Suriye krizi: Türkiye’nin Ortadoğu rüyasının sonu mu

PDF

Halk ayaklanmasının başladığı 2011 yılı Mart – Ağustos döneminde Suriye’nin sadık müttefiki olan Türkiye, Beşar Esed rejimini memnuniyetsizlikleri gidermeye yönelik reformlar yapmaya ikna etmek konusunda başarılı olamadı. Ne kadar söylense azdır, Türkiye bu dönemde komşusu Suriye ile olan ve kendisi için birçok açıdan önem arz eden ilişkilerinin bozulmasından, hâlâ kaçınmak arzusunda. Çünkü Suriye, her şeyden önce, Türkiye’nin komşularla “sıfır sorun” ilkesi üzerine inşa ettiği ve ülkeyi bölgesel bir güce, hatta daha fazlasına dönüştürmesini beklediği yeni Ortadoğu politikasında merkezi bir konuma sahipti. Ayrıca, Suriye ile bu uyumlu ilişkilerin ekonomik nedenleri de bulunuyordu. İki ülke arasındaki önemli ticari ilişkilerin ötesinde Suriye, Türk ekonomisinin Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere, bölgenin diğer ülkelerine açılan kapısıydı. Son olarak ve bilhassa Ankara, bir zamanlar Suriye’nin hamisi olduğu PKK’ye karşı sürdürdüğü terörle mücadelede Şam’la olan işbirliğine halel gelmesini istemiyordu.

Ancak Ankara bütün çabalarına rağmen özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın nihayet, kadim dostuna laf anlatmanın imkânsızlığına ve Türkiye’nin Suriye muhalefetini desteklemekten başka bir çaresi olmadığına kanaat getirmesiyle, 2011 yılı Ağustos ayından itibaren ilişkilerin kopmasını engelleyemedi. Türkiye bugün ve özellikle de Suriye’nin hava sahasını ihlal eden bir Türk keşif uçağını düşürmesinden bu yana, Şam rejimi muhaliflerinin destekçileri arasında ön saflarda yer alıyor. Nitekim Suriyeli muhaliflerin en önemli hareketi olan Suriye Ulusal Konseyi (SUK), Ankara’nın desteğiyle merkezinin de bulunduğu Türkiye’de kuruldu. Tabii SUK, Beşar Esed rejimine muhalif tek hareket değil ama halen uluslararası topluluğun fiilen Suriye halkının meşru temsilcisi olarak gördüğü, yaygın bir şekilde tanınan ve muhatap alınan tek merci. Türkiye aynı zamanda, rejime bağlı ordu ile muhalif güçler arasındaki çatışmalardan kaçan sığınmacıların yerleştiği başlıca ülke. 2012 Ağustos ayı sonu itibariyle sınırı geçen, özellikle Antakya ve Kilis bölgelerindeki çadır kentlerde yaşayan sivil sığınmacı sayısı 80 bine yaklaşıyor. Son olarak, Özgür Suriye Ordusu’nun (OSO) önde gelen liderlerini topraklarına kabul etmesi, Türkiye’nin Şam’da bir rejim değişikliğine verdiği desteğin en açık ifadesi.

Türkiye’nin Beşar Esed hükümetine karşı aldığı bu son derece açık tutum, her şeyden önce Başbakan Erdoğan’ın kişisel bir kararıdır. Son aylardaki gelişmelere bakıldığında, görünen odur ki Erdoğan, krizin ilk başlarında Esed ile aralarındaki iyi ilişkileri kullanarak bir çıkış yolu bulunabileceğini, rejime muhalefet ile diyaloğu telkin edebileceğini ve yükselen güç Türkiye’yi, Batı’nın müdahalesi olmadan krizleri önleyebilecek bir bölgesel güç mertebesine yükseltebileceğini düşünüyordu. Oysa bu, Suriye’deki diktatörün, Erdoğan’ın egosunu, gururunu onulmaz bir şekilde yaralayarak onu saf değiştirmeye ve kendisiyle yollarını ayırarak, ezilen mazlum Suriye halkının savunucusu kesilmeye zorlayan inatçılığını hesaba katmamak demekti. Ancak bu kişisel kırgınlığın ardında siyasi ve stratejik mütalaalar da var. “Arap Baharı”nın yaşandığı Tunus, Libya ve Mısır’daki otokratik rejimlerin alaşağı edildiği bir arka planda, Beşar’ın bu mantıksız inadının Suriye’nin zayıflamasından ve rejimin biraz daha sona yaklaşmasından başka sonucu olmadı. Artık Türkiye için saf değiştirmek ve Esed sonrasını hazırlamanın zamanı gelmişti. Ancak birçokları gibi, Erdoğan da yanılgıya düştü ve Suriye rejiminin direnç kabiliyetini hafife aldı. Bu sürecin süresini ve rejim ile muhalefet arasındaki güç dengesini yanlış okuyan Türkiye, bir çıkmaza sürüklendi. Her geçen gün yeni belirsizlikler ve risklerin baskısını hisseder hale gelen Ankara, çözümü imkânsız bir ikilemler batağına saplandı. Bu ikilemlerden ilki, Suriye krizinin uzaması hem Türkiye’deki Kürt sorununu ciddi bir şekilde keskinleştiriyor, hem de Türkiye’ye de sirayet edebilecek bir mezhep savaşına dönüşme riskini arttırıyor olması. Öte yandan, Türkiye’nin krize taraf olması, yüzünü Suriye’ye ve onun komşularına dönmüş olan sınır bölgelerinin ekonomisini kırılganlaştırıyor. Ve nihayet, Suriye muhalefetine verdiği destek, Ankara’nın başta İran, Irak ve Rusya olmak üzere, bazı komşuları ile ilişkilerinde de belli belirsiz kendini hissettiriyor.

Türkiye açısından derinleşen Kürt sorunu

Cumhuriyet’in 1923 yılında Atatürk tarafından kurulduğundan bu yana yıllardır Ankara’daki yöneticilerin en çok başını ağrıtan konuların başında gelen Kürt sorunu, bu sorunun Suriye, Irak ve hatta İran olmak üzere bölgedeki gelişimi, Suriye’nin istikrarsızlaşmasıyla daha da derinleşti. 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye’nin, bugün hâkim olan gerginliğe rağmen kendi Kürt sorununa bakışı ve bu sorunun yönetimi konularında tartışmasız gelişmeler kaydettiği yadsınamaz1. Kürtlerin en önemli taleplerinin çoğunu2 cevaplamaya yönelik bir reform paketi olan “demokratik açılım3” politikası sayesinde, önemli ilerlemeler gerçekleştirildi. Yetersiz de olsa, bu reformların ilk aşamada, Kürtçe eğitim, Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı, radyoların kurulması ile Kürtçenin üniversitelerde öğretilmesi gibi, ürkek ama elle tutulur yansımaları oldu ama bunlardan çok daha cesur, gözü pek bir adım, Türkiye Devleti ile PKK’nin temsilcileri arasında Kürt sorununa bir çözüm bulmak için Oslo’da yapılan ve iki taraf arasında ilk kez gerçek bir diyaloğu başlatan gizli görüşmeler oldu4.

Ama bu ilerlemeler, daha Suriye’deki ayaklanma baş göstermeden önce yerinde saymaya başlamıştı. Suriye krizinin, Türkiye Devleti ile Kürt davasının aktörleri arasında var olan bu gerilim ve güvensizlik ortamının daha da arttırmasıyla, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünün ilânihaye ertelenmesi ihtimali de arttı. Bu makalenin amacı Türk-Kürt diyaloğunun tıkanma noktalarının ayrıntılı bir analizi olmadığından, Suriye ihtilafının Türkiye’deki Kürt sorununa etkilerine odaklanmakla yetineceğiz.

