Avrupa Birliği’nin (AB) en önemli dış politika araçlarından biri olan genişleme politikası üyelik hedefi ve koşulluluk prensibiyle aday ülkeleri Avrupalılaştırarak dönüştürmekte ve Birliğe yeni üyelerin katılımını sağlamaktadır. Ancak genişleme politikası on iki Doğu Avrupa ülkesinin katılımından sonra AB gündeminin üst sıralarındaki yerini kaybetti. Doğu genişlemesinden alınan dersler sonucunda AB’nin genişleme yorgunluğuna girdiği ve yeni üyeleri massetme kapasitesinin azaldığı dile getirilmeye başlandı. Dünyayı sarsan ekonomik kriz AB’nin çeşitli ülkelerini iktisadî bir iflasın eşiğine getirirken toplumsal ve siyasî açıdan sarsmasının AB entegrasyonunun derinleşmesi ve AB’nin geleceği ile ilgili tartışmalara negatif yansımaları oluyor.
Kıbrıs sorunu ve üyeliğine karşı ülkelerin engellemeleri sebebiyle müzakere süreci durma noktasına gelen Türkiye’nin AB’ye katılım süreci de bu olumsuz havadan etkileniyor. Bu durumun en önemli göstergelerinden biri hem AB hem de Türkiye’de bazı aktörler tarafından son zamanlarda sıklıkla dile getirilen üyelik hedefinden çok müzakere sürecine vurgu yapan argümanlar. “Üyelik önemli değil, önemli olan müzakere süreci” ve “müzakere süreci bir bitsin, asıl üyelik kararı ondan sonra verilecek” argümanları hem müzakere sürecinin ucu açıklığının altını çizen üyelik dışı ilişki taraftarları hem de müzakereleri canlı tutmaya çalışan üyelik taraftarları için işlev görüyor.
Birliğe katılması mukadder ülke?
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olanlar için müzakerelere başlangıç kararı öncesinde en önemli mesele Müzakere Çerçeve Belgesi’nde müzakerelerin nihai hedefinin nasıl ifade edileceğiydi. Valéry Giscard d’Estaing, Angela Merkel, Nicolas Sarkozy gibi önemli siyasî figürler, Hristiyan Demokrat Partileri bünyesinde barındıran Avrupa Halkları Partisi ve Avusturya hükümeti Türkiye’ye üyelik yerine imtiyazlı ortaklık önerilmesini savunuyordu. Bu taleplere karşılık Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ülkelerin ve AB Komisyonu’nun pozisyonu müzakerelerin nihai hedefinin üyelik olduğunun müzakere çerçeve belgesinde ifade edilmesiydi. Merkel ve Sarkozy gibi Türkiye’nin üyeliğine şiddetle itiraz eden siyasî aktörlerin henüz iktidarda olmadığı karar gecesi en önemli itiraz Avusturya’dan geldi. Avusturya müzakere sürecinin üyelik dışında bir alternatif ile sonlanabileceğinin müzakere çerçeve belgesinde açıkça ifade edilmesinde ısrar ediyordu.
Kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi incelendiğinde tüm tarafları memnun etmeye çalışan bir belge olduğu görülüyor. Müzakerelerin ortak hedefinin üyelik olduğu açıkça belirtilirken sürecin ucunun açık olmasına ve sonucun önceden garanti edilemeyeceğine ilişkin vurgu AB’nin üyelik hedefine bağlılığına gölge düşürüyor. Türkiye’yi üyeliğe taşıyacak sürecin prensiplerini belirleyen bu belgedeki ifadeler Helsinki’de adaylık ilanındaki “Birliğe katılması mukadder bir aday devlet” ifadesiyle karşılaştırıldığında AB’nin Türkiye’nin üyelik hedefine bağlılığındaki gevşeme açıkça görülüyor. Türkiye için üyelik hedefinin tartışılmaya açıldığı bir dönemde kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi’ndeki ifadelerden belgenin herhangi bir kazaya sebep olmadan üyelik sürecinin devamını amaçlayan bir metin olduğu söylenebilir.
