TÜRKİYE’DE KENT ÇALIŞMALARININ BUGÜNÜ VE YARINI
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği olarak 12 Ekim 2016 günü “Türkiye’de Kent Çalışmalarının Bugünü ve Yarını” başlıklı bir toplantı düzenledik. Farklı disiplinlerden yirmiden fazla araştırmacının katılımıyla gerçekleşen bu buluşmanın amacı, 2000’li yıllarda Türkiye kentlerinin geçirdiği dönüşüme ilişkin yakın zamanlı entelektüel birikimi haritalamak, deyim yerindeyse eleştirel bir bilanço çıkarmak ve nihayetinde bu birikimi ileriye taşıyacak olası adımlara dair önerileri derlemekti. Uzun erimli bir dizinin ilk ayağı olmasını umduğumuz bu toplantıda öne çıkan noktaları dört ana başlık altında toplayabiliriz.
I
Türkiye’nin son 15 yıl içinde geçirdiği dönüşümün en çarpıcı biçimde gözlenir olduğu alanlardan biri de kentler oldu. Kırsal alanda yaşanan dönüşümden ayrı düşünülmemesi gereken bu süreç, kentlerin fiziki ve sosyal mekânlarını hızlı ve topyekûn bir değişimle karşı karşıya bıraktı. Bu dönemde –yalnızca İstanbul’la sınırlı kalmayacak biçimde– büyük kentlerin ve Anadolu’daki ekonomik merkezlerin nüfusu hızla artmaya devam ederken, AKP hükümetlerinin 2001 krizi sonrası benimsedikleri makroekonomik politika tercihlerinin en önemli ayaklarından biri de inşaat sektörü ve gayrimenkul yatırımlarını teşvik etme stratejisi oldu. Sıklıkla tekrarlandığı üzere, yasal ve idari alanda gerçekleştirilen kapsamlı müdahalelerle yolu açılan bu süreçte kentsel dönüşümden kamuya ait taşınmazların özelleştirilmesine bir dizi uygulama her düzeyde siyasal tartışmanın başat gündem maddelerinden biri oldu. Diğer yandan, bu dönemin tanımlayıcı özelliklerinin yalnızca ekonomik alanla sınırlı olmadığını da vurgulamak gerekir. Keza 2000’li yıllar boyunca, fiziki mekândaki değişime paralel olarak, hem kentlerde hem de kent dışı alanlarda yaşayanların mekânsal tecrübelerinin, mekânı anlamlandırma ve deneyimleme biçimlerinin de çok boyutlu biçimde dönüştüğüne tanık olmaktayız. Tüm bu dinamikler bir arada düşünüldüğünde 2000’li yılların Türkiye kentleşme tarihi içinde ayrı bir alt dönem olarak düşünülmesinin somut gerekçeleri mevcuttur.
Bir diğer açıdan, bu dönem, Türkiye’de akademik kent çalışmalarının –henüz arzu edilen düzeyde olmasa da– hissedilir biçimde canlılık kaydettiği bir dönem oldu. Araştırmaların, yayımlanan makale ve kitapların, yüksek lisans ve doktora çalışmalarının sayısındaki artış bu mütevazı ama önemli canlılığın göstergesi olarak yorumlanabilir. Farklı geleneklerden beslenseler de, bütün olarak bakıldığında, kent çalışmalarının bu yeni kuşağı, yakın zamanlı kentsel süreçlerin gerisinde yatan dinamiklerin, motivasyonların, bu süreçleri mümkün kılan iktidar ve tahakküm ilişkilerinin ve neticede ortaya çıkan toplumsal ve mekânsal sonuçların anlaşılması bakımından önemli katkılar sundular. Bir diğer ortaklık noktası da akademik alanla politik alan arasında kurulan özgün bağ oldu. Özellikle Gezi Direnişi öncesi dönemde hayli canlı bir varlık gösteren kentsel muhalefet alanıyla bu kuşağın temsilcileri arasında hem düşünsel hem de pratik anlamda çarpıcı bir yakınlaşmaya tanık olundu. Gerek bilginin üretilme süreci açısından gerekse üretilen bilginin kentsel muhalefet alanının ihtiyaçlarıyla etkileşimi açısından kıymetli çabaların denemesinin yapıldığı bir aktivist-araştırma pratiğinin ortaya konduğuna şahit olduk. Ne var ki, bugün makroekonomik politika tercihlerinden Kürt sorununa, Gezi Direnişi’nden Suriyeli mültecilere Türkiye toplumunun güncelliğini tanımlayan başat eğilimlerin, süreçlerin ve olayların anlaşılması bakımından kentlerin ne denli stratejik bir öneme sahip olduğu göz önüne alınırsa, ortaya konan entelektüel birikimin ve deneylerin noksanları da daha net biçimde görünür olur.