Ülkemizin resmi ağızları ve kimi bağımsız siyaset yorumcuları, Şam’ın PKK ile yeniden ilişki tesis etmesini, Türkiye’nin muhalif yanlısı politikasına bir misilleme olarak değerlendiriyor5. Nitekim gerçekten de PKK’nin Türkiye ordusuna karşı düzenlediği saldırılarda, Suriye’deki durumun kötüleşmesiyle paralel seyreden bir artış göze çarpıyor; bu saldırıların içinde en çok iz bırakanları Temmuz 2011 ile Haziran 2012 arasında orduya ağır kayıplar verdiren baskınlar oldu. Birçok siyaset yorumcusuna göre, titizlikle planlanan ve uygulanan bu saldırılar, PKK’nin yeniden Şam’ın iltifatına, desteğine mazhar olduğuna işaret. Hatta 2011 yılının Temmuz ayındaki saldırısının, doğrudan PKK’nin Suriyeli komutanı “Dr. Bahoz Erdal” kod adlı Fehman Hüseyin tarafından düzenlediği iddia ediliyor6. Aslında, bölgedeki güç dengesine bakılırsa, PKK’nin Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, yeterli güce sahip olduğu Türkiye’de askeri operasyonlar yapmak için Şam’a pek de ihtiyacı yok. Buna mukabil, Suriye ihtilafı ile Türk devletine güvensizliği artan, onunla mücadelesinde Suriye ve Irak Kürtlerini de içeren bölgesel bir strateji geliştiren PKK açısından roller yeniden belirlendi.

Türkiye-Suriye-PKK denklemi çerçevesinde, Şam rejimi ile PKK’nin Suriye’deki uzantısı olan ama bizzat yöneticilerinin bu terimi reddederek daha ziyade ideolojik yakınlıktan bahsettiği Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasındaki ilişkileri ele almak yerinde olacaktır7. Ayaklanma başladığında Şam’ın amacı, muhtemelen bu ittifakı Türkiye’ye karşı ama onun da ötesinde kendi Kürt ya da Arap muhaliflerine karşı kullanmak idi8. Nitekim PYD güçlerinin Suriye rejimine desteği, özellikle diğer Kürt oluşumlarının çatışmaya taraf olmasını engellemek şeklinde oldu. PKK’nin (ve Suriye şubesinin) stratejisi, Beşar Esed’e verdiği destekle bölgenin bazı aktörleri nezdindeki itibarını kaybetmek pahasına da olsa, Esed sonrası Suriye’sinde özel bir statü ya da Kürtlerin lehine bir temsil dayatmak için konumunu güçlendirmekti. Yani, PKK’nin Beşar’a desteği çifte amaç güden akılcı bir hesaba dayanıyor: Ankara’yı tavrını yumuşatarak Türkiye’deki Kürtler’e yeni haklar tanımaya zorlamak ve onların geleceğin Suriye’sinde daha iyi bir statüye sahip olmasını sağlamak9. Ankara bu stratejiden bihaber değil ama buna rağmen SUK’yi, Suriye muhalefetinin Türkiye’nin müdahalesine hiç de iyi bir gözle bakmayan Kürt unsuru ile sürdürdüğü müzakerelerde beceriksizce etkilemeye çalışıyor. Buna tepki gösteren Kürt oluşumları, SUK toplantılarını boykot ederek kendi mercilerini oluşturdu, bu da onları işbaşındaki Suriye rejimine karşı daha kararsız bir konuma sokuyor. Suriye Kürtleri’nin bu ihtiyatlı tavrını, PKK’nin şehir yapılanması KCK üyesi olduğu şüphesiyle Kürt davasının militanlarına karşı yürüttüğü tutuklama dalgalarını yoğunlaştıran Türk hükümetine karşı güvensizliği artan Türkiye Kürtler’i de paylaşıyor10.

Türkiye için olabilecek en kötü senaryo, Beşar’ı devirmek için Suriye muhalefetine verdiği desteğin, istenmeyen bir bumerang etkisiyle, 10 yıllardır Türkiye’deki Kürtler’in talep ettiği siyasi ve kültürel hakları tanıyan bir özerk bölgenin Suriye’de oluşmasına yol açması, olacaktır.

Üstelik Suriye’de bir Kürt özerk bölgesi perspektifi sadece Türkiye’yi değil, ülkenin Kürt, Arap, Sünni ve Nusayri bölgelerine bölünmesinden endişe eden bütün bu ülkedeki muhalefet güçlerini tedirgin ediyor. SUK, Kürt sorununa ilişkin özel bir bildiri ile geleceğin Suriye’sinde haklarının korunacağı konusunda teminat verdiği Suriye Kürtleri’nin içini rahatlatmaya çaba gösterdi11. Buna rağmen Kürt oluşumları, birçok partinin katılımıyla oluşan Kürt Ulusal Konseyi (KUK) ile tek başına hareket eden ama gücünü silahlı olmasından alan PYD’nin oluşturduğu başlıca iki blok etrafında toplanarak kendi yollarında yürümeye devam ediyor. Yani, Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin oluşma olasılığı oldukça yüksek. 2012 yılının Temmuz ayı sonunda çatışmaların şiddetlenmesi ve Şam rejiminin zafiyeti ya da göz yumması neticesinde PYD militanları, Kürt bölgelerindeki birçok yerleşimin (Afrin, Derek, Kamışlı, Kobane, Amude) kontrolünü ele geçirdi. Türklerin, ister istemez Esed sonrasının yeni Suriye’sinde artık Kürtleri de hesaba katması gerekecek12.

Kürt dosyası sorunlu ama Suriye krizinin açığa çıkarttığı başka meseleleri gizlememeli. Suriye’deki ihtilafın bir ihtimal mezhepler arası bir çatışmaya dönüşmesi, Türkiye’deki mevcut gerilimleri canlandırabilir. Ankara’nın korkusu Beşar yanlıları ile Beşar karşıtları, Sünniler ile Şiiler arasındaki hizipleşmelerin Anadolu’nun Türk, Kürt, Sünni, Alevi, vs. nüfusuna sirayet etmesi.

Mezhepleşen Suriye ihtilafı ve Türkiye’deki muhtemel izdüşümü

Malum, Suriye’de 40 yılı aşkın bir süredir iktidarı elinde bulunduran Esed ailesi, kendilerine verdiği isimden de anlaşılacağı üzere Ali figürünü inancının merkezine yerleştirmiş, Şiiliğin bir kolu olan Alawi dini azınlığına mensup13. Bu Alawi azınlık nüfusu Hatay vilayetinin Suriye sınırı boyunca Türkiye’de de yaşıyor. Ancak Türkiye’de yaşayan Alawiler, yine Ali kültüne bağlı olmakla birlikte farklılık gösteren Aleviler ile karıştırmamalıdır. Dolayısıyla aynı Ali kültünü paylaşıyor olması, bu iki kesimin tek ve homojen bir Şii grubu olarak değerlendirilmesi için yeterli değildir. Bu ikisinin birbirine karıştırılması sık yaşanan bir durumdur ve İslam’ın azınlıktaki kolu olan Şiiler’in kendi içlerindeki farklılıkları, sonsuz bölünmeleri görmemizi engeller. Türkiye Alevileri, kökenleri Orta Asya Türk aşiretlerinin, Anadolu ve İslami inanışlarla harmanlanmış İslam öncesi geleneklerine, inançlarına (genellikle Şamanist veya Tengrici) dayanan bir inanç topluluğu oluşturur14. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sine tekabül eden ve yanıltıcı bir genel isim altında tanımlanan Aleviler aslında, kendi içinde özellikle etnik açıdan farklılık gösteren değişik gruplara bölünen, dağınık bir kitledir15. Örneğin bunların bazıları Türk kültür ve dilindendir, bazıları “Zaza” denen Kürtlerdir. “Nusayri” de denen16 ve Suriye’deki Alawiler ile aynı kökene sahip olan Türkiye Nusayrilerinin toplam nüfus içindeki oranları çok düşüktür (toplam 70 milyonluk bir nüfusta 500 bin kişi).