Gönülsüz genişleyen AB
Müzakerelere başlayıp üyelik hedefine ulaşamamış bir ülke olmasa da –kendi istekleriyle süreci sonlandıranlar ve üyeliği halk oyuyla reddedenler istisna– üyeliğe aday olmak ya da müzakerelere başlamak sürecin otomatik olarak üyelik hedefine varmayla sonlanacağı anlamına gelmiyor. AB genişlemesi tarihi, müstakbel üyelerin üyelik sürecinde karşılaştığı problemlerin, genişleme ve derinleşme eksenindeki tartışmaların, AB kurumlarının yeni üyelere hazırlanırken yaşadığı kurumsal reform gerekliliklerinin, bölgesel ve küresel dinamiklerin genişleme politikasına etkisinin, inşa halindeki AB’nin kimlik ve gelecek tartışmalarının ve bu tartışmalara rağmen üyelik yolunda adayların nasıl ilerlediğinin tarihidir.
AB sanıldığının aksine sadece Türkiye özelinde değil, genel olarak gönülsüz bir şekilde genişleyen bir entitedir. Bununla beraber genişleme politikasının hedefi doğası gereği üyeliktir. AB’ye katılım için gerçekleştirilen müzakere süreci müstakbel üyeyi AB hukuku ve normları çerçevesinde Avrupalılaştırmakta ve AB’ye hazırlamaktadır. Müzakere süreci olmadan üyelik imkânsız olduğu gibi, üyelik hedefi olmayan bir katılım süreci anlamını ve etkisini yitirmektedir. AB ile ilişkilerinde üyelik perspektifi olmayan Komşuluk Politikası ve Doğu Ortaklığı ülkeleriyle genişleme sürecindeki ülkeler kıyaslandığında üyelik hedefine varma olasılığının AB’nin dönüştürücü gücüne ve koşulluluğun etkisine katkısı apaçık ortadadır.
Üye olmak ya da olmamak...
Müzakereler sonucunda Türkiye’nin bir ortak olarak AB’ye bağlı olmasını üyeliğe tercih edenler bu süreç sonucunda Türkiye’nin Avrupalılaşmasını ve AB için sorun üretmeyen bir ülke olmasını bekliyor. Üyelik sürecinin dışında kalan Türkiye’nin iç ve dış politikadaki tercihlerinin daha az öngörülebilir olacağını tahmin eden bu aktörler Türkiye’nin üyeliği hakkında kendilerini bağlayacak ümitvar açıklamalar yapmaktan kaçınırken müzakere sürecinin önemine vurgu yapıyorlar. Özellikle Almanya ve Fransa gibi önemli AB ülkelerinin siyasî liderlerinin Türkiye’nin üyeliğine atıf yapmaktan imtina eden açıklamaları Türkiye kamuoyunda AB üyelik sürecinin akıntıya karşı kürek çekmek olduğu hissini pekiştiriyor.
Merhum Turgut Özal’ın Türkiye’nin AB üyelik sürecini tanımlamak için kullandığı “uzun ince bir yol” benzetmesi Türkiye’nin daha başında bu yolun ne kadar meşakkatli olacağının farkında olduğunun delilidir. Fakat tünelin sonundaki ışık görünmez olunca hem yol hem de hedef sorgulanır hale gelmektedir. Müzakere Çerçeve Belgesi’nin içeriği ve müzakerelerin devam ettiği bugüne kadar geçen sürede yaşananlar Türkiye için üyelik hedefini maalesef sorgulanır hale getirmiştir. AB’den gelen bu tür mesajların Türk tarafını AB’nin vazgeçilmez olmadığı ve Türkiye’nin de “AB’ye hayır” diyebileceği yönünde açıklamalar yapmaya yönelttiği söylenebilir. Erdoğan tarafından defaatle dile getirilen “Kopenhag kriterleri olmazsa yolumuza Ankara kriterleri ile devam ederiz” veya “AB üyeliği olmazsa Şanghay İşbirliği Örgütü olur” söylem ve politikaları üyelik hedefinin belirsizleşmesinin sonucudur. İmtiyazlı ortaklık, Norveç modeli ya da Avrupa’da ekonomik kriz sonrasında gündeme gelen farklı entegrasyon seviyelerine sahip esnek bir AB’nin dış çeperinde bir ülke olmak Türkiye’de yüzeysel tartışmalarda taraftar bulsa da üyelik dışındaki bir alternatifte egemenliğin kullanımı, kurumlarda temsil ve oy kullanma ile ilgili ayrıntıların gerçekleştiğinde Türkiye’de kamuoyunu ve siyasî aktörleri tatmin etmeyeceği açıktır.
