Heinrich Böll’ün “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru” özünde bilginin gücü ve medyanın kullandığı dil aracılığıyla kötüye kullanımı hakkında bir metin.
1974 yılında Heinrich Böll’ün en ünlü eseri Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru yayımlandı. Bu Springer medya grubunun (30’un üzerindeki ülkede 150’den fazla gazete ve dergiye sahip Avrupa’nın en büyük ana akım yayıncı kuruluşu) enformasyon pratikleriyle bir hesaplaşma olduğu kadar, enformasyonun gücü ve medya dilinin kötüye kullanımıyla ortaya çıkabilecek şiddet hakkında da bir metindi.
Kitabın alt başlığı olan “Şiddet nerelere varabilir?” sorusunun yanıtı, son sahnede Katharina’nın gazeteci Tötges’e sıktığı ölümcül kurşun..
Böll’ün romanla hedefine Springer basın grubunu koyduğu sır değildi ve önsözde alenen belirtilmişti: “Bu hikâyenin karakterleri ve konusu hayal ürünüdür. Lakin bazı gazetecilik uygulamalarının tasviri 'Bild' gazetesininkilere çok benziyorsa, kasıtlı ya da tesadüfi olduklarından değil, kaçınılmaz olduklarındandır.”
Dolayısıyla hikaye, sadece Bild gazetesinin gazetecilik pratiklerine ilişkin o günlerdeki eleştirilerin bir parçası değil, 68 hareketi sırasında Almanya Federal Cumhuriyeti’nin en etkili ve en yüksek tirajlı yayıncısına yöneltilen eleştirileri sürdüren, çağdaş ve tarihsel bir ürün.
Ancak Böll’ü bu kült eseri yazmaya iten bundan ibaret değildi. Metnin yaradılışına giden ve yazarın başına gelenlerle ilgili yoğun bir bağlam söz konusuydu… 1970'lerin ortalarında Böll'ün oğlu Raimund ve eşi Lila’nın da dahil olduğu terör soruşturmaları gibi. 8 Ocak 1974’te, halihazırda aranan ve polis gözetimi altında olan Margit Schiller, Raimund ve Lila’yı Kızıl Ordu Fraksiyonu’na (RAF) desteğe davet için Köln'deki evlerinde ziyaret etmişti. Raimund ve Lila teklifii kesin bir dille reddetti. Bir ay sonra 4 Şubat 1974’te Hamburg’da sözde “gizli” bir ev baskınında yapılan aramada bulunanlar arasında Raimund Böll'ün askeri kimlik kartı ile eşi Lila’nın süresi dolmuş pasaportu da vardı.
Bir haber
Springer’e ait Berliner Zeitung’un 7 Şubat 1974 tarihli nüshasında “Nobel ödüllü Heinrich Böll'ün oğlunun evinde arama” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde diğer detayların yanı sıra “güvenlik görevlilerinin dün sabah büyük bir gizlilik içinde 26 yaşındaki Raimund Böll’ün Köln’deki Bonner Caddesi’ndeki dairesine girdiği ve evi aradığı” belirtiliyordu. Ancak gazete yayınlandığında Böll'ün oğlu ve gelininin evinde henüz arama yapılmamıştı bile. Arama 7 Şubat öğleden sonra, gazete yayınlandıktan saatler sonra yapılacak; Böll sonrasında bu aramayı avukatına bildirecekti:
“Mevcut intiba ve bu intibayı yaratanın ne olduğuna ışık tutması için bir 'olaydan' [...] bahsetmek istiyorum [...]. Oğluma ve o zamanki gelinime ait kimlik belgeleri, Hamburg’daki bir evde bulundu vehakikatin (bahsi edilen; pasaport ve kimlik kartlarını da içeren 150 belge) açıklığa kavuşturulması şüphesiz gerekliydi. Peki gerçek ‘nasıl’ açıklığa kavuşturuldu? İrlanda’da uzun süre kaldıktan sonra gönül rahatlığıyla eve dönen oğlum ve gelinim aramayı – tıpkı bizler gibi, Berlin’de yayınlanan Springer gazetesinin manşetindeki oğlumun evinin çoktan arandığını söyleyen haberden (birinci sayfa tamamen bu habere ayrılmıştı) öğrendiler. Haberi bizle paylaşan Berlinli tanıdıklarımızla oğlum arasında bir telefon trafiği yaşandı. Tabii Köln basını da meseleyi öğrendi. Böylece polisler yanlarında köpekleri ve keskin nişancılarıyla ‘gerçekten’ geldiklerinde Köln'ün en işlek caddelerinden birinde hayati tehlike arz eden bir kalabalık oluşmuştu bile. Bu Berlin merkezli haberin yayınlanmasından yedi sekiz saat sonraydı. Ruh halimizin ve yaşadığımız zorlukların ayrıntılarını aktarmayacağım. Sadece evlerinin anahtarını pek de tanımadıkları insanlara rastgele veren oğlumla gelinim hakkındaki soruşturmanın kısa süre sonra takipsizlikle sonuçlandığını, ancak Springer basınıyla polis arasında en azından bu olay özelinde ‘kanıtlanabilir’ bir işbirliği olduğunu belirtmek istiyorum.”
