On yıl önce enflasyona göre düzeltilmiş tahıl fiyatları son elli yılın en düşük seviyelerindeydi. Oysa FAO reel gıda fiyat endeksi 2000’den beri sürekli artmış ve on yıl önceki değerinin iki katına ulaşmıştır. OECD-FAO Tarım Tahmin Raporu 2012’ye göre, tarım ürünlerine yönelik güçlü talep, yüksek ve artan bir seyir izleyen petrol fiyatları, artan biyoyakıt talebi ve üretim artışında yavaşlama nedenleriyle tarım ürünleri fiyatlarının 2021’e dek yüksek kalacağı öngörülüyor.1 Biyoyakıt üretiminde kullanılan tarımsal hammaddelere olan talepteki hızlı büyüme, enerji ve gıda üretimi arasında ortaya çıkan tehlikeli bir karşıtlığa işaret ederken, özellikle en yoksul ve kırılgan olanların gıda güvenliği ile ilgili endişelere yol açıyor. Birleşmiş Milletler sözcüsü, enerji ve gıda arasında ortaya çıkan bu karşıtlığı “insanlığa karşı işlenen suç” olarak nitelendiriyor.2 Günümüzde küresel nüfus artışı, su ve toprağın kıt kaynaklar oluşu, bu kıt kaynakların gıda dışı amaçlarla kullanılması yönünde artan baskılar ve iklim değişikliği de göz önüne alındığında, gelecekte küresel bir gıda kıtlığı sorunuyla karşılaşılabileceğinden endişe ediliyor.
OECD-FAO Tarım Tahmin Raporu 2012’de daha önce yaşanan gıda fiyatlarında artış sorunlarının, talepteki katılığa karşın, hep üretim artışıyla çözümlendiğine dikkat çekiliyor. Geçmişte, artan kaynak ve üretim faktörü kullanımı ve bu girdilerin verimliliğinde sağlanan artışlar sayesinde, tarımsal üretimdeki artış hızı, her zaman talep artışı hızını yakalayabiliyordu. Ancak, bazı bölgelerde düşen verimlilik, başta enerji ve gübre olmak üzere girdi maliyetlerindeki artışlar, su ve toprak kaynaklarının kıtlığı gibi nedenler gelecekte gerekli arz artışının sağlanmasına ilişkin önemli zorluklar yaşanabileceğini düşündürüyor.3
Birleşmiş Milletler 2050’ye kadar dünya nüfusunun yüzde 34 oranında artarak, 9,1 milyara ulaşacağını tahmin ediyor. FAO’nun tahminlerine göre, büyük oranda kentlerde yaşayan, yani gıda üretmeyen ama satın almak zorunda olan ve refahı artan dünya nüfusunun beslenme ihtiyacının karşılanabilmesi için, 2050’ye kadar küresel tarımsal üretimin yüzde 60 oranında artması gerekiyor.4 Ancak, bu tahminlerde giderek büyüyen biyoyakıt sektörünün artan tarımsal hammadde talebine yer verilmediğini belirtmek gerek. Dolayısıyla, küresel tarımsal üretimin bir kısmının gıda olarak tüketilmeyeceği de göz önüne alındığında, üretim artışı bunu da karşılayacak kadar artmak zorunda.
Öte yandan, 2008 finansal kriziyle birlikte başlayan küresel bir “toprağa, su kaynaklarına ve doğal kaynaklara hücum” dalgası da baş gösterdi. Bu çerçevede, biyoyakıt üretiminin yanı sıra, kaya gazı ve maden çıkartılmasının, hidroelektrik, termik vs. enerji santrallerinin kurulmasının da toprağın ve suyun tarımsal gıda ürünleri üretiminde kullanılmasına rakip olarak ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu durum, günümüzde toprak ve suyu en kıt ve değerli iki kaynak haline getirerek şiddetli bir küresel rekabete maruz bırakıyor.
Toprak gaspı ne demek?
Gelişmiş ülkelerde toprakların neredeyse tamamı kullanılmaktadır ve verimlilikte yüksek düzeylere ulaşılabilmiştir. O nedenle, yeni yatırımlar hızla toprakların hâlâ önemli bölümünün kullanılmadığı ve verimliliğin çok düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere yöneliyor. Topraklar ve üzerlerindeki doğal kaynaklara ilişkin yatırım anlaşmaları, söz konusu topraklarda yaşayan, oraları nesillerdir kullanan insanlara sorulmaksızın hükümet yetkilileri ve yatırımcılar arasında gizlilik içerisinde imzalanıyor. Oralarda yaşayan insanların bu süreçlerde söz hakkının bulunmaması ve bir anda kendilerini yaşadıkları yere ilişkin tüm haklarından mahrum bırakılmış bulmaları, bu tür yatırımları “toprak gaspına” dönüştürüyor.
