Not: Bu yazıya başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki bir hukukçu, eşitlik mücadelesi veren bir yurttaş ve LGBTİ+ hakları aktivisti olarak Boğaziçi Direnişine karşı hukukla verilmeye çalışan hiçbir cevabın uzaktan yakından hukukla alakası yoktur. Bu süreçte alınan her karar, baştan sona siyasidir. Boğaziçi öğrencilerinin ve demokratik toplumun talepleri haklı ve meşrudur, kayyımlar gidecek ve biz kalacağız!
Kayyım: Melih Bulu
Türkiye’nin önde gelen eğitim kurumlarından biri olan ve uzun yıllardır kampüsleri içerisinde öğrencilerin çok sesli olarak fikirlerini dile getirebildiklerini bildiğimiz, Türkiye’nin geri kalan üniversitelerine nazaran kısmen akademik özgürlüğe sahip olan Boğaziçi Üniversitesi için takvimler 2 Ocak 2021’i gösterirken artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. 2 Ocak 2021 Cumartesi tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 2021/16 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı uyarınca Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör olarak atandı. 2016 yılı öncesi Yükseköğretim Kurulu (YÖK), üniversitede seçimle belirlenen altı kişi arasından üç kişiyi rektör ataması için Cumhurbaşkanına sunuyorken 2016 yılında yapılan değişiklikle üniversite içerisinde yapılan seçimler kaldırıldı ve rektör atama yetkisi YÖK’ün önereceği 3 profesör arasından seçilmek üzere Cumhurbaşkanına verildi. Boğaziçi’nin bir üniversite olarak kendi kültür ve teamüllerine aykırı bu kayyım ataması sonrası Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve demokratik toplum bileşenlerinin geniş bir kesimi tarafından çok haklı ve hızlı bir tepki yükselmeye başladı. Her ne kadar Bulu, Boğaziçi’nin ilk kayyım rektörü olmasa da (2016 yılında atanan Prof. Dr. Mehmet Özkan atandığı sırada Boğaziçi Üniversitesinde profesör olmasına rağmen bu atamaya ilişkin de Boğaziçi içerisinde protestolar yaşandı) hem Boğaziçi’ne dışarıdan geliyor oluşu hem de AKP kadrolarında bulunup son olarak 2015 yılında İstanbul 1.Bölge milletvekili aday adayı olması direnişin fitilini ateşledi.
Direnişin Bilançosu
Kayyım ataması sonrası tepkilerini dile getiren Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bir araya gelerek Boğaziçi Dayanışması olarak, 4 Ocak 2021 Pazartesi günü Güney Kampüs önüne İstanbul’daki bütün öğrencileri ‘Kayyıma Hayır’ eylemine çağırdı. Boğaziçi bu yazının yayımlandığı gün itibariyle 550 küsür gündür direnmeye devam ediyor. Bu süreçte Boğaziçi Direnişine dair çokça dava açıldı ama sayı veremiyorum, çünkü gerçekten bu davaların bir kısmını takip eden avukatlardan biri olarak ben bile her hafta yeni bir soruşturma/dava haberiyle karşılaşabiliyorum. Zaten önemli olanın da sayı değil bu hukuk tacizi durumu olduğunu düşünüyorum. Ancak şunu söylemek gerekir ki Boğaziçi Direnişi dolayısıyla açılan ve bildiğimiz davaların hiçbirinde henüz karar verilmedi. Sadece İstanbul’da değil Türkiye’nin dört bir yanında Boğaziçi Direnişine destek eylemleri düzenledi, bu eylemler de tabii ki polis müdahalesinden nasibini aldı.
Bu 550 küsür gün boyunca yüzlerce öğrenci kampüslerinin içinde ve dışında polis ve özel güvenlik şiddetine maruz kaldı, evleri basıldı, kapıları kırıldı, eğitim hayatlarına engel olundu, haklarında 2911 sy. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefetten, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten davalar açıldı, 11 öğrenci aylarca tutuklu kaldı, 30’a yakın öğrenci hakkında ev hapsi kararı verildi, yurtdışındaki eğitim fırsatlarını kaçırdılar, devlet tarafından verilen bursları/kredileri iptal edildi, yurtlarından atıldılar, direnişe destek veren öğretim üyeleri görevlerinden alındı, okula girişleri engellendi, Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü Ofisi kapatıldı, Boğaziçi LGBTİA+ Çalışmaları Kulübü kapatıldı, yine Cumhurbaşkanı kararıyla Boğaziçi Üniversitesine Hukuk ve İletişim fakülteleri kuruldu.
