LP - PERSPECTIVES - 6 - Yayınlar

Editörden

Image removed.
Hüsamettin Bahçe / NarPhotos
Türkiye’nin dört bir köşesinin eylemlerle sarsılmasının üzerinden üç ay geçti. Yurtiçi ve yurtdışından pek çok kişi protestoların sonuçları ve sonraki gelişmelerle ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyor. Perspectives’in Temmuz 2013 tarihli 5. sayısında, Gezi eylemlerini demokrasi yolunda bir kilometre taşı olarak ele almıştık. Bu sayıdaysa, protestolara farklı açılardan yaklaşıyoruz: Örneğin, Türkiye siyasetinde iki önemli akımı teşkil eden Kürt hareketinin ve CHP’nin temsilcilerinin perspektifinden... Protestolar sırasında iktidardaki AKP’nin içinde hükümetin duruşuna dair yoğun tartışmalar gözlemlediysek de, parti önderliği içeriden gelen eleştirilere olumlu yaklaşmadı ve katı konumunu muhafaza ederek toplumu iki kampa böldü: Hükümet yanlıları ve karşıtları. Ki bu, 2010 yılındaki anayasa referandumundan beri sürdürülen bir politik çizgi. Geçtiğimiz günlerde açıklanan demokratikleşme paketi öncesinde yaptığı konuşmada dahi, Başbakan Erdoğan bu tutumunu korudu: “Biz (...) işte bu zora rağmen, bu dirence rağmen reformlar yaptık.” İlginçtir, Erdoğan “müzmin muhalefet” ile halk arasında bir ayrıma gidiyor. Buna göre, muhalefet, Gezi Parkı eylemleri ve ülkedeki diğer eylemler, “halk”a dahil değil, dolayısıyla da gözardı edilebilir. Demokrasiye yönelik “çoğunlukçu” bakış açısının “çoğulcu” bakış açısına hâlâ baskın geldiği apaçık ortada.

Son demokratikleşme paketinin dramaturjisi de sistemin otoriter niteliğini pekiştiriyor: Kadir-i mutlak bir Başbakan, bir demokratikleşme paketi sunarak kitlesine lütûfta bulunuyor. Kamuoyu ve siyasî partilerle önceden müzakere edilmemiş, tepeden inme bir demokrasi reformu paketi, toplum-hükümet ilişkilerine dair sorunlu bir kavrayışı ele veriyor. Başbakan Erdoğan’ın paketi şahsen basın önünde açıklarken başvurduğu temel argüman, toplumun henüz daha fazla reforma hazır olmadığı yolundaydı. Paket, Perspectives matbaaya gitmeden sadece iki gün önce açıklandığı için, ayrıntılarını ancak gelecek sayımızda ele alabileceğiz. Arada geçen sürede, Heinrich Böll Stiftung (www.boell.de) internet sitesinde Kürt meselesine dair özel bir Almanca dosya yayınlanacak.
Perspectives’in bu sayısında, Türkiye’de kırsal kalkınma ve tarım alanında süregiden reformlara dikkat çekmek istiyoruz. Söz konusu reformlar, özellikle küçük çiftçiler cenahında sosyal ve ekonomik sıkıntıya yol açıyor. Ayrıca, uluslararası siyasetin ve özellikle de Avrupa Birliği tarım politikalarının etkilerini ele alıyoruz. Bu bağlamda, Gökhan Günaydın’ın “Alacarte Avrupa’nın kırsal politika seti Türkiye için uygun anahtar mı?” başlıklı makalesi dikkatli bir okumayı hak ediyor. Söz konusu yazının final cümlelerini, bir filmin sonunu söyleyen birinin durumuna düşmek pahasına, burada nakletmeme müsaade edin: “ Toprak mülkiyeti alanında yaşanan adaletsizliklerin düzeltilmesi, kırsal ve tarımsal alanların giderek yaygınlaşan amaç dışı kullanımının engellenmesi, dağınık ve yeterli kamu hizmeti alamayan kırsal yerleşim sorunlarının çözülmesi, AB kırsal politika setinde ‘seçimlik’ nitelikte yer almayan, ancak ülke için ciddi önem taşıyan başlıklar olarak ortada durmaktadır. Şurası açıktır ki, daha iyi bir Avrupa ve daha iyi bir Türkiye için, daha iyi bir politik anlayış ve politika seti mümkündür.”
Aynı minvalde, altı çizilmesi gereken bir başka başlık, Sibel Çaşkurlu’nun makalesinde ayrıntılı olarak ele aldığı üzere, “toprak gaspları”. Bu sorun yalnızca toplumun yoksul ve kırılgan kesimlerini olumsuz biçimde etkilemekle kalmıyor, sağlıklı gıda üretimini de tehdit ediyor.

