Editörden
Ancak, kamuoyunda hükümete yönelik iyimserlik ve destekten pek bir şey kalmamış gibi. Görüşmelerde aylar süren tıkanmalar yaşandı, hükümetle Kürt partisi arasında kimin sözünü tutup kimin tutmadığı tartışması patlak verdi; sonuçta, baştaki enerji ve dinamizm kısa sürede tükendi. Sonbaharda açıklanan demokratik reform paketiyse, sürece dair umut vermeyecek kadar az değişim içeriyordu. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın Kasım 2013’te Barzani’yle Diyarbakır’da görüştüğünde “Kürdistan” kelimesini nihayet kullanmaya cesaret ettiğini belirtmek durumundayız.
2013’e damga vuran bir diğer olay, Gezi Parkı’nda başlayıp hızla tüm ülkeye yayılan eylemlerdi. Protestolar topluma ilham ve umut verdi, halkın gücünü ortaya koydu ve hükümetin imajı ciddi yara aldı. Erdoğan, kamuoyuyla bağlantısı kopmuş bir despot konumuna düştü. Hükümetin protestolara yönelik bütün tepkileri, otoriter rejim görüntüsünü güçlendirdi. Polis şiddeti ve hukukî davalar gibi tedbirlerin yanı sıra, hükümet sokakta bir karşı güç oluşturmaya çalıştı ve çoğunluğun temsilcisi olduğunu iddia etti. Bu tavır bir uzlaşma politikasının reddedildiğini net biçimde ortaya koyuyordu. Medya desteğini de arkasını alan rejimin baskıcı karakterinin çıplaklığı, hükümetin istediği etkiyi yaratmadı. Bilakis, kendini tehdit altında hissedenlerin arasındaki bağı güçlendirdi ve tüm kesimlerden eylemciler arasındaki dayanışmayı artırdı.
Hükümet sadece Türkiye ve dünyadaki reformcu imajını yitirmekle kalmadı, Putin’le ve diktatörlükle özdeşleştirilir oldu. Kimisi görüşleri nedeniyle, kimisi alternatifi olmadığından o zamana kadar AKP’yi destekler görünen bazı çevrelerde de rahatsızlık yarattı bu durum. AKP, mevcut alternatiflerden daha iyi olduğu şeklindeki imajını kaybetti. Başka bir deyişle, demokratik reformları temsil eden AKP’dan başka bir muhalefet odağı olmadığı iddiası geçersiz hale geldi.
AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın muhafazakâr politikalar kanalıyla kadınlara eşit haklar sağladığını tekrar tekrar iddia etmesi de, sadece feminist çevrelerde değil, kendini mütedeyyin olarak tanımlayan kadınlar arasında da tepki yarattı. Nüfusun yaklaşık yarısının kadın olduğunu ve kadınların üçte birinin 25-44 yaşlarında olduğunu düşünürsek, AKP hükümetinin genç kadınlara yönelik buyurgan, ahlâkçı söyleminin genç kadın nüfus arasında doğurabileceği huzursuzluğu kavrayabiliriz. Kamu kuruluşlarında başörtüsü takma hakkının sağlanması dahi, AKP’nin arzuladığı kadar büyük bir başarı getirmedi. Bu da, toplumun Kemalist kesimlerinden şiddetli bir protesto gelmemesine bağlanabilir. Böylesi protestolar AKP’ye, muhalefeti toplumun çoğunluğunun çıkarlarını çiğnemekle suçlama fırsatı verebilirdi.
Son olarak, AKP ve Fethullah Gülen hareketi arasındaki artan gerginliğin Türkiye’deki diğer dinî çevrelere de yayılması ihtimali söz konusu. Hükümetin Gülen hareketine sağladığı ayrıcalıkları kamuoyu önünde dile getirmesi, imajına daha da fazla hasar verdi. Gülen hareketi AKP’yi, liderleriyle ilgili sakıncalı kayıtları yayınlamakla tehdit ettiğinde, hükümet de hareketin imajına zarar verecek yayınlarda bulunma tehdidi savurmaktan geri durmadı. Kamuoyu ülkenin “ahlakî otoritesi” olma iddiasındaki taraflar arasındaki bu pinpon maçını yarı şaşkınlık yarı tiksinmeyle izliyor.
