Özellikle 1980 sonrası kadın hareketinin de etkisiyle ev içi şiddete maruz kalan kadınlarla yapılan çalışmalar, çocukların yaşadığı ihmal, istismar ve şiddeti çok daha görülür, tanınır ve müdahale edilebilir hale getirdi. Çocukların yaşadığı fiziksel, ruhsal, ekonomik ve cinsel şiddet bugün de başlıbaşına ele alınması gereken acil bir mesele.
Öncelikle, içinde şiddet olan hanelerde, çocukların da yüzde 70’e varan oranda doğrudan veya dolaylı olarak şiddete maruz kaldığını söyleyerek başlayalım. Çocuklar sanılanın aksine, kendileri şiddet görmeseler bile tanıklık ederek, sonradan izlerini görerek, duyarak veya bunların hiçbirisi olmasa da şiddetin yarattığı gerginliği hissederek, yani şiddetin içinde ve bunun farkında olarak yaşar. Kendilerini ne zaman geleceği belli olmayan bir saldırının tehdidi altında hisseder, yoğun bir kaygıyla başbaşa kalırlar. Kendilerine veya yakınlarına yönelik maruz kaldıkları şiddeti başkalarına anlatmak ve açıklamakta zorluk çektiklerinden büyük utanç hissederler, dile gelemeyen öfkeleri, bıkkınlıkları, çaresizlikleri bedenlerine ve davranışlarına yansıyabilir.
Son günlerde yeni hukuksal düzenlemelerle yeniden gündeme gelen çocuğa yönelik şiddet, ihmal ve istismar konusu özellikle onarılması en zor yaralara neden olan cinsel istismar meselesi üzerine titizlikle düşünmeyi gerektiriyor.
Cinsel istismar, çocukların bir yetişkin tarafından cinsel uyarı ve tatmin amacıyla kullanılmasıdır; onarılması çok güç fiziksel ve duygusal yaralanmalara neden olur. Bu durum sevgi, güven ve bağlılık ilişkisi içinde olunması beklenen bir yakından geldiğinde ve tekrarlanma, yıllar boyu sürme ve gizli kalma olasılığı arttığında, çocuk üzerinde bıraktığı hasar çok daha ağır olur. Çocuk için çok şaşırtıcı ve söze dökmesi çok zor bir deneyimi anlamlandıramayan çocuk ruhsal ve fiziksel olarak hayatta kalabilmek için birbirinden ayrışmış, kopuk zihin ve beden halleri yaşar; yaşadığı korkunç deneyimi anılardan çıkarma ve inkâr yoluna gidebilir. Bu istismar ona bakım sağlaması gereken birinden geldiğinde, yaşadığı çaresizlik ve öfkeyi, yetişkine yöneltmektense, kendisine yönelterek kontrol etmeye çalışabilir. Bu da kendisini “kötü, değersiz” olarak tanımlamasına ve yaşadıklarının kendisinin suçu olduğunu düşünmeye itebilir.
Cinsel istismar sadece fiziksel taciz ve tecavüz şeklinde değil, duygusal, sözel ve mimiklerle (bakış, ima, başka biri ile cinsel ilişkiye şahitlik etmeye zorlanma vb.) de yapılır. Zannedildiği gibi nadiren görülen bir olay değildir, sadece sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde görülmez, çocukların uydurdukları bir durum değildir, hatta genelde çocukların utandıkları için sakladıkları bir durumdur ve istismar tehlikesi genellikle yabancılar tarafından değil çok yakınlardan gelir. Çocuğu dinleyen, anlayan, onun güvenliği ve ihtiyaçlarını gözeterek yapılacak bir müdahale ve koruyucu/önleyici sistemin yürürlüğe girmesi hayatî bir önem taşır.
Aile içi şiddet, cinsel şiddet, çocuk yaşta zorla evlendirme/erken yaşta evlilik meseleleriyle ilgili yakın döneme göz atarsak, Türkiye’de 0-8 Yaş Arası Çocuğa Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’na göre, çocuklarının kendilerini kızdıran davranışlarına karşı ebeveynlerin yüzde 74’ünün duygusal şiddet yöntemlerine (çocuğun sevdiği bir şeyin yasaklanması, temel ihtiyaçların kesilmesi, bir odaya kilitlemek, bağırmak, tehdit etmek vb.); yüzde 23’ünün ise fiziksel şiddet yöntemlerine (tokat atmak, itmek, sarsmak, saç/kulak çekmek vb.) başvurduğu görülüyor. Araştırma evde duygusal veya fiziksel şiddet olduğu durumda, o evde bulunan 0-8 yaş arası çocukların yüzde 70’inin şiddete tanıklık ettiğine de işaret ediyor.1
Bu alandaki az sayıda da olsa araştırmalardan biliyoruz ki, çocukların en az yüzde 20’si 18 yaşına varmadan önce cinsel istismar yaşıyor. Üç kız çocuğundan ve beş erkek çocuğundan birinin cinsel istismara uğradığı tahmin ediliyor; bu çok yüksek bir oran. Bunların çok azı, çocuğun tedavi gördüğü durumlar adalete yansıyor. Türkiye’ de çocuk istismarı kavramının ‘94-95’li yıllardan sonra yerleşmeye başlaması ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla bu alanda çalışmaların ivme kazandığını söyleyebiliriz.2 Ancak, yasaların uygulanmasındaki, devlet kurumlarının işlevselliğindeki sıkıntıları ve son dönemdeki yeni yasal düzenlemeleri göz önüne aldığımızda katedilmesi gereken çok yol var.
Derin bir yara: çocuk evlilikleri
18 yaşını doldurmamış kız çocuklarının evlendirilmesi onlarla evlenen bireyin, ailenin, toplumun ve devletin kurumlarının sebep olduğu bir diğer çocuk istismarıdır. Ataerkil sistem ülkenin doğusundan batısına çocuk yaşta evliliklerin gerçekleşmesini, çocuğun, kadının hayatı boyunca sistematik şiddet altında yaşamasını, yaşam hakkının elinden alınmasını beslemektedir.
Çocuk yaşta evlendirilenlerin gerçek sayısı bilinmemektedir. Polis verilerine göre, Türkiye’de her üç evlilikten biri çocuk evliliğidir, evlendirilen kız çocukların üçte birden fazlası kumadır. Evlilik yaşı kız çocuklarda 12’ye kadar düşmektedir, çocuk evliliklerinde Türkiye dünyada ilk 10’un içindedir.3
Bu sayıların ülkenin çocuk evlilikleri haritasını ortaya çıkarmaya yetmediği açık. Üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin katkısıyla güncel ve kapsamlı araştırmaların yapılması acil ihtiyaçtır. Türkiye Cumhuriyeti 1995’te onayladığı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile çocuğun evrensel haklarını tüm yasa ve düzenlemelerinin üzerinde tutacağını kabul ve taahhüt etmiştir. Türkiye siyasetinin, bu sözleşmenin ilke ve hedeflerini gündemine almadığını, çocuk lehine hiçbir ilerleme olmadığını kaygıyla izleyen bazı sivil toplum kuruluşları 2007 yılında, 22 Temmuz genel seçimleri öncesinde hükümet ve siyasî partilerin programlarında ve uygulamalarında çocuk politikalarına önem ve öncelik vermeleri yönünde bir kampanya başlatmış, tüm siyasî partileri ve adayları parti programlarını ve seçim bildirgelerini hazırlarken Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin temel ilkelerine uyarak bir "ülke çocuk politikası" oluşturulması konusunda harekete geçmeye çağırmışlardır.
2014’te Türkiye’nin çocuk politikalarıyla, uygulamalarıyla ilgili ne durumda olduğuna baktığımızda durumun ciddiyetini görebiliriz: 2012’de en az 609 çocuk yaşam hakkı ihlaline uğruyor, 2013’te 633 çocuk yaşamını kaybediyor. Bir yandan çocuk merkezli çalışan sivil toplum kurumlarının, insiyatiflerin artmasıyla ihmal ve istismarların daha görünür olması ve önleyici, koruyucu çalışmalara yoğunlaşılması söz konusuyken, diğer yandan sorumluların cezasız bırakılması, yaşananlardan ders çıkartmak ve acilen yapısal önlemler almak yerine her olayın münferit olarak gösterilmesi, ulusal düzeyde stratejik planlamayla çocuk politikaları oluşturulmaması çocukların yaşam hakkını almaya devam ediyor.4
TBMM’de yasayla oluşturulan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulur kurulmaz bir alt komisyon oluşturup erken evlilikleri incelediği raporu bütün bakanlıklara, kadın milletvekillerine, kadın örgütlerine ve üniversitelerin ilgili birimlerine göndermiştir. Aradan yıllar geçmesine rağmen, halen o rapordaki çözüm önerilerini hayata geçirecek bir adım atılmadı. Raporun sonuç bölümünde şöyle deniyordu: “Erken yaşta evlilikler insan haklarının kullanılmasını engelleyen, kadının statüsünü düşüren ve çocukların başta eğitim olmak üzere temel haklarını ellerinden alan bir sorundur. Bu evlilikler toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen Türkiye’de mutlaka mücadele edilmesi gereken bir alandır”.
Medeni Yasa, Ceza Yasası ve Çocuk Koruma Yasası arasındaki uyumsuzluğu gidermesi, Anayasa’nın 90. maddesi gereği üst hukukumuz olan uluslararası sözleşmelere uygun olacak şekilde yasalardaki çocuk tarifini belirleyecek bir düzenleme yapması talep edilen Adalet Bakanlığı halen bu konu üzerine eğilmemiştir. Raporda sorumlulukları hatırlatılan diğer kurumların çocuk evliliklerinin önlenmesi için eylem planları yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bağlı bulunduğu Devlet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Yerel Yönetimler bu konuda üzerlerine düşen sorumluluk ve görevleri yerine getirmemektedir. Çocuk evlilikleri sorununa karşı en önde koşması gereken, bu sorunla mücadele için etkili politikalar geliştirmesi, çözüm için hükümeti harekete geçirmesi beklenen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın iki yıl önce kurduğunu duyurduğu Erken Evlilikleri Önleme Birimi’nin bilinen bir yol haritası olmadığı görülmektedir.
Bununla birlikte, çok sayıda kadın kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu TCK (Türk Ceza Kanunu) Kadın Platformu kadınların taleplerini dile getiren uzun soluklu bir kampanya yürüttü. Bu kampanya sayesinde TCK’da yaklaşık 30 madde değiştirildi. Diğer yandan hükümetin, yasa değişikliğini “torba yasa” usûlüyle ilgili ilgisiz diğer konulardaki düzenlemelerle birarada sunması, muhataplarıyla tartışmaması; toplumu, kadınlara ve çocuklara karşı cinsel saldırı suçlarının soruşturulması, kovuşturulması ve cezalandırılması konusunda var olan durumdan çok daha sorunlu bir aşamaya getirmektedir. Hükümet, bu değişikliklerle cinsel suçların önlenmesini sağlayacak adımları atmamış, erkek egemen devlet ve hukukun, erkeğin lehine uygulamaları değiştirmeye niyetli olmadığını göstermiş, cezayı artırmak ya da azaltmakla sorunun çözülebileceği yanılgısını yaymıştır.
Son günlerde tekrar gündeme gelen yasa değişikliklerinde çocuğu korumaya yönelik ağırlaştırılmış cezalar getiriliyormuş gibi gözükse de, istismar tanımlaması daha muğlak hale getirilerek, cinsel istismar ile cinsellik arasındaki ayrım belirsizleşmiştir. Örneğin, 17-18 yaşlarında iki ergenin karşılıklı isteği ile kurulan yakınlık ile 50 yaşında bir kişinin 13 yaşında bir çocukla zorla birlikte olmaya çalışması aynı şeymiş gibi bir yoruma gelinmiştir. Önleme ve cezaları ağırlaştırmaya yönelik bir adım gibi sunulurken örneğin adlî tıp raporlarının yürürlükten kaldırılması istismarda en önemli önleyici, yaptırım uygulayıcı unsurun ortadan kaldırılması anlamına geleceğinden çok endişe vericidir.
