8 Mart’ta Kadınlar Yine Hakları İçin En Güçlü Şekilde Mücadele Etmeye Devam Ediyor

Yorum

Kadının İnsan Hakları Derneği'nden Berfu Şeker, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle sayfamızda konuk yazar olarak; Türkiye'de kadın ve LGBTİQ+ haklarına ilişkin son siyasi gelişmeleri ve ay sonunda yapılacak yerel seçimlerin ardından kadınları nelerin beklediğini analiz ediyor.

 
8 mart gece yürüyüşünden

Bir 8 Mart’a daha giderken Türkiye’de anayasal bir hak olan barışçıl gösteri ve yürüyüş hakkı bir kez daha engellenmeye çalışılacak olsa da, kadınlar özgürlük ve eşitlik talebinden vazgeçmiyor. Son iki yıldır 25 Kasım’larda ve 8 Mart’larda giderek artan polis şiddetine, işkenceyle gözaltı uygulamalarına ve  kadınların maruz bırakıldığı yargısal tacize rağmen, kendi kaderini tayin edebilme gücüne sahip olmanın arzusuyla kadınlar alanları bırakmıyor. 2010 sonrasında her yıl vites artırarak hızlanan saldırılara karşı müzikle, dansla, kız kardeşlikle, coşkuyla ve aşkla örgütlenen feminizmin kitleselleşmesini sağlayan binlerce kadın hayatını erkeklerin eline teslim etmemek için var gücüyle mücadeleyi sürdürüyor. Hem de bu inadı yıllar süren mücadelelerle edinilen haklar geri alınmaya çalışılırken; kadınların ve LGBTİ+’ların kazanımları ve yaşamları seçim malzemesi haline getirilirken sürdürüyor. Kadınların eşit yaşama yönelik arzusu “kutsal aile” masalının içine hapsetmeye çalışanların otoriter arzularından daha güçlü çünkü.

İktidar 2010 senesinde devletin en tepesinden “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir” diyerek niyetini ilk defa açıkça belli ettiğinden beri kadın haklarına yönelen saldırılar, artık siyasetin kurucu öğesi haline geldi. Bunu 2023 Mayıs genel seçimlerinde en sert şekliyle yaşadık. Aşırı sağ partiler, Cumhur İttifakı’na katılırken LGBTİ+ örgütlerinin kapatılmasını, kadınların nafaka hakkının kısıtlanmasını ve 6284 sayılı yasa kapsamında kadının beyanı üzerine koruma kararı alınmasının kaldırılmasını seçim ittifakının koşulu olarak pazarlık masasına sürdüler. Seçimi kazanan iktidarın ilk sözleri yine LGBTİ+’ları nefretin hedefine koyan sözlerdi. İki maddelik anayasa değişikliği üzerinden seçim sürecini tasarlamaya çalışan iktidarın stratejisi başörtülü kadınlarla başörtüsüz kadınlar arasında ayrımı yaparak, LGBTİ+’ları da aile meselesinin karşısına konumlandırarak yine bir kutuplaştırma siyaseti gütmekti, sanki LGBTİ+’ların da aileleri yokmuşçasına… 

2024 yerel seçimlerine giderken yine benzer bir nefret ortamı yükseltiliyor. Aşırı sağın LGBTİ+’ların örgütlenme özgürlüğü üzerinden ilerleyen homofobik ve transfobik açıklamaları, kadınları “koruma” söylemiyle toplumsal hayattan koparmak için “pembe otobüs” önermeleri bunun örnekleri. Sol ya da demokrat diyebileceğimiz partiler ise bütün siyasetini kadınları biat ettirme ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tesis etme üzerinden yürüten iktidar ve çıkar ortaklarının söylemlerine karşı toplumsal cinsiyet eşitliğine dair birkaç beylik önerme dışında kurumsal dönüşümü sağlayacak bir bakış açısı ya da söylem üretemiyor. Hala durumun farkında değilmiş gibi davranmaları  ve bize yönelen saldırıları “gündem değiştirme” olarak görmeleri ise, parti içi erki bırakmak istememelerinden. Ne sağ, ne de sol, bir iki istisna dışında iktidarını kadınlarla ve LGBTİ+’larla paylaşmak istemiyor.

Seçim sonrasında bizi Medeni Kanun ve Anayasa değişikliği bekliyor

2018 yılından beri iktidarın, aşırı sağcı çevrelerin ve toplumsal cinsiyet karşıtlığını ithal eden aktörlerin kafaya taktığı bir konu var: kadınların yoksulluk nafakası. Türkiye’de kadın hareketi bu kadar güçlü olmasaydı, tüm ana akım medyanın iktidar tarafından ele geçirildiği bu ortamda belki de bu hak çoktan kaldırılmış, Medeni Kanun’a girilmiş, ve kadınların aile içinde elde ettikleri hakları ellerinden çoktan alınmış olacaktı. Kısacık bir Medeni Kanun tarihi aktarmak gerekirse, Türk Medeni Kanun’u Cumhuriyetin ilanının ardından 1926 senesinde İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak kabul edilmiş ve 2000’li yıllara gelene kadar pek bir değişiklik geçirmemişti. Dönemin ataerkil bakış açısını olduğu gibi ihtiva eden bu Kanun, Kadının İnsan Hakları Derneği’nin sekretaryasını yürüttüğü Medeni Kanun kampanyasıyla[1] birlikte revize edildi, erkeğin aile içinde üstünlüğünü sağlayan maddeler toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla yeniden düzenlendi. Bu değişiklikler sayesinde ailenin reisi erkektir ibaresi kalktı, kadınlar aile içi kararlarda söz sahibi oldu, evlilikte edinilen malların eşit bölüşümü sağlandı. 2002’de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun, kadınların görmezden gelinen, bakım emeği yükünü görünür kılıyor, kadınların aile içerisindeki emeklerinin eşitlik temelinde değerlendirilmesini yasal olarak güvence altına alıyordu.