Küresel sivil toplum kuruluşlarından biri olan GRAIN’e göre, “toprak gaspları” zengin ülkelerin ve onların şirketlerinin, yoksul ülkelerin verimli topraklarından büyük alanları –yasal yollarla kamudan, ancak o yerlerde yaşayanlara ve ekip biçenlere sormaksızın– satın alması ya da bunların uzun süreli kullanım hakkını alması olarak tanımlanıyor.5 Zoomers’ın “toprak gaspı” tanımı daha geniş bir çerçeveye oturuyor ve toprak gaspı, mekânın ya da toprağın “yabancılaşması” olarak ele alınıyor.6 Böylelikle, parası çok kaynağı az ülkeler için gıda üretimi yapılması, biyoyakıt üretimi ve toprak üzerinden spekülasyon yapılmasının yanı sıra, kaya gazı ve maden çıkartılması, hidroelektrik, termik vs. enerji santrallerinin kurulması, turizm vb. amaçlarla yapılan toprak anlaşmaları da “toprak gaspı” konusu içinde ele alınabiliyor. Afrika’da ticarî amaçlı “vahşi hayatı koruma” alanları oluşturulması ya da Arjantin’in Patagonya bölgesinin petrol, gaz ve su kaynaklarıyla birlikte Amerikalı zenginlerin özel mülkiyetine geçmesi, Costa Rica, Cape Verde ve Kamboçya’da yerleşiklerin mülksüzleşmesi ve göçe zorlanması pahasına tarım topraklarının turizm bölgelerine dönüşmesi de bu duruma örnek gösterilebilir.7 Borras ve Franco da benzer biçimde çokuluslu şirketlerin gıda ve biyoyakıt üretimi temelinde küresel olarak toprak gaspı yapmasının hikâyenin yalnızca bir yüzü olduğunu belirtiyor.8 Toprak gasplarıyla çokuluslu şirketler köylülerin elindeki toprağın yanı sıra, büyük bölümü verimli tarım toprağı olan hazine arazilerini de ele geçiriyor.9 Bu açıdan, başta Afrika’da olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde toprağın büyük bölümünün halen hazine arazisi statüsünde olması toprak gaspını küresel bir metalaştırma sorunu haline getiriyor.
Bu yeni yatırım dalgasından yararlanmak isteyen gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri, kanunlarda değişiklik yaparak sözde tarıma elverişli olmayan alanları yatırımcılara açıyor. Dünya Bankası resmî kayıtlara göre bu tür toprak anlaşmalarına girenlerin ağırlıklı olarak yerli şirketler olduğunu belirtiyor.10 Örneğin, Nijerya’da yatırımcıların yüzde 90’ının, Kamboçya, Etiyopya, Mozambik ve Sudan’da yüzde 50’den fazlasının yerli yatırımcı olduğu görülüyor. Ancak, aynı raporda yerli yatırımcıların da yabancılar adına çalışıyor olabileceğine dikkat çekiliyor. Öte yandan, burada ortaya koymaya çalışılacağım üzere, gelişmiş ülkelerin ve çokuluslu şirketlerin toprak yatırımına olan ilgileri göz önüne alındığında, “toprak gaspları” büyük ölçüde gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarına yeni bir “el koyma” hareketidir ve kolonicilik dönemini andıran nitelikler barındırmaktadır. Gasp edilen topraklar üzerinde şimdiden isyanlar, bastırmalar ve ölümler olmaktadır. Küresel sivil toplum örgütlerinden Global Witness’ın konuya ilişkin hazırladığı raporda, yalnızca 2011’de en az 106 kişinin öldürüldüğü ve bu sayının 2009’dakinin nerdeyse 2 katı olduğu belirtiliyor.11 Ayrıca, Global Witness’ın raporunda dünya ekonomisi için en öncelikli kaynakların dünyanın en yoksul ülkelerinde bulunduğu paradoksuna dikkat çekiliyor.
Toprak gaspının başlıca iki nedeni
Toprağa yönelik yatırımlarda kıt olan toprak ve suyun kullanımına ilişkin iki seçenek birbiriyle rekabet ediyor: Bu kaynaklar ya tarım ürünleri yetiştirilmesinde kullanılacak ya da kaya gazı, maden vb. çıkartılmasına, enerji santrali kurulmasına vs. tahsis edilecektir. Ancak, toprak ve suyun tarım ürünleri yetiştirilmesinde kullanımı da kendi içinde iki alternatifin rekabetine konu oluyor: Bu kaynaklarla üretilecek tarım ürünleri ya gıda olarak tüketilecek ya da biyoyakıt hammaddesi olarak kullanılacaktır.
