Türkiye’de yerel yönetimler yaklaşık 150 yılık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, yerel yönetimlerin özerkliği sorunu, yerel yönetimler ve merkezî yönetim ilişkileri hâlâ güncelliğini korumaktadır. Toplulukların yerel ölçekte kendi kendini yönetme ve yönetebilme hakkı ilk kez kent devletlerinde ortaya çıkmış ve doğrudan yönetimi esas alan kent devleti uzun süre demokrasiyle özdeşleşmiş ve onun simgesi olmuştur.1 Bu yönetimlerin demokrasi olarak nitelenmesi yurttaşların ya da kenttaşların geniş ölçüde siyasal faaliyetlere katılma hakkına sahip olmasından kaynaklanır.2 Bugün de yerel yönetimlerin demokrasi okulları olarak görülmesi yaygın bir anlayıştır.
Yerel düzeydeki bazı sorunların çözümüne ilişkin girişim ve inisiyatifin orada yaşayanlara bırakılarak kendi kendilerini yönetme alışkanlığı ve kültürünü edinme ve geliştirmeleri beklentisi yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi ve özerkleştirilmesinin ardında yatan nedenlerdir.3 Gerçek bir yerel yönetim ve demokrasi olmadan insan haklarının gerçekleştirilemeyeceğini, zira yerel yönetimlerin insan haklarının korunması ve güçlendirilmesinin odak noktası olduğunu kabul etmek gerekir. Yurttaşlara, bireylere en yakın yönetim birimi olarak yerel yönetim insan haklarının korunması ve geliştirilmesini amaçlayan sistemlerin etkinlik kazanmasına önemli katkılar sağlamaktadır.4
Gerçek bir demokrasinin kurulması, işletilmesi ve bunun gereği olarak da insan haklarının güvence altına alınması için Avrupa Konseyi bünyesinde önemli uluslararası antlaşmalar imzalanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Avrupa Sosyal Şartı ve benzeri antlaşmalar aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik sacayağı gibidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi daha çok birinci kuşak insan haklarını hayata geçirmeyi amaçlarken Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı buradaki boşlukları doldurmuş ve seçme, seçilme, katılım gibi siyasal haklara mekân ve yerel toplum boyutunu kazandırmıştır.5
Günümüzde, temsilî demokrasi geçerliliğini önemli ölçüde korumakla birlikte, referandum, halk vetosu, halkın yasama girişimi gibi demokrasi teknikleri de artan şekilde temsilî demokrasiye eklemlenmiştir.6 Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da bu çerçevede değerlendirilebilir. Türkiye bu Şartı 08.05.1991 tarih ve 3723 sayılı yasayla onaylayarak 03.10.1992 tarih ve 2364 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmasıyla yürürlüğe koymuştur.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın varlığından ve Türkiye tarafından kabul edilmesinden önce de yerel yönetim sisteminin bir ölçüde bu Şart’ın kriterlerini karşılamakta olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, Şart’ın kabulüyle yerel yönetimlerin yönetsel ve malî özerkliği ek bir güvenceye kavuşmuş ve Türkiye’nin çekince koymadığı ilkeler iç hukukun parçası haline gelmiştir.
Türkiye’nin çekinceleri
2004’ten itibaren, yasal düzenlemelerle yerel yönetimlerle ilgili bazı ek iyileştirmeler yapılmış, böylece çekince konulan maddeler de önemli ölçüde anlamını yitirmiş, daha doğrusu konulan çekinceler büyük ölçüde gereksiz hale gelmiştir.
Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın yerel yönetimleri doğrudan ilgilendiren konularda olanaklar ölçüsünde onlara danışılması; yasayla düzenlenmiş genel hükümlere aykırı olmamak koşuluyla, yerel ihtiyaçların daha iyi karşılanması amacıyla kendi iç örgütlenmelerini özgürce kararlaştırması; yerel yönetimlerde seçilen kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak iş ve faaliyetlerin kanunla ya da temel hukukî ilkelere göre belirlenmesi; yerel yönetimlerin idarî denetimi konusunda, denetleyen makamın müdahalesi ile korunması istenen kamusal çıkar arasında bir orantının gözetilerek denetim yapılması gibi ilkeleri düzenleyen fıkra ve ilkelerine çekince koymuştur.