Çocuk merkezli önleyici ve koruyucu çalışmalar
On üç ilde istismar ve ihmale maruz kalmış çocuklara destek veren Çocuk İzleme Merkezleri ( ÇİM) kurulmuştur. Modelin kendisi çok iyi olmakla birlikte, uygulamada önemli sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin, merkezlerin sadece savcılığa hizmet eder birimlere dönüşme tehlikesi, ilçelere ulaşılamaması (Adlî tıp kurumu ve karakol yolu izlenerek çocuk istismarının devam etmesi), hükümetin ulusal düzeyde eylem planları uygulamaması, tüm kurumlarıyla harekete geçmemesi gibi...
Gündem Çocuk Derneği, her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu birer birey olarak barış içerisinde, iyi ve mutlu bir yaşam sürmesi için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütüdür. 2005 yılında bu alanda çalışan uzmanların biraraya gelerek oluşturduğu zeminde çocuk haklarına aykırı olan her tür durumla ilgili haber, basın açıklaması, çağrı, çocuklarla çalışan sivil toplum kurumlarını güçlendirme ve ağ kurma çalışmaları, çocuk hakları ihlalleri, ayrımcılık, adalet, koruyucu, önleyici, destekleyici çalışmalar gibi başlıklarla mücadele edilmektedir. Çocuğa Karşı Şiddeti Önlemek İçin Ortaklık Ağı” içinde yer alarak çocuk politikaları, eşitlik ve stratejik ağ ve eylem planı konusunda aktif çalışmalar sürdürmektedir.
Sivil toplumun çocuğa karşı şiddeti önlemeye yönelik izleme rolünü güçlendirmek amacıyla kurulan işbirliği “Çocuğa Karşı Şiddeti Önlemek için Ortaklık Ağı” olarak isimlendirilmiştir. Bu ortaklık içinde 67 sivil toplum kuruluşu yer almaktadır. Faaliyetleri, izleme göstergeleri oluşturmak, izleme çalışmasına katılacak STÖ’ler arasında iletişim ağı oluşturmak, raporlama yapmak, bilgi bankası oluşturmaktır. Bu platformların Türkiye’de hükümetlerin çocuk hakkı temelli politika oluşturmasını sağlamak ve kamuoyu oluşturmak açısından önemli işlevleri bulunmaktadır.
Bunların yanında, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Kadın Merkezi ( Kamer), Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Derneği, Uçan Süpürge Kadın İletişim Ve Araştırma Derneği gibi kadına, çocuğa, lgbti bireylere, dezavantajlı gruplara yönelik çalışan kurumlarda çocuklara yönelik önleyici ve ruhsal, hukukî ve sosyal destek çalışmaları devam etmekte, atölyeler, kampanyalar gerçekleştirilmektedir.
Türkiye çocuk hakları konusunda uluslararası sözleşmelere imza atmış ve yasalarla çocuk koruma kanunu çerçevesinde kâğıt üstünde koruyucu ve destekleyici çerçeve sağlamıştır. Ancak, hükümetin girişimlerindeki tutarsızlıklar ve ayrımcı politikalar, devletin kurumları arasındaki kopukluk, yasaların uygulanma aşamasındaki zorluklar, toplumsal alanda bilinçlenme ve farkındalığın yetersiz olması, ataerkil sistemin çocuk şiddetini meşrulaştırması, yasa yapıcıların muhataplarıyla işbirliği ve dayanışma içinde olmaması “geleneklerin” çocuğu köleleştiren anlayışının, çocuk ihmali ve istismarının, şiddetin, tecavüzün sürmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, devlet politikası kapsamında çocuk politikası oluşturmak ve bunu bu alanda uğraş veren platformlarla birlikte uygulamaya geçirmek gerekmektedir.
---------------------------------------------
1 Çocuk ve Aile İçi Şiddet Araştırması (2013) Boğaziçi Üniversitesi, Hümanist Büro, Frekans ortak araştırması.
2 Prof. Dr. Resmiye Oral (2013) Çocuk istismarı nedir nasıl önlenir?, İzmir.
3 Uçan Süpürge Çocuk Gelinlere Hayır Kampanyası (2014) verilerinden.
4 Gündem Çocuk Derneği Raporlama Çalışmaları (2014).