Çocukluğum beş bin yıllık tarihiyle eşsiz güzelliğe sahip antik Diyarbakır kalesinin bulunduğu Suriçi mahallesinde geçti. Paylaşım ve dayanışma üzerine kuruluydu her şey. O koca duvarların arkasında koca bir aileydik aslında. Yardım etmenin hazzını, yaşlılara odun taşımanın, karda kışta koşuşturarak insanlara el, ayak olmanın ne menem şey olduğunu gördüm. Bencillikten uzaktık. “Yardım etmek en temel insanî özelliktir” pratiği içinde büyüdüm. Karşılıksız yardım etmenin, gam ve acı emen, keder azaltan olmanın keyfini beş bin yıllık şehrin surlarından ve 34 medeniyetin adımladığı sokaklarından aldığım güçle yapıyor, yaşıyordum. Kalenin giriş kapısında elimizde tahta kılıçlarla bekliyorduk. Elimde yemek tabakları komşulara koşturduğumu hatırlarım. Parasızdık. Ama çok mutluyduk. Roma İmparatorluğu’nun doğudaki son kalesi olan Amed kalesini koruyan son şövalyesi ruhuyla büyürken öğrendiğim paylaşmaktı, dayanışmaktı.
Daha sonra, uçsuz bucaksız üzüm bağlarının uzandığı, Bağlar semtine taşındık. Orada okudum, tren raylarının altından okula korkarak gidip geldim. Liseyi 1985’te bitirdim. Sekiz kardeşle tek odalı bir evde büyüdüm. Diyarbakır’ın bana dar geldiğini hissettiğimde üniversite sınavlarında ilk tercihim olan İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştım. 1990’da hayatımda ilk defa denizi gördüğümde büyülenmiştim. Yoğun politik ortam, şehrin keşmekeşi, kim kimeliği beni sersemletti. Üç yıl okuyamadım. Dolandım durdum. Kendimi arıyordum aslında. Ben orada değildim. Hayallerimde yoktu o sokaklarda.
Doğunun çağrısı
Bilim dergileri ilk insanın Kenya’da Rift vadisinden, medeniyetin ise doğuda Mezopotomya’dan dünyaya dağıldığı söyler. Giderken aklı hep doğuda kalmıştır. Ondandır ki, insanoğlu gittiği yerde huzur bulmamıştır. İnsanlığın sırrı, gizemi, sakladığı her şeyi doğudadır. İnsan kendisini görmek, tanımak isterse doğuya, yani kendisine dönmesi gerekir. Doğu insanı hep çağırır, durur. Bazı kulaklar bunu duyar, hisseder gidip görür, bazısı duymaz hissetmez. Makedonyalı İskender, 21 yaşındayken o sesi bir sabah kulağında duyup doğuya gitmiş, tüm Asya’yı fethedip o sesi arayıp durmuş, nihayet o sesin peşinde 34 yaşındayken orada, doğuda ölmüş.
İstanbul’a gittiğim andan itibaren doğu beni hep çağırdı. Ben de içimde peyda olan sesi dinledim ve doğuya, kendimi arayıp bulmak için doğduğum, çocukluğumun geçtiği nice kralların, nice imparatorların, nice padişahların, nice şahların, nice emirlerin içinde fethetme isteği uyandıran antik şehre, Diyarbakır’ıma geri dönmeye karar verdim. Dicle Hukuk Fakültesi’ne düşey geçiş yapıp 1996’da mezun oldum, 1997’de avukatlığa başladım. Mesleği icra ederken insanlara nasıl yardım edeceğimi düşündüm durdum.
İtalyan gazeteci ve müstakbel başbakan
1998’de İtalyan gazeteci Dino Frisüllo Diyarbakır Newroz’una gözlemci olarak gelmiş, dağılma sırasında zafer işareti yapan bir çocuğu polis döverken araya girip çocuğu dövmesine izin vermediğinden dolayı da tutuklanmıştı. Tesadüf, o zamanlarda İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan da Siirt’te okuduğu bir şiir yüzünden aynı mahkemede Diyarbakır 3. No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanıyordu. Sayın Erdoğan ceza aldı. Ben o sırada Roma’ya gittim. Tahta kılıçla kapısını koruduğum son kalenin merkezindeydim. İtalya parlamentosunda ve Roma Belediyesi’nde çok sayıda gazeteciye yaptığım konuşmada yargılamanın yakında yapılacağını, fakat bir hafta kadar önce İBB Başkanı’nın okuduğu bir şiir yüzünden ceza aldığını, şiir okumanın düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekirken cezalandırılmanın ne kadar yanlış olduğunu eleştiren çok sayıda demecim oldu. Bu demeçler, İtalyan gazetelerinin arşivlerinde bulunabilir.
