1986 yılındaki Çernobil kazasından sonra dünyanın o “eski dünya” olmayacağı herkesçe söyleniyordu. Nükleer endüstri Çernobil kazasından sonra uzun süre kendisini toparlayamadı. Siparişler iptal edildi, birçok ülkede santraller kapatıldı. Yenilenebilir enerji yatırımları ve doğalgaz öne çıktı. Kazanın, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasına neden olan faktörlerden biri olduğunu iddia edenler bile var. Japonya’daki Fukuşima kazası sonrası ise Çernobil’in unutulduğunu düşünen ve küresel ısınmayı durdurma konusunda fosil yakıtlar karşısında yakaladığı avantajını kullanmak isteyen nükleer endüstrinin “rönesans” hamlesi yarım kaldı. Fukuşima’nın nükleer endüstriye kalıcı bir darbe daha indirdiği kesin. Ancak bu defa kazanın etkileri nükleer santral siparişlerinin azalmasıyla sınırlı kalmayabilir. Bir enerji devrimi ya da en azından evrimi ve ötesi mümkün.
Fukuşima kazasından bir süre önce Almanya’da bambaşka nükleer şarkılar çalınıyordu. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller’in oluşturduğu, “Kızıl-Yeşil” koalisyonunun 2002 yılında aldığı tüm nükleer santralleri 2022 yılına kadar kapatma kararı ötelenmiş, nükleer enerji şirketleri, sağ partilerden oluşan Angela Merkel koalisyonuna çeşitli vergiler ödemeyi taahhüt ederek, 2032 hatta 2037 yılına kadar santrallerini çalıştırmayı garanti altına almışlardı. Bu rüya çok uzun sürmedi. Almanya’da Fukuşima kazasından sonra büyüyen anti-nükleer hareket oylara da yansıyınca Almanya Başbakanı Angela Merkel ve arkadaşlarının fazla seçeneği kalmadı. Kızıl-Yeşil Koalisyonu’nun 2022 tarihine geri dönüldü. Hatta daha fazlası yapıldı. Almanya’daki 17 reaktörün en eski yedi tanesi Japonya’daki kazadan sonra üç aylığına zaten kapatılmıştı. Bu santrallerin fişi şimdi tamamen çekildi, bir daha hiç açılmayacaklar. Bu yedi taneye 2007 ve 2009’da ciddi kazalarla adını duyuran Krümmel de eklendi. Geriye kaldı dokuz. Onların da 11 yıl süresi var.
Her ülkenin sahip olduğu enerji kaynakları çeşitlilik gösteriyor. Çevre, demokrasi kıstasları farklı. Sanayi ve kalkınma gibi enerji talebini şekillendiren politikaları da değişken olunca bir ülkenin diğerine bakarak benzer kararlar almasını beklemek pek gerçekçi değil. Ancak, söz konusu ülke, elektriğinin 2010 yılında yüzde 28’ini nükleer santrallerden sağlayan dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi olunca işler değişiyor. Kısacası Almanya nükleersiz yaparsa herkes yapabilir demek pek de yanıltıcı olmaz. Nitekim, beş nükleer reaktör işleten ve elektriğinin yüzde 38’ini nükleerden sağlayan İsviçre de aynı yolda ilerliyor. 2034’e kadar ülkedeki beş reaktör kapatılacak. Yapılması planlanan üç reaktörle ilgili planlar da çöpe atıldı. İsviçre, hidroelektrik santrallerden üretip komşu ülkelere sattığı ve 1 milyar doların üzerinde gelir elde ettiği elektrik enerjisini kendisine saklayacak ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapacak.
İsviçre’den elektrik satın alan ülkeler arasındaki İtalya da, Çernobil sonrası kapattığı dört reaktörün yerine yenilerini yapmayı planlıyordu. Görünüşe bakılırsa bu da çok kolay olmayacak. Hâlihazırda zor günler yaşayan Berlusconi hükümeti, bu ay yeni nükleer santrallerin kurulup kurulmamasıyla ilgili bir sınav daha verecek. Ülkedeki yüksek mahkeme nükleer santrallerin kurulması konusunda referanduma gidilmesi gerektiğine karar verdi. 12 ve 13 Haziran’da halk kararını sandıkta verecek. 1987 yılında yapılan halk oylaması ülkedeki dört reaktörün kapatılmasıyla sonuçlanmıştı. Berlusconi, halk oylamasının daha sonra yapılmasını, muhtemelen halkın Fukuşima’yı unutmasını istiyordu ancak bu istediği olmadı. Bir sürpriz olmazsa İtalyanlar bir kez daha nükleere hayır diyecek ve Avrupa’da nükleer enerjiye sırtını çevirmiş ülkelerin arasında yerini alacak.
Avrupa’da yaşanan ilginç bir gelişme de Avusturya, Yunanistan, İrlanda, Letonya, Lihtenştayn, Lüksemburg, Malta ve Portekiz’den gelen resmi delegasyonların açıkladığı nükleer karşıtı ortak bildiriydi. İklim değişikliğinden, sürdürülebilir enerjiye uzanan taleplerin nükleersiz gerçekleşmesini istediklerini belirten bu ülkeler, nükleer endüstrinin yoluna kocaman bir taş daha bıraktılar. Nükleer santralleri kapatma kararları devam eden İspanya ve Belçika’yı, hiç nükleer santrali olmayan Danimarka, Norveç’i de bu resme eklediğinizde Avrupa’da nükleer reaktör satmanın artık ne kadar zor olduğu açıkça görülüyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın listesinde yapım aşamasında 64 yeni reaktör (Bazılarının inşaatı yıllardır sürüyor, bazılarında ise inşaatın sürdüğü bile şüpheli) olduğu belirtiliyor. Bunların 27 tanesi Çin’de, 11 tanesi Rusya’da, 10 tanesi Güney Kore ve Hindistan’da yer alıyor. Geriye 16 reaktör kalıyor. Bunların sadece iki tanesi Batı Avrupa’da (Fransa ve Finlandiya). Kısacası, enerji talebi hızla artan, çevresel kaygıları sınırlı ya da sırlandırılmış, halkın karar mekanizmalarına katılmasıyla ilgili kültürün gelişmediği ülkelerde nükleer enerji daha kolay yol alıyor. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğiyle ilgili çalışmaların artması da atom santrallerinin işini daha fazla zorlaştırıyor. Ekonomi penceresinden baktığınızda, yenilenebilir enerji kaynaklarından gün geçtikçe daha ucuza elde edilen enerji ve özellikle istihdam konusu nükleer enerjinin elini kolunu bağlıyor. Bugün Almanya’da 370 bin kişi yenilenebilir enerji sektöründe çalışıyor ve nükleer santrallerin daha fazla elektrik üretme vaadi, daha fazla iş yaratmadıkça ekonomik kriz sonucu işini kaybeden insanlar için pek fazla bir şey ifade etmiyor.