Andığım konu başlıklarının yanı sıra, büyük resmi mercek altına alan iki makaleyi, Murat Öztürk’ün “1980 sonrası Türkiye’de tarım ve kırsalda dönüşüm dinamikleri”ni ve Abdullah Aysu’nun “Türkiye tarımının serbest piyasaya uyarlanması ve küçük çiftçiliğin tasfiyesi”ni, müsaadenizle “mecburi okuma” olarak önermek isterim.
Ve son olarak, bir önceliğimizi belirtmeme izin verin: Heinrich Böll Derneği Türkiye Temsilciği olarak, kırsal bölgelerde sivil toplum aktörleri ile işbirliği yaparak bu sorunları tartışıyor, alternatif yaklaşımları ele alıyor ve fikir alışverişinin önünü açıyoruz.

Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner

* Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.

Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#6/2013) -

Türkiye'de Tarımın ve Kırsal Alanın Dönüşümü: Gazap Üzümleri

Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği

Yayım yeri İstanbul

Yayım Tarihi Ekim 2013

Sayfa Sayısı 72

ISBN -

Ücretsizdir

Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz

Perspectives 6. sayıyı PDF olarak buradan indirebilirsiniz. 

Dosya

Image removed.

 

1980 sonrası Türkiye tarım ve kırsalında dönüşüm dinamikleri

1980 sonrasında tarımda izlenen neoliberal politikalarda olduğu gibi, kırdaki gelişmeler de önemli ölçüde dünyanın başka yerlerindeki gelişmelerle paralellik göstermektedir. Köylülük ve kır yerleşimlerinin geleceğine dair ileri sürülen görüşlerden öne çıkanları şöyle sıralayabiliriz: “Köylülük sona ermektedir”, dayanışma ve piyasanın yıkıcı etkilerine karşı direnç temelinde “yeni bir köylülük” gelişmektedir ve kentlerden kırlara göç ve kır-kent etkileşiminin artması ve ayrımının belirsizleşmesi temelinde “karşı kentleşme” ortaya çıkmaktadır. Böylelikle kır ve şehir mekânı arasındaki ayrım belirsiz hale gelmekte ve mekâna daha geniş perspektiften, kır şehir ayrımının ötesine geçerek yaklaşmayı gerektirmektedir.
Türkiye’de güncel kırsal kalkınma politikaları 2001-2023 dönemini kapsayan Uzun Vadeli Gelişme Stratejisi çerçevesinde oluşturulur. Bu stratejide bölgeler ve kır-kent arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılması, göçün istikrara kavuşturulması amaçlanır. Murat Öztürk devamı»
 
 
Image removed.

 

Alacarte Avrupa’nın kırsal politika seti Türkiye için uygun anahtar mı?

- Türkiye’nin kırsal alanının temel ekonomik faaliyeti tarımdır. Bu bağlamda, tarımdan koparılmış bir kırsal alan politikasının ülke için yararlı olma kapasitesi sınırlıdır. Ülke tarımının gereksinim duyduğu kırsal altyapı yatırımlarının tamamlanması, öncelikli bir politika hedefidir. Buna karşılık gerek IPARD, gerekse ülkenin merkezi ve yerel bütçesinden ayrılan payların, bu yatırımların gereksinim duyduğu miktarın çok gerisinde olduğu açıktır. Toprak mülkiyeti alanında yaşanan adaletsizliklerin düzeltilmesi, kırsal ve tarımsal alanların giderek yaygınlaşan amaç dışı kullanımının engellenmesi, dağınık ve yeterli kamu hizmeti alamayan kırsal yerleşim sorunlarının çözülmesi, AB kırsal politika setinde “seçimlik” nitelikte yer almayan, ancak ülke için ciddi önem taşıyan başlıklar olarak ortada durmaktadır. Gökhan Günaydın devamı»

 
 
Image removed.