Ayrıca, yerel yönetimlere sağlanan malî kaynakların harcamalardaki gerçek artışların karşılanmasına yetecek ölçüde çeşitli ve esnek olması, yerel yönetimlere dağıtılacak kaynakların tahsisi konusunda yerel birimlere danışılması, yerel yönetimlere yapılan hibelerin olabildiğince proje finansmanı koşuluna bağlanmaması ve yerel yönetimlerin görev alanındaki işlerde özgürce kullanılabilmelerine olanak tanınması ilkesini düzenleyen fıkralara da çekince konmuştur.
Türkiye’nin çekince koyduğu madde ve fıkralar arasında, yerel yönetimlerin birliklere ve uluslararası yerel yönetim birliklerine katılma, yasalarda öngörülen şartlarda başka devletlerin yerel yönetimleriyle işbirliği yapma, yetkilerini serbestçe kullanma ve özerk yerel yönetim ilkelerine uygunluğun sağlanması amacıyla yargıya başvurma hakkı ilkeleri de vardır.
Görüldüğü gibi, Türkiye Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın birçok önemli ilke ve fıkrasına çekince koymuştur. Ne var ki, bu çekincelerin çoğu bugün anlamını yitirmiştir. 2004’ten itibaren çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile Şart’a uygun düzenlemeler yapılmıştır.
Bununla birlikte, Avrupa Konseyi Türkiye’de yerel yönetimlerin ve yerel demokrasinin durumunu 1997, 2001, 2005, 2007, 2009 ve 2010 yıllarında denetime tabi tutmuştur. İkisi 2004 sonrasındaki yerel yönetim reformlarından önce, dördü yerel yönetim reformlarından sonra olan bu denetimlerde, Güneydoğu’dan yapılan zorunlu göçlerden yerel yöneticilerin tutuklanmasına, çok-dilli belediyecilik konusunda devletin tutumuna ve yerel yönetimlerin gelirlerine ilişkin yasal düzenlemeler yapılmasındaki gecikmelere kadar çeşitli eleştirilere yer verilmiştir. Eleştirilerden bir diğeriyse yerel yönetim birimi olarak köylerin ihmal edilmiş olmasıdır.7
Yerel demokrasinin geliştirilmesi konusunda önemli bir adım olan 1985 tarihli Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’yla bağlantılı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Katma Protokolü 16. 11. 2009’da imzaya açılmıştır. Ek protokolde esas olarak Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın idarî ve malî özerklik, katılım, hizmette yerellik gibi ilkelerinin uygulanabilirliğinin izlenebilmesi ve yerel yönetimlerin bu yöndeki çalışmalarının desteklenmesi amaçlanmakta, böylece daha katılımcı bir yerel yönetim sistemi umulmaktadır.8 Dolayısıyla, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın ölçütlerini ulaşılacak son nokta olarak değil, asgarî ya da ortalama koşullar olarak görmek gerekir.
Türkiye’de İl Özel İdareleri, Belediye ve Büyükşehir Belediye yönetimlerinde de bazı eksiklikler bulunmakla birlikte, belirlenen ölçütleri sağlama konusunda en olumsuz durumda olan yerel yönetim birimleri köylerdir. Yerel yönetimlerin demokratik ve özerk olmasını sağlayacak ekonomik, kültürel ve toplumsal koşulların kırsal yerleşim yerlerinde yeterince olmadığını söylemek abartılı olmayacaktır. Bununla birlikte, 1924 tarihli 442 sayılı Köy Kanunu’nun günün ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi önemli iyileşmeler sağlayabilir. Yeni Köy Kanunu Taslağı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kriterlerini önemli ölçüde karşılayabilecek, köylerin daha demokratik, etkin ve yerel ihtiyaçlara cevap verebilen bir yönetim birimi olmasına katkı sağlayacaktır.