Türkiye’deki Aleviler ile Nusayrilerin, Suriye Nusayrileri gibi, tarih boyunca egemen Sünni gruplar tarafından ezildiği ortak duygusu, büyük bir ihtimalle Sünni denetimine sınırlama getiren bütün iktidarlara olan sadakat ve kayıtsız bağlılıklarını izah ediyor. İşte bunun içindir ki gerek Türkiye’de Aleviler ve Nusayriler gerekse Suriye’deki Nusayriler desteklerini geleneksel olarak ülkelerinde Sünni etkisini sınırlayan laik rejimlere vermiştir. Ama bu, coğrafi, dilsel, etnik, kültürel sınırları aşan, tek bir topluluğa mensubiyet duygusu yaratmak için yeterli midir? Aslında bulundukları ülkenin Sünni çoğunluğu tarafından sevilmeme ortak algısının dışında, Suriye Nusayrileri ile Türkiye Alevileri birbirlerinden oldukça farklı. Dini uygulamaları temelden ayrılan, aynı dili konuşmayan bu iki topluluk arasındaki ilişkiler ve etkileşim de çok sınırlı.

Oysa Suriye krizi her geçen gün biraz daha tırmanıp bir Nusayri-Sünni mezhep savaşına dönüşürken ve muhtemelen Türkiye’nin de içinde olacağı bir askeri müdahale tehdidi kendini hissettirirken, Türkiye Alevileri’nin nasıl bir tavır belirleyeceği, sorusu gündeme geliyor. Acaba Aleviler, Nusayri Beşar Esed rejimi ile dayanışma içinde olacak mıdır? Suriye’deki ihtilafın mezhepler arası bir çatışmaya dönüşmesi, Türkiye’deki Sünni çoğunluk ile Alevi azınlık arasındaki ilişkileri etkiler mi? Hatay’daki 500 bin Nusayri, 10 yıllardır Türk etkisi altında yaşamasına rağmen hâlâ Şam’da iktidarda olan dindaşlarına karşı belli bir yakınlık hissetmeye devam ediyor17. Ama bu onların Esed rejimini müdafaa edeceğinin teminatı değil. Ayaklanmanın başından beri bu konuda çok ketum davranıyorlar ve 2012 yılı Şubat ayında sınır şehri Antakya’da düzenlenen Şam ile dayanışma gibi nadir gösterilere katılım seviyesi de çok düşük18.

Arap dilinden olmayan, Türkçe veya Kürtçe konuşan Türkiye Alevileri’nde ise Şam ile dayanışma duygusu daha da zayıf. Aslında Suriye’de yaşanılanlar, Türkiye’deki Alevi topluluğunun liderlerini rahatsız ediyor. Zira geleneksel olarak Sünni çoğunluğun kötü muamelesinin mağduru olan bu topluluk, adaletsizlik ve eşitsizliğe karşı her mücadelede her zaman ön safhalarda yer aldı. Oysa Suriye’deki durum ezberi bozuyor. İstisnalar kaideyi bozmasa da bu sefer ezenler Şiilere yakın bir azınlık olan Nusayriler, ezilenler ise Sünni çoğunluk. Hal böyle olunca, Nusayriler ile görece ortak bir kader paylaşan Türkiye Alevileri için bile, etik açıdan savunulması mümkün olmayan bir vahşetin faili olan bu grubu desteklemek zorlaşıyor. Bu nedenle, dini yakınlık, Türkiye Alevileri’nin Esed rejimine yaklaşması ya da ülkemizdeki Sünni çoğunluğu hedef alması için belirleyici bir etmen değil. Dolayısıyla, Suriye’de cereyan eden Nusayri-Sünni çatışmasının, ayrı bir vaka oluşturan Lübnan’da gözlemlendiği gibi, Türkiye’deki Aleviler ile Sünnilere sirayet etme ihtimali çok düşük.

Buna mukabil, Suriye meselesinin Türkiye’de bir siyasileşme sürecine girdiği ve ülkenin siyasilerini böldüğü görülüyor. İktidardaki AKP’nin Beşar karşıtlarının safına geçmesiyle muhalefet, işi açık açık destek vermeye kadar götürmese de Şam rejimine daha ılımlı yaklaşan bir retorik kullanmaya başladı. Erdoğan’ın, yukarıda da gördüğümüz gibi, siyasi olduğu kadar insani ve kişisel mütalaalarla gerekçelendirdiği bu duruşu, siyasi rakipleri tarafından Esed rejimine karşı savaşan Suriye Sünnileri ile dayanışmanın bir işareti olarak gösteriliyor. Türkiye’nin Suriye muhalefetine verdiği desteğin arkasında dini saikler olduğuna kendileri de inanmayan Kürt örgütleri ve ülkemizdeki aşırı sol partiler, AKP’nin genel politikasına saldırmak için Suriye meselesini bir araç olarak kullanıyor. Erdoğan’ın Suriye ihtilafındaki tutumunu eleştiren bu partilerin her birinin kendine mahsus farklı bir eleştirme sebebi veya gerekçesi var. Ana muhalefet partisi CHP için amaç, Erdoğan’ın popülerliğine sekte vurmak. Aşırı sol cenahta ise Türkiye Komünist Partisi, İşçi Partisi ve solcu sendikalar gibi benzer siyasi çizgideki oluşumların ortak kanaati, Suriye’de yaşanılanların, zalim halkın bir rejime karşı ayaklanmasından ziyade, uluslararası kapitalist ve emperyalist güçlerin tezgâhladığı bir komplo olduğu yönünde19. Hatta ilerici ve popüler müzik grubu Grup Yorum bile “uluslararası emperyalist bir komplonun kurbanı” olan Suriye rejimiyle dayanışmasını ilan etmekten çekinmiyor20. Kürt bloğu ve BDP ise kendine ait bağımsız bir duruş sergilemekten aciz. Baskıcı rejimlere karşı son derece sert bir tavır gösteren BDP, her zaman olduğu gibi, Esed rejimine destek vermeyi seçmiş olan PKK’nin talimatlarına uymak zorunda kalıyor.

Her ne kadar Türkiye’deki mezhepler arası ilişkiler üzerinde etkisi zayıf da olsa, Suriye krizi Türkiye’nin siyasi dünyasını bölüyor. Ülkemizin uluslararası silahlı bir müdahalede açıkça yer alması, beraberinde iç siyasette sertleşmeyi getirecektir ama toprakları üzerinde ÖSO’nun bir kısmını barındıran Türkiye, zaten fiilen Suriye ile savaş halinde ve bunun bir de ekonomik bir boyutu, maliyeti var ki ülkemizin bazı bölgelerinin ekonomisi için vahim neticeler doğuracak.

Suriye krizinin Türkiye ekonomisine etkileri

2011 yılının Ağustos ayında Şam rejimine karşı resmen tavır alan Türkiye, 2011’in Kasım ayı sonunda Batılı müttefikleri ve Arap Birliği ile birlikte Beşar Esed’i ülkesindeki muhalefet ile müzakere etmeye zorlamak için bir dizi ekonomik, mali yaptırım tedbirleri aldı. Bu yaptırımlar özellikle Suriye hükümeti ile ticari işlemlerin ve keza Türkiye ile Suriye merkez bankaları arasındaki ilişkilerin dondurulmasını öngörüyordu21. Bu tedbirler iki ülkenin stratejik ortaklık bağları ile birbirlerine bağlı olduğu dönemde tesis edilen mükemmel ekonomik ve mali ilişkilerin de sonunu getirdi. Öyle ki Türkiye’nin 2009 yılında 1,424 milyar dolara oradan 2010’da 1,845 milyar dolara yükselen ihracatı, 2011 yılı sonu itibarıyla 1,611 milyar dolara geriledi22. Türkiye Ekonomi Bakanı resmi bir demecinde, iki ülke arasındaki ticaretin 2012 yılında neredeyse donma noktasına geleceğini açıkladı23. En çok etkilenen sektörler, Gaziantep, Adana ve Hatay gibi sınır bölgesindeki bazı illerin ekonomisinde önemli bir yer tutan taşımacılık24. Yine turizm de ağır bir şekilde etkilendi: Suriye devriminden önce her yıl 800 binin üstünde Suriyeli Türkiye’yi ziyaret ediyordu ama bu ülkede kan gövdeyi götürmeye başladığından beri ülkemiz ekonomisine en büyük darbe, Türk şirketlerinin Körfez ve Maşrık ülkelerine yolladığı mallarını Suriye üzerinden taşıyamaması oldu. Yani, önümüzdeki aylarda Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle olan ticari ilişkiler zarar görebilir, çünkü her şey Suriye ihtilafının daha aylar süreceğine işaret ediyor.

Ancak, krizin Türkiye’nin genel ekonomisine etkisi önemsiz. Suriye ile ticaretin, Türkiye’nin toplam dış ticaretinde hayati bir önemi yok. Türkiye’nin 2011 yılında yaptığı toplam 137 milyar dolar değerindeki ürün ve mal ihracatında Suriye’nin payı sadece 1,6 milyar25. Buna mukabil, krizin Türkiye’nin sınır bölgelerinde, özellikle yüzünü Suriye ve komşularına dönmüş olan dinamik Gaziantep bölgesinde yerel düzeydeki etkileri çok daha ağır. Zorda kalan bazı ticaret ile taşımacılık şirketleri, ürünlerini ihraç edebilmek için stratejilerini ve organizasyonlarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalıyor. Süreceği belli olan bu kriz, Türkiye’yi Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarını muhafaza etmek için alternatif çözümlere yönelmeye zorluyor. Ancak Türk ekonomisine etkisi az olan bu ekonomik veçhelerden daha da vahim olanı, Türkiye’nin Şam rejimine karşı aldığı açık tavrın Suriye sorununda farklı vizyona sahip bazı komşuları ile ilişkilerini zayıflatma ihtimali.

 

Suriye krizi Türkiye’nin komşuları İran, Irak ve Rusya ilişkilerini etkileyebilir

Bölgesel dengeleri etkileyecek neticelere gebe olan Suriye ihtilafının, Türkiye’nin ortaklık ilişkisi içinde olduğu pek çok ülke ile ilişkilerinde yeni bir denge arayışına gitmeye sevk edeceği muhakkak. Mesela İran, Suriye ihtilafının çözümü konusunda Ankara’dan tamamıyla farklı bir görüşe sahip. İran, kendi Şiiliği ile Suriye’deki Nusayri doktrini arasındaki yakınlıktan dolayı kısmen dini26 ama asıl siyasi ve stratejik sebeplerden, Esed rejimine tam destek veriyor. Tahran’a göre Suriye’de olup bitenler, İran’ın bölgedeki en büyük müttefikini devirmek ve uluslararası arenada onu tecrit etmek için Batılıların tezgâhladığı bir komplodan ibaret. Bu perspektiften bakıldığında, İranlılar Türkiye’yi Batı’nın bölgedeki Troya atı olarak görüyor. Her ne kadar İran’ın Türkiye’ye yönelttiği bu klasik suçlama iki ülkenin yakınlaşmasına engel olmuyorsa da Tahran ülkemizin ve Batılı müttefiklerinin Suriye’deki ayaklanmadan faydalanarak, Şam’da Batı yanlısı, İran düşmanı yeni bir iktidarın hazırlıklarını yaptığını düşünüyor27. Ayrıca Türkiye, Suriye ihtilafında İran’ın bölgedeki iki ezeli rakibi olan Suudi Arabistan, Katar ile aynı safta yer alıyor, bu da Sünni ve Şii ülkeler arasındaki ilişkilerin mezhep boyutunu öne çıkarıyor. İran’ın Türkiye’nin Suriye ile bağlantısını bu algılayış şekli, iki ülke arasındaki zaten kırılgan olan ilişkilerin zarar görmesinde belli bir rol oynuyor28. Bunun için eski Osmanlı-Safevi husumetine kadar geri gitmesek bile, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana iki ülke arasında önemli ideolojik görüş ayrılıkları olduğu görülüyor. Bu görüş ayrılıkları tamamen ortadan kalkmasa bile AKP’nin iktidara gelmesi ile kısmen törpülendi. Türkiye Başbakanı’nın, karizmatik Müslüman lideri ve devlet adamı kişiliğinin İran’ı etkilediğine şüphe yok ama paradoksal olarak uluslararası sahnede parlayan bir Erdoğan, Tahran’ı gölgede bırakıyor. Birkaç yıldan beri Erdoğan, Arap sokaklarının popüler siyasi lideri haline geldi; AKP ise daha Arap Baharı başlamadan çok daha önce kimi Arap siyasi hareketlerine model oluşturuyordu. İki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin Brezilya ile birlikte, Batılılara çetrefilli İran nükleer dosyasında aracılığını teklif etmesiyle bir iyileşme göstermiş29 ama ardından, ülkemizin NATO yükümlülükleri çerçevesinde toprakları üzerinde İran’a yönelik füze önleme sistemi radarının konuşlandırılmasına müsaade etmesiyle yeniden zedelenmişti30. İki ülkenin ortak bir tavırda buluşmakta zorlanacağı Suriye ayaklanması, işte bu açık fakat kırılgan ilişkilerin hüküm sürdüğü bir ortamda patlak verdi.

Şimdi mesele, Suriye ihtilafının Türk-İran ilişkilerine ciddi zarar verip vermeyeceği sorusudur. Bunu ağırlıklı olarak Suriye’deki olayların seyri ve özellikle de Şam’daki müstakbel rejimin niteliği belirleyecek. İran, Suriye’de Türkiye’nin ve Batı’nın müttefiki bir rejime olumlu bakmayacaktır, bu da iki ülke arasındaki karşılıklı çıkar bağımlılığının gerektirdiği ekonomik ilişkileri daha da karmaşık bir hale getirecek. Zira Türkiye, hızla gelişen ekonomisi için hayati bir önem taşıyan doğalgaz ve petrol ihtiyacının büyük bir kısmını İran’dan tedarik ediyor. Uluslararası düzeyde tecrit edilmiş ve ekonomik yaptırımlar altında boğulmuş olan İran’ın ise Türkiye ile ilişkilerini tamamen koparma lüksü yok. İran’ın Türkiye ile başta Kürt sorununda olmak üzere, bir takım başka ortak çıkar alanları da mevcut. Her ne kadar Suriye bugün iki ülkeyi bölüyorsa da olayların seyri iki tarafı işbirliğine sevk edebilir. Yeni Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin kurulması halinde, Türk ile İran hükümetleri kendi Kürt azınlıklarının baskısını daha fazla hissedebilir ve iki ülke Suriye konusundaki uyuşmazlıklarına rağmen işbirliğine yönelebilir.

Şam rejiminin en büyük siyasi ve askeri destekçisinin İran değil Rusya olduğu söyleniyor. Rusların yardımında salt Suriye meselesini aşan saikleri var31. Moskova’nın Suriye’de ekonomik ve stratejik çıkarları olduğu kuşkusuz ama Kremlin bu dosyada bir kez daha uluslararası arenada ve özellikle ABD karşısında, büyük ülke statüsünü muhafaza etme kaygısıyla tavrını koyuyor. Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarını bir kenara bırakalım ve Esed yanlısı bu politikanın, Rus-Türk ilişkileri üzerindeki etkisine yoğunlaşalım. Moskova ve Ankara’nın Suriye meselesindeki zıt duruşları, görece iyi olan ikili ilişkilere zarar verebilir mi? İlk değerlendirmede cevap hayır, zira öncelik ulusal ekonomik çıkarların olacaktır. Türk şirketleri Rusya’da son derece faal, Rus turizmi Türkiye’de patlama yaşıyor ama özellikle de iki ülke doğalgaz alanında birbirine bağımlı. Türkiye’nin, enerji obur ekonomisini beslemek için İran gazına olduğu kadar Rus gazına da ihtiyacı var32 ve Rusların da Türkiye pazarına ihtiyacı var. Öte yandan, Rusların Türkiye’de yapacağı ve yapım aşamasına gelen nükleer santral projesini de hiç kimse Suriye uyuşmazlığına kurban vermek istemeyecektir33.

İşte Türkiye Başbakanı’nın Temmuz ortasında, Suriye ihtilafının vahim bir dönemeçten geçtiği bir sırada Rusya’nın başkentine yaptığı resmi ziyaret bu bağlamda gerçekleşti34. Amaç, Rusya’yı düşünmeye, Beşar Esed’siz yeni bir Suriye tahayyül etmeye ikna etmek ama aynı zamanda ve bilhassa, iki taraf için de hayati olan ekonomik işbirliğini bir kez daha teyit etmekti35. Dolayısıyla Erdoğan, diplomatik çabalarını sürdürdüğü, Moskova ile iyi ilişkilerinin muhafaza edilmeye zaman ve enerji ayırdığı müddetçe, Suriye ihtilafının Rus-Türk ilişkilerine önemli etkisi olmayacaktır.

Irak da Suriye krizinin Türkiye ile olan ilişkilerini tehdit ettiği görüşünde. Neredeyse iki başlı bir yönetime sahip olan Irak’ta, Ankara’nın Bağdat’ın yanı sıra Kürt özerk bölgesinin başkenti Erbil ile de müzakereye oturmak zorunda olması, bu ilişkileri daha da karmaşıklaştırıyor. Irak’ın iç siyasetine güçlü bir şekilde müdahil olan Türkiye’nin, Bağdat hükümetinin Şii unsuru ile ilişkileri gitgide bozuluyor. Ankara, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki tarafından kasıtlı olarak Sünniler ile Şiiler arasında ayrılığı körüklemekle bile itham edildi36. Öte yandan, Bağdat hükümeti Türkiye’yi, Irak’ın kuzeyindeki bir bölgesi olan Kürt özerk hükümeti ile ayrıcalıklı ilişkiler geliştirmekle suçluyor ve bunu ülkenin bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılıyor. Nitekim, ne kadar çelişkili görünse de kendi Kürt azınlığını baskı altında tutan Türkiye, ekonomik ve siyasi pragmatizm saikiyle Iraklı Kürtlerle kalıcı ve güçlü ilişkiler içinde37.

Şii dayanışması gereği Beşar’ın Nusayri iktidarına karşı açıkça tavır almayan Bağdat, Türkiye’yi, kendine yakın Müslüman Kardeşler’in güçlü konumda olduğu SUK ile olan ayrıcalıklı ilişkileri üzerinden, Sünnilere destek vermek suretiyle mezhepçilik yapmakla suçluyor. Bağdat’a bu konuda bölgedeki büyük müttefiki İran da arka çıkıyor. Her ne kadar taraflardan hiçbiri mezhepleşmenin kaygan zeminine girmek istemese de Suriye krizi her şeye rağmen Şiiler ile Sünniler arasındaki kırılma hattını görünürleştiriyor ve Ankara’nın Bağdat ile arasındaki gerilimi daha da arttırırken Erbil ile olan ilişkilerini güçlendiriyor.

Nitekim özerk Kürt bölgesi liderleri ile iyi geçinmek, özellikle Suriye’deki ihtilaftan sonra Ankara’nın Irak ilişkilerinde daha da hayati bir önem kazandı. Suriye Kürtleri’nin yeni bir siyasi, hatta askeri özerk güç olarak ortaya çıkması, özellikle PKK ile olan bağlantıları yüzünden Ankara’nın, hazzetmediği PYD de dahil olmak üzere bütün Suriye Kürtleri üzerinde etki sahibi olabilecek tek siyasi merci olan Erbil ile iyi ilişkilere katma değer sağlıyor. Ankara, Iraklı Kürtler’in gizli arabuluculuğundan, Suriye’deki Kürt meselesinin kontrol altında tutulacağına dair teminat bekliyor. Buna mukabil Erbil de Türkiye ile olan doğrudan ekonomik ve siyasi ilişkilerin devamını masaya getirerek, Kürtlerin aşırı özerklik heveslerinden pek hoşlanmayan Bağdat’a karşı elini güçlendiriyor. Ankara için PKK ile muhtemel müzakerelerin ayrıcalıklı aracıları olarak gördüğü Irak Kürtleri, her zaman olduğundan daha büyük bir önem arz ediyor. Özerk bölge ile birebir ilişkiye giren Ankara, çelişkili bir şekilde, neredeyse bir devlete dönüşen bu yapının özerkliğinin güçlenmesine ön ayak oluyor. Bunun da Ankara’nın çıkarlarına hizmet ettiği söylenemez. Kaçınılmaz olarak, Suriye ihtilafı Türkiye’yi yeni bir Kürt ikileminin içine sürüklüyor ve güçlendirdiği ama bunu yaptıkça kendini zayıflatma riski taşıyan dış dayanaklar aramaya mecbur ediyor.

Suriye krizi karşısında Türkiye’nin zayıf dayanakları

Suriye krizinde ön saflarda yer alan Türkiye, bu kaotik durumdan, hem uluslararası hem de ulusal düzeyde fazla zarar almadan çıkmak istiyor. İhtilafın sürmesi Kürt meselesini keskinleştiriyor, ekonomisini etkiliyor, bölge politikasını ve liderliğini zorluyor. Türkiye çabalarını Suriye’nin parçalanmasının önlenmesi ve Kürt taleplerinin dizginlenmesi üzerinde yoğunlaştırıyor. Krizin sonunun belirsiz, müstakbel rejimin yöneliminin meçhul olduğu bir ortamda Türklerin bu iki konuda da etkili olması daha da güçleşiyor ama sahada eli kolu bağlı olan Türkiye her şeye rağmen Esed sonrası Suriye’sinde çıkarlarını savunmak için kullanabileceği bazı araçlara ve dayanaklara da sahip.

Ankara’nın elindeki birinci koz, Türkiye’de yapılan birçok toplantının ardından iktidardaki AKP’ye yakın STK’ler eliyle kurulmasını desteklediği SUK. Türk hükümetinin SUK ile ilişkileri mükemmel, konseyin çoğunluğunu elinde bulunduran ve AKP’nin İslami retoriğine duyarlı Müslüman Kardeşler bileşeni ile arasındaki ilişkiler ise mükemmelin ötesinde. Türkiye için Türk dünyasına mensubiyeti münasebetiyle başka bir dayanak da az tanınan, ancak devrim ile adından bahsedilmeye başlanılan küçük Suriye Türkmen azınlığı Türkler olabilir.

Çok sayıda siyaset yorumcusu, haklı gerekçelerle, siyasi İslam kökenli olup ılımlı bir İslam muhafazakârlığına yönelen Türkiye Başbakanı’nın asıl amacının Şam’da iktidara Müslüman Kardeşler’deki dostlarını taşımak olduğunu öne sürüyor.38 Konunun karmaşıklığı, Türk ile Suriyeli İslamcılar arasındaki bağlantıların ve siyasi İslam’ın Suriye’de ne ifade ettiğinin hatırlatılmasını gerektiriyor.

Müslüman Kardeşler fikriyatının, özellikle 1960 ve 1970 yıllarda, Türkiye’deki İslamcılar üzerindeki büyük etkisi olduğu tartışma götürmez39. Türk siyasi İslam hareketinin tarihi lideri Necmettin Erbakan, liderlerini düzenli bir şekilde Türkiye’de ağırladığı Mısırlı, Ürdünlü, Suriyeli Müslüman Kardeşler ile dayanışmasını saklamıyordu. Buna mukabil, Erbakan’ın yakın müridi, çalışma arkadaşı olmasına rağmen bugün Türkiye’nin başbakanı olan Erdoğan, 2002 yılında iktidara gelir gelmez imajına çeki düzen vermeye ve siyasi İslam ile arasına mesafe koymaya başladı40. Ama iddialı bölge politikasını, baba Esed’in Müslüman Kardeşler ve sempatizanlarına karşı başlattığı baskı politikasını sürdüren Beşar Esed rejimi ile ayrıcalıklı ilişkilere dayandıran Erdoğan’ın Suriyeli Müslüman Kardeşler ile arasına koyduğu mesafe, daha da büyük oldu41. Baskı altındaki Müslüman Kardeşler mensupları arasında, örneğin, Gazze Şeridindeki ambargoyu delmeyi amaçlayan “Mavi Marmara Operasyonu”nda önemli bir rol oynayan işadamı Gazvan El Massri gibi kimileri, hüsnükabul gördüğü Türkiye’ye sığındı42. Bununla beraber Türkiye hükümeti, iki ülke arasındaki normalleşmenin başladığı 1998 yılından devrimin patlak vermesine kadar, Suriye ile iyi ilişkilerine gölge düşürmemesi için ülkede yerleşik bir avuç Müslüman Kardeş’i kontrol altında tutmaya devam etti.

Durum, Suriye’de devrimin başlamasıyla farklı bir seyir izlemeye başladı. SUK’nin Türkiye’de kurulması, Müslüman Kardeşler’in bu oluşum içindeki ağırlığı, Türk siyasilerine ve AKP’nin stratejistlerine, geleceğin Suriye’sinde Türkiye ile Müslüman Kardeşler arasında bir ittifak düşünülebileceğinin umudunu verdi. Gerçek ya da hayal ürünü, her halükarda AKP’ye en sert muhalefet yapan, özellikle aşırı Kemalist ve Kürt basını, Erdoğan’ı bununla suçluyor ama aynı kaygıyı Suriye muhalefeti içinde yer alan seküler güçler de dile getiriyor.

Bu iddialar tamamıyla dayanaktan yoksun da değil. AKP’nin İslam dünyasını, kendini İslam ile demokrasiyi bağdaştırmayı başarmış bir siyasi parti modeli olarak takdim ederek cezp etmeye çalıştığı biliniyor43. AKP deneyimi, Arap Baharı’nın yaşandığı Tunus gibi pek çok Müslüman ülkede, genellikle takip edilmesi ya da ilham alınması gereken bir yol gibi gösteriliyor44. Ali Sadreddin Albayanouni ve Muhammed Faruk Tayfur gibi 2011 yılında Türkiye’ye yerleşen bazı Müslüman Kardeşler liderleri, bıkıp usanmadan Türk modelinin meziyetlerine ve Müslüman bir demokrasi modelinin kavramlaştırılmasında, AKP’nin öncü rolüne methiyeler düzüyor45. Bununla beraber, Suriyeli Müslüman Kardeşler’i güvenilir, kalıcı dayanaklar olarak görmek ve onlarla ittifaka gitmek AKP’nin sandığından çok daha karmaşık olabilir.

Bir kere, Müslüman Kardeşler’in gücü, hem taraftarları hem de karşıtları tarafından genellikle abartılıyor. Suriye’de siyasi İslam’ın tarihine kısa bir bakış, 1982 yılında büyük darbe yiyen Müslüman Kardeşler’in bu tarihten sonra bu ülkede bir daha hiçbir zaman gerçek anlamda yeniden örgütlenemediğini gösteriyor46. Müslüman Kardeşler sorumlularının kendilerinin de itiraf ettiği gibi, tarikat önemli bir taban kaybına uğradı47, dolayısıyla bugün Suriye Devrimi’nin İslami bileşeni, sadece bu örgütten ibaret değil. Ülkede, ayrıca Müslüman Kardeşler ile farklı görüşleri olan Selefi hücreleri ve Hizbut Tahrir’e bağlı diğer gruplar da faal48.

Suriye’de sahada pek görünmese de Müslüman Kardeşler’in yurtdışında iyi örgütlenmiş olduğu ve SUK bünyesinde etkili olduğu şüphe götürmez ama burada da İslami fikirlerin tek temsilcisi değil. Mahmut Osman gibi 10 yıllardır Türkiye’de yaşayan bazı dini muhalifler49, SUK üyesi olmakla beraber Müslüman Kardeşler mensubu değil. Öte yandan, sürgünde kurulan başka bir İslami parti olan Londra merkezli Adalet ve Kuruluş Partisi50 de genç ve dinamik üye kitlesiyle Müslüman Kardeşler’in saçlarına ak düşmüş tarihi liderlerini gölgede bırakmaya başladı.

Geleceğin Suriye’sinin başını Müslüman Kardeşler’in çektiği İslamcıların hâkimiyeti altına gireceği fikrinin, aşırı sekülarizm yanlılarının, bazı İslamofob batı medyasının ve (kendisi de İslamofob olan) Rusya gibi Esed rejiminin geleneksel müttefiklerinin paranoyası olduğu düşünülebilir51. Zira Suriye, İslamcıların geleneksel olarak güçlü olduğu, Arap Baharı vesilesiyle iktidara geldiği Tunus ve Mısır gibi diğer Arap ülkeleriyle kıyaslanamaz. Suriye nüfusunun demografik verilerine ve etnik-mezhepsel bileşimine bir göz atmamız İslamcılardan tedirginlik duyanların argümanlarını çürütmeye yeterli olacaktır. Nitekim barışın tesis edildiği bir Suriye’de demokratik seçimler yapıldığını farz edecek olursak, İslamcıların en fazla yüzde 30 civarında oy alabileceği görülüyor. Zira oylarının rengini milli ya da kimliksel aidiyetlerinin belirleyeceği böyle bir seçimde, ne Hıristiyanların (nüfusun yüzde 10’u), ne Nusayrilerin (yüzde 10), ne Dürzi ve Çerkezlerin (yüzde 5) ne de Kürtlerin (yüzde 10) oylarını kendi hanelerine yazabileceğidir. Hem yurtiçindeki hem de yurtdışındaki muhalif gruplar öylesine dağınıktır ki çoğunluktaki Sünni Arapların toplu halde İslamcılara oy vermesi halinde bile genel sonuçlarda anlamlı bir değişiklik olmayacaktır. İşte Erdoğan’ın sadece Müslüman Kardeşler üzerine oynamamasının, hem SUK’de, hem de onun dışında temaslarını ve dayanaklarını çeşitlendirmesinin ardında bu sebep yatıyor.

Suriye krizi, şimdiye kadar mevcudiyetinden bile bihaber olunan küçük bir Türkmen topluluğunun kendinden bahsettirmesine neden oldu52. Irak’taki Türkmence’ye yakın bir dil konuşan, kendini Türkiye’ye yakın hisseden bu topluluk53, pek güçlü olmayan kimlik bilincinin, devrim ile birlikte uyandığı izlenimini veriyor. Sayı olarak küçük olmasına rağmen (en fazla 500 bin kişi) bu topluluk içinden, Şükrü el Kuvvetli gibi 1943’den 1949’a ve 1955’den 1958’e değin Suriye cumhurbaşkanlığı yapmış devlet adamları da çıkmış. Ancak, Türkmen topluluğu, Suriye tarihinde yerini daha ziyade Araplaşmış asimile Suriyeliler olarak almış, nadiren Türk kimliğinin bilincinde bir azınlık olmuş.

