İklim krizinin etkisiyle orman yangınları daha sık ve daha büyük hale geliyor. Doğanın kendi kalkanları, bu değişime yetişemiyor. İnsan eliyle planlanan ve uygulanan yangın sonrası restorasyon çalışmaları bu nedenle gerekli.
2021 yazında Türkiye’nin farklı bölgelerinde geniş çaplı mega orman yangınları yaşandı. Günlerce süren alevler, özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında binlerce hektarlık alanı etkiledi. Gökyüzünü kaplayan duman, yalnızca doğanın değil, insanların da belleğinde derin izler bıraktı. Yangınların ardından en çok dile getirilen soru ise şuydu: Bu alanlar nasıl yeniden ormanlaşacak?
Aslında bu soru, yalnızca Türkiye için değil, tüm Akdeniz coğrafyası için kritik. Çünkü Akdeniz ekosistemleri binlerce yıldır ateşle iç içe yaşıyor. Yangın, bu coğrafyanın doğasında var. Ancak günümüzde iklim krizi, artan sıcaklıklar ve insan faaliyetleri, yangınların hem sıklığını hem de şiddetini artırıyor. Böylece doğal bir ekolojik süreç, giderek toplumsal bir felakete dönüşüyor.
Uzayan kuraklıklar ve düşen nem oranı, bitki örtüsünü kolay tutuşur hale getiriyor. Sıcak hava dalgalarının uzaması ise yangınların kontrolünü zorlaştırıyor. Üstelik orman yangınları yalnızca iklim değişikliğinden etkilenmekle kalmıyor, onu hızlandırıyor: Yanma sırasında atmosfere yayılan sera gazları, karbon yutaklarının yok olmasıyla birleşince, ısınmayı daha da tetikliyor. Böylece yangınlar ve iklim değişikliği birbirini besleyen bir döngüye dönüşüyor. Akdeniz havzası bu döngünün en hassas halkalarından biri.
Direnç ve direngenlik: Ekosistemin iki kalkanı
Bir ekosistem yangınla karşılaştığında iki özelliği sınanıyor: dirençlilik ve direngenlik.
- Dirençlilik (resistance), ekosistemin yangın gibi bir müdahale sırasında bu etkiye dayanma ve minimum zarar görme kapasitesi. Örneğin, Kızılçam gibi kalın kabuklu ağaçların gövdeleri alevlerden daha az zarar görüyor.
- Direngenlik (resilience) ise ekosistemin yangın gibi bir müdahale sonrasında yeniden toparlanarak eski durumuna dönebilme kapasitesi. Birçok maki bitkisi toprak tohum bankası ve/veya sürgün verme kabiliyeti sayesinde yeniden yaşam alanını kaplıyor.
Bu iki özellik, doğanın yangınlarla baş etme stratejileri. Yangına dirençli ekosistemler yangının yayılmasını yavaşlatıyor, şiddetini azaltıyor ve canlı bileşenleri koruyor. Direngen ekosistemler ise yangın sonrası yoğun ormancılık uygulamalarının ihtiyacını azaltıyor ve uzun vadede ekosistemlerin sürdürülebilirliğini güvence altına alıyor.
Fakat iklim krizinin etkisiyle daha büyük ve sık yangınlar yaşandıkça, doğanın bu kalkanları tek başına yeterli olmayabiliyor. İşte tam da bu noktada, insan eliyle planlanan ve uygulanan yangın sonrası restorasyon çalışmaları devreye giriyor.
Asıl mücadele yangından sonra başlar
Yangınlara müdahale elbette yaşamsal öneme sahip. Ancak çoğu zaman unutulan gerçek şu: Asıl önemli süreç, yangın söndükten sonra başlıyor. Çünkü yangından sonra alınan kararlar ve uygulamalar geleceğin ekosistemlerini belirliyor.
Burada iki farklı yaklaşım öne çıkıyor:
- Doğal yenilenmeye fırsat vermek: Birçok Akdeniz tipi ekosistemlerde yaşayan ağaç ve çalılar, yangınlardan sonra kendini hızla yenileyebiliyor. Kızılçamlarda serotin (kapalı) kozalakların oluşturduğu tepe tohum bankası, ladenlerde toprakta gizlenmiş toprak tohum bankaları ve meşelerde köklerden filizlenen sürgünler, doğanın kendi onarım gücünü oluşturuyor. Bu nedenle bazı alanlarda müdahaleyi en aza indirip ekosistemin kendi direngenliğine güvenmek en doğru strateji.