Gerek uluslararası alanda gerekse ulusal düzeyde yerel demokrasi, yerel toplulukların ve kenttaşların hakları Belediye Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Kabahatler Kanunu, Çevre Kanunu, İmar Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu gibi pek çok yasal düzenleme ve sözleşmeyle belirlenmektedir. Bir dizi uluslararası sözleşme de yerel toplulukların ve kenttaşların haklarının korunması, düzenli ve sağlıklı bir kentleşmenin yaratılması ve bu konularda uluslararası uygulanabilir standartların oluşturulması gibi amaçlarla düzenlenmiştir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Avrupa Kentsel Şartı, Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme, Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi, Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgelerinin Korunması Sözleşmesi ve benzeri düzenlemeler bunlar arasındadır.
Hukukî eksikler, siyasal engeller
Peki, bütün bu düzenlemelere rağmen, acaba yerel demokrasi ve kenttaşların hukuku yeterli düzeyde sağlanabiliyor mu? Sağlanamıyorsa, bunun hangi siyasal, hukukî ve toplumsal nedenleri vardır?
Türkiye’de hukukî alanda bazı boşlukların olduğunu kabul etmek gerekir. Avrupa Kentsel Şartı’nı kabul eden bir belediyemiz hâlâ yok. İç hukukta bazı düzenlemelerin yapılması, yerel demokrasi, kent hukuku ve kentli haklarına ilişkin kapsamlı ve çerçeve bir kanunun çıkarılması, mevzuattaki dağınıklığın giderilmesi bu konuda bazı katkılar sağlayabilir. Ne var ki, bunların yapılması yerel demokrasinin gelişmesini ve kentli haklarının gerçekleşmesini, düzenli ve sağlıklı kentlerin ortaya çıkmasını sağlamak için yeterli olmayacaktır, çünkü sorunun hukukî düzenlemelerin ötesine geçen önemli nedenleri ve boyutları vardır.
Bu nedenlerden biri merkezî yönetimin tutumudur. Merkezî yönetimi elinde tutan iktidarlar öteden beri yerel yönetimleri ve yöneticileri kontrol etmek ve kendi güdümlerinde tutmak için bazı hukukî ve fiilî araç ve mekanizmaları ellerinde bulundurma alışkanlığından bir türlü vazgeçmemektedir. Bu durum iktidarda olmayan partilerin uygulamalarına bakıldığında iktidar olmaları halinde ne yapacakları konusunda benzer ipuçlarını verir. Bunun en yaygın uygulamalarından biri seçim sürecinde yapılan müdahalelerdir. Belediye başkan adaylarını, hatta meclis üye adaylarını siyasî partilerin çoğu zaman demokratik mekanizmaları işleterek belirlememeleri hayli yaygındır. Daha en baştan, bir kenti yönetecek kişilerin kimler olabileceği konusunda yapılan bu tür müdahaleler kenttaşların iradesini ciddi olarak zedelemektedir.
Merkezî yönetimin bir diğer tutumu, yerel yönetimlerin seçim döneminden sonraki dönemde sürekli güdümlü hale getirilmeye çalışılmasıdır. Bu bağlamda, belediyelerin borçlanmasında ve projelerinde aynı kriterler uygulanmamaktadır. Muhalefete mensup bir belediye malî yapısı sağlam olsa da raylı sistem ve benzeri bir kentsel hizmet projesi için hazine onayı alamazken, iktidar partisine mensup bir belediye sorunlu malî yapısına rağmen böyle bir engelle karşılaşmamaktadır. Bu durum bir yandan belediyelerin gerçek performanslarının izlenmesini zorlaştırmakta, bir yandan da gerçekten başarısız olan bazı belediye yönetimlerinin bu başarısızlıklarını muhalif belediye olmalarıyla açıklama yoluna gitmelerine yol açmaktadır. Kent sakinlerinin, yaşadıkları kenti kimlerin yöneteceği konusunda doğru karar vermeleri en temel haklarıdır, bunun da en önemli koşullarından biri seçilmişlerin performansları konusunda doğru değerlendirme yapabilmeleridir. Bu değerlendirme de ancak eşit koşullarda yarışan ya da hizmet üreten kişiler arasında yapılabilir. Merkezî yönetimin bu eşitliği bozma değil, sağlama görevi vardır.
