Nükleer Enerji Masalı

For free

NÜKLEER ENERJİ – ÇIKMAZ SOKAK

Nükleer enerjinin yeniden doğuşu (Nükleer Rönesans) hakkında zaman zaman yapılan açıklamaları izleyen herkes yeni nükleer santralların sayısının muazzam bir hızla ve sürekli olarak artmakta olduğu izlenimini edinebilir. Nitekim, son veriler, çoğu Çin’de diğerleri ise Rusya, Hindistan Güney Kore ve Japonya’da olmak üzere 60’tan fazla santralın inşa halinde olduğunu gösteriyor. ABD’de ise yalnız bir adet inşaat projesinin var olduğu belirtiliyor. Ancak, bu listede (VGB Power Tech) yarıda bırakılmış ve zaman içinde enkaz halini almış birçok eski proje de yer alıyor.

Ayrıca, bugün 2020 yılına kadar tamamlanması öngörülen 160 kadar yeni nükleer santral teklifi var. Bunların 53 adedi Çin’de, 35’i ise ABD’de. Bu ülkeleri Güney Kore ve Rusya izliyor. Avrupa’da ise listenin başında sekiz proje ile İngiltere var. Ardından İtalya, İsviçre, Finlandiya, Romanya ve Litvanya geliyor. Dünyaya yeni nükleer santralları bahşetmek isteyen Fransa ise kendi topraklarında sadece bir adet nükleer santral yapmayı planlıyor. Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmında yeni nükleer santral yapımı için somut planlar yok.

Aslında dünyadaki nükleer santralların sayısı sürekli olarak azalıyor. Halihazırda faal durumda 436 reaktör mevcut. Önümüzdeki 15-20 yılda hizmet dışı kalacak eski tesislerin sayısı yeni açılacaklardan daha fazla. Açıklanan yeni santral kurma niyetlerinin tümünün uygulamaya konulması asla söz konusu olmayacak. Serbest rekabete açılan enerji piyasalarının sayısı arttıkça nükleer enerjinin şansı azalacak.

Yeni tesislerin maliyetleri de korkunç bir hızla yükseliyor. Örneğin, Finlandiya’nın Olkiluoto kentindeki yeni nükleer santralın maliyeti henüz reaktörün dış kabuğu bile ortada yokken 3 milyar avrodan yaklaşık 5 milyar 400 milyon avroya fırladı. Bunun yanı sıra atıkların nasıl doğadan yalıtılacağı ve kullanılan teknolojinin arıza yapmaya oldukça yatkın olması gibi sorunlara da çözüm bulunmuş değil. Günümüzde enerji sektöründe hiçbir özel şirket devlet desteği ve güvencesi olmadan yeni bir nükleer santral inşa etmeyi göze alamaz. Yeni nükleer santralların özellikle devlet ile enerji sektörü arasında “kutsal olmayan ittifak”ların kurulduğu durumlarda yapılabildiği görülüyor.

Şimdiye kadar nükleer santrallar muazzam büyüklükte kamu sübvansiyonlarıyla finanse edildi. Hesapların kabaca 100 milyar avroya ulaştığı Almanya’da, nükleer santrallara gösterilen bu ayrıcalıklı muamele hâlâ devam ediyor. Sonuç olarak, nükleer atıkların son depolama alanına kaldırılması ve nükleer santralların sökülmesi için ayrılan milyarlar, şirketler için bir vergiden kurtulma manevrası anlamına geliyor. Üstelik santral işletmecisinin sorumluluğu 2,5 milyar avrodan ibaret; bu meblâğ, olası orta ölçekteki bir kazanın doğuracağı zararın yanında neredeyse hiç kalır. Bütün faktörler dikkate alındığında nükleer enerjinin pahalı olduğu kadar riskli olduğu da anlaşılır.

Nükleer enerjiye dair alışılagelmiş argümanların yanında yenileri de var. Birincisi; Nükleer silahların yayılma tehlikesi, dünyanın dört bir yanındaki nükleer santralların sayısı ile doğru orantılı olarak artıyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) denetleme çabalarına rağmen nükleer teknolojinin sivil ve askeri maksatlar için kullanımı arasında aşılması imkânsız bir duvar yok. Bunun son örneği; İran. Sonuçta, başkaları tarafından denetlenmek istemeyen birisini kimse zorla denetleyemez. Nükleer enerjinin yaygınlaşmasıyla birlikte nükleer yakıt üretimi için yeniden işleme tesisleri ve hızlı üretken reaktörler kurulması ihtiyacı da artıyor. Bunların her ikisinin de faaliyetleri sonucunda dolanımdaki plütonyum miktarı çoğalıyor. Bu ise nüklere silah yapımında kullanılabilecek bol miktarda bölünebilir malzeme demek, yani bir dehşet senaryosu!

İkincisi; Mevcut nükleer santralların ömrünün uzatılması ve daha da vahimi, yeni tesislerin inşa edilmesi yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişmesine fena halde köstek olacak. Nükleer enerji ile yenilenebilir enerji kaynaklarının birbirini tamamladığı iddiası ise asılsız çünkü bu ikisi sadece az miktardaki sermaye ve enerji nakil hatlarını kapmak için birbirleriyle rekabet halinde olmakla kalmayıp aynı zamanda nükleer tesisler esnekliğe yer vermeyen sürekli çalışma zorunlulukları yüzünden özellikle rüzgâr enerjisinin gelişme potansiyeline darbe vurmaktadır. Şöyle ki; özellikle rüzgârın kuvvetli, tüketimin ise düşük olduğu günlerde rüzgâr enerjisi Almanya’nın enerji talebini büyük ölçüde karşılamaya zaten yetmektedir ama mevcut nükleer santralların (ve kömürle çalışan büyük santralların) üretimleri ekonomik nedenlerle kısa sürede azaltılamadığından, toplamda ortaya çıkan enerji fazlası başka ülkelere zararına ihraç edilmektedir. Yani, sistem saçmalığa çalışıyor.

Neresinden bakarsak bakalım nükleer enerji ne iklim değişikliği sorunun çözümüne mutlak bir katkı yapma potansiyeline sahip ne de enerji arzını garantilemek için gerekli. Gerçek bunların tam tersi. Enerji talebini yüzde 100 oranında karşılama amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesini destekleyenler hem yeni nükleer santralların inşasına hem de eskilerinin ömürlerinin

uzatılmasına karşı çıkmalıdır. Öne sürülen iddialara rağmen nükleer enerji, güneş enerjisi çağına doğru ilerlerken kullanılabilecek bir ara dönem stratejisi olmaya uygun değildir.

Berlin, Ocak 2010

Ralf Fücks Heinrich-Böll-Stiftung Derneği Yönetim Kurulu Eş Başkanı

Kitabın PDF haline yukarıdaki butondan ulaşabilirsiniz.

Product details
Date of Publication
Şubat 2010
Publisher
HBSD
Number of Pages
256
Licence
All rights reserved
Language of publication
Türkçe
ISBN / DOI
978-605-88952-4-9