Nafaka Hakkı ve Medeni Kanun’a saldırılar

Kadınların yoksulluk nafakasının hedef alınmasıyla 2018’de başlayan süreçte geldiğimiz noktada, iktidar, boşanma ile ilgili bir sürü maddeyi değiştirerek, boşanmayı erkeklerin kazançlı, kadınların kaybeden olduğu bir düzleme oturtmak istiyor. İddiaları şu: boşanma davaları çok uzun sürüyor, erkekler mağdur oluyor, yeni evlilik yapamıyorlar. Bu sebeple Medeni Kanun’da yapılacak değişikliklerle nafaka, tazminat, velayet, evlilikte edinilen malların paylaşımı gibi haklara ilişkin konuların boşanma sonrasına kalması için uluslararası aktörler başta olmak üzere herkesi ikna etmeye çalışıyorlar.

‘Boşanma davalarını kısaltıyoruz, mağduriyetleri gideriyoruz ‘söyleminin altındaki temel mesele boşanmalarda erkeklerin çıkarlarını korurken kadınları mağdur etmek. Çünkü bu tür haklar boşanma sonrasına bırakıldığında, arabuluculuk uygulamaları da devreye girerse kadınların yıllarca verdikleri ev içi ücretsiz emeğin bir karşılığının olmayacağı ortada. İktidar boşanma davalarının kısalmasını istiyorsa Boşanma ve Nafaka Hakkı İçin Feministler kampanyasının belirttiği üzere duruşmaların sık yapılması, yeni aile mahkemelerinin açılması, tanıkların tek celsede dinlenmesi gibi idari ve teknik tedbirleri alarak yapması mümkün. Ancak amaç farklı, ‘ailenin reisi erkektir”i yasadan kaldıran kadın hareketinin kazanımlarını geri almak; kadınları büyük oranda şiddet gördükleri evliliklere ve tek tipleştirdikleri otoriter aileye hapsederken, erkeklerin ise istediklerinde daha rahat boşanmalarını sağlamak.

Anayasa Değişikliği Önerisi

feminist gece yürüyüşü için 2

14 Mayıs 2023 Genel Seçimlerine giderken, kadın ve LGBTİ+ hareketi Cumhur İttifakı’nın 336 milletvekili imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunduğu Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. ve “ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41. maddelerine ilişkin ayrımcı ve insan hakları normlarına aykırı değişiklik önerilerine karşı mücadele etti. 24. maddeye getirilmeye çalışılan değişiklikle iktidar, kadınların başörtüsünü ve kılık kıyafetini bir kutuplaşma meselesi olarak kullanmak istedi. 41. Maddeye yapılmaya çalışılan değişiklik ile hedeflenen ise değişiklik önerisinin gerekçesinde yer alıyordu. İktidar, 41. maddeye, sanki şu anki yasal düzenlemede aksi mümkünmüş gibi evliliğin kadınla erkek arasında olacağının eklenmesini talep ediyordu. Esas amaç madde gerekçesinde görebileceğimiz anahtar kelimelerle belirtilmişti: “ailenin sapkın akımlardan korunması”, “kutsallık”, “kültür ve medeniyet anlayışı”, “güçlü aile”, “insan tabiatına uygun birliktelik”, “çürüme” gibi ifadelere yer verildi.

Bu gerekçede görüldüğü üzere iktidarın makbullük tarifine uymayan tüm toplumsal hareketlerin içine eklenebileceği bu ifadeyle LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık ve nefret anayasal düzleme çekilerek meşrulaştırılmaya çalışıldı. Anayasa değişikliği önerisi bu haliyle alıcısını bulamayınca iktidar bir süreliğine bu değişikliği rafa kaldırarak, belki de kendine yeni bir siyasi hareket sahası yaratmak için “yeni sivil anayasa” söylemiyle karşımıza çıkmaya başladı. Yerel seçimlerden sonra anayasa değişikliğini belki de tüm anayasayı içerecek şekilde yapmak istediğini ortaya koydu, bu iki madde değişikliğinin de “Yeni Anayasa” kapsamında tekrardan gündeme geleceğinin sinyalini ise Adalet Bakanı verdi.[3]

Halbuki girişte de bahsettiğim üzere bizler barışçıl göster ve protesto hakkı başta olmak üzere şu anda var olan anayasal haklar kullanılamıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasa’ya aykırı bir şekilde tarikatların isteği doğrultusunda, kendi tabanındaki kadın örgütlerinin itirazlarını dahi dinlemeyerek bir gecede çekilen iktidarın, nasıl bir sivil anayasa değişikliği yapacağını, bu değişiklik bahanesiyle yine kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını ve yaşamlarını nasıl hedefe koyacağını tahmin etmek çok da zor değil. Bugüne kadar elimizden alınmaya çalışılan tüm haklarımıza sahip çıktık, çıkmaya da devam edeceğiz. İstediği kutuplaştırma ve nefret siyasetini iktidar önümüze koymaya devam etsin, kadın ve lubunya dayanışması en beklenmedik yerlerde, en tahmin edilmeyen karşılaşmalarda çoktan kuruldu, özgürlük ve eşitlik talebimiz kitlelere yayıldı.

Haklarımıza saldıranlara kötü haber; kadınlara biat ettirmeniz artık mümkün değil, o devir kapanalı çok oldu.

Yaşasın 8 Mart!

 

[2]

[3] 22 Kadın ve LGBTİ+ örgütünün biraraya gelerek anayasa değişikliğine karşı oluşturuduğu “Hepimiz için Anayasa Koordinasyonu” kampanyasına şuradan erişebilirsiniz: