Türkiye’de kadınlar 1934 yılında seçme ve seçilme hakkına kavuştu. Bu hakkın alınmasından sonra oluşan ilk TBMM’de (1935) kadın temsil oranı yüzde 4,5 oranındaydı. Daha sonraki yıllarda bu oran giderek azaldı. 1946’da yüzde 1,9; 1957’de yüzde 1,3; 1965’te 1,8; 1977’de yüzde 0,9; 1983’te yüzde 3; 1991’de yüzde 1,8 ; 1995’te yüzde 2,4 olarak gerçekleşti.
1999 genel seçimlerinde Türkiye’de ilk kez kadınların politikada olağanüstü eksik temsili sorunu kamuoyuna mâloldu. O zamana kadar görülmedik sayıda çok kadın aday adayı ve aday olmasına rağmen, parlamentodaki oran yüzde 4,2’de kaldı.
Sonraki seçimlerde, oranlar 2002’de yüzde 4,4; 2007’de yüzde 9,1; 2011’de yüzde 14,38 olarak parlamentoya yansıdı.
2002’de kadın örgütleri, TC Anayasası’nda kadınlar için fırsat eşitliği sağlamaya yönelik özel önlemler alınmasını devlete görev olarak veren “Eşitlik İçin Anayasa Değişikliği” paketi ile TBMM ve yerel meclislerde en az yüzde 30 cinsiyet kotası uygulamasını sağlayacak “Siyasî Partiler ve Seçim Yasası” değişikliklerini içeren bir yasa paketi hazırlayıp kamuoyuna sundu.
Siyaset kurumuna bu alanda yapılan baskılar halen devam ediyor. Ancak, gerek yerel yönetimlerde gerekse TBMM’de kadın temsili “kritik eşik” olarak nitelendirilen yüzde 33’ün çok altında. Türkiye’de kadınların temsil krizi var. Kadınların siyasete katılımını engelleyen çeşitli faktörler var.
Tarihsel ve kültürel bir gerçeklik olan “cinsiyete dayalı işbölümü” gereği kadınlar ve erkekler farklı işler yapar. Kadınların yaptıkları işler, “özel” yaşam alanında görülür; bu nedenle de kamusal alanı ilgilendirmeyen, “apolitik” bir dünyaya ait olarak tanımlanır. Cinsiyete dayalı işbölümü kadınların toplumsal yaşam deneyimlerini aile ve yakın çevreyle sınırlar. Bu işbölümünün toplumsal zihniyet tarzına zemin oluşturması, kadınların siyasal süreçlerden dışlanmasını “doğal” hale getirir. Kadınların geleneksel rolleriyle siyasetin bağdaşmayacağına dair yaygın kanaat, onların eşleri ve yakın aile çevreleri tarafından engellenmesine yol açar.
Yapılan bir araştırma erkeklerin, kadınların politikaya katılımına olumlu baktıklarını, fakat kendi kadın aile bireylerini politikada görmek istemediklerini ortaya koyuyor. Siyasete katılmak isteyen kadının aşması gereken ilk engel, aile ile siyasetin bağdaşmaz olduğuna dair yaygın kanaattir.
Cinsler arası eşitliği sağlamanın temeli, bireyin gelişimi için toplumdaki mevcut fırsatlardan farklı cinslerin eşit yararlanabilme şansının olmasıdır. İnsanî Gelişme Endeksi, Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Sıralaması gibi uluslararası değerlendirmelerde Türkiye’de cinsler arası eşitsizlik eğitim ve gelir açısından ciddi bir düzeyde. 2014’te Toplumsal Cinsiyet Uçurumu sıralamasında 142 ülke arasında 125. sıradayız. Eğitim ve gelir düzeyi siyasî katılımda kadınların önündeki önemli bir engel. Adaylık için ödenen ücretler, kampanya giderleri kadınları bu yarışta zorluyor.
Siyasal parti örgütleri genellikle erkek, orta sınıf, orta yaşlı, meslek sahibi vatandaşlar tarafından yönlendirilir. Oysa siyasal atılımda eşitliği belirleyen faktörün, insanların toplumsal yaşama katılımlarını örgütleme ve yönlendirme becerilerini geliştirecek fırsatlardan eşit yararlanabilmeleri olduğunu biliyoruz.
Geleneksel anlayışla, kadınlar gönüllü sosyal faaliyet çerçevesinde, aile içindeki rolleriyle paralel olarak, sosyal yardım derneği modeli içinde sıkışıp kalmıştır. Siyasî partilerde de faaliyetlerini “kadın kolları” içerisinde sürdürürler. Kadınları gönüllü sosyal faaliyet anlayışından siyasal temsil için güçlenme anlayışına geçirecek bir paradigma değişikliği gereklidir.
Siyasette egemen erkek modeli
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyasal yaşam onu belirleyen erkeklerin normlarına göre şekillenmiştir. Erkekler kendi toplumsal cinsiyet rolleri gereği para kazanmaya, güçlü olmaya ve rekabete yönlendirilirler. Bu değerleri de beraberlerinde siyasete taşırlar. Yardım, özveri, uyum, birbirini anlama gibi değerler yerine başarma, boyun eğdirme, yönetme, güçlü olma gibi değerler siyasette egemendir. Bu değerler hayatı boyunca kendilerinden başka insanların gereksinmelerine duyarlı olmak üzere eğitilen kadınlara yabancı gelir. Siyasetteki erkek egemen söylem kadınlardan erkeklerle eşit koşullarda yarışmalarını talep eder. Ancak, kadınların siyaset dışında erkeklerle eşit koşullarda yaşamadığını unutur. Bu değerler dünyasında kadın oyunu erkek egemen söyleme göre belirlenmiş kurallara göre oynamak zorunda kalır.
Siyasî partilerde kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik politikaların bulunduğunu söylemek zordur. Kadınlar siyasette genellikle, sosyal yardım faaliyetlerinde görevlendirilerek onlardan “siyasî destek” oluşturmaları beklenir. Aday başvuru ücretlerinde kadınlara indirim uygulanması, parti organlarında ve seçimlerde cinsiyet kotası uygulanması gibi konular yeni yeni bazı partilerin tüzüğünde yer almaya başladı. Ancak, yaptırımı olmayan bu kuralların uygulanması tamamen parti yöneticilerinin samimiyetine bağlıdır.
Hemen hemen tüm siyasî partiler kendi kadın kollarını, kadınları siyasal karar süreçlerine hazırlayan bir yapı olarak değil, partinin ikinci ve siyasal getirisi düşük işlerini yaptıracakları birim olarak görür. Kadın örgütü ile parti örgütü arasında geçişlilik yoktur. Karar süreçlerinde yer alan kadınlar adaylık aşamasında partinin kadın örgütlerince önerilemez ve kadın temsilciler ile temsil edilmeyi bekleyen kadınlar arasındaki temsil ilişkisi yok olur.
Kadın sorunları ve kadın temsili genellikle seçim dönemindeki kampanyalarda hatırlanır. Sonra bu konu unutulur ve meraklıların ilgisine terk edilir. Kadın aday tüm bu engelleri aşmak durumundadır. Halbuki kadının siyasî katılımının artması durumunda ne gibi olumlu değişimler yaşanabilir, demokrasi nasıl güçlenir?
Radikal değişim ihtiyacı
Siyasal süreçlerde kadınlar erkekler tarafından temsil edilemez. Çünkü bir grup insan, kendi yaşamadığı sorunlarla karşı karşıya kalan diğer bir grup insanın yaşamını ilgilendiren temel konularda karar verme yetkisine sahip ise “temsil eden” ile “temsil edilen” arasındaki ilişkinin demokratikliği tartışmalı hale gelir.
Kadınların sorunlarının çözümünün kadınların siyasal temsiliyle olanaklı olduğunu kabul etmek, demokrasinin ilkesi olan kendi yaşamı hakkında karar verme gereğidir. Kadının siyasî katılımı her şeyden önce “gerçek demokrasi” için gereklidir. Kadına dair sorunların çözümünde, çatışma çözümü – barış gibi alanlarda siyasî süreçlere kadının katılımı daha etkin, daha kalıcı çözümlere olanak sağlayacaktır.
Genel seçimler yaklaşırken partilerin aday gösterme konusunda geleneksel tutumlarını sürdüreceğini öngörebiliriz. Kontenjan, ön seçim, eğilim yoklaması gibi yöntemlerle adayları belirleyeceğini ifade eden partilerde, kadın adaylar konusunda pek bir beklentimiz yoktur. 81 ilimizin 43’ünde kadın milletvekili yok. Bu demokrasi ayıbı tablo ancak adaylaşma sürecinde çok radikal bir değişimle değiştirilebilir.
Bu konuda, tüzüğünde “tüm karar alma mekanizmalarında kadınlar için en az eşit temsili” öngören HDP “iyi örnek” olarak değerlendirilebilir. Parti organlarında ve yerel yönetimlerde “eşbaşkan” uygulaması kadın-erkek eşit temsili açısından örnek bir model. Bu model veya benzerleri diğer siyasal partiler tarafından da benimsenip uygulanabilir.
Kadınların tüm karar alma mekanizmalarında eşit temsilini savunan bir STK olarak görmek istediğimiz tablo ile göreceğimiz tablo arasında fark olacağı kesin. Kadın aday adayı sayısındaki artış, kadın temsilinin artacağı konusunda bir işaret. Ancak, en iyimser tahminle yüzde 25 kadın temsili gerçekleşebilir.