Polisle Springer arasındaki istihbarat akışının koşulları hiçbir zaman açıklığa kavuşturulmadı. Ancak linç kampanyası devam etti. Bild 12 Şubat 1974’te “Junior Böll Köln’de bebeklerin kafasını kestiriyor” başlığıyla bir haber daha yayınladı. Habere bakılırsa, Köln’de yaşayan heykeltıraş Raimund Böll, “insanların kafalarını kesip öldüren” makineler yapan, “açlık çeken” bir sanatçıydı. Böll ailesinin hayatını terörize etme niyetini “belgeleyen” bir başka hikaye…
Ancak bu süreç, Moskova'da dünya çapında infial yaratan ve Springer basınının manşetlerine de yansıyan muhalif yazar Alexander Solzhenitsyn'in 12 Şubat 1974'te tutuklanmasıyla durdu. Ertesi gün, 13 Şubat 1974’te Soljenitsin sınırdışı edildi. Öncesinde Heinrich Böll'ü ziyaret etmek istediğini bildirmiş olan yazar uçakla Almanya Federal Cumhuriyeti’ne götürüldü ve Zürih’e yola çıkmadan önce Böll'ün Langenbroich'teki kır evinde iki gün kaldı.
Katharina doğuyor
Böll hala oğluna karşı yürütülen linç kampanyasının etkisindeydi. Soljenitsin gittikten hemen sonra “önemsiz bir hizmetçi olan ‘Katharina Blum’un hikayesi” üzerinde çalışmaya başladı.
Hikayede 27 yaşındaki Katharina Blum 20 Şubat 1974’te yapılan karnavalın hemen arifesindeki bir partide, Ludwig Götten isimli genç bir adamla tanışıyordu. Ludwig Götten ordudan firar etmiş, alay kasasını soymuş ve polisin takibindeydi. Cinayet ve banka soygunundan şüpheleniliyordu, ancak polis anarşistlerle bağından şüphelendiğinden tutuklamayı erteliyordu. Hikaye ilerledikçe temelsiz olduğu ortaya çıkacak şüphelerdi bunlar. Katharina ve Ludwig, birbirlerinden hemen etkilenmiş ve geceyi Katharina'nın evinde geçirmişlerdi. Ertesi sabah polis Katharina'nın evini bastığında, Ludwig çoktan Katharina’nın yardımıyla havalandırma boşluğundan kayıplara karışmış ve uzak bir evde saklanmaya başlamıştı. Katharina sorgulanmak üzere götürüldü. O andan itibaren de davayı iş edinen Zeitung ve SonntagZeitung gazetelerinin manşetlerini süslemeye başladı.
Zeitung’un Katharina’ya karşı kampanyası, Katharina’nın annesinin geçirdiği operasyon sonucu hastanenin yoğun bakımında ölmesiyle doruğa ulaştı. Zeitung, annesinin ölümünün “suçunu” da Katharina'ya yükledi. Hasta kadın “kızının yaptıklarının şokunu atlatamamıştı.” Muhabir Werner Tötges, öldüğü sırada Katharina’nın annesiyle olduğunu söylemişti. Katharina annesinin ölümüne asıl bu ziyaretin neden olduğunu düşündü ve Tötges’i özel bir röportaj vaadiyle yanına çağırıp vurdu. Onurunu böyle geri kazanmıştı.