2013 biterken, iki temel güç kaynağı olan itibar ve ahlakî otoritesini kaybeden AKP hükümetinin elinde pek az koz var gibi: Kaba kuvvet ve ekonomik güç. İşte bu atmosfer Türkiye’nin önündeki üç seçimin akıbetini belirleyecek: Mart’taki yerel seçimler, 2014 yazındaki cumhurbaşkanlık seçimleri ve 2015’teki genel seçimler.
Dergimizin yayına hazırlarken, 17 Aralık operasyonu gündeme geldi. İddia edilen rüşvet, kara para aklamasının meblağlar vatandaşın başı döndürüyor: 87 milyar dolar kara paranın İran üzerine ülkeye girdiği, bunu örtbas etmek için Halk Bankası Genel müdürüne, Süleyman Aslan’a 4,5 milyon dolar ve 106 milyon TL verildiği söz konusu. AB ilişkilerini yürüten bakan Egemen Bağış’ın sadece 3 milyon TL aldığı, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın ise Bağış kadar “tokgözlü” olmadığı iddia ediliyor: 105 milyon TL, 200 bin Avro ve 5 milyon 425 bin dolar değerinde mücevher ve başka lüks eşyalar... İçişleri Bakanı Muammer Güler ise 1,5 milyon dolarla yetinmiş. Ve unutmayalım, 10 ayda 6,2 milyar Avro çeşitli ülkelerde aklanıyor. Türkiye’nin ticaret açığı ise 2013 Ekim’ine dek 5,358 milyar Avro!
İddiaya göre, rüşvetin toplamı, ki bu rakama bakanlıklarda çalışan çeşitli bürokratlara verilen rüşvet ve susma payları dahil değil, 24 Milyar 595 Milyon 762 Bin TL.
AKP hükümeti bu iddianın “bir komplo” olduğunu ileri sürüyor. Acaba kastettikleri rüşvetçilerin komplosu mu?
Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner
* Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.
Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#7/2014) -
Seçimlere doğru kentsel dönüşüm ve yerel yönetim; Ve çimentoya su verildi
Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği
Yayım yeri İstanbul
Yayım Tarihi Ocak 2014
Sayfa Sayısı 72
ISBN -
Ücretsizdir
Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz
Perspectives 7. sayıyı PDF olarak buradan indirebilirsiniz.
Dosya
Gezi, seçimler ve başka bir siyaset
HDP: imkânlar ve engeller
- Demokrasi ve özgürlükler eksenli bir siyasetin toplumda ilgi odağı oluşturması iki noktaya bağlıdır. CHP’nin Kürt sorununda barışçı çözüme dair bir pozisyon alarak bunu parti tabanında içselleştirecek hamleler yapması. İkincisi, Kürt siyasetinin bugüne kadar ulaşamadığı çevrelerde güven oluşturacak bir siyasî adres inşa edebilmesidir. devamı»
Yerel yönetimlerin özerkliği
- Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı tamamen kabul edilse bile Türkiye’deki bütün beklentileri tam olarak karşılamayacaktır. Her şeyden önce, Kürt hareketinin talepleri ve beklentisi Şart’ın sağlayabileceklerinin çok ötesindedir. Birincisi, Şart önemli ilkeleri getiriyor olsa da bir model önermemektedir. Ayrıca, Kürt hareketinin çeşitli sözcülerinin zaman zaman dile getirdikleri beklentilerin genel olarak Şart’ın getirebileceği özerklik çerçevesinden daha ileride talepler olduğu görülmektedir. devamı»
Kentlerin çılgın dönüşümü, sermayenin rasyonel birikimi
- AKP sözcüleri Gezi Direnişi sırasında sık sık “demokrasi sandıktan ibarettir” önermesini dile getirmişti. Başbakan buna ek olarak, “Bana oy verenler projelerime de oy vermiş sayılır” diyerek el yükseltmişti. Türkiye’nin simgesel açıdan en önemli meydanını 15 gün boyunca devletin tamamen çekildiği bir alan haline getiren direniş karşısında ise gerekirse referandum yaparız diyerek geri adım atmak durumunda kalmışlardı. Önümüzde yerel seçimler var. Ancak, her şeyin merkezden karara bağlandığı, AKP’nin elindeki bir yerel yönetimin hazırladığı planların dahi hiçe sayıldığı bir sistemde yerel seçimlerin anlamı da giderek güdükleşiyor. devamı»
Yerelin zayıflatılması, merkezin tahkimi