 

Türkiye tarımının serbest piyasaya uyarlanması ve küçük çiftçiliğin tasfiyesi

- Büyük tarım, gıda ve ecza şirketleri ekonomi üzerinde olduğu kadar politikayı kontrol edebilecek güçte. Sahip oldukları güçle tarıma ve doğal varlıklara saldırıyorlar. Bu, köylülere ve doğaya karşı başlatılmış savaştan başka bir şey değil. Soygun ve talanı sadece endüstriyel tarım şirketleri yürütmüyor. Maden şirketleri, büyük barajlar, dağıtım piyasalarını kontrol edenler, kirletici sanayiciler, toprağı ve suyu üzerine geçirmeye çalışan toprak gaspçısı ve su korsanı şirketler de yapıyor. Şirketler, soygun ve talanlarını ancak hükümetlerin ön açıcılığıyla gerçekleştirebilirlerdi. Hükümetler bu konuda acil kamulaştırmalarla, kanuni düzenlemelerle yasal kılıflar hazırladılar. Abdullah Aysu devamı»

 
 
Image removed.

 

Tarımda strateji belgeleri ve gerçekler

- Son birkaç yılda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bu şekilde çok sayıda belge hazırladı. “2008-2012 Tarım Vizyonu”, “2006-2010 Stratejik Eylem Planı”, “2010-2014 Stratejik Plan” ve “2013-2017 Stratejik Plan” bunlardan sadece birkaçı. Hayvancılık, organik tarım, kırsal kalkınma ve daha birçok konuda hazırlanan “strateji belgeleri” ve “ulusal eylem planları” da hesaba katıldığında, tarımda tam anlamıyla bir “stratejik plan” ve “eylem planı” çöplüğünden söz edilebilir. Ali Ekber Yıldırım devamı»

 
 
Image removed.

 

Toprak gaspları

- Küresel sivil toplum kuruluşlarından biri olan GRAIN’e göre, “toprak gaspları” zengin ülkelerin ve onların şirketlerinin, yoksul ülkelerin verimli topraklarından büyük alanları –yasal yollarla kamudan, ancak o yerlerde yaşayanlara ve ekip biçenlere sormaksızın– satın alması ya da bunların uzun süreli kullanım hakkını alması olarak tanımlanıyor. Zoomers’ın “toprak gaspı” tanımı daha geniş bir çerçeveye oturuyor ve toprak gaspı, mekânın ya da toprağın “yabancılaşması” olarak ele alınıyor. Böylelikle, parası çok kaynağı az ülkeler için gıda üretimi yapılması, biyoyakıt üretimi ve toprak üzerinden spekülasyon yapılmasının yanı sıra, kaya gazı ve maden çıkartılması, hidroelektrik, termik vs. enerji santrallerinin kurulması, turizm vb. amaçlarla yapılan toprak anlaşmaları da “toprak gaspı” konusu içinde ele alınabiliyor. Afrika’da ticarî amaçlı “vahşi hayatı koruma” alanları oluşturulması ya da Arjantin’in Patagonya bölgesinin petrol, gaz ve su kaynaklarıyla birlikte Amerikalı zenginlerin özel mülkiyetine geçmesi, Costa Rica, Cape Verde ve Kamboçya’da yerleşiklerin mülksüzleşmesi ve göçe zorlanması pahasına tarım topraklarının turizm bölgelerine dönüşmesi de bu duruma örnek gösterilebilir. Sibel Caşkurlu devamı»

 
 
Image removed.