Tarım ürünleri yetiştirmek için toprakların gasp edilmesi
Ekilebilir toprakların büyük ölçekli genişlemesi yeni bir durum değil. Dünya Bankası verilerine göre, ekilebilir topraklar 1990–2007 yılları arasında yılda ortalama 1,9 milyon hektar, gelişmekte olan ülkelerde ise yılda 5,5 milyon hektar genişlemiştir.12 Dünya Bankası nüfus artışı, gelir artışı, kentleşme, bazı gıda ürünlerinin, özellikle yağlı tohumlar ve hayvancılık ürünlerinin ve bunlarla ilişkili yem ve sınaî ürünlerin talebindeki artışı göz önüne alarak, ekilebilir toprakların genişlemesinin yavaşlamayacağını öngörüyor. İhtiyatlı tahminlere göre, 2030’a kadar, gelişmekte olan ülkelerde her yıl 6 milyon hektar üretime açılacak ve bu genişlemenin üçte ikisi Sahra altı Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika topraklarında olacak.13 Hem ekilmeye uygun toprakların bol ve ucuz oluşu, hem de gelişmiş ülkelere göre verimliliğin çok düşük oluşu bu bölgeleri yatırımcılar için çok cazip kılıyor.14
Ancak, yatırımcıların bu bölgelerde ilk yöneldikleri topraklar verimliliği görece daha yüksek, sulama potansiyeli ve altyapısı daha iyi ya da pazara daha yakın olan, yüksek değerli topraklar. Daha önce küçük çiftçilerce ekilip biçilen bu toprakların hızla satılmasının yerel yaşamı ve gıda güvenliğini tehdit edeceğinden endişe ediliyor.15
Bu çerçevede 2012’de, ABD başkanı Obama tarafından G8 ülkeleri, bazı Afrika hükümetleri (Tanzanya, Gana, Etiyopya, Mozambik, Malavi, Burkina Faso, Fildişi Sahili) ve Monsanto, Cargill, Syngenta ve Yara gibi bazı çokuluslu şirketler arasında bir ortaklık şeklinde oluşturulan “Gıda Güvenliği ve Beslenme için Yeni İttifak”tan (the New Alliance for Food Security and Nutrition) söz etmekte yarar var.16 İttifak’ın amacının özel sermayeyi Afrika tarımına yatırım yapmaya yönlendirmek olduğu açıklanırken, gerçekte çokuluslu şirketlerin geniş ayrıcalıklarla Afrika’daki kaynaklara erişimini sağlamaya hizmet etmesinden kaygı duyuluyor.17 Afrika hükümetlerinden tohum, gübre, tarım kimyasalları, arazi kullanım hakkı (land tenure), su kaynakları vb. konularda yatırımcıların önünü açacak “reformlar” yapmaları talep ediliyor.18 Örneğin, küçük üreticileri yerli tohumlar yerine şirketlerce satılan tohumları kullanmaya zorlayacak yasal düzenlemeler yapılması isteniyor. Bu durum Afrika’daki çeşitli çiftçi birlikleri, yerel halklar, çevreciler ve küresel sivil toplum örgütleri tarafından “yeni bir kolonicilik dalgası” olarak adlandırılıyor.19
Ekilebilir toprakların biyoyakıt için gerekli hammaddelerin üretilmesi amacıyla gasp edilmesi de konunun bir diğer boyutu. OECD-FAO Tarım Tahmin Raporu’nda, 2002-2011 döneminde yıllık yüzde 2,6 büyüyen tarımsal üretimin, 2012-2021 döneminde yıllık yüzde 1,7 büyüyeceği tahmin ediliyor.20 Aynı raporda, tarımsal üretimin büyüme hızındaki düşüşe karşın, yine de üretim artışının nüfus artışını geçeceği, bu nedenle de kişi başına hâsılanın yıllık yüzde 0,7 de olsa artacağı belirtiliyor. Ancak, tarımsal üretimin giderek artan bir bölümünün biyoyakıt hammaddesi olarak kullanılacak olması, gıda güvenliği açısından kişi başına hâsıla verisinin güvenilirliğine gölge düşürüyor.