Gelen Gideni Aratır: M. Naci İnci
Boğaziçi Direnişinin en fazla 6 ay süreceğine dair demeçler veren Melih Bulu, 15 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2021/360 sayılı Cumhurbaşkanı kararıyla kayyım rektörlükten alındı. Hatta o kadar ki sosyal medya hesaplarından o gün yazdıklarına bakılırsa büyük ihtimalle kendisinin bile bu karardan haberi yoktu. Bir gecede gelen kayyım, 7,5 ay gibi bir sürede Boğaziçi Direnişinin de gücüyle görevden alındı. Ancak işler burada bitmedi. Görevden alındığı sırada yerine vekaleten kayyım döneminde rektör yardımcısı olarak görev alan Boğaziçi Üniversitesi Fizik bölümünden Prof. Dr. Mehmet Naci İnci atandı. M. Naci İnci çok geçmeden 21 Ağustos 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2021/413 sayılı Cumhurbaşkanı kararıyla Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak atandı. İkinci kayyım, her ne kadar Boğaziçi Üniversitesi içinden olsa da bu süreçte Boğaziçi Direnişi taleplerini tekrar yineledi:
Başta Melih Bulu olmak üzere; Naci İnci, Fazıl Önder Sönmez ve Gürkan Kumbaraoğlu’ndan oluşan kayyum kadro ve tüm kayyumlar derhal istifa etsin.
Hukuksuzca davalar açılan tüm arkadaşlarımızın dava süreçleri sonlandırılsın.
Üniversite rektörleri, üniversitenin tüm bileşenlerinin dahil olduğu bir seçim ile belirlensin.
Okulumuza açılmaya çalışılan kayyum fakülte kararları geri çekilsin.
Usulsüzce kapatılan BÜLGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’ne statüsü geri verilsin.
CİTOK ofisini fiilen durdurmaya yönelik tüm kararlar geri çekilsin.
Kampuslarımızı abluka altına alan polis okulu terk etsin.
Bir darbe kurumu olan YÖK kapatılsın.
LGBTİ+ öğrenciler ve tüm LGBTİ+ların temel insan hakları ve anayasal hakları tanınsın.
Akademik özerkliği ve insanlık onurunu savunan, başta Feyzi Erçin olmak üzere tüm eğitimcilerin yaşadıkları hukuksuzluklar son bulsun, sözleşmeleri yenilensin.
Şahmeran
Onur Haftası kapsamında yazdığım bu yazıda biraz da Boğaziçi Direnişi ve LGBTİ+’ları özel olarak irdelememiz gerektiğini düşünüyorum. 2015 yılından itibaren Onur Yürüyüşlerinin yasaklanmaya başlaması ve devamıyla artan şekilde yükselen nefret cinayetleri, cezasızlık politikası, LGBTİ+’lara karşı artan baskılar ve son süreçte İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasıyla birlikte LGBTİ+ karşıtı nefret siyasetinden Boğaziçi Direnişi de payını aldı. Direnişin başından itibaren LGBTİ+’lar alenen türlü yol ve yöntemlerle hedef gösterilip nefret söylemleriyle tehdit edildiler.