Metin Özuğurlu ile söyleşi

“Gazap Üzümleri” tüm dramatikliğiyle yaşanıyor

- “Küçük üretici uyum kapasitesine sahiptir” derken aslında sermayenin henüz nüfuz edemediği özerk alanları vardır diyoruz. Kendi emeği, bir parça toprağı, bu işi sürdürebilecek üretim araçları vardır. Ne var ki, artık bunlar yok oluyor. Küçük üreticilik sermaye kapanı içinde faaliyet gösteren bir birim haline dönüşüyor. “Küçük Köylülüğe Sermaye Kapanı” ismiyle kitaplaştırdığım çalışmadaki ana gözlemim bu. Eski biçimiyle küçük meta üreticiliği artık ortadan kalkmıştır. Fideyi üreten çokuluslu firma fide fiyatları üzerinde oynayabilir. İstediği ülkeye verimli fideyi ihraç eder, istediği ülkeye etmez. Küçük üreticinin buna etki edebilme gücü yok. Bilgi de ortadan kayboluyor. Tohumdan fideye uzanan ve köylülüğün aslını oluşturan bilgidir bu: Ne zaman su verilir, ne kadar verilir, hastalık belirtileri nelerdir?.. Köylüler artık bu bilgiyi yitiriyor. İrfan Aktan devamı»

 

Ekoloji

Image removed.

 

Belgrad Ormanı candır, kıymayalım

Tabiat parklarının yarattığı sorunların başında yapılaşma riski taşıması geliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 23 Mart 2012 tarih ve 28242 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Korunan Alanlarda Yapılacak Planlara İlişkin Yönetmelik” kapsamında Tabiat Parkları “Bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip, manzara bütünlüğü içinde halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarıdır” şeklinde tanımlanıyor. Tanımda yaban hayatı ve manzara bütünlüğü aranırken, Belgrad Ormanı içerisindeki alan tamamen bu tanımın dışında kalmaktadır. Yaban hayatı ise ilan edilen tabiat parklarında söz konusu olsa dahi yoğun insan etkisiyle zaten ortadan kalkacaktır. Ünal Akkemik devamı»
 
 
Image removed.

 

Mevsimlik tarım göçündeki çocukların eğitim(sizlik) görüntüsü

- Mevsimlik tarım göçündeki çocuklar eğitimlerine devam edemiyor ve içinde bulundukları yoksul koşulları değiştirebilmeleri için gereken hüneri eğitim aracılığıyla elde edemiyor. Yoksulluk bu çocukların eğitim dışında kalmaları neticesinde yeniden üretiliyor. Bu bulgu “yeni yoksulluk” savını destekliyor. Yoksul aile ortamına doğan kız çocukları koşullarını iyileştiremiyor ve çoğu durumda yoksul yetişkin kadın olarak yaşama devam ediyor. Ayşe Gündüz Hoşgör devamı»

 
 
Image removed.

 

Haziran günleri’nin kentsel kaynakları

- Bugün, Türkiye’de mekâna müdahale yoluyla insan hayatlarına müdahalenin karşısında emeği ile geçinen sıradan yurttaşların hukuken etkili bir başvuruda bulunması çok güç hale getirilmiştir.
Peki, Sulukule örneğinde olduğu gibi, binbir güçlük aşılarak dava açıldı, bin bir badire atlatılarak dava kazanıldı, ancak her ne pahasına olursa olsun, olmayacak yorumlara başvurarak kendi koyduğu kurallara dahi uymayan bir devlet aygıtı karşınıza çıkarsa fazla söze gerek kalır mı?
Ötesi, İstanbul’un su kaynaklarını ve rezerv ormanı niteliğinde olan kuzey ormanlarını ve uzun lafın kısası İstanbul çevresinin tüm ekolojik sistemini ateşe atacak olan 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi “projelere” karşı etkili bir hukuî başvuru yolu neredeyse yeni yıldızlara hayat götürmek kadar uzak bir ihtimaldir. Ş.Can Atalay devamı»

 

Demokrasi

Image removed.

 

Ergenekon davası demokrasiye dair bir adım mı?

2010’dan itibaren, Türkiye’nin iktidarı hükümet ile Gülen Cemaati’nden oluşan bir siyasal yapı olarak ortaya çıkmaya başladı. Dindarlar arasındaki dayanışma eğilimleri ve korunma duygusu bağlamında ortaya çıkan Türkiye’nin geleneksel cemaatlerinden farklı olarak sık örgülü, hiyerarşik ve soğukkanlı bir örgüt yapısına sahip olan Gülen Cemaati, AKParti’nin iktidara geldiği 2002’den itibaren hükümetin hedefleri doğrultusunda ihtiyacını duyduğu temel kadroları sağlıyordu. Cemaatin hükümet açısından politik kıymetini belirleyen şey işte bu nokta idi. Hükümetin kendi otantik tabanının duygusal, refleksif ve yerel tepkilerine karşılık, Cemaat ulusal ve uluslararası politik stratejiler açısından elverişli bir hale geliyordu. Ergenekon davalarındaki sistemli ve kararlı ilerleyiş, eleştiriler karşısındaki umursamaz soğukkanlılık, esas olarak iktidarın Gülen Cemaati kanadına ait bir siyasal tutuma işaret ediyordu. Orhan Gazi Ertekin devamı»
 
 
Image removed.