Bütün bunlara rağmen Türkmen topluluğu devrimle birlikte örgütlendi ve küçük bir temsile sahip olduğu SUK ile sıkı işbirliği içinde çalışan Suriye Demokratik Türkmen Hareketi’ni kurdu. Hareketin amacı, Türkiye ile olan özel bağlarını kullanarak geleceğin Suriye’sinde topluluk için özgül haklar elde etmek54. Suriye Türkmenleri de Türkiye ile derin işbirliği içinde olan Irak Türkmenleri modelinde olduğu gibi, ülkemiz için bir dayanak olabilir mi? Türkmenlerin nüfus içindeki sayısal ağırlığı ve bir taraftan unutulmuş Türklük ile diğer taraftan kabullenilmiş Araplık arasındaki kimlik arayışı, böylesi bir önermeyi destekler mahiyette değil.

Suriye: Türkiye’nin Arap dünyasındaki hamlesinin önündeki engel

Türkmenler ya da SUK’deki Müslüman Kardeşler olsun, Türkiye’nin Suriye’nin geleceği üzerinde söz sahibi olabilmek için güvenebileceği dayanakları hem zayıf hem de marjinal gruplar. Dâhili, bölgesel ikilemleriyle baş başa olan Türkiye’nin, Suriye’nin geleceğinde yer almak ve ulusal çıkarlarını korumak için yüzünü uluslararası topluluktan, özellikle de Batılı müttefiklerinden, Birleşmiş Milletler’den yana çevirmekten başka seçeneği yok.

Daha düne kadar, Suriye ile olan iyi ilişkileri Türkiye’nin Ortadoğu’daki nüfuz politikasının en çarpıcı simgesiydi. 1990 yılı sonlarında Türkiye’nin bir numaralı düşmanı konumundaki Suriye, Ankara’nın bölgedeki en sadık müttefiki haline gelmişti. Arap Baharı AKP’ye yakın siyasi oluşumları iktidara taşıdı ve Erdoğan’ın Tunus, Libya, Mısır dosyalarında sergilediği tereddütlerini, ani tavır değişikliklerini bile unutturarak, Türkiye’nin Arap dünyasındaki popülaritesini arttırdı. Suriye ihtilafı, Davutoğlu’nun meşhur, “komşularla sıfır sorun” politikasının sınırlarını ortaya koyuyor. Sonunda, bir kâbusa dönüşen Suriye krizi, Türkiye’nin bölgedeki politikasının sonunu getirdiği gibi, Ortadoğu’da sahip olmaktan gurur duyduğu sempati ve soft power birikimini de tehdit ediyor.

Oysa Erdoğan’ın krizi yönetimi, esasen kötü değildi. Aksine ilk aylarında akilâne ve incelikli olan bu politika, Suriye rejiminin gözünü budaktan sakınmayan sertleşmesi karşısında daha kavgacı bir hale bürünmeye başladı. Erdoğan da birçokları gibi geçiş döneminin daha hızlı olacağını umuyordu. Oysa rejim ile muhalifleri arasında 17 aydır süregelen şiddetli mücadeleye rağmen iktidar hâlâ pes etmedi ve Suriye, Türkiye’yi de istikrarlaştırabilecek bir iç savaşa doğru sürükleniyor. Ama Erdoğan için Suriye’deki asıl kötü sürpriz, 2012 yılının Temmuz ayındaki PYD ve PKK’nin kontrolünde bir siyasi gücün bariz bir şekilde ortaya çıkarak, kendi politikasının dayanak noktasını felce uğratması oldu.

Türkiye bu krizin üstesinden tek başına gelemez ve bu zafiyetini itiraf etmek de prestijine zarar veriyor. Dolayısıyla Türkiye, Suriye muhalefetinin içinden, bölge devletlerinden ya da uluslararası örgütlerden dayanak ve destek arayışı içindedir. Sınırlarının dibinde özerk bir Kürt bölgesi kurulması tehdidi karşısında Türkiye’nin nihayet daha cesaretli ve iradeli bir şekilde kendi Kürt sorununu çözmeye yönelmesi gerekiyor. Bu da kolay bir iş değil. Ne kamuoyu buna hazır, ne siyasiler, ayrıca baskıcı refleks de hâlâ güçlü. Maalesef görülen o ki Türk hükümeti diyalog yerine kuvvete başvurmayı tercih ediyor. Bu çıkmazda başbakanın kişisel bir sorumluluğu var. Kamuoyu birlik ve mutabakat enerjisini, ülkede hiçbir zaman gerçek bir sorun olmamış olan kürtaj konusu üzerinde harcarken hükümet Kürtlerle gerçek bir diyalog tesis etmekte, bölgenin uluslararası düzeyde bir bölgesel liderlik tahayyülüne uygun postmodern bir Türkiye’yi şekillendirmekte başarılı olamıyor.

Dipnot

Jake Hess, “The AKP’s ‘New Kurdish Strategy’ Is Nothing of the Sort”, An Interview with Selahattin Demirtas, Middle East Research and Information Project, 2 Mayıs 2012, URL:http://www.merip.org/mero/mero050212.

International Crisis Group, “Turkey: Ending the PKK Insurgency”, Report, N° 213, 20 Eylül 2011, URL: http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/turkey-cyprus/turkey/21….

Muharrem Erbey, “The ‘democratic opening’ and the illusion of advanced democracy in Turkey”, Open Democracy, 23 Ağustos 2011, URL: http://www.opendemocracy.net/muharrem-erbey/democratic-opening-and-illu….

Hemin Khosnaw, “Secret Talks Reported between Turkey and Imprisoned PKK Leader”, Rudaw, 11 Temmuz 2012, URL: http://www.rudaw.net/english/news/turkey/4942.html.

Oytun Orhan, “Suriye Türkiye’ye Karşı PKK Kozunu Oynuyor (mu?)”, ORSAM, 14 Şubat 2012, URL: http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3208.

Murat Gürgen, Muharrem Çaglar, Zeki Dara, “Yine Bahoz yine Dağlıca, Habertürk, 20/06/2012, URL: http://www.haberturk.com/gundem/haber/752237-yine-bahoz-yine-daglica.

Mahmut Hamsici, “Suriye’nin kuzeyinde iktidar Kürtlere geçiyor”, BBC Türkçe, 24.07.2012, URL: http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/07/120724_pydinterview.shtml.

Bakr Sidki, “The Kurds and the Syrian Revolution”, Henrich Böll Stiftung, Mart 2012, URL: http://www.lb.boell.org/sites/default/files/downloads/Bakr_Sidqi-The_Ku….

Bakr Sidki, http://www.lb.boell.org/sites/default/files/downloads/Bakr_Sidqi-The_Ku….

Gareth H. Jenkins, “The Latest KCK arrests: One Step Closer to Breaking Point”, Central Asia Caucasus Institute-Turkey Analyst, 4.11.2011, URL: http://www.silkroadstudies.org/new/inside/turkey/2011/111107A.html.

“SNC: National Charter: the Kurdish Issue in Syria”, Carnegie Endowment for International Peace, URL: http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48436.

Patrick J. McDonnell, “Turkey says it won’t let Kurdish rebels operate in north Syria”, Los Angeles Times, 27 Temmuz 2012, URL: http://www.latimes.com/news/nationworld/world/la-fg-turkey-syria-kurds-….

Halm Heinz, The Shi’ites: A Short History, Wien, Markus Pub, 2007.

Paul White, Joost Jongerden (eds.), Turkey’s Alevi Enigma: A Comprehensive Overview. Leiden, Brill, 2003.

Abdulkadir Yeler, “Shi’ism in Turkey: A Comparison of the Alevis and the Jafaris”, Journal of Shi’a Islamic Studies, Vol. 3, N° 3, Londra, 2010.

Abdülkadir Yeler, “Aleviler Suriye’nin Neresinde? Arap Baharında Mezhep faktörü”, Türk Asya Stratejik Araştırma Merkezi, URL: http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/4491/aleviler_suriyenin_neresinde.