Dünya etanol üretimi 2005-2012 arasında iki katına, biyodizel üretimi ise 5 katına çıkmış bulunuyor. 2021’e kadar ise, hem etanol hem biyodizel üretiminin ikiye katlanması bekleniyor.21 Biyoyakıt üretiminde kullanılan temel tarım ürünlerinin toplam üretimdeki payı da artıyor. 2021’de, dünya tahıl üretimindeki artışın yüzde 33’ünün ve şeker kamışı üretimindeki artışın yüzde 15’inin etanol üretiminde kullanılacağı tahmin ediliyor.22 Bu çerçevede, biyoyakıt hammaddelerine olan şiddetli talebin, tarım topraklarının kullanımında ciddi bir dönüşüme neden olduğu görülüyor. Dünya Bankası 2030’a kadar, 18-44 milyon hektar alanın biyoyakıt hammaddesi üretimine kaydırılacağını tahmin ediyor.23 FAO da benzer bir öngörüde bulunarak biyoyakıt hammaddeleri için kullanılacak toprakların 2007-2030 arasında iki katından fazla artarak, ekilebilir alanların yüzde 3-4,5’ine ulaşacağını belirtiyor. Daha açık bir deyişle, bu durum ekilebilir alanlardan bir bölümünün gıda üretiminden hammadde üretimine kaydırılacağı, orman ve çayırların bir bölümünün de ekilebilinir alan haline getirileceği anlamına geliyor.24 Böylece, 2030’da kara taşımacılığında kullanılan enerjinin yüzde 5’i sıvı biyoyakıtlardan sağlanabilecek.
Küresel etanol piyasasına hâkim ülkeler ABD ve Brezilya, biyodizel piyasasına hâkim ülkeler ise AB başta, ABD, Arjantin ve Brezilya olsa da, aslında biyoyakıt üretiminde de gerçek aktörler çokuluslu şirketler. Bu sektörde, yatırım yapan yeni şirketler olduğu gibi, BP, Shell gibi dev petrol şirketleri ve önde gelen tarım ürünleri, tarım kimyasalları ve tohum üreticileri olan Monsanto, Cargill, Du Pont gibi dev şirketler de bulunuyor.25 Ayrıca, çok farklı alanlarda faaliyet gösteren bu şirketler arasında biyoyakıt üretimine yönelik stratejik ortaklıklar da kuruluyor.
Ekilebilir tarım topraklarının artma kapasitesinin büyük ölçüde su kaynaklarının bulunurluğuyla ilişkili olduğunu da belirtmek gerek.26 Biyoyakıt üretimi hem topraklar hem de su kaynakları için gıda üretimiyle rekabet halinde, çünkü 1 litre biyoyakıt üretmek için gereken su miktarı bir kişinin bir günlük ihtiyacını karşılayacak gıda üretimi için gereken su miktarına denk.27 Bugün biyoyakıt üretiminde kullanılan su miktarı, toplam küresel sulama suyu kullanımının yüzde 1-2’si kadar. Eğer tüm mevcut biyoyakıt üretim planları uygulamaya konacak olursa, bu oran küresel sulama suyu kullanımının yüzde 5-10’una ulaşacak.28
Maden, petrol ya da kaya gazı çıkartılması için toprakların gasp edilmesi
Yeni teknolojilerin sağladığı olanaklarla, son on yılda daha önce kullanılamayan rezervlere de erişebilir hale gelen maden, petrol ve kaya gazı sektörlerinin küresel ölçekte ve görülmedik bir hızla genişlemesi, günümüzde toprak gasplarının en temel nedenlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Örneğin, bu dönemde demir madeni üretimi yüzde 180, kobalt yüzde 165, lityum yüzde 125 ve kömür yüzde 44 arttı.29 Verilen ruhsatlar göz önüne alındığında, maden, petrol ve kaya gazı üretiminin dünya genelinde hızla artmayı sürdürmesi bekleniyor.
Maden çıkarma sanayilerindeki bu canlanışın önemli nedenlerinden biri, 2008 yılında finansal piyasalardaki çöküşün, hedge ve emeklilik fonlarını, içinde ağırlıklı olarak metaller, madenler, petrol ve gazların bulunduğu ilksel mal endekslerine yöneltmesi olmuştur. Bu durum, maden, petrol ve gaz fiyatlarındaki artma eğilimini şiddetlendirerek daha çok maden çıkartılmasını teşvik etti. Ayrıca, toprağın altındaki bu doğal kaynakların en kaliteli ve yoğun rezervleri zaten kullanılmış olduğundan, yatırımcılar yeni bölgelere ve “daha az saf” kaynaklara yönelmek zorunda kaldılar.30 Yeni teknolojiler bu kaynaklara erişilmesini olanaklı kıldı. Böylece, doğal kaynaklar bakımından yoksul olan gelişmiş ülkeler adeta son kalan kaynaklara hücum ettiler.