Bir intikam hikayesinden çok daha fazlası
Heinrich Böll’ün romanın önsözünde yukarıdaki satırları yazması, siyasi görüşlerine bağlı olarak Böll’e hayranlık besleyenlerden onu tamamen reddedenlere kadar tüm eleştirmenler için tayin edici olmuştu. Böll’ün Springer’le derdinin, Spiegel’de yayınlanan “Aynı anda çok aşk. Ulrike Meinhof merhamet mi yoksa güvenli geçiş mi istiyor?” başlıklı makalesinin ardından başlayan 1972 tarihli karalama kampanyasının intikamını almak olduğu varsayılıyordu.
8 Ağustos 1974'te Heinrich Böll, Spiegel dergisinin editörü Rudolf Augstein'e, dergide yayımlanan okur mektuplarına cevaben şunları yazdı:
“Katharina Blum'da ‘intikam’ naçizane ve muhtemelen yanlış tahminime göre yalnızca yüzde 5-6 oranında yer alıyor. Bu intikam da benim şahsıma yönelik ‘hakaretlerden’ değil, ailemin meseleye dahil edilmesi ya da bana karşı bir araç olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. [...] 12 Şubat 1974 tarihli Bild gazetesinde oğlumla ilgili rezil bir yazı yayımlandı. Yazının sonunda Raimund’un evinin, bombanın patladığı BDI binasına yalnızca 600 metre uzaklıkta olduğu yazıyordu. Bu cümle bir intikamı hak ediyordu!”
Böll, Katharina Blum’un bir “terörist hikâyesi” olarak okunmasını reddetti. Asıl odak noktası, manipülatif enformasyon tekniklerinin tartışmaya açılması, dahası Böll’ün “dilin ahlakı” olarak adlandırdığı şey üzerine tefekkürdü. “Dilin ahlakı” yalnızca kamusal açıklamaların dile getirici, dolayısıyla bilgilendirici değerini veya bunların araçsallaştırılmasını değil, aynı zamanda konuşma yoluyla birbirleriyle ilişki kuran bireyler açısından ayrıştırıcı bir niteliği de ifade ediyordu. Bu, Katharina Blum'un sorgusunun anlatıldığı bir pasajda açıkça ifade ediliyordu:
“Katharina ile savcılar arasında, onla Beizmenne (sorgucu karakter) arasında neyin ne olduğuna dair tanımsal atışmalar yaşanıyordu. Katharina sevecenliğin karşılıklı, zor kullanmanın ise tek taraflı bir eylem olduğunu söyleyip, sorgu tutanağında kast etmediği bir sözcüğün yer almasını reddetti. Beyefendiler için bunların hiçbir önemi yoktu; sorgunun normalden uzun sürmesinin Katharina’nın bu inadı olduğunu düşünüyorlardı. Katharina yine de zor kullanma yerine hassasiyetten bahseden tutanağı imzalamayacağını söyledi. Çünkü bu ayrım onun için çok önemliydi [...]. Benzer tartışmalar Blorna çifti için kullanılan ‘şefkatli’ kelimesi üzerine de yaşandı. Tutanakta ‘bana karşı naziktiler’ yazıyordu, ancak Blum, şefkatli kelimesinde ısrar etti. Şefkatli yerine iyi huylu kelimesinin önerilmesi üzerine - çünkü şefkatli kelimesi onlara göre biraz antikaydı - Blum öfkelendi; nezaket ve iyi huylulukla şefkatin ilgisi olmadığını iddia etti […].”
Böll, dili bireysel farklılıkları aşan ve herkesin aynı şeyi anladığı objektif bir araç olarak görmüyordu. O, anlamanın inceliğine önem veriyordu. Dilsel farklılaşma sürecini insanın kendini keşfetmesi için bir gereklilik ve karşılıklı tanıma anı olarak görüyordu. Böll, dil ve birey arasındaki ilişki üzerine Frankfurt'ta verdiği derslerde şöyle demişti:
“Ben, dilin […] insanı insan yapan, insanı kendisiyle […] ilişkilendiren bir olgu olduğu varsayımından yola çıkıyorum.”
Makale, Almanca orijinalinden çevrilmiştir.