Editörden
Son demokratikleşme paketinin dramaturjisi de sistemin otoriter niteliğini pekiştiriyor: Kadir-i mutlak bir Başbakan, bir demokratikleşme paketi sunarak kitlesine lütûfta bulunuyor. Kamuoyu ve siyasî partilerle önceden müzakere edilmemiş, tepeden inme bir demokrasi reformu paketi, toplum-hükümet ilişkilerine dair sorunlu bir kavrayışı ele veriyor. Başbakan Erdoğan’ın paketi şahsen basın önünde açıklarken başvurduğu temel argüman, toplumun henüz daha fazla reforma hazır olmadığı yolundaydı. Paket, Perspectives matbaaya gitmeden sadece iki gün önce açıklandığı için, ayrıntılarını ancak gelecek sayımızda ele alabileceğiz. Arada geçen sürede, Heinrich Böll Stiftung (www.boell.de) internet sitesinde Kürt meselesine dair özel bir Almanca dosya yayınlanacak.
Perspectives’in bu sayısında, Türkiye’de kırsal kalkınma ve tarım alanında süregiden reformlara dikkat çekmek istiyoruz. Söz konusu reformlar, özellikle küçük çiftçiler cenahında sosyal ve ekonomik sıkıntıya yol açıyor. Ayrıca, uluslararası siyasetin ve özellikle de Avrupa Birliği tarım politikalarının etkilerini ele alıyoruz. Bu bağlamda, Gökhan Günaydın’ın “Alacarte Avrupa’nın kırsal politika seti Türkiye için uygun anahtar mı?” başlıklı makalesi dikkatli bir okumayı hak ediyor. Söz konusu yazının final cümlelerini, bir filmin sonunu söyleyen birinin durumuna düşmek pahasına, burada nakletmeme müsaade edin: “ Toprak mülkiyeti alanında yaşanan adaletsizliklerin düzeltilmesi, kırsal ve tarımsal alanların giderek yaygınlaşan amaç dışı kullanımının engellenmesi, dağınık ve yeterli kamu hizmeti alamayan kırsal yerleşim sorunlarının çözülmesi, AB kırsal politika setinde ‘seçimlik’ nitelikte yer almayan, ancak ülke için ciddi önem taşıyan başlıklar olarak ortada durmaktadır. Şurası açıktır ki, daha iyi bir Avrupa ve daha iyi bir Türkiye için, daha iyi bir politik anlayış ve politika seti mümkündür.”
Aynı minvalde, altı çizilmesi gereken bir başka başlık, Sibel Çaşkurlu’nun makalesinde ayrıntılı olarak ele aldığı üzere, “toprak gaspları”. Bu sorun yalnızca toplumun yoksul ve kırılgan kesimlerini olumsuz biçimde etkilemekle kalmıyor, sağlıklı gıda üretimini de tehdit ediyor.
Andığım konu başlıklarının yanı sıra, büyük resmi mercek altına alan iki makaleyi, Murat Öztürk’ün “1980 sonrası Türkiye’de tarım ve kırsalda dönüşüm dinamikleri”ni ve Abdullah Aysu’nun “Türkiye tarımının serbest piyasaya uyarlanması ve küçük çiftçiliğin tasfiyesi”ni, müsaadenizle “mecburi okuma” olarak önermek isterim.
Ve son olarak, bir önceliğimizi belirtmeme izin verin: Heinrich Böll Derneği Türkiye Temsilciği olarak, kırsal bölgelerde sivil toplum aktörleri ile işbirliği yaparak bu sorunları tartışıyor, alternatif yaklaşımları ele alıyor ve fikir alışverişinin önünü açıyoruz.
Perspectives ekibi adına
Ulrike Dufner
* Perspectives dergisi ücretsizdir. Dergi aboneliği için info@tr.boell.org adresine başvurabilir ve posta adresinizi bildirebilirsiniz.
Perspectives – Türkiye'den siyasi analiz ve yorum (#6/2013) -
Türkiye'de Tarımın ve Kırsal Alanın Dönüşümü: Gazap Üzümleri
Editör Heinrich Böll Stiftung Derneği
Yayım yeri İstanbul
Yayım Tarihi Ekim 2013
Sayfa Sayısı 72
ISBN -
Ücretsizdir
Perspectives Dergisinin daha önceki sayılarına buradan ulaşabilirsiniz
Perspectives 6. sayıyı PDF olarak buradan indirebilirsiniz.