İHD adlı insanlık okulu
2000’de okuldan tanıştığım arkadaşım Osman Baydemir beni çağırıp uzun süredir kapalı olan İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) yeniden açılacağını, Diyarbakır Şubesi’nin yönetimine girmem için üyelik formunu önüme koydu. Tereddütsüz doldurup imzaladım. Osman Baydemir başkan oldu. Yönetim kurulu üyeleri ise Selahattin Demirtaş, Reyhan Yalçındağ, Ayla Akat, Meral Danış Beştaş ben ve birkaç arkadaştık. Kale önünde tahta kılıçla beklediğim günlere dönüyorum yine. O günden sonra doğudan beni çağıran sesin peşindeydim. İnsanlara hâlâ nasıl yardım edeceğimi, nerede olacağımı netleştirememenin karmaşasıyla sadece koşturuyordum. Zamanla yoğruldum. İHD’de çok şey öğrendim. Dünyanın en onurlu, saygın kurumlarından biri olan İHD ailesinin bir üyesi olmanın keyfi, hazzı, onuru bana ve çocuklarıma onlarca asır yeter diye düşünüyorum. İHD benim için bir okul gibiydi, kendimi, insan olduğumu orada gördüm.
2001’de çok sevdiğim sevgili Burçin’le evlendim. Bir yıl sonra dünya tatlısı oğlumuz Robin doğdu. Bu arada yazıyordum. Yazmak benim için arınmak gibiydi. Oturup saatlerce yazmak istiyordum. 2004’te ilk öykü kitabım çıktı. 2005’de Büyükşehir Belediye Başkanı olan Sayın Osman Baydemir’e Sosyal Hizmetler biriminde danışmanlık yaptım. 2006’da kitabımın ikinci baskısı yapıldı. Biz insanlar, hayattan ne beklediğimizi tam bilmeden arayışlar içindeyiz. Hayatı anlamlı hale getirmenin telaşıyla koşup duruyoruz, ondan yanlış sapaklara sapıp durduğumuzun farkında değiliz. Sakinleşmeliyiz, basitleşmeli, sadeleştirmeliyiz öncelikleri ve beklentilerimizi ortaya koymalıyız. Hayat büyük hırslar için çok kısa. İnsan dünya nimetlerinden uzaklaşmadan dünyayı anlamıyor. Eski düşünürler, dervişler çile mağaralarına neden çekiliyordu şimdi anladım. Her şeyden uzaklaşınca dünya gözün kapanıyor, gönül gözün açılıyor. O zaman hayatı nasıl yanlış yaşadığının farkına varıyorsun. Ben cezaevinden sonra hayatımı gözden geçirip “Ben kimim, nerede olmalı, nerede durmalıyım?” diye sorarak başladım. Bu arada 2007’de Rober doğdu. Çok sevindik.
“Mağdur kimliğini” esas almak
Çocukluğumun bana öğrettiği yardımlaşmayı hayata geçirmenin arayışı içindeyken 8 Mayıs 2008’de İHD Diyarbakır Şube başkanı, Kasım’da ise İHD Genel Başkan Yardımcısı oldum. Hayatımın en güzel, hareketli, üretken yıllarını hep İHD’de geçirdim. Bu arada eşimi, çocuklarımı, mesleğimi, yazmayı, dostlarımı, ailemi ihmâl ettiğimin farkında değildim. Çocukluğumda ve gençliğimde insanlara yardım etmenin hazzını yaşamış biri olarak doğru yerde olduğumu hissediyordum. Derneğe gelen herkese ayırımsız yardım ettim. Siyasal görüşüne, tercihine, etnik kimliğine, Muhafazakâr-seküler, Kürt-Türk, fakir-zengin, solcu-sağcı olduğuna bakmadan ve sormadan herkese “mağdur kimliğini” esas alarak yardım ettim, kapımızı, yüreğimizi açtım. İHD’de hiç atalete düşmedim, ilkeli ve dik durdum. Hiçbir işimi ikircikli yapmadım.
Tüm açıklamalarımızda Kürt meselesinin aynı zamanda bir demokrasi ve insan hakları meselesi olduğunu, 200 yıldır çözülemeyip hep konsolide edildiğini, son otuz yılda asayiş ve güvenlik bakış açısıyla, gözaltında kaybettirmeyle ve yaşadıkları yerleşim yerlerini yakıp yıkarak ve zorla göç ettirmeyle, baskıyla, faili meçhul cinayetlerle korku yayarak çözülmeye çalışıldığını, sorunun çözümünün empatiyle, bir arada yaşama kültürünü birbirine saygı duyarak geliştirilmesi gerektiğini, 2002’den sonra önemli bir değişimin, dönüşümün başladığını, cesur adımların atıldığı ama yeterli olmadığını söyledim. Bazı olumsuz uygulamaları eleştirdim. Gözaltı birimlerinde işkencenin azaldığını ifade ettim. Toplumsal olaylarda güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımını eleştirdim.