Bütün bu sarmalın başlangıcı Direnişin 1.ayında açık çağrıyla düzenlenen BOUN Sergi’de anonim olarak sergilenen Şahmeran figürü içeren eserin Boğaziçi İslam Araştırmaları Kulübü ve hükümete yakın medya tarafından hedef gösterilmesi sonrası yaşandı. Başta İçişleri Bakanı, İstanbul Valiliği, Diyanet İşleri Başkanı, Adalet Bakanı, İletişim Başkanı olmak üzere kamu görevlileri öğrencilere ve LGBTİ+’lara karşı nefret söylemlerinde ve hedef göstermede bulundukları için öncelikle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ suçundan soruşturma başlatıldı. 5 öğrenci soruşturma kapsamında gözaltına alındı; 2 öğrenci tutuklandı, 2 öğrenciye ev hapsi verildi. 1,5 ayın ardından görülen ilk duruşmada tahliye edilen öğrencilerle birlikte toplam 7 öğrencinin yargılandığı dava halen devam ediyor. Tabii ki LGBTİ+’lara ilişkin nefret söylemi bu yargılamada da bizzat kendine yer buldu ve iddianamede ‘eşcinselliğin yasak ve haram’ olduğuna dair ibareler bizzat savcı tarafından yazıldı. Hatta öyle ki tutuklu öğrencilerden biri için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya karşı Adalet Bakanlığı verdiği cevapta bu ifadeleri birebir tekrarlayarak nefret söylemini bir kez daha tekrar etti. Davanın önümüzdeki duruşması 21 Eylül’de görülecek. Özgürlük ve güvenlik hakları, ifade özgürlükleri ihlal edilen öğrencilerin yargılanmasının sürdüğü her saniye Türkiye’de LGBTİ+’lar için hukuk güvenliğinin bulunmadığının nişanıdır. İstanbul Sözleşmesinden ‘eşcinselliği meşrulaştırdığı’ sebebiyle çıkma kararı alanlara karşı, LGBTİ+ bayraklarına karşı her yerde savaş açanlara karşı, varoluşumuz meşrudur.
Suç Unsuru: Gökkuşağı
Boğaziçi Üniversitesinde gökkuşağına ve LGBTİ+’lara dair saldırılar bununla bitmedi. 1 Şubat 2021 günü Boğaziçi Üniversitesi içinde devam eden protestolar sırasında ‘gökkuşağı bayrağı’ açtığı gerekçesiyle 1 öğrenci hakkında idari soruşturma başlatıldı. Bu soruşturma kapsamında 25 Mart 2021 günü savunma yapacak öğrenciye destek olmak için yanında bulunan ve gökkuşağı bayrağı tutan toplam 12 öğrenci gözaltına alındı. Hatta bu durum o kadar absürt bir hal aldı ki “Boğaziçi Üniversitesi’nin LGBTİ+ bayrağı taşıyan bir öğrenciye soruşturma açmasını protesto eden öğrencilerin gözaltına alınmasını protesto eden öğrencilere gözaltıları protesto edenlerin de gözaltına alınmasını Çağlayan’da protesto edenler de gözaltına alındı.” Bu süreçte Boğaziçi Dayanışmasının ısrarla vurguladığı ve benim de burada önemli bulduğum şey ise LGBTİ+ nefretine karşı sadece LGBTİ+’ların değil, demokratik kitlelerin beraber mücadele etmesi gerektiği gerçeğiydi. 12 öğrenci hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanuna muhalefet suçlamasıyla açılan ‘Gökkuşağı davasından en son duruşmada bilirkişilerin öğrenciler aleyhine dosyaya gönderdiği rapor sonrası duruşma tam da Onur Haftasına denk gelecek şekilde 21 Haziran’a ertelendi.
BÜLGBTİA+ Onurumuzdur!
Bütün bunların yanında 7 yıldır faaliyet gösteren Boğaziçi LGBTİA+ Çalışmaları Kulübü İletişim Başkanı’nın Twitter üzerinden paylaştığı bir duyuruyla ve kayyım rektör Melih Bulu imzasıyla kapatıldı. Kampüs içinde ve dışında var olmaları, barışçıl ve anayasal haklarını kullanmaları bir kez daha engellenmeye çalışıldı. Öğrenci Faaliyetleri Tüzüğü’ne dahi aykırı olarak kapatılan Kulüp için açılan dava ise geçtiğimiz günlerde ilk derece mahkemesi tarafından reddedildi. Dava için istinaf başvurusu yapıldı. 7 yıldır aday kulüp statüsünde bulunan Kulüp’ün kapatılmasına gerekçe ise hem yukarıda bahsettiğim ve anonim olarak düzenlediği Boğaziçi Üniversitesi kayyımı tarafından dahi bilinen Sergi’nin BÜLGBTİA+ tarafından düzenlediği iddiası hem de akabinde ortak olarak kullanılan Kulüp odasında usule aykırı olarak yapılan ve yasadışı yayın ele geçirildiği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma gösterildi. Kulübün kapatılma kararına karşı Boğaziçi’nde bulunan diğer öğrenci kulüpleri ve LGBTİ+ örgütleri tepki gösterdi. Bir gecede kapatılan BÜLGBTİA+ sonrası Boğaziçi Üniversitesindeki lubunyalar buhar olup uçmadılar, hala kampüsteler, örgütlüler, her kulüpteler ve bu gerçeği hiçbir tek adamın imzası değiştiremez. Yıllar içinde önce Legato sonra Lubunya en sonda BÜLGBTİA+ olarak örgütlenen lubunyalar kampüste ve Üniversitenin her bir köşesinde var olmaya devam edecekler.