Dosya
1980 sonrası Türkiye tarım ve kırsalında dönüşüm dinamikleri
Türkiye’de güncel kırsal kalkınma politikaları 2001-2023 dönemini kapsayan Uzun Vadeli Gelişme Stratejisi çerçevesinde oluşturulur. Bu stratejide bölgeler ve kır-kent arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılması, göçün istikrara kavuşturulması amaçlanır. devamı»
Alacarte Avrupa’nın kırsal politika seti Türkiye için uygun anahtar mı?
- Türkiye’nin kırsal alanının temel ekonomik faaliyeti tarımdır. Bu bağlamda, tarımdan koparılmış bir kırsal alan politikasının ülke için yararlı olma kapasitesi sınırlıdır. Ülke tarımının gereksinim duyduğu kırsal altyapı yatırımlarının tamamlanması, öncelikli bir politika hedefidir. Buna karşılık gerek IPARD, gerekse ülkenin merkezi ve yerel bütçesinden ayrılan payların, bu yatırımların gereksinim duyduğu miktarın çok gerisinde olduğu açıktır. Toprak mülkiyeti alanında yaşanan adaletsizliklerin düzeltilmesi, kırsal ve tarımsal alanların giderek yaygınlaşan amaç dışı kullanımının engellenmesi, dağınık ve yeterli kamu hizmeti alamayan kırsal yerleşim sorunlarının çözülmesi, AB kırsal politika setinde “seçimlik” nitelikte yer almayan, ancak ülke için ciddi önem taşıyan başlıklar olarak ortada durmaktadır. devamı»
Türkiye tarımının serbest piyasaya uyarlanması ve küçük çiftçiliğin tasfiyesi
- Büyük tarım, gıda ve ecza şirketleri ekonomi üzerinde olduğu kadar politikayı kontrol edebilecek güçte. Sahip oldukları güçle tarıma ve doğal varlıklara saldırıyorlar. Bu, köylülere ve doğaya karşı başlatılmış savaştan başka bir şey değil. Soygun ve talanı sadece endüstriyel tarım şirketleri yürütmüyor. Maden şirketleri, büyük barajlar, dağıtım piyasalarını kontrol edenler, kirletici sanayiciler, toprağı ve suyu üzerine geçirmeye çalışan toprak gaspçısı ve su korsanı şirketler de yapıyor. Şirketler, soygun ve talanlarını ancak hükümetlerin ön açıcılığıyla gerçekleştirebilirlerdi. Hükümetler bu konuda acil kamulaştırmalarla, kanuni düzenlemelerle yasal kılıflar hazırladılar. devamı»
Tarımda strateji belgeleri ve gerçekler
- Son birkaç yılda Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bu şekilde çok sayıda belge hazırladı. “2008-2012 Tarım Vizyonu”, “2006-2010 Stratejik Eylem Planı”, “2010-2014 Stratejik Plan” ve “2013-2017 Stratejik Plan” bunlardan sadece birkaçı. Hayvancılık, organik tarım, kırsal kalkınma ve daha birçok konuda hazırlanan “strateji belgeleri” ve “ulusal eylem planları” da hesaba katıldığında, tarımda tam anlamıyla bir “stratejik plan” ve “eylem planı” çöplüğünden söz edilebilir. devamı»
Toprak gaspları
- Küresel sivil toplum kuruluşlarından biri olan GRAIN’e göre, “toprak gaspları” zengin ülkelerin ve onların şirketlerinin, yoksul ülkelerin verimli topraklarından büyük alanları –yasal yollarla kamudan, ancak o yerlerde yaşayanlara ve ekip biçenlere sormaksızın– satın alması ya da bunların uzun süreli kullanım hakkını alması olarak tanımlanıyor. Zoomers’ın “toprak gaspı” tanımı daha geniş bir çerçeveye oturuyor ve toprak gaspı, mekânın ya da toprağın “yabancılaşması” olarak ele alınıyor. Böylelikle, parası çok kaynağı az ülkeler için gıda üretimi yapılması, biyoyakıt üretimi ve toprak üzerinden spekülasyon yapılmasının yanı sıra, kaya gazı ve maden çıkartılması, hidroelektrik, termik vs. enerji