- Aktif restorasyon uygulamaları yönetmek: Bazı durumlarda, özellikle toprağın aşırı erozyona uğradığı, yangının çok şiddetli olması nedeniyle tepe ve toprak tohum bankalarının tükendiği ya da istilacı türlerin yayılma riski olduğu alanlarda insan eliyle restorasyon uygulamaları gerekebiliyor. Böyle durumlarda da yerel, yangına uyumlu ve ekonomik değeri olan türlerle yapılan dikimler, eğimli alanlarda kozalaklı kızılçam dallarının ana serilmesi, açıklıkların ve dere kenarlarının korunarak farklı yaş ve katman yapıların oluşturulması bu müdahaleler arasında.
Ancak unutulmaması gereken şu: Doğal süreçleri göz ardı eden, hızlı ama yüzeysel çözümler, ekosistemi daha kırılgan hale getirebiliyor.
Ekolojik hafıza: Doğanın belleği
Yangın sonrası ekosistemlerin yeniden toparlanma kapasitesi, yalnızca mevcut türlere değil, aynı zamanda geçmişten gelen ekolojik hafızaya dayanıyor.
Ancak uygulamada sıklıkla tercih edilen bazı müdahaleler bu belleği zayıflatıyor.
Yanan alanın hızlıca tek tip dikimlerle kapatılması ya da yerel olmayan türlerin kullanılması, kısa vadede “yeniden ağaçlandırma” gibi görünse de uzun vadede ekosistemi daha kırılgan hale getiriyor.
Karar vericiler için kritik olan, doğal süreçlere alan açmak ve ekolojik hafızayı koruyacak uygulamaları desteklemek. Bunun için:
- Bölge florasındaki doğal türlerin tercih edilmesi,
- Yerel iklime uyumlu ve düşük yanıcılı türlerin kullanılması,
- Karışık tür ve çok tabakalı orman yapısını teşvik edilmesi,
- Tür çeşitliliğini artırmak ve habitat bağlantılarının korunması,
- Farklı habitat tiplerini destekleyerek yatay heterojenliği ve yapısal çeşitliliğinin güçlendirilmesi,
- Ormanda düzenli yakıt yönetimi (budama, kontrollü yakma, otlatma, ölü örtünün tamamen kaldırılmadan kontrollü yönetimi) uygulanması,
- Hassas bölgelerde yangın öncesi bakım ve izleme çalışmalarının artırılması ekosistemin yangınlara karşı direncini artıracak temel stratejiler.
Ekolojik hafızayı korumak, yalnızca doğayı değil, aynı zamanda toplumun uzun vadeli yararını da gözeten bir yaklaşım.
Geleceğin ormanını bugünden kurmak
Yangın sonrası restorasyon yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda toplumsal bir süreç.
Çünkü yanan alanların geleceği üzerine alınacak kararlar, köylülerin geçim kaynaklarını, turizmi ve yerel ekonomiyi doğrudan etkiliyor. Bu nedenle karar alma süreçlerine yerel halkın dahil edilmesi, hem uygulamaların başarısını artırıyor hem de doğayla toplum arasında güven ilişkisi kuruyor.
Yangın sonrası yönetim, siyaseten de iklim değişikliğine uyum stratejilerinin önemli bir parçası haline gelmeli. Kısa vadeli çözümler yerine, ekosistemlerin uzun vadeli direncini artıran, biyolojik çeşitliliği koruyan ve yangın riskini azaltan planlamalara ihtiyaç var.
Bugün biliyoruz ki, yangın yönetimi yalnızca alevlerle mücadele etmek değil. Yangın sonrası restorasyon, ormanların geleceğini belirleyen sıfır noktası. Burada alınacak kararlar, ekosistemlerin hem bugünkü sağlığını hem de yarının dayanıklılığını şekillendiriyor.
Dirençli ve direngen ekosistemler inşa etmek, yalnızca doğayı korumak için değil, aynı zamanda insan toplumlarının güvenliği ve refahı için de zorunluluk. Bu nedenle yangın sonrası restorasyon, iklim krizinin gölgesinde, Akdeniz’in en kritik gündemlerinden biri olmaya devam edecek.