Örneğin bu çerçevede 2008’de, şirketlerin ve yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerdeki hammaddelere erişimine destek olmak için Avrupa Birliği bir strateji geliştirdi: Hammadde İnisiyatifi. Zira AB ekonomisinin doğal kaynaklar ithalatına olan bağımlılığı, dünyanın tüm diğer bölgelerinden daha şiddetli31: Ortalama bir Avrupalı bir Asyalıdan üç kat, bir Afrikalıdan dört kattan fazla hammadde tüketiyor. AB dünyanın en büyük doğal kaynak pazarı. Dünya doğal kaynağının yüzde 23’ünü tek başına AB ithal ediyor ve ithalatının yüzde 70’ini doğal kaynaklar ve ara malları oluşturuyor.32 Söz konusu Hammadde İnisiyatifi’nin oluşturulması hakkında Avrupa Metal Birliği’nin (Eurometaux) görüşü şöyle: “İmalat sanayinin ihtiyaç duyduğu hammaddelere erişimi güvenceli ve rekabetçi koşullarla sağlanamazsa, AB ekonomisinin ne geleceği, ne de başlıca politika hedeflerini finanse etme kapasitesi olabilir.”33
Hammadde İnisiyatifi ile AB bir yandan Dünya Ticaret Örgütü nezdinde doğal kaynak ihracatçısı gelişmekte olan ülkelerin “uluslararası ticareti çarpıtan” uygulamalarıyla mücadele etmeyi, bir yandan da eski sömürgeleri olan doğal kaynak zengini Afrika ve Güney Amerika ülkeleri ile iki taraflı ticaret anlaşmaları oluşturmayı hedefliyor.34 Ancak, çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanan ve söz konusu inisiyatifi eleştirel biçimde ele alan ilgili raporda, hammadde üreticisi gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda ihracatın az sayıda ilksel malda yoğunlaştığına dikkat çekiliyor. Kırk altı Afrika ülkesinin ihracatının tek bir ilksel mala dayandığı anımsatılarak bu yoksul ülkelerin en gerekli kamu harcamalarını bile uyguladıkları “ticareti çarpıtan” ihracat vergileri ve kısıtlayıcı yatırım kuralları sayesinde elde ettikleri gelirlerle yapabildiklerine dikkat çekiliyor.35 Öte yandan, gelişmiş ülkelerin iki taraflı ticaret anlaşmaları yoluyla gelişmekte olan ükelerden, Dünya Ticaret Örgütü taahhütlerinin de ötesinde tavizler elde ettiği biliniyor.
Doğal kaynaklara hücumda AB yalnız değil. ABD gibi diğer gelişmiş ülkelerin ve Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin de kaynak zengini Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde toprak yatırımlarına yöneldiklerini unutmamalı.
2005-2010 arasında Çin’de madencilik sektörü üçte bir oranında büyüme gösterdi. Peru’da maden ihracatı yalnızca 2011’de üçte bir oranında arttı. Bir uluslararası yatırımcı konsorsiyumu dünyanın beşinci büyük kaya gazı rezervlerine sahip olan Güney Afrika’da kaya gazı çıkartma hakkı için başvuruda bulundu. Ülkenin yüzölçümünün yüzde 10’una denk olan bu rezervlerin36 bulunduğu bölgede kaya gazının çıkartılmaya başlanması burada halen yapılan koyun yetiştiriciliğini37 bitirecektir.
Madencilik faaliyetleri nedeniyle, Latin Amerika’da, Asya ve Afrika’da gitgide daha çok sayıda nehir, yerel halkların kullandığı toprak ve ekosistem tahrip oluyor. Kaya gazı çıkartılmasında kullanılan “hidrolik kırma”(fracking) teknolojisi kayaların içine su ve kimyasalların zerk edilmesini gerektiriyor. Bu zehirli kimyasallar ise kaçınılmaz biçimde yer altı sularına (aquifers) ve yerel su sistemlerine sızarak kirlenmeye yol açıyor.38
Risklere karşı küresel farkındalık
Dünya Bankası, FAO, IFAD ve diğer bazı uluslararası örgütler 2008’de başlayan toprağa hücumun ne gibi riskler içerdiğini fark ederek toprağa ve doğal kaynaklara yapılacak yatırımlara yol gösterecek birtakım etik prensipler belirlemek üzere çalışmalar yürüttü. Toprağa ve doğal kaynaklara yapılacak uluslararası yatırımların zarar vermemesi, sürdürülebilir olması ve kalkınmaya katkı sağlaması için uyulması gereken yedi temel prensip belirlendi:
- Topraklar ve buralardaki doğal kaynaklar üzerindeki mevcut haklara saygı gösterilmesi.
- Gıda güvenliğinin tehlikeye atılmaması.
- Şeffaflığın, iyi yönetişimin ve düzgün bir çalışma ortamının sağlanması.