santrallerinin kurulması, turizm vb. amaçlarla yapılan toprak anlaşmaları da “toprak gaspı” konusu içinde ele alınabiliyor. Afrika’da ticarî amaçlı “vahşi hayatı koruma” alanları oluşturulması ya da Arjantin’in Patagonya bölgesinin petrol, gaz ve su kaynaklarıyla birlikte Amerikalı zenginlerin özel mülkiyetine geçmesi, Costa Rica, Cape Verde ve Kamboçya’da yerleşiklerin mülksüzleşmesi ve göçe zorlanması pahasına tarım topraklarının turizm bölgelerine dönüşmesi de bu duruma örnek gösterilebilir. devamı»
Metin Özuğurlu ile söyleşi
“Gazap Üzümleri” tüm dramatikliğiyle yaşanıyor
- “Küçük üretici uyum kapasitesine sahiptir” derken aslında sermayenin henüz nüfuz edemediği özerk alanları vardır diyoruz. Kendi emeği, bir parça toprağı, bu işi sürdürebilecek üretim araçları vardır. Ne var ki, artık bunlar yok oluyor. Küçük üreticilik sermaye kapanı içinde faaliyet gösteren bir birim haline dönüşüyor. “Küçük Köylülüğe Sermaye Kapanı” ismiyle kitaplaştırdığım çalışmadaki ana gözlemim bu. Eski biçimiyle küçük meta üreticiliği artık ortadan kalkmıştır. Fideyi üreten çokuluslu firma fide fiyatları üzerinde oynayabilir. İstediği ülkeye verimli fideyi ihraç eder, istediği ülkeye etmez. Küçük üreticinin buna etki edebilme gücü yok. Bilgi de ortadan kayboluyor. Tohumdan fideye uzanan ve köylülüğün aslını oluşturan bilgidir bu: Ne zaman su verilir, ne kadar verilir, hastalık belirtileri nelerdir?.. Köylüler artık bu bilgiyi yitiriyor. devamı»
Ekoloji
Belgrad Ormanı candır, kıymayalım
Mevsimlik tarım göçündeki çocukların eğitim(sizlik) görüntüsü
- Mevsimlik tarım göçündeki çocuklar eğitimlerine devam edemiyor ve içinde bulundukları yoksul koşulları değiştirebilmeleri için gereken hüneri eğitim aracılığıyla elde edemiyor. Yoksulluk bu çocukların eğitim dışında kalmaları neticesinde yeniden üretiliyor. Bu bulgu “yeni yoksulluk” savını destekliyor. Yoksul aile ortamına doğan kız çocukları koşullarını iyileştiremiyor ve çoğu durumda yoksul yetişkin kadın olarak yaşama devam ediyor. devamı»
Haziran günleri’nin kentsel kaynakları
- Bugün, Türkiye’de mekâna müdahale yoluyla insan hayatlarına müdahalenin karşısında emeği ile geçinen sıradan yurttaşların hukuken etkili bir başvuruda bulunması çok güç hale getirilmiştir.
Peki, Sulukule örneğinde olduğu gibi, binbir güçlük aşılarak dava açıldı, bin bir badire atlatılarak dava kazanıldı, ancak her ne pahasına olursa olsun, olmayacak yorumlara başvurarak kendi koyduğu kurallara dahi uymayan bir devlet aygıtı karşınıza çıkarsa fazla söze gerek kalır mı?
Ötesi, İstanbul’un su kaynaklarını ve rezerv ormanı niteliğinde olan kuzey ormanlarını ve uzun lafın kısası İstanbul çevresinin tüm ekolojik sistemini ateşe atacak olan 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi “projelere” karşı etkili bir hukuî başvuru yolu neredeyse yeni yıldızlara hayat götürmek kadar uzak bir ihtimaldir. devamı»
Demokrasi
Ergenekon davası demokrasiye dair bir adım mı?
Katılımcı demokrasi ve aktif yurttaş bilinci
- Siyaseti güçlendirmenin yolu yargıyı, sivil toplumu siyasete bağımlı hale getirmekten geçmez. Dahası, böyle bir güç biriktirme çabası, demokratik bir ortam inşasına yönelmez. Denetleme ve denge mekanizmaları gün geçtikçe zayıflayan bir ülkenin acilen siyaseti demokratik katılıma açacak hamleler yapması gerekir.