Merkezî yönetimin yerel yönetimleri güdümünde tutma araçlarından bir diğeri muhalif belediyeler üzerinde kurduğu korkutma ve teftiş silahıdır. Burada sorun, merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerindeki gözetim yetkisini ve bunun gerekliliğini kabul etmekle birlikte, bunun bütün belediyelere eşit uygulanmamasıdır. Muhalefet partisinin yönetimde olduğu belediyelere gerekli gereksiz baskın tarzında yapılan teftişler denetimin ötesine geçerek yıldırma ve taciz haline gelmektedir. Böyle bir tutum belediyelerin ve belediye başkanlarının özgün projeler geliştirme ve yaratıcı belediyecilik uygulamaları yapmalarının önünü kesmektedir.
Merkezî yönetim kimi hukukî düzenlemelerle de yerel demokrasinin gelişmesini engellemekte, kenttaşların hukukunu ve özyönetim hakkını çiğnemektedir. On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun bunun örneklerinden biridir. Ordu’nun da bunlara eklenmesiyle bir anda on dört ilin tamamı ve öncekilerle birlikte otuz ilin kırsal ve kentsel coğrafyasının tamamı belediye ve büyükşehir alanı haline geliyor. Bu uygulama on yedi bin civarında köyün tüzel kişiliğini sona erdirirken bin altı yüz kadar belde belediyesini de mahalleye dönüştürüyor. Bir yerel yönetim biriminin orada oturanlara sorulmadan tüzel kişiliklerinin niteliğinin değiştirilmesinin, başka bir yerel yönetim birimine katılmasının Yerel Yönetimler Özerklik Şartına uygun olduğu ya da demokratik bir uygulama olduğu düşünülemez. Bu düzenleme sonucu, birçok ilçe belediyesi kendi hizmet birimlerinin önemli bir bölümünü büyükşehir belediyelerine devretmek zorunda kalacak, yüzlerce kilometre uzaktaki büyükşehirlerden hizmet bekleyecekler. Ölçeğin büyümesi bazı alanlarda hizmet maliyetlerinde belli bir tasarruf sağlayacaksa da kentsel hizmetlerin sunumunda yerel inisiyatifi azaltacaktır. Ayrıca, bu ölçek tasarrufunun ne kadar ve hangi illerde rasyonel olarak gerçekleşeceğinin de bir garantisi yoktur. Benzer bir sorunu bu illerin merkez ilçe belediyesi ya da büyükşehirlerin önceki sınırları içinde oturan kenttaşlar için de söyleyebiliriz. Bir yerleşim biriminin sınırları içine yeni alanların ve nüfusun katılması yine kenttaşların olurunun alınmasını gerektiren önemli bir karardır. Kent sakinleri ödedikleri vergileri yeni katılanlarla paylaşmak zorunda kalacaklar, aldıkları kentsel hizmetlerde nitel ve nicel değişimler olabilecektir. Dolayısıyla, böylesine önemli değişikliklerin kenttaşlara sorulmadan ve onların oluru alınmadan yapılmasının yerel demokrasiye ve kenttaş haklarına uygun olduğu söylenemez.