- Maddî olarak etkilenecek her kesime danışılması ve yapılan anlaşmaların kayıt altına alınarak uygulanması.
- Hukuka uygun, ekonomik olarak uygulanabilir, kalıcı ortak değer yaratan yatırımcılık yapılması.
- Toplumsal olarak sürdürülebilirlik ve kırılganlıkların arttırılmaması.
- Çevresel sürdürülebilirliğin gözetilmesi.
Söz konusu uluslararası kuruluşlar bu prensiplerle hem yatırım çekecek ülkelere karşılaşabilecekleri riskleri hem de yatırımcılara sorumluluklarını anımsatmak istiyorlar.39 Ancak ne yazık ki, yatırımların yapıldığı ülkeler ve buralardaki toprakları nesillerdir kullananlar ile yatırımcı ülkeler ve onların çokuluslu şirketleri arasında tamamen eşitsiz güç ilişkileri söz konusu. Güçlü tarafın belirlenen etik prensiplere uygun hareket etmesini ve zayıf olanı ezmesini engelleyecek herhangi bir mekanizma da uygulamada bulunmuyor. Dünyanın dört bir tarafında kapalı kapılar arkasında toprak gaspı anlaşmaları imzalanırken konunun insanî ve ekolojik boyutları henüz tam anlamıyla kamuoyunun dikkatini çekecek düzeye ulaşmış değil.
Tüm dünyada hükümetlerin birbiri ardına çıkarttıkları tarım alanlarının ve meraların tarım dışı kullanıma açılması, ormanların bir bölümünün, orman vasfını yitiren araziler statüsüne alınarak kullanıma açılması, hazine arazilerinin hızla özel mülkiyete geçirilmesi gibi bir dizi yasayla toprak gasplarının önü açılıyor. Türkiye’de de son iki yıldır benzer bir sürecin ivmelenerek yaşandığını görüyoruz.
- 17 Ağustos 2011’de Resmî Gazete’de yayınlanan 648 Sayılı KHK ile tarım alanları, mera vb. alanlar tarım ve hayvancılık dışı kullanıma açılıyor.
- Nisan 2012’de ‘’2B Yasası’’ Resmî Gazete’de yayımlandı (‘’Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’’). Ocak 2013’te bu yasada tekrar değişikliğe gidildi. Yasanın amacı satışa çıkarılan hazine arazilerinin köylülere satılması olarak açıklansa da gerek arazi bedellerinin yüksek oluşu, gerek köylülerin yeterli finansal kaynağa sahip olmamaları nedeniyle yasa, gerçekte orman köylülerini nesillerdir ekip biçtikleri toprakları terk etmeye zorladığı, köylülerin değil, toprak ağalarının ve toprağa yatırım yapmak isteyen zengin yatırımcıların çıkarlarına hizmet ettiği yönünde ağır eleştiriler aldı.40
- Haziran 2013’te “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanun Tasarısı” TBMM’ye sunuldu. Bu yasa tasarısının amacı tarım alanlarının çok sayıda mirasçı arasında bölünerek daha fazla küçülmesini önlemek olarak açıklanmakla birlikte, tasarı “şirket tarımının önünü açacak olmakla” eleştiriliyor.41
- Bütün sit alanlarını imara açacağı, yöre halkları ve çevrecilerin karşı koyduğu ve yürütmesi durdurulan hidroelektrik santrali projelerinin kurulması önündeki tüm yasal engelleri kaldıracağı iddia edilen çok tartışmalı bir “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” Mart 2013’te meclise geldi. Ancak, İstanbul’da çevreci kaygılarla patlak veren Gezi Parkı olayları nedeniyle bu tasarı Meclis Genel Kurulu gündeminden şimdilik geri çekildi. (Türkiye’de yüzlerce diye ifade edebileceğimiz hidroelektrik santrali projesinin gündemde olduğunu da bir not olarak belirtelim. Mahkemelerce çok sayıda yürütmeyi durdurma kararı verilmesine rağmen, bu santrallerin çevresel tahribatları kaygı verici boyutlara ulaştı. Örneğin, dört hidroelektrik santrali kurulan ve 32 santral daha yapılması planlanan doğal sit alanı İkizdere Vadisi’nde dere suyu kuruma noktasına gelmiş bulunuyor.42)
Öte yandan, 18 Haziran 2013 tarihli gazetelerde, ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin (EIA) raporunda Türkiye’de Trakya ve Güneydoğu havzalarında ve pek çok başka bölgede çok miktarda kaya gazı ve kaya petrolü bulunduğunun açıklandığı haberine yer verildi.43 Bu haber, kuşkusuz gelecekte Türkiye’de kaya gazı çıkartılması amaçlı toprak gaspları yapılacağı anlamına geliyor.