II
Bahsini ettiğimiz akademik ve politik birikime karşılık, bugün kentlere ilişkin anaakım söylem ve pratiklerin büyük ölçüde itiraz görmediğini, hatta itiraz görmemenin ötesinde sahiplenildiğini ve arzulandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kentsel dönüşümden devasa ölçekli altyapı yatırımlarına kentsel mekânı topyekûn biçimde etkileyen girişimler, yalnızca mevcut siyasal iktidarın destekçileriyle sınırlı sayılamayacak toplumsal kesimler nezdinde bir yandan kentsel ranttan pay almanın bir yolu sayılıyor, diğer yandan kalkınmanın ve modernleşmenin nişanesi kabul ediliyor. Elbette ki, bu kabulün gerisindeki gerekçeler çok katmanlı tarihsel-toplumsal dinamiklerin içerisine gömülü durumda. Ancak, yakın zamanlı kent çalışmalarının bu dinamikleri yeterince ortaya koyamadığını, çoğu zaman neoliberalizm nosyonu üzerinden değerlendirilen kentsel süreçlere dair rızanın nasıl üretildiğini hakkıyla açıklayamadığını iddia etmek mümkün.
Bu noksanlığın münhasıran siyasal iktidara, yerel ve merkezi düzeydeki kurumsal aktörlerin politika tercihlerine odaklanan bir yaklaşımın hayli yaygın olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Diğer yandan, kentsel yeniden yapılanma süreçlerini cazip ve kabul edilebilir kılan toplumsal dinamikler yeterince anlaşılamadığı gibi, kentsel muhalefet alanındaki gelişmelerin de tam anlamıyla kavranamadığını iddia etmek mümkün. Şüphesiz, geride bıraktığımız on yıl içerisinde kentsel alanda bir dizi önemli tekil direniş yaşandı; ülke tarihinin en önemli toplumsal/politik olaylarından biri –Gezi Direnişi– başlangıcı ve esası itibariyle kentsel mekândaki hızlı değişime bir tepki niteliği taşıyordu. Ancak, kent çalışmalarının Gezi Direnişini doğuran dinamikleri vaktiyle sezip anlamlandırmadığını da belirtmek gerekir.
Kısacası, gerek geniş anlamda iktidarın işleyişinin ve içsel dinamiklerinin kavranması açısından, gerekse direnişin üzerine inşa olduğu çelişkilerin –ve de yarattığı pratiklerin fikri ve maddi öncüllerinin– öngörülmesi açısından, kent çalışmaları, yakın zamandaki tüm yaratıcı çabasına rağmen, noksan kaldı denebilir. Bugün için kentsel muhalefet alanının 2005-2013 döneminde arz ettiği canlılıktan uzak olduğu da düşünüldüğünde alandaki bu eksikliğin anlaşılması ve ardından –hem kavramsal ve metodolojik açıdan hem de araştırma gündemleri ve tasarımları bakımından– yaratıcı bir yenilenmenin sağlanması çok daha büyük önem taşıyor.
III
Bahsedilen türde bir yenilenmenin birden fazla boyutu içermesi gerektiğine şüphe yok. Üstelik doğası gereği kolektif bir çabayı gerektiren bu sürecin uzun erimli ve çok odaklı olacağı da öngörülebilir. O nedenle bu süreçte gündeme gelebilecek olası başlıkları –tüketici olma iddiasında olmaksızın– özetlemeye çalıştık:
- Türkiye’de kentleşme sürecinin uzun tarihi içerisinde öne çıkan, üzerinde çok sayıda çalışmanın bulunduğu, 2000’li yılların çalışmalarında da sıklıkla konu edilen (göç, gecekondu/yoksulluk mekânları, kentsel dönüşüm gibi) başat temaların eleştirel bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu türden bir gözden geçirme, çoğu zaman verili kabul edilen olguların değişen dinamiklerinin anlaşılmasına, 2000’li yıllara özgü süreçlerin mahiyetinin daha net biçimde görülmesine katkı sunacaktır.
- İlk maddedekilerin aksine çalışmalarda yeterince yer bulamayan, ancak İstanbul’dan daha küçük ölçekli Anadolu kentlerine, etkileri her geçen gün daha görünür olan mekânsal olgu ve süreçleri kapsamak için yeni araştırma gündemlerinin tanımlanması gerekmektedir. Keza sıklıkla bahsi geçse de aşağıda az sayıda örneğini sıraladığımız temaların mevcut durumda kentsel çalışmalar alanında detaylı ve sistematik biçimde analiz edildiğini söylemek mümkün değildir;
- Finans ve kentsel mekân ilişkisi
- Kentsel rantın üretim ve paylaşım süreçleri
- Kentsel ekolojik süreçler
- Konut dışı alanlar, yeni üretim coğrafyaları
- Savaş, terör ve askeri çatışmaların mekânsal dinamik ve sonuçları
- Kent-bölgelerin oluşumu
- Türkiye’nin periferisinde yaşanan yeni metropolleşme dinamikleri
- Çalışmalarda sıkça kullanılan, ancak çoğu kez içeriği tam olarak doldurulamayan kavramların (örneğin, neoliberalizm, hegemonya, popülizm ya da rant) eleştirel bir perspektiften gözden geçirilmesi, eleştirel kent çalışmaları alanındaki başat kuramların, üzerinde çalışılan alanların özgünlüklerini içerecek biçimde operasyonalize edilebilmesi için son derece önemlidir. Kuramların çoğu zaman yaratıcılıktan uzak biçimde, hazır reçeteler sunuyormuşçasına kullanılması, bilgi üretim süreçlerinin her aşamasında hissedilen noksanlıkların doğmasına neden olmaktadır. Alanda sıklıkla kullanılan düşünsel gelenekler ve kavramsal setler arasındaki sınırların ayrıştırılabilmesi için sistematik bir tartışmanın örülmesi gerekir.