Yukarıda belirttiğimiz hukukî düzenlemeler kenttaşların haklarını korumaya ilişkin yeterli olsa bile bunların kentli haklarının korunmasında yeterli güvence sağlayamayacağı, bunun her zaman merkezî yönetimlerin gücünün tehdidi altında olabileceğini söyleyebiliriz. Mayıs 2012’de çıkan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun bunun açık bir örneğidir. Yasanın uygulanması için yapılacak planların, yapılaşma faaliyetleriyle ilgili hukukî düzenlemelerin en önemlisi olan 3194 sayılı İmar Kanunu’ndaki kısıtlamalara tabi olamayacağı hükmü getirilmiştir. Buna ek olarak, Orman, Turizm, Kıyı, Boğaziçi, Mera, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı gibi pek çok kanunun ve getirdiği kısıtlamaların, uygulamanın zarurî kılması durumunda uygulanmayacağı öngörülmüştür. Yine bu kanun uyarınca, idarî işlemlere karşı açılabilecek davalarda önemli sınırlamalar getirilmiştir. 1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usûlü Kanunu idarî işlemlere karşı dava açma süresinin başka kanunlarda ayrıca belirtilmesine izin vermişse de genel dava açma süresini altmış gün olarak belirlemiştir. Bu açıdan, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un altmış günlük süreyi otuz güne indirmesi biçimsel anlamda hukuka uygunsa da özü itibariyle hak kullanımını zorlaştırıcı bir nitelik taşımaktadır. Bu da yetmiyormuş gibi, bu davalarda yürütmeyi durdurma kararı verilemeyeceği hükmünün getirilmiş olması açıkça mahkemelerin yetki alanına müdahale, kentlilerin haklarının korunmasını sadece tazminat ödemeye indirgeme anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle, parlamento çoğunluğuna sahip hükümet bir gecede onlarca kanunun getirdiği yasal güvenceleri baypas edebilecek bir yasal düzenleme yapabilmektedir ki, böyle bir ortamda kentin hukukundan, kenttaşların hakkından ve yerel demokrasiden bahsedilemez.
Yerel demokrasiye karşı yerel yönetimler
Yerel demokrasiyi zedeleyen kimi uygulamalar ise bizzat yerel yönetimlerin kendilerinden kaynaklanmaktadır. Belediyelerin çoğu zaman bir istihdam alanı olarak görülmesi önemli bir sorundur. Seçim dönemlerinde adaylar tarafından seçim kampanyasını yürüten yandaşlara verilen vaatlerin yerine getirilmesi, onlara belediyede bir iş sağlanması liyakati gözardı etmektedir. Yerel düzeyde bir yağma sistemini yerleştiren, kenttaşların eşit olarak yerel yönetimlerde yer alma fırsatını engelleyen, kentsel hizmetlerin kalitesini düşüren ve maliyetlerini artıran bu tür uygulamalar yerel demokrasiye ve kenttaş haklarına aykırıdır. Seçimle işbaşına gelen yerel yöneticilerin sadece kendilerine oy verenlerin değil, bütün kenttaşların başkanı ve meclis üyesi olduğunu unutmaması gerekir.
Yerel demokrasinin en önemli göstergelerinden ve kenttaşların temel haklarından biri de kentleriyle, özellikle de kentlerinin geleceğiyle ilgili bilgilere bu konulardaki karar süreçleri tamamlandıktan sonra değil, başlangıcından itibaren ulaşabilmeleridir. Birçok kentte farklı partilerden belediye başkanlarıyla ilgili öteden beri yaygın olarak dile getirilen söylentilerin, özellikle kentsel toprak rantına el koyma, imara açılacak alanlarda önceden arazi satın alma gibi konulardaki kuşkuların giderilebilmesi buna bağlıdır. Aksi halde, bu tür bilgilere ulaşmada avantaj sağlamak amacıyla belediye meclislerinin belli meslek grupları ya da toplumsal kesimlerden gelenlerce doldurulması kaçınılmaz olur. Vatandaşların genel olarak bu tür bilgilere zamanında ulaşamaması nedeniyle, bu bilgilere ulaşabilenler tarafından, çoğu zaman sıradan vatandaşların servetine kapitalizmin değişim mekanizmaları aracılığıyla el konmakta ve kaynak transferi yapılmaktadır.
