"İhtiyacımız olan yapısal bir müdahale" Deborah Düring röportajı

Röportaj

Alman Federal Meclisi üyesi Deborah Düring, Yeşiller’in Meclis’teki ekonomik işbirliği ve kalkınma çalışma grubuna liderlik ediyor. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun Bahar Toplantıları’ndan önce kendisine yapısal politika, Almanya'nın uluslararası kalkınmadaki rolü ve geriş kapsamlı refah konuları hakkında birkaç soru sorduk.

Deborah Düring

Heinrich-Böll-Stiftung Washington, DC: Alman Federal Meclisi'ndeki ilk konuşmanızda çok kısa ve öz bir açıklama yaptınız: "Kalkınma politikası yapısal politikadır." Küresel düzeyde, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF), yapısal politikanın önemli kaldıraçlarıdır. Dünya Bankası ve IMF'nin bir sonraki ortak Bahar Toplantısı, Nisan 2022'de Washington DC'de gerçekleştirilecek. Sürdürülebilir ekonomik ve mali politika konusunda tartışılması gereken temel konuların neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Deborah Düring: Feci bir küresel borç krizinin ortasındayız. Özellikle Covid pandemisinden bu yana, Küresel Güney'deki birçok ülkenin durumu çarpıcı biçimde kötüleşti. Bununla birlikte, borç sorununa henüz yeterli ve sürdürülebilir bir yanıtımız yok. Son borç ertelemesi değerli bir zaman kazandırdı, ancak sorunu çözmedi. İhtiyacımız olan şey yapısal bir müdahale. Yani borçların yeniden yapılandırılması konusunda özel olarak bir yöntem geliştirmemiz gerekiyor. Kamu ve özel tüm alacaklıları masaya getirecek bir sürece ihtiyacımız var. Devletlere yönelik temerrüd işlemleri artık tabu olmamalıdır. Borç, devletlere mali bir deli gömleği giydiriyor, onları Covid-19 pandemisinin yol açtığı ekonomik ve sosyal sorunlar gibi krizlere yanıt vermek için çok ihtiyaç duydukları esneklikten yoksun bırakıyor. Sürdürülebilir kalkınma ve dönüşüm için acilen ihtiyaç duyulan yatırımların durmasına neden oluyor. Uluslararası ilişkilerde, Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasında hâlâ birçok alanda, mesela ticaret politikasında veya vergi meselelerinde hiyerarşik bir güç ilişkisi olduğunu gözlemliyoruz. Yapısal değişiklikler getirmeyi başaramadığımız sürece, sürdürülebilir ve adil bir ekonomik ve mali politikaya erişmemiz mümkün değil.

Almanya bu kurumların her ikisinde de en büyük bağışçılardan biri. İcra Kurulu’nun bir üyesi olması stratejik istikametini belirlemesine yardımcı oluyor. Almanya'nın sosyo-ekonomik dönüşüm hedeflerini Dünya Bankası ve IMF'de tutarlı bir şekilde nasıl destekleyeceğiz? Bunun için ne yapabiliriz, bu kurumlardaki icra dairelerimizin gücünden yararlanabilir miyiz örneğin?

Dünya Bankası’nın hâlâ tutarlı bir iklim-nötr görünümü yok. 2015 ve 2020 yılları arasında, Dünya Bankası fosil yakıtlarından enerji elde edilmesi, geliştirilmesi, işlenmesi veya taşınmasına tek başına 7,6 milyar dolar yatırım yaptı. Şimdilerde yeni projeler için petrole dayalı yakıt endüstrisine hizmet etmeyi bırakmış olsa da, mevcut projelerin dolaylı finansmanı ve dış finansmanı devam ediyor. Almanya'nın Dünya Bankası ve IMF'de ana hissedar olarak rolü bu kurumları tutarlı bir sosyo-ekolojik dönüşüm için zorlamak olmamalı yalnızca, aynı zamanda bu dönüşümü talep de etmelidir. İnsan haklarına ve çevre standartlarına uymayan projelere artık izin veremeyiz. Alman Federal Hükümeti'nin Yürütme Konseyi'nde bu projelere sürekli olarak “hayır” oyu vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tür finansman projelerinin kesinlikle reddedilmesini sağlamak için Almanya’nın birleşik iklim dostu bir pozisyon oluşturmak adına diğer üye devletlerde, özellikle de AB ortaklarında lobi faaliyeti yürütmesi gerekir, çünkü bu kararlar oy birliğiyle değil, oy çokluğuyla alınıyor. Elbette kalkınma bankalarının mevcut tüm sürdürülebilirlik stratejilerinin, iklim taahhütlerinin ve insan hakları yönergelerinin tutarlı bir şekilde uygulanması ve şartların yerine getirilip getirilmediğinin izlenmesi de önemlidir. Aynı durum, etkilenen nüfus için çevresel ve sosyal etki değerlendirmeleri ve katılım mekanizmaları için de geçerlidir. Sürdürülebilirlik ve insan haklarına uyum, âdet yerini bulsun diye yapılan ya da sıkıcı kırtasiye işleri değildir, başarılı bir işbirliği için temel bir gerekliliktir.

Almanya feminist bir dış politika ve kalkınma politikası taahhüt etti. Toplumsal cinsiyet konularının Dünya Bankası ve IMF'nin strateji ve hedeflerinde yeterince yer aldığını düşünüyor musunuz?

En azından Dünya Bankası'nın bir Toplumsal Cinsiyet Veri Portalı var. Bu, program planlaması için önemli, çünkü hâlâ çok fazla veri toplumsal cinsiyet merceğinden geçirilerek toplanmıyor, yani toplumsal cinsiyete özgü ihtiyaç ve etkilere hiç bakılmıyor. IMF toplumsal cinsiyet konusunda geride kaldığını açıkça kabul ediyor. İzleme ve kredilendirmeye toplumsal cinsiyet kadegorisini dahil etmeyi amaçlayan bir toplumsal cinsiyet anaakımlaştırma stratejisi konseptini daha yenilerde, Şubat 2022 tarihinde yayınladı. Aynı zamanda IMF'nin toplumsal cinsiyet veri açığını kapatmak için yapılmış bir şeydi bu. Kurul stratejiyi kabul etse bile, çok gecikmiş bir hamle olacak bu. Kadın olarak tanımlanan insanların bırakın her zaman ve her yerde olmalarının şart olmasını, her şeyden önce karar alma mekanizmasının her kademesinde eşit aktörler olarak yer almalıdırlar. Bu, IMF ve Dünya Bankası'nın iç yapıları ve destekledikleri programlar için de geçerlidir. Dünya Bankası da uzun zamandır kadınların eşitlikçi ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan temel “değişim aktörleri” olduğunu kabul ediyor. Gerçekte ise, yüzyıllardır her alana sirayet etmiş ataerkil yapılar dünya genelinde hüküm sürmeye devam ediyor ve bu da toplumsal cinsiyet adaletinin ve kesişimsel bir feminist kalkınma politikasının tutarlı bir şekilde uygulamaya sokulmasını zorlaştırıyor.

Bunların yanı sıra, uluslararası sistemdeki “sömürge yapılar” ve bu yapıların ortadan kaldırılması konularının eleştirel bir düşünme süzgecinden geçirilmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Dünya Bankası ve IMF ile ilgili temel eleştirilerden biri, oy gücünün bütçe payıyla doğru orantılı olması, bu nedenle de daha zengin sanayileşmiş ülkelere daha fazla karar verme gücü sağlaması. Bu iki kurumun liderliği de geleneksel olarak Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri arasında paylaşılıyor. Kurumsal reform ihtiyacı konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanayileşmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası içinde daha fazla güce sahip, bu da bu kuruluşların politikalarını belirlemelerine olanak tanıyor. Gelişmekte olan ve kalkınmakta olan ülkeler, oy payları sermaye payları üzerinden hesaplandığı için bu politikaların etkisini hissediyorlar. Dolayısıyla, IMF geçen yaz Covid-19 pandemisinin ekonomik ve sosyal sonuçlarını hafifletmek için Özel Çekme Hakkı (SDR) adı altında 650 milyar dolarlık benzeri görülmemiş bir yardım kampanyası başlattığında, dağıtım ülkelerin IMF’deki hisse paylarına göre gerçekleştirildiğinden, bu yardımların yarısından fazlası zengin ülkelere gitti. Sonuç olarak, Küresel Güney için acilen ihtiyaç duyulan mali destek çok zayıftı. Aynı zamanda, SDR'ler, halihazırda diğer finansman kaynaklarına geniş erişimi olan zengin ülkelere orantısız mali hareket alanı sağladı. Bu, reformun gerekliliğini bize bir kez daha gösterdi.

Küresel Güney'deki ülkelerin daha az sermayeye sahip olmaları da sömürgeciliğin ve IMF ve Dünya Bankası'nda bugün de varlığını sürdürmekte olan iktidar yapılarının bir sonucudur. Ocak 2016'da, uzun bir gecikmenin ardından IMF bir oylama reformu hayata geçirdi. Oyların yüzde altısı Küresel Güney lehine yeniden dağıtıldı. Bu sadece küçük bir adım olsa da reformların mümkün olduğu kadar gerekli olduğunu da gösteriyor. Dünya Bankası ve IMF'de en üst düzey pozisyonlara kimlerin getirileceğini nihai olarak belirleyenler de her zaman ABD ve Avrupalılar. Sonuçta, kalıcı sömürge uygulamalarını sona erdirecek şeffaf ve demokratik bir seçim sürecine ihtiyacımız var.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy'nin oynadığı Ukrayna TV dizisi Halkın Hizmetkarı'nın ikonik bir sahnesinde, Zelenskiy'nin canlandırdığı egzantrik cumhurbaşkanı karakteri, IMF kredisini "Cehenneme kadar yolunuz var!" sözleriyle reddediyor. Bu sahne, dünyanın bazı bölgelerinde IMF ve Dünya Bankası'nın “damlama” reformları olarak adlandırılan ve yaygın olarak özel sektör odaklı görülen reformlarına duyulan öfkeyi dile getiriyor. Bu aynı zamanda ekonomik büyümenin asıl niteliğinin ne olduğu sorusunu da gündeme