- Kavramsal tartışmanın bir boyutu da metodolojik protokollerin ve araçların formüle edilmesine ilişkindir. Bu açıdan bugün kent çalışmaları alanında geçmişe kıyasla çok daha zengin bir manzarayla karşı karşıya olsak da, mevcut durumda kullanılagelen metodolojik araçların alanın sesini tam anlamıyla duymayı mümkün kılmadığı da göz önüne alınması gereken bir olgudur. Bu anlamda gerek etnografik yöntemleri kullanan gerekse daha makro ölçekli verilerle çalışan araştırmacıların veri edinme süreçleri üzerine sistematik bir çabaya belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
- Bilgi üretim sürecinin farklı aşamalarına ve boyutlarına dair bir yenilenmenin yanı sıra, kentsel alana ilişkin alternatif görüş ve pratiklerin hayal edilmesi de kent araştırmacılarının üzerine çaba sarf etmesi gereken başlıklardan biri. Türkiye kent çalışmaları açısından akademik ve politik alan arasındaki verimli geçişkenlikler düşünüldüğünde bu başlığın yakıcılığı çok daha net biçimde görünecektir. Diğer yandan, toplumsal muhalefetin diğer alanlarında olduğu gibi, kentsel muhalefet alanında da yaşanan geri çekilme, bu türden bir çabayı hem zorlaştırmakta ama hem de mecburi kılmaktadır. Bu bakımdan aktivist-araştırma pratiği, bugün cılız da olsa kentsel muhalefet alanının üreteceği alternatiflerin oluşum koşullarına desteklemek gibi bir başlığı da içermelidir.
- Son olarak, araştırmacıların, son yıllarda deneyimlenen canlılığa rağmen, bir zanaat olarak kent çalışmaları alanının örgütlenmesini mümkün kılacak araçları yaratmaktan uzak kaldığı da hesaba katılmalıdır. Bugün için araştırmacılar arasında etkin ve sürekli iletişim alanlarını var kılacak araçların –örneğin alana münhasır dergilerin, düzenli buluşmaların, iletişim ortamlarının, kolektif veri üretim mecralarının– yeterince var olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Şüphesiz bu yönde değerli girişimlerden bahsedilebilir. Ancak bunlar çoğu zaman sürekliliği olmayan tekil çabalar düzeyinde kalmıştır.
IV
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kent çalışmaları alanını mevcut durumundan daha ileriye taşıyacak bir yenilenmenin çok boyutlu, kolektif ve zorlu bir çaba gerektirdiği açık. Diğer yandan, böylesi bir yenilenmenin, alanın kendi sınırlarının ötesinde, mekânı merkezine alan bir sosyal bilimsel çabanın örgütlenmesi açısından çok kıymetli katkılar sunacağına da şüphe yok. Bu açıdan ilk aşamada atılabilecek ve hâlihazırda var olan benzer girişimlere destek olacak kimi adımlardan bahsedilebilir. Bu bakımdan iyi ayrı kanaldan bir dizi yeni buluşmanın tertip edilmesi öncelikli görünüyor. İlk olarak, epistemoloji ve metodoloji başlıklarını konu edinen, önceden yapılandırılmış atölyeler, sonraki tartışmaların zeminini oluşturmak açısından faydalı olacaktır. Bunlara paralel olarak düzenlenecek, tematik başlıklara ayrılmış ve örneğin bir önceki bölümde ilk maddede andığımız türden temaların farklı perspektiflerden konu edileceği panel formundaki buluşmalar ise daha geniş bir çevreyle etkileşimi mümkün kılacaktır.
Bugün kent çalışmaları alanındaki araştırmacılar arasında etkileşimi ve diyalogu kuvvetlendirecek bir ağın oluşumunun, Türkiye’nin ve dünyanın içinden geçtiği toplumsal ve ekolojik dönüşüm süreçlerini anlamlandırmak ve nihayetinde alternatifler üretmek açısından mütevazı ama hayati bir katkı sunacağı kanaatindeyiz.