İktisatçı Korkut Boratav kapitalist gelişmenin tarihsel sürecinde hep var olagelen mülksüzleşme ve tasfiye süreçlerine karşılık, köylülük ve küçük üreticiliğin her zaman direndiğine dikkat çekiyor. Küçük üreticiler tarihsel olarak, bir yandan tasfiye edilirken bir yandan da kendilerini sürekli olarak yeniden üretebildiler.44 Köylülük, kapitalist üretim biçimiyle yan yana ve hatta ona bağımlı bir biçimde varlığını sürdürdü..45 Ancak günümüzde, küçük üreticiler küresel baskılarla tarımsal üretim için gerekli olan tohum, gübre ve ilaç gibi temel girdilerin temininde ve mahsullerini satabilmelerinde tekelci çokuluslu şirketlere giderek daha fazla tabi olmaya zorlanıyor. Küçük üreticilere devletçe sunulan garantili fiyat, depolama, pazarlama, kredi kullanımı olanakları da son derece daraltılmış bulunuyor; borç harç ürettikleri ve hasattan sonra depolayamayacakları mahsullerini, karşılarındaki tekelci alıcıya çok düşük bir fiyattan satmak zorunda kalıyorlar. Üstelik, artık ekilebilir topraklara ve su kaynaklarına el koymalar da başladı. Mülksüzleştirme ve köylülüğün tasfiyesi süreçleri görülmedik bir şiddette ve geri dönüşü olmayacak biçimde işliyor.
Öte yandan, köylülük dünyanın dört bir yanında direnmeyi sürdürüyor. Bu direniş büyük ölçüde örgütsüz ve dağınık olsa da “gıda bağımsızlığı” (food sovereignty) söylemi çerçevesinde, gelişmekte olan ülkelerden ve gelişmiş ülkelerdeki küçük üreticilerden, çiftçi sendikalarından ve çok sayıda sivil toplum örgütünden oluşan geniş katılımlı bir hareket doğmuş bulunuyor. Bu hareket Doha’nın sonuçlandırılmasını engelleyebildi. “Gıda bağımsızlığı” kavramı ilk kez 1996’da, uluslararası çiftçi federasyonu Via Campesina tarafından ortaya atıldı46: “İnsanların sağlıklı ve kültürel olarak uygun gıdaları ekolojik olarak anlamlı ve sürdürülebilir metotlarla üretme hakkı ve kendi gıda ve tarım sistemlerini kendilerinin belirlemesi hakkı”. Bu kavram, uluslararası kurumlar tarafından savunulan ve yalnızca gıdaya erişim hakkını kapsayan “gıda güvenliği”(food security) kavramından çok daha geniş olduğundan çokuluslu gıda şirketlerine karşı mücadeleyi de içeriyor.
Gelinen noktada, köylülüğün direnişinin küresel ölçekte ve hızla eldeki toprakları ve su kaynaklarını çokuluslu şirketlerin hücumuna karşı korumak ekseninde somutlaştırılması gerekiyor. Aksi halde, köylülük tarih sahnesinden silinecek, tüm dünyanın beslenmesi çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda, giderek daha tek tip ve yapay bir hal alacak. Bizlerse bir tarafta aç ve sefiller, diğer tarafta vicdanını yitiren toklar olarak, ekolojik tahribatla tanınmaz hale getirilen yeryüzünde kaybettiğimiz insanlığımızı aramak zorunda kalacağız.
Dipnotlar
1 OECD-FAO Agricultural Outlook 2012, s.28.
2 McMichael, Philip, “A Food Regime Analysis Of The ‘World Food Crisis’”, Agriculture and Human Values, Sayı 26, (2009), s.292.
3 OECD-FAO, 2012, ag.r, s.32 ve 51.
4 OECD-FAO, 2012, ag.r, s.50-51.
5 “Foreign land deals: global land grabbing?”, s.1, http://farmlandgrab.org/post/print/18813 Erişim tarihi:1 Temmuz 2011.
6 Zoomers, Annelies. “Globalisation And The Foreignisation Of Space: Seven Processes Driving The Current Global Land Grab”, Journal Of Peasant Studies, Cilt 37, Sayı. 2, April 2010, s. 430.
7 Zoomers, Annelies. a.g.m., s. 436-439.
8 Borras, Saturnino M. ve Franco, Jennifer. Towards A Broader View Of The Politics Of Land Grab: Rethinking Land Issues, Reframing Resistance. ICAS Working Paper Series Sayı.001, Mayıs 2010, s. 11.