AK Parti’nin dış politika ve ekonomideki başarılarının pompaladığı aşırı özgüven ikliminde “üye olmamak dünyanın sonu değil” argümanının Türkiye’de destek görmesi ve ilişkilere hakim olan olumsuz hava yüzünden yapılan kamuoyu yoklamalarında AB üyeliğine desteğin düşük çıkması şaşırtıcı değil. Üyelik hedefinin önemsizleştiği ortamda en önemli risk sürecin temeli olan Avrupalı norm ve değerlerin anlam ve önem erozyonuna uğraması ve AB’nin iç ve dış politikada referans noktası olma özelliğini yitirmesidir. Gezi olayları sonrası AB kurumlarının AB normları temelli eleştirel açıklamalarının Türk hükümeti tarafından ciddiye alınmayıp tepkiyle karşılanması bu bağlamda dikkat çekicidir.
Sahte havuç olarak üyelik perspektifi...
Türkiye’nin tarihi, kimliği ve büyüklüğüyle diğer adaylardan farklılığı genel kabul gören bir olgu. Türkiye’nin üyeliğinin AB kurumları, politikaları ve entegrasyonuna etkisi bazen göz korkutacak şekilde gündeme getiriliyor. Bunun zirve noktası eski Fransa Devlet Başkanı Valéry Giscard d’Estaing’in “Türkiye’nin AB’ye kabulü Avrupa’nın sonu olacaktır” ifadesidir. Fakat şu da gözden kaçmamalı ki, genişlemenin bir maliyeti olduğu gibi, 50 yıldır devam eden entegrasyon ve tartışmalardan sonra üyeliğin AB tarafından reddinin de bir maliyeti olması kaçınılmazdır.
11 Eylül ve Arap uyanışı sonrası bir kez daha küresel siyasetin gündeminde üst sıralara oturan medeniyetler çatışması, İslâm ve demokrasi, Avrupa’da Müslümanlar ve çok-kültürlülük tartışmalarında AB’nin rolü göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin AB yolculuğu AB’nin imajı ve nasıl algılandığı açısından çok önemlidir. Müzakere süreci sadece Türkiye’nin AB’ye uyumu için değil AB’nin de Türkiye’yi entegre ve massetme kapasitesini artırması için geçen bir zamandır. Müzakereleri bitirmiş bir Türkiye’nin AB tarafından reddini farklı gerekçelerle olsa dahi kimlik politikaları dışında bir sebeple açıklamak zor olacaktır. Asıl bu durumun AB’nin mottosu olan “çeşitlilik içinde birlik” fikrinin sonu olacağı söylenebilir.
Genişleme politikası AB ideal ve normları temelinde devam ettiği sürece, herkesin kazancı barış, güvenlik ve istikrar olacaktır. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenler için amaç üyelik hedefini gerçekleştirerek üyelik sürecindeki kazanımların konsolidasyonunun ve denetlenebilmesinin sağlanması, Avrupa Birliği’nin parçası olarak entegrasyonu ortak değerler temelinde devam ettirme çabasına ortak olmaktır. Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına hız verilmesi ve Türk ve Avrupa kamuoylarını Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlamak Türkiye’nin AB entegrasyonu için kısa vadede atılması gereken en önemli adımlar olmalıdır. Üyeliğin erişilebilir ve gerçekçi bir hedef olması reform sürecinin canlanmasını ve Türkiye’nin bu yolda daha sağlam adımlarla ve hızlı yürümesini sağlayacaktır. Üyeliğin sahte bir havuç olarak kullanıldığı katılım müzakereleri ve genişleme politikasının başarılı ve etkili olma ihtimali yoktur.
-------------------------------------------------------------
Erhan İçener
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. 2007’de “Avrupa Birliği Genişlemesini Açıklamak: Romanya ve Türkiye Karşılaştırması” başlıklı tez çalışmasıyla Queen’s University Belfast’ta doktora derecesi aldı. 2008-2012 arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Mart 2012’den beri Bursa Orhangazi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde çalışmaktadır. Araştırmaları ve yayınları Avrupa Birliği genişleme politikası, genişleme sürecinin değişen dinamikleri ve geleceği, AB üyeliğine alternatif politikalar ve Türkiye ve Romanya’nın AB ile olan ilişkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır.
---------------------------------------------------
İlgili Makaleler
Türkiye – AB ilişkileri:Türkiye ne istiyor?, Ulrike Dufner, Perspectives3