Boğaziçi Onur Yürüyüşü
Çok değil geçtiğimiz haftalarda uzun yıllardır BÜLGBTİA+ tarafından düzenlenen ve bu sene de 10. Kez düzenlemek istenen Boğaziçi Onur Yürüyüşüne, aynı zamanda geleneksel Taş Oda Festivalinin de yapıldığı 20 Mayıs 2022 günü kayyım rektörün talimatıyla polis ve özel güvenlik tarafından müdahale edildi. Önce Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından gerekçesiz olarak izin verilmeyeceğine dair e-posta öğrencilere gönderildi. Aynı gün saat 17’de yapılması planlanan Onur Yürüyüşüne yapılan müdahale sonrası 70 kişi kampüs içinde, öğretim üyelerinin ve arkadaşlarının gözü önünde gözaltına alındılar. Toplam 9 saat boyunca gözaltında kalan öğrenciler ifadelerinin ardından serbest bırakıldılar. Aynı gün Türkiye’deki LGBTİ+ dernekleri ve LGBTİ+ öğrenci kulüpleri Boğaziçi Onur Yürüyüşü’ne destek açıklamalarında bulundu.
Tıpkı benim gibi Boğaziçi Direnişine destek veren meslektaşlarımla beraber ben de o gün öğleden itibaren önce Boğaziçi Güney Kampüs’te ve ardından gözaltı işlemlerinin takibi için Vatan Emniyetteydim. 2015’ten beri Türkiye’nin her yerinde Onur Yürüyüşlerinin yasaklanmasıyla birlikte anayasal haklarını kullanmak için sokaklara, meydanlara çıkan LGBTİ+’lar istisnasız şekilde polis şiddetiyle ve hukuki tacizlerle uğraşıyorlar. Boğaziçi’nde yaşananlar da bunun bir tezahürü aslında. O gün Boğaziçi Onur Yürüyüşünde 70 kişiyle birlikte gözaltına alınan müvekkillerimin, arkadaşlarımın KaosGL’den Yıldız Tar’la yaptıkları röportajın tamamını okumanızı şiddetle öneriyorum.
Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!
İlk günden son güne kadar Boğaziçi Direnişi’nin talepleri aslında hiç değişmedi ve maalesef hala güncelliğini koruyor: Üniversitelerin özerkliği, kayyım atamalarının son bulması, anti-demokratik uygulamaların son bulması. Boğaziçi’nin bütün bileşenleri bu haklı taleplerinin sonuna kadar arkasındalar. Bütün bu yazıyı okurken aklınıza şu soru gelmiş olabilir, ‘Neden?’ Bunun cevabı çok basit aslında, Türkiye son yıllarda artan ve günümüzde artık hepimizin malumu olduğu üzere gece yarısı kararlarıyla, tek imzalarla, kayyımlarla ve anti-demokratik uygulamalarla yönetiliyor. Boğaziçi Direnişi de aslında bu durumun görünüşünden başka bir noktada değil. Tıpkı LGBTİ+’lara yönelik artış gösteren nefret politikalarının da Boğaziçi Direnişinde kendini gösterdiği gibi.
Yayının içeriğinin sorumluluğu tamamen yazarlara aittir ve hiçbir şekilde Heinrich-Böll-Stiftung Türkiye Temsilciliğinin görüşlerini yansıtmamaktadır.