Davet edildiğim İngiltere, İsveç, Belçika parlamentolarında, BM’nin Cenevre’deki binasından, insan hakları ve Kürt meselesiyle ilgili görüşlerimi, çözüme dair önerilerimi açıkladım. Yurt içinde ve yurt dışındaki tüm açıklamalarım, demeçlerim onlarca polis kamerası tarafından izleniyordu. Fakat 2008-2009’da üç yüze yakın basın açıklaması, radyo, TV vb. konuşmalarımdan dolayı hakkımda tek soruşturma ve dava açılmadı. 2009’da Diyarbakır’a gelen Sayın Beşir Atalay ile daha sonra gelen Sayın Bülent Arınç ile demokratik açılım süreci ile ilgili görüştüm. AK Parti Hükümetinin 2007’de başlattığı Demokratik Çözüm veya barış ve kardeşlik sürecini bölgeden sorumlu İHD genel başkan yardımcısı olarak desteklediğimizi örgütlü olduğumuz 16 ildeki İHD şubelerindeki veri, bilgi belgeleri Barış Süreci’ne katkı olarak sunmaya hazır olduğumuzu ilettim. Hükümetin Barış Süreci’ne katkı sunmam için beni çağırmalarını beklerken 24 Aralık 2009’da sabah 5’te polis kapımı çaldı. İnsanlarla yüksek sesle konuşmayı zûl sayarken, silahlı örgüte üye olduğum iddiasıyla tutuklandım. Etnik meseleler uzun erimli çözümü gerektirir, üç beş günde çözülmez. Ama soğuk savaş dönemlerinde olduğu gibi, muhalif ve barış yanlıların uzun yıllar tutuklanması gibi primitif yöntemlerle de çözülmez.
Sur içindeki çocukluğumdan beridir insanlara severek ve isteyerek yardım etmeyi kendime ilke edindim, herkes için adaleti, barışı ve eşitliği savundum. Haksızlığa karşı durdum. 1998’de Roma’da çok sayıda görüşmelerimde Sayın Erdoğan’ın okuduğu şiirden dolayı ceza almasını nasıl eleştirip onu savunduysam, daha sonra Almanya’da, İngiltere’de, Belçika’da, İsveç’te, BM’de tüm konuşmalarımda bilgiye, belgeye dayalı olarak Türkiye’deki olumlu gelişmeleri de, olumsuz insan hakları örneklerini de açıklayarak sorunların asla şiddet yoluyla çözüme kavuşturulamayacağını vurguladım. 2009’dan 2012’ye kadar Türkiye’de 19 bin insan Türk Ceza Kanunu (TCK) 314/2’den silahlı örgüte üye oldukları bahisle ceza aldı. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) adında her yere çekilebilen, herkesi içine alabilen bir yasayla herkes her an yasa dışı örgüt üyesi olabiliyor. Bir anda beş bin kişi (Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) mensubu siyasetçi, belediye başkanı, gazeteci) sadece siyaset yaptığı için tutuklandı. Dört-beş yıldır da cezaevlerinde. Ben TCK 314/2’den dolayı gizli tanık beyanıyla beş kıştır cezaevindeyim.
Ruhsal detoks
Türkiye’de ilk defa bir insan hakları savunucusu hak savunuculuğundan dolayı dört yıldır tutuklu. Bir inziva yeri olan cezaevi, sabrı, hoşgörüyü, insan-ı kâmil olmayı öğretiyor. Dört yılda adeta ruhsal detoks yaptım. Burada dezavantajı avantaja çevirmeye karar verip okuyup derin derin düşündüm, makaleler ve ötekileştirme üzerine bir tarihî roman yazdım, İngilizce çalıştım. Zindan koşulları büyük toplumsal meseleleri olanlar için yaman bir öğreticidir. Cezaevinde, dışarıda yanlış yaşadığımızın, kapitalist sistemin çarkını döndürmek için koşturduğumuzun, o ceberut sistemi besleyip büyüttüğümüzün, kendimizden, özümüzden, canımızdan çok sevdiğimiz eşimizden, çocuklarımızdan, ailelerimizden, köklü ritüel ve değerlerimizden uzaklaştığımızın farkında olmadan yaşadığımızı gördüm.
İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar” der Hz. Muhammed. Kapitalist sistemin insanı uyuttuğunu, her şeyi tüketen bir nesneye dönüştürdüğünü, kendimize, en yakınlarımıza yabancılaştığımızı burada gördüm. Bizi doğadan, doğal yaşamdan, samimiyetten, içtenlikten uzaklaştırdığını cezaevinde gördüm. Her şeyin özünden uzaklaştığımın, kadim zamanların masalsı ülkesinde yaşadığımın hayatın bizlere sunulmuş bir lütuf olduğunun farkına cezaevinde vardım.