 

Katılımcı demokrasi ve aktif yurttaş bilinci

- Siyaseti güçlendirmenin yolu yargıyı, sivil toplumu siyasete bağımlı hale getirmekten geçmez. Dahası, böyle bir güç biriktirme çabası, demokratik bir ortam inşasına yönelmez. Denetleme ve denge mekanizmaları gün geçtikçe zayıflayan bir ülkenin acilen siyaseti demokratik katılıma açacak hamleler yapması gerekir.
Dünyada temsilî demokrasi büyük bir buhran yaşarken, Türkiye siyasetinin katılımcı demokrasi arayışlarına kulak tıkaması kabul edilebilir bir durum değildir. Ayhan Bilgen devamı»

 
 
Image removed.

 

Algının kapıları Zorlanıyor

- Bir grup milletvekili olarak Gezi Parkı protestolarıyla başlayan süreci yakından izledik. İlk günden itibaren CHP milletvekilleri, parti yöneticileri, il ve ilçe örgütleri, kadın ve gençlik kolları ile birlikte Gezi Parkı eylemcileriyle beraberdik. Bu süreçte rolümüzü iyi anladığımızı düşünüyorum. Çünkü bize muhalefet eden birçok kesimin beklediği tavrı göstermedik. Kolaylaştırıcı olup siyaseten bu kitlenin önüne geçmemeye özen gösterdik. Çünkü toplumda CHP algısının hala devlet algısıyla özdeş olduğunu görüyoruz. Melda Onur devamı»

 
 
Image removed.

 

Gezi Parkı Direnişi ve çözüm süreci

- Gezi Direnişi’nin barışı toplumsallaştırmaya yaptığı en büyük katkı ne çıkarların ne de taleplerin ortaklaşmasından geçiyor. Direnişin belki de en büyük başarısı çoğul, ama ortak bir kimliği yaratması; duygudaşlığı sağlaması. Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda geçen devletsiz günlerde yukarıda da bahsettiğim gibi Kürtler ve Türkler farklı sembollerle aynı alanda bulundular. Bu birliktelik çoğu zaman kavgalı, sataşmalı, kimi zamansa halaylı ve kol kola geçti. Ancak devletsiz alanda insanlar birbirlerinin yüzlerine bakarak ve devletin ideolojik ve maddî otoritesini varsayma refleksleri örselenmiş olarak iletişime geçti. 30 yılı aşkın bir ayrılıktan sonra birbirlerine devletin nifakı ancak iki tarafın da tanışığı (solcu) aracılarla bakan iki millet birbirinde ezilmişliğin ortaklığını gördü. Nazan Üstündağ devamı»

 
 
Image removed.

Sebahat Tuncel ile söyleşi

Zapatistalar gibi bir yürüyüş

- Müzakere sürecinin başlamış olması Gezi direnişinin de ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. Bu isyanın daha önce başlamamış olmasına bu bağlamda bakmak lâzım, çünkü insanların tepki gösterdiği bu politikalar yeni değil, AKP 12 yıldır iktidarda. Barışın toplumsallaşması meselesi çok önemli. Sürecin devletle PKK arasındaki müzakereden çok, devletle tüm Türkiye halkları arasında bir müzakereye dönüşmesi gerekir. Bu müzakere süreci sadece Kürt sorununu çözmeyecek, aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirecek. Gezi, anti-demokratik uygulamaların son bulması için nelerin olması gerektiğini de gösterdi: Adalet, özgürlük, demokrasi, kadın özgürlüğü talepleri, LGBT bireylerin kimlik mücadelesinin kabul edilmesi, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin anlaşılması, diğer halkların kendilerini özgürce var edebilmesi… İrfan Aktan devamı»

 

Dış Politika

Image removed.