- Burada en kritik nokta tüzel kişiliklerini yitirecek kimi köylerin ve beldelerin sahip olduğu taşınmazların değeridir. Zira başta turizmin geliştiği Ege ve Akdeniz gibi bölgeler olmak üzere, büyük kentlerin hinterlandı içerisinde yer alan kimi belde ve köylerin sahip olduğu taşınmazların çok değerli olduğu aşikârdır. Özellikle TOKİ ve kentsel dönüşüm uygulamaları sonucu kamu arsa stoklarının sınırlarına ulaşıldığı bir dönemde ekonomik değeri olan bu arsaların inşaat sektörü odaklı gelişen sermaye kesimine aktarılması söz konusu olabilir. devamı»
Ekoloji
Yavaş Felsefe
Çıralı: Cennette cehennem azabı
- 2000’lerin başında, artık tamamen çarpık bir yerleşime dönen Çıralı’da koruma amaçlı bir imar planı yapılması gündeme gelir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yetkilendirilen bir sivil toplum örgütünün hazırladığı koruma amaçlı imar planı 2000’de tamamlanır, ancak onaylanması 2007 yılını bulur. Bu arada yaşanan gelişmelerin plana dâhil edilmediği iddiası ve başka onlarca gerekçeyle plana itiraz eden Çıralı halkının büyük çoğunluğu planı yargıya taşır. Danıştay planı iptal eder. devamı»
Demokrasi
Bağımsız kriterler merceğinde Demokratikleşme Paketi
Erkek şiddetini önle(ye)meyecek “ŞÖNİM”ler
- Kadına yönelik erkek şiddeti alanında sığınaklara dair politika yapan bağımsız kadın örgütlerinin oluşturduğu Kadın Kurultayı 16 yıldır, şiddete maruz kalan kadınların şiddetle mücadelesinde her kadının kendine özgü ihtiyaç duyduğu desteklerin tespit edilebilmesi için dayanışma merkezlerinin önemini vurgulamıştır. Fakat yeni hukuksal düzenlemeyle sığınakların ŞÖNİM’lere bağlanması ve sığınakların yapısı ve çalışmalarından tutun da hangi kadınların hangi sığınağa yerleştirileceğine ilişkin her türlü politika ve yetkinin ŞÖNİM müdüründe olması da(ya)nışma merkezlerinin şiddet alanındaki işlevini ortadan kaldırmaktan başka bir şeye hizmet etmemektedir. devamı»
Alman siyasi dernekleri Türkiye'nin düşmanı ve şeytanı mı?
- Geriye dönüp Gezi eylemlerine yönelik tepkilere göz attığımda, Başbakan Erdoğan ve başkalarının neden protestoları uluslararası faiz lobisinin işi olarak nitelediğini anlamakta hiçbir güçlük çekmiyorum.2 Doğrudan veya dolaylı olarak Siyonizm karşıtlığı ve Yahudi düşmanlığına başvuran birçok iç içe geçmiş argüman bulabilirsiniz bu bağlamda. Belki de, Yahudi düşmanı ve yabancı düşmanı savlara başvurarak toplumda düşmanlığı körükleyen makalelerin devlet yetkililerinden müsamaha görmesinin ve kovuşturulmamasının bir açıklaması budur. devamı»
Türklüğe övgünün sonu gelebilir mi?
- 1982 Anayasası’nın kabul edilemez olduğu konusunda her parti anlaşıyor gibi gözükse de yapılacak anayasanın ne kadar “yeni” olması gerektiği konusunda ciddi bir anlaşmazlık var doğrusu. Tamam, bu anayasa yerine bir anayasa olacak, ama bu yeni anayasa Türklük ayrıcalıklarının tasfiyesi konusunda nasıl bir yerde duracak? Yerinden yönetim ve özerklik konuları bu anayasada nasıl bir yer tutacak? Anadilinde eğitim, kamu hizmeti alma ve yaşamın her alanında anadilini özgürce kullanma ve geliştirme anayasal güvence altına alınacak mı? LGBT bireylerden Alevilere herhangi bir gerekçeyle ayrımcılığa uğrayan, bedenleri yok edilen, hırpalanan, ruhları zedelenen, onurları kırılan kesimler eşit yurttaşlık haklarına kavuşacaklar mı? Kadın cinayetlerinden eve kapatılmaya, aynı işi yaparken erkeklerden çok daha düşük ücret almaktan siyasetten bir bütün olarak dışlanmaya kadar hayatın birçok alanında kadınlara karşı savaş yürütülen bir toplumda kadınlar eşit yurttaşlar olarak tanımlanarak pozitif ayrımcılık hükümleriyle güçlendirilecek mi? devamı»