışçı bir toplum kuran, kendilerine güvenen kız ve erkek çocuklar yetişiyor.

Akkoç bu yüzden kadınlara klitorisin ne olduğunu, orgazmın nasıl olduğunu açıklıyor. Televizyona çıkan ünlü profesörlerden konferans vermek üzere Diyarbakır’a gelmelerini rica ediyor. Böylece başlarda karılarının özgürleşmesini engellemekte ısrarcı olan erkeklerin, sonra bu tür eğitimlerin en büyük savunucusu olduğuna bile rastlanabiliyor. Hatta karılarına bir sonraki KAMER randevusunu hatırlatan, onları gitmeye ve dikkatlice dinlemeye teşvik edenler de var. Çünkü biliyoruz ki özgürleşen bir klitoristen her zaman iki insan faydalanıyor.

Parlak mor poşularına sarınıp Han’da oturmuş, önüne bakıp gülümseyen erkeklere bakınca insan şu soruyu soruyor kendine: Her şeyden bihaber bir müşteri mi bu, yoksa kadın hareketinin Doğu Anadolu’nun ücra bir köşesindeki bir destekçisi mi? 

Bu yazı Zeit Online, 18. Temmuz 2013 tarihinde yayınlanmıştır.

Çeviri: Dilman Muradoğlu