Kürt hareketinin talep ve beklentileri
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı tamamen kabul edilse bile Türkiye’deki bütün beklentileri tam olarak karşılamayacaktır. Her şeyden önce, Kürt hareketinin talepleri ve beklentisi Şart’ın sağlayabileceklerinin çok ötesindedir. Birincisi, Şart önemli ilkeleri getiriyor olsa da bir model önermemektedir. Ayrıca, Kürt hareketinin çeşitli sözcülerinin zaman zaman dile getirdikleri beklentilerin genel olarak Şart’ın getirebileceği özerklik çerçevesinden daha ileride talepler olduğu görülmektedir. Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan kararlar ve Barış ve Demokrasi Partisi tarafından kurulan Özgür Demokratik Yerel Yönetimler Hareketi etnik ve toprak temelli özerklik anlayışını benimsemediklerini, kültürel farklılıkların özgürce yaşanabildiği yerel bir yapılanma talebini dile getirmektedir. Türkiye’nin 20-25 bölgeye ayrıldığı öneride dışişleri ve savunma gibi bazı hizmetlerin merkezî hükümet tarafından yürütülmesi, buna karşın eğitim, sağlık, kültür, tarım, sanayi, çevre, turizm, gençlik ve spor, sosyal güvenlik gibi pek çok hizmetin yerel birimlerin yetki alanına bırakılması istenmektedir. Emniyet ve adalet hizmetlerinde ise merkezî yönetim ve bölge yönetimleri arasında yapılacak görüşmelerle bir yetki paylaşımına gidilecek; bölgelerin kendi meclisleri olacaktır.
Bu ve benzeri talep ve beklentiler federal yönetimleri çağrıştıran taleplerdir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çizdiği çerçevenin ne böyle bir hedefi amaçladığı söylenebilir, ne de Şart’ı kabul ettiği için üniter yapısını federal yapıyla değiştirmek zorunda kalan bir ülke vardır. Dolayısıyla, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bütünüyle kabul edilip eksiksiz uygulansa bile Kürt hareketinin taleplerini karşılayacağını söylemek zordur.
Sonuç olarak, Türkiye’de 2004’ten sonra yapılan yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uyum konusunda önemli iyileştirmeler sağlamışsa da bu alandaki sorunları sonlandırmamıştır. Zira Türkiye’de yerel yönetimlerin özerkliği sorunu sadece bir mevzuat sorunu değildir. Mevzuatta yapılan değişikliklere rağmen, daha zor olan zihniyet değişikliği gerçekleştirilememektedir. Başta bu mevzuat değişikliğini getiren siyasî iktidar olmak üzere, devletin her şeyi kontrol etme alışkanlığı daha da katılaşarak sürdürülmektedir. Öte yandan, yerel yönetimlere ilişkin her düzenlemeyi üniter devletten uzaklaşma olarak değerlendiren muhalefet de özerk ve etkin bir yerel yönetim sisteminin gelişebileceği toplumsal ortamı zayıflatmaktadır.
1 Pustu, Yusuf, “Yerel Yönetimler ve Demokrasi”, Sayıştay Dergisi, sayı: 57, s. 121-134, 2005, Ankara.
2 Kapani, Münci, Kamu Hürriyetleri, Seçkin Yayınevi, 1993, Ankara.
3 Varol, Muharrem, “Yerel Temsilden Katılıma: Kuram ve Gerçeklik”, Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirileri, s.205-210, TODAİE Yayınları, 2000, Ankara.
4 Ökmen, Mustafa, “Globalleşme–Yerelleşme Dinamikleri ve Bir İnsan Hakkı Olarak Yerel Haklar”, Yerel ve Kentsel Politikalar (Ed. M. Akif Çukurçayır & Ayşe Tekel), s. 11-63, Çizgi Kitabevi, 2003, Konya.
5 Cebe, Mehmet Sinan, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Kapsamında Belediye Yasası ve Büyükşehir Belediye Yasası, Adalet Yayınevi, 2007, Ankara.
6 Kaboğlu, İbrahim Ö., Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayınları, 2005, İstanbul.
7 Keleş, Ruşen, “Ulusaltı Yönetim Birimlerinin Özerkliği Üzerine”, (Yayınlanmak üzere hazırlanmış metin), 2010.
8 Toprak, Zerrin, “Toplumsal Siyasallaşmada Etkili Demokratik – İzlenebilir Yerel Yönetimler ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Katma Protokolü”, 2010.
---------------------------------------------------------------
Hacı Kurt
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. ABD’de The University of Texas at San Antonio’da
kamu yönetimi alanında yüksek lisansını, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktorasını tamamladı. Mersin Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Kentleşme, yerel yönetimler, çevre ve kırsal sorunlar konularında çalışmaktadır.