Ceren Kenar, “Esed Rejimi, Nusayrilik ve Suriye…”, Taraf, 09/07/2012, URL : http://www.taraf.com.tr/ceren-kenar/makale-esed-rejimi-nusayrilik-ve-su….

“TURKEY: Hundreds of people in border town of Antakya demonstrate in support of Syrian President Bashar al-Assad”, 20 Şubat 2012, URL: http://www.itnsource.com/shotlist/RTV/2012/02/20/RTV555612/?v=0&a=1.

Suriye’ye karşı Emperyalist Müdahale Vatana İhanettir, Odatv, 25/06/2012, URL: http://www.odatv.com/n.php?n=suriyeye-karsi-emperyalist-mudahale-vatana….

Kübra Parmaksızoğlu, “Grup Yorum: “Suriye’deki Yönetimi destekliyoruz”, Habertürk, 21/07/2012, URL: http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/760702-grup-yorum-suriyedek….

Veysel Ayhan, “Türkiye ve Arap Birliğinin Suriye’ye yaptırım kararları ve olası sonuçları”, International Middle East Peace Research Center, http://www.impr.org.tr/wp-content/uploads/2012/07/suriye_yaptirim_rapor….

“Suriye sınırında ekonomik canlılık darbe yedi”, Ekoayrıntı, 07/12/2012, URL: http://www.ekoayrinti.com/news_detail.php?id=100571.

“Suriye sınır kapıları mühürlendi, dış ticaret çöktü”, Timeturk, 25/06/2012, URL: http://www.timeturk.com/tr/2012/07/25/suriye-sinir-kapilari-muhurlendi-….

Mehmet Ezer, “Suriye’deki olaylar en fazla Hatay ekonomisini vurdu”, Radikal, 29/07/2012, URL: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1….

Türkiye’nin dış ticaretini gelişimi için, bkz: http://www.tradingeconomics.com/turkey/indicators.

Martin Krämer, “Syria’s Alawis and Shi‘ism”: URL: http://www.geocities.com/martinkramerorg/Alawis.htm.

Alex Vatanka, “Syria Drives a Wedge between Turkey and Iran”, Middle East Institute, http://www.mei.edu/content/syria-drives-wedge-between-turkey-and-iran.

Giorgio Cafiero, “Will Syria Cause a Divorce Between Iran and Turkey?”, Foreign Policy in Focus, 5 Temmuz 2012, URL: http://www.fpif.org/articles/will_syria_cause_a_divorce_between_iran_an….

Parisa Hafezi, “Turkey, Brazil seal deal on Iran nuclear fuel swap”, Reuters, 6 Mayıs 2010, URL: http://www.reuters.com/article/2010/05/16/us-iran-nuclear-deal-idUSTRE6….

Reuter, “Iran warns over NATO’s anti-missile radar in Turkey”, Reuters, 6/09/2011, URL: http://af.reuters.com/article/worldNews/idAFTRE7851IV20110906.

Dmitri Trenin, “Syria: A Russian Perspective”, Carnegie Endowment for International Peace, 28 Haziran 2012, URL: http://carnegie.ru/publications/?fa=48697.

Leyla Karakaya, “Turkey Played its Hand Well in the Energy Game”, TEPAV, 2011, URL: http://www.tepav.org.tr/upload/files/1330691043-7.Turkey_Played_its_Han….

Sebnem Arus, “Turkey’s Pact With Russia Will Give It Nuclear Plant”, New York Times, 12 Mayıs 2010, URL: http://www.nytimes.com/2010/05/13/world/europe/13turkey.html.

“Rusya’ya Esed’siz yönetim önerdik, düşünecekler”, HaberRus, 19/07/2012, URL: http://haberrus.com/politics/2012/07/19/rusyaya-esedsiz-yonetim-onerdik….

Hasan Selim Ozerten, “Erdogan’s Visit to Moscow: Syria on the Top of the Agenda”, USAK, 24/07/2012, URL: http://www.usak.org.tr/EN/makale.asp?id=2738.

Nick Ottens, “Diplomatic Crisis Between Iraq, Turkey Deepening”, Atlantic Sentinel, 29 Nisan 2012, URL: http://atlanticsentinel.com/2012/04/diplomatic-crisis-between-iraq-turk….

Gönul Tol, “Turkey Cozies Up to the KRG”, National Interest, 29 Mayıs 2012, URL: http://nationalinterest.org/commentary/turkey-cozies-the-krg-6975.

Utku Çakırözer, “‘Erdoğan’ın isteği Müslüman Kardeşler’i Suriye’de iktidara getirmekmiş”, Cumhuriyet, 29/02/2012, http://t24.com.tr/haber/erdoganin-istegi-musluman-kardesleri-suriyede-i….

Ali Bulaç, “Müslüman Kardeşlerin Türkiye İslam’ı üzerindeki etkileri”, Hasan El-Benne ve Müslüman Kardeşler Uluslararası Sempozyumu, Tebliğler, Genç Birikim Yayınevi, Ankara, 2012, s.291-300.

Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü Siyasi Büro Şefi ve Suriye Ulusal Konseyi temsilcisi Muhammed Faruk Tayfur ile mülakat, İstanbul, 19 Haziran 2012.

Olivier Carré, Gérard Michaud, Les Frères musulmans: Egypte et Syrie (1928–1982), Paris, Gallimard, 1983.

Steven G. Merley, “Turkey, the Global Muslim Brotherhood and the Gaza Flotilla”, Jerusalem Center for Public Affairs, http://jcpa.org/text/Turkey_Muslim_Brotherhood.pdf.

Ipek Yezdani, “Muslim Brotherhood debates Turkey model”, Hurriyet Daily News, 14/09/2012, http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=muslim-broth…. Ayrıca bkz. Feriha Perekli, “AK Party Model for Islamists”, Insight Turkey, Temmuz 2012, http://www.insightturkey.com/ak-party-model-for-islamists/articles/187.

Dorothée Schmidt, Marc Sémo, “Un modèle turc pour les révoltes arabes?“, Politique Internationale, Paris, İlkbahar 2011.

Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü Siyasi Büro Şefi ve Suriye Ulusal Konseyi temsilcisi Muhammed Faruk Tayfur ile mülakat, İstanbul, 19 Haziran 2012.

Sami Moubayed, “No Room for Political islam in Syria”, Asia Times, 10 Mayıs 2005, http://www.atimes.com/atimes/Middle_East/GE10Ak01.html.

Suriye Müslüman Kardeşler Örgütü Siyasi Büro Şefi ve Suriye Ulusal Konseyi temsilcisi Muhammed Faruk Tayfur ile mülakat, İstanbul, 19 Haziran 2012.

Aron Lund, age, s. 60-66.

Suriye Ulusla Konseyi üyesi Mahmut Osman ile söyleşi, İstanbul, 17 Haziran 2012.

Abdulrahman Alhaj, “Political Islam and the Syrian Revolution“, Al Jazeera Center for Studies, http://studies.aljazeera.net/ResourceGallery/media/Documents/2012/6/10/….

Joe Lauria, “Fears of ‘Islamists taking over Syria’ fuelling Moscow’s support for Damascus”, The National, June 15, 2012. URL: http://www.thenational.ae/news/world/middle-east/fears-of-islamists-tak….

Suriye’de değişimin ortaya çıkardığı toplum: Suriye Türkmenleri, Orta Doğu Stratejik Araştırmalar Merkezi, Kasım 2011. URL : http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2011127_orsam_rep….

Minhaç Celik, Kazim Piynar, “Suriye Türkmenleri: Tek dayanağımız Türkiye”, Zaman, 27.07.2012.

Suriye Demokratik Türkmen Hareketi başkan yardımcısı Abdurrahman Betra ile mülakat, Istanbul, 21 Haziran 2012.