2012’de Uluslararası 17. Ludoviç Trarieux İnsan Hakları ödülü bana verildiğinde, 2013’de 5. Uluslararası Hrant Dink ödülünü alan elleri öpülesi Cumartesi Anneleri’nin ödülü bana ithaf ettiklerinde ne kadar anlamlı ve dolu dolu yaşadığımı hissettim. Haberi cezaevinde duyduğumda, Sur içinde yardım ettiğim yaşlıların tebessümünü gördüm, dağ başlarında ellerimle kazıdığım yüzlerce mezardan çıkan insan kemiklerine yapışmış yanık giysilerinin kesif kokusunu, hayır duası eden gözü yaşlı annelerinin çaresiz bakışlarını, gidebilecek hiçbir yeri olmayan biçare insanların sesindeki kırıklığı ve onlara uzattığımız ellerimize düşen titreyen ellerini, yüreğimize dolan kederlerini, öğle yemeğinde onlarla paylaştığımız makarnanın ziyafet sofrasına nasıl dönüştüğünü, mayınlı dağlarda gezinirken duyduğumuz korkuyu, sınıra yakın bölgelerde yakılan köylerdeki insanların yanan hayallerini gördüm.
İHD’li olmakla, hak savunucusu olmakla ne kadar doğru yolda olduğumu, insanlık adına yapılan hiçbir yardımın göz ardı edilmediğini anladım. Dolan gözlerimi gizlemek için havalandırmaya kaçtım, yedi sekiz metre olan soğuk havalandırma duvarlarına, demir kapılara, asker kulelerinde çalınan düdüklere, rüzgâr gülü gibi tel örgülere takılan naylon poşetlerin çıkardığı hışırtıya, mazgallara, sayımlara, ayda bir eşime çocuklarıma ancak dokunabildiğim görüşlere giderken yapılan üst aramalarına, unutan, aramayan dostlara, susan dünyaya aldırmadım, saldım gözyaşlarımı rüzgâra.
“Büyük Türkiye” fotoğrafı
Kürt meselesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin en aslî sorunudur. Meselenin çözümü 40 milyona varan Kürt halkını kucaklamayla olur. 1071’de, 1514’de, 1919’daki üç büyük Kürt-Türk birlikteliği yaşandı. Şimdi dördüncü ve en büyük birlikteliği oluşturma ve yüceltme zamanıdır. Hükümetin ve Kürt siyasetinin çözümde kararlı olması çok sevindirici, ama karşılıklı güvenin tesisi için somut adımlara ihtiyaç var. Mesela, cezaevlerinde acilen öncelikle hasta olan tutuklular, yaşlılar, on beş yirmi yıldır içerde olanların bırakılması, daha sonrada dört-beş yıldır tutuklu olan siyasetçilerin bırakılması karşılıklı güveni tesis edecektir. Büyük Türkiye fotoğrafı hayali uzak değil. Bu fotoğraf; Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Asurîler, Lazlar, Yezidiler, Aleviler, Romanlar, farklı cinsel yönelimi olanlar, tüm ötekiler onay ve kabul gördüğünde, ülkenin yönetiminde söz ve karar sahibi olduğunda, farklılıkların kimliğine anayasal güvence verildiğinde, herkes kendi diliyle eğitim görebildiğinde, siyaset yapabildiğinde, kendi dili ve kültürüyle kamusal alanda var olabildiğinde, kendini yönetirken söz sahibi olabildiğinde çekilebilir. Dört yıldır içerde olan biri olarak Barış Süreci’ne hâlâ katkı sunmayı, destek olmayı, Türk-Kürt kardeşlik harcına elimde kürek yardım etmeyi bekliyorum. Oğlum Robin eşim Burçin’e “Babam neden cezaevinde” diye sormuş. Eşimde “İnsanlara yardım ettiği için” demiş. Robin de “Babamın yardım ettiği insanlar nerede?” demiş. Kale kapısında elimde tahta kılıçla koruduğum insanlara sesleniyorum. Roma İmparatorluğu’nun doğudaki son kalesinde barışı ve insan haklarını savundu diye dört yıl, beş kıştır tutuklu bir baba, bir eş, bir insan hakları savunucusu var. Unutmayın son kale düşünce sıra mutlaka size gelecektir.
---------------------------------------------------------------------
Muharrem Erbey
İnsan hakları avukatı ve yazar olan Muharrem Erbey 40 yaşındadır. Avrupa Adalet Divanı'nda birçok bireyin avukatlığını yaptı. 2008'de İnsan Hakları Derneği Başkan Yardımcısı oldu. Aralık 2009'da KCK operasyonu çerçevesinde tutuklandı. Halen Diyarbakır Yüksek Güvenlikli D-Tipi Cezaevinde, Bölüm L-3, 1 No'lu hücrede tutukludur.