 

Türkiye’nin AB yolculuğunda hedef/süreç ikilemi

Müzakereler sonucunda Türkiye’nin bir ortak olarak AB’ye bağlı olmasını üyeliğe tercih edenler bu süreç sonucunda Türkiye’nin Avrupalılaşmasını ve AB için sorun üretmeyen bir ülke olmasını bekliyor. Üyelik sürecinin dışında kalan Türkiye’nin iç ve dış politikadaki tercihlerinin daha az öngörülebilir olacağını tahmin eden bu aktörler Türkiye’nin üyeliği hakkında kendilerini bağlayacak ümitvar açıklamalar yapmaktan kaçınırken müzakere sürecinin önemine vurgu yapıyorlar. Erhan İçener devamı»
 

Kültür

Image removed.

 

Yerli sinemada kır-köy olgusu: Masumiyetin mekânda kapladığı hacim

Türkiye sinema tarihinde bir dizi köy-kır güldürü filmleri çekildi. Bu köyler neredeydi? Bu insanlar hangi halktandı? Orta Anadolu’nun Yörük köyleri mi yoksa Doğu’nun Kürt köyleri miydi? Filmlerde bunlardan hiç bahsedilmedi. Iyi/kötü ağa, uyanık/salak baş karakterle bir geleneği, bir kültürü içini boşaltarak sundular. Kürt köylerinde geçen hikayelerden hiçbirinde Kürtçe konuşulmadı. Anadolu’nun kıyıda kalmış hiç bir köyünde gerçekten sorunlardan bahsedilmedi. Ferit Karahan devamı»
 

Portre

Image removed.

Türkiye'den Insan manzaraları

Mehmet Aksoy

Mehmet Aksoy ve ışık: Bu ikisi birbirinin içine geçmiş adeta. Ömrünün 50 yılını heykel sanatı icrasına adayan Mehmet Aksoy “Kütleyi değil, ışığı yontuyoruz” diyor. Tıpkı Can Yücel’in mezarına dikilen o ışık çocuk tasvirinde olduğu gibi, içerikle, içeriğe yeni bir form verme gayretiyle, taşın farklı içeriğini gösterme kudretiyle örüyor heykelini. Işığın sanatında yarattığı formu anlatmaya devam ediyor: “Benim için formlar ışığı taşıyan satıhlardır. Işığın üstünde gezindiği yerleri, o gezintiyi kontrol etmen gerekiyor, dolayısıyla ışığı kontrol etmen gerekir. Oraya tak diye katı bir form koyarsın mesela, orada öyle kalır, mermerin yansıttığı gibi yansıtmaz, demir-mermer ilişkisi de öyle bir şeydir. O farklı yansıtmalar materyalden gelir. Yenilik içerikten doğar.” Ayşegül Oğuz devamı»
 

hbs'den haberler

Image removed.

Konferans

Başka bir aile anlayışı mümkün mü?

Derneğimiz 9-10 Kasım 2013 tarihinde İstanbul’da düzenleyeceği “Başka bir aile anlayışı mümkün mü?” başlıklı konferansı ile aile kavramını masaya yatırıyor. Toplumsal cinsiyet anlayışının aile politikalarına nasıl yansıdığını ve geçen on yıl boyunca yaşanan değişimi bu konferansta incelemek istiyoruz. devamı»
 
 
Image removed.

 

Hrant Dink Ödülü Cumartesi Anneleri’ne ve Nataša Kandic’e

- Geçen altı yıl boyunca devlet katilleri koruyan, öven bir tutum sergiledi; çoğu şüpheli isim ya terfi aldı, ya da iktidar partisine katılıp milletvekili, hatta bakan oldu. Hrant Dink Vakfı ise beş yıldır insan hakları mücadelesinde öne çıkan ve toplumun demokratikleşmesine katkıda bulunanları ödüllendiriyor. Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün beşincisi, 15 Eylül Pazar akşamı, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen törenle verildi. Ödülü Türkiye’den Cumartesi Anneleri / İnsanları ve Sırbistan’dan Nataša Kandic aldı. devamı»