Dünyada temsilî demokrasi büyük bir buhran yaşarken, Türkiye siyasetinin katılımcı demokrasi arayışlarına kulak tıkaması kabul edilebilir bir durum değildir. devamı»
Algının kapıları Zorlanıyor
- Bir grup milletvekili olarak Gezi Parkı protestolarıyla başlayan süreci yakından izledik. İlk günden itibaren CHP milletvekilleri, parti yöneticileri, il ve ilçe örgütleri, kadın ve gençlik kolları ile birlikte Gezi Parkı eylemcileriyle beraberdik. Bu süreçte rolümüzü iyi anladığımızı düşünüyorum. Çünkü bize muhalefet eden birçok kesimin beklediği tavrı göstermedik. Kolaylaştırıcı olup siyaseten bu kitlenin önüne geçmemeye özen gösterdik. Çünkü toplumda CHP algısının hala devlet algısıyla özdeş olduğunu görüyoruz. devamı»
Gezi Parkı Direnişi ve çözüm süreci
- Gezi Direnişi’nin barışı toplumsallaştırmaya yaptığı en büyük katkı ne çıkarların ne de taleplerin ortaklaşmasından geçiyor. Direnişin belki de en büyük başarısı çoğul, ama ortak bir kimliği yaratması; duygudaşlığı sağlaması. Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda geçen devletsiz günlerde yukarıda da bahsettiğim gibi Kürtler ve Türkler farklı sembollerle aynı alanda bulundular. Bu birliktelik çoğu zaman kavgalı, sataşmalı, kimi zamansa halaylı ve kol kola geçti. Ancak devletsiz alanda insanlar birbirlerinin yüzlerine bakarak ve devletin ideolojik ve maddî otoritesini varsayma refleksleri örselenmiş olarak iletişime geçti. 30 yılı aşkın bir ayrılıktan sonra birbirlerine devletin nifakı ancak iki tarafın da tanışığı (solcu) aracılarla bakan iki millet birbirinde ezilmişliğin ortaklığını gördü. devamı»
Sebahat Tuncel ile söyleşi
Zapatistalar gibi bir yürüyüş
- Müzakere sürecinin başlamış olması Gezi direnişinin de ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. Bu isyanın daha önce başlamamış olmasına bu bağlamda bakmak lâzım, çünkü insanların tepki gösterdiği bu politikalar yeni değil, AKP 12 yıldır iktidarda. Barışın toplumsallaşması meselesi çok önemli. Sürecin devletle PKK arasındaki müzakereden çok, devletle tüm Türkiye halkları arasında bir müzakereye dönüşmesi gerekir. Bu müzakere süreci sadece Kürt sorununu çözmeyecek, aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirecek. Gezi, anti-demokratik uygulamaların son bulması için nelerin olması gerektiğini de gösterdi: Adalet, özgürlük, demokrasi, kadın özgürlüğü talepleri, LGBT bireylerin kimlik mücadelesinin kabul edilmesi, Kürtlerin özgürlük mücadelesinin anlaşılması, diğer halkların kendilerini özgürce var edebilmesi… devamı»
Dış Politika
Türkiye’nin AB yolculuğunda hedef/süreç ikilemi
Kültür
Yerli sinemada kır-köy olgusu: Masumiyetin mekânda kapladığı hacim
Portre
Türkiye'den Insan manzaraları
Mehmet Aksoy
hbs'den haberler
Konferans
Başka bir aile anlayışı mümkün mü?
Hrant Dink Ödülü Cumartesi Anneleri’ne ve Nataša Kandic’e
- Geçen altı yıl boyunca devlet katilleri koruyan, öven bir tutum sergiledi; çoğu şüpheli isim ya terfi aldı, ya da iktidar partisine katılıp milletvekili, hatta bakan oldu. Hrant Dink Vakfı ise beş yıldır insan hakları mücadelesinde öne çıkan ve toplumun demokratikleşmesine katkıda bulunanları ödüllendiriyor. Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün beşincisi, 15 Eylül Pazar akşamı, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen törenle verildi. Ödülü Türkiye’den Cumartesi Anneleri / İnsanları ve Sırbistan’dan Nataša Kandic aldı. devamı»