9 Borras, Saturnino M. ve Franco, Jennifer. A.g.m., s. 21.
10 Dünya Bankası, 2011. Rising Global Interest in Farmland, s.63
11 Golovnina,M. “Global recources grab kills one person a week: NGO”, Business & Financial News, 19 Haziran 2012, www.reuters.com/assets/print?aid=USBRE85I01720120619 (Erişim tarihi: 8.6.2013)
12 Dünya Bankası, 2011, a.g.r., s.xxviii
13 Dünya Bankası, 2011, a.g.r., s.xxviii
14 Dünya Bankası, 2011, a.g.r., s.81.
15 FAO 2011. The State Of The World’s Land And Water Resources For Food And Agriculture, (SOLAW), FAO, Rome and Earthscan,London, s.106
16 EU Observer, The G8’s Great Land-grab, 11.6.1013, http://farmlandgrab.org/post/print/22184 Erişim tarihi: 17.6.2013
17 Guardian, “The UK government claims to be commited to ending hunger yet supports a scheme that, billed as good fo Africa, is anything but”, 7.6.2013, www.guardian.co.uk (Erişim tarihi: 17.6.2013).
18 EU Observer, The G8’s Great Land-grab, 11.6.1013, http://farmlandgrab.org/post/print/22184 Erişim tarihi: 17.6.2013.
19 Guardian, “the UK government claims to be commited to ending hunger yet supports a scheme that, billed as good fo Africa, is anything but”, 7.6.2013, www.guardian.co.uk (Erişim tarihi: 17.6.2013).
20 OECD-FAO, 2012, ag.r, s.52.
21 OECD-FAO, 2012, ag.r, s.34 ve 51.
22 OECD-FAO, 2012, ag.r, s. 64-65.
23 Dünya Bankası, 2011, a.g.r, s.15.
24 FAO 2011. ag.r. s.106.
25 Bkz. www.biofueldigest.com
26 OECD-FAO, 2012, a.g.r, s.53.
27 FAO, 2011, ag.r. s.107.
28 FAO, 2011, ag.r. s.107.
29 The Gaia Foundation, 2012 Report, Opening Pandora’s Box: The New Wave of Land Grabbing by the Extractive Industries and The Devastating Impact on Earth, Executive Summary.
30 The Gaia Foundation, 2012, a.g.r., Executive Summary.
31 CURTIS, Mark. The New Resorce Grab: How EU Trade Policy on Raw Materials is Undermining Development, 2010, Report on behalf of Traidcraft Exchange, Oxfam Germany, WEED, AITEC and Comhlámh, s.4.
32 Curtis, Mark. a.g.r, s.12.
33 Curtis. Mark. a.g.r, s.10.
34 Curtis, Mark. a.g.r, s.4 ve 10.
35 Curtis, Mark. a.g.r, s.12.
36 The Gaia Foundation, 2012 Report, a.g.r., Executive Summary.
37 Financial Post, 12.09. 2007, “South Africa allows exploration of fifth-biggest shale deposits”, www.business.finacialpost.com
38 The Gaia Foundation, 2012, a.g.r., Executive Summary.
39 Dünya Bankası, 2011, a.g.r, s.xxv-xxvii.
40 Karadağ, Gülşah. “Ayıplı 2B Yasasında Batak Büyüyor”, Birgün Gazetesi, 14 Mart 2013.
41 Özkaya, Tayfun. “Köylülerin Toprakları Şirketlerin Eline Mi Geçecek?” Yurt Gazetesi, 20.6.2013 ve Tokmakoğlu, Buğra. “Miras Toprakta Şirketleşme Adımı” 24.6.2013, http://blog.milliyet.com.tr/bugratokmakoglu (Erişim Tarihi: 26.6.2013)
42 Milliyet. “İkizdere Vadisi’nde ‘can suyu’ kuruyor!” 6 Mart 2013, www.milliyet.com.tr
43 Hürriyet Ekonomi. “100 yıl yetecek ‘Türk kaya gazı’”, 18.6.2013, www.hurriyet.com.tr
44 Boratav, Korkut. Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, İmge Kitapevi Yayınları, (2004), s.116.
45 Boratav, Korkut. a.g.e., s.117.
46 Gimenez, Eric Holt, “From Food Crisis To Food Sovereignty”, Montly Review, (July-August 2009), s. 146. Ayrıca, Via Campesina hareketine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aysu, Abdullah. Küreselleşme ve Tarım Politikaları. Su Yayınları, (2008), s.221-244.
-----------------------------------------------------
Sibel Çaşkurlu
1974 Ankara doğumlu.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümü mezunu. 1999’dan bu yana Gazi Üniversitesi
İİBF İktisat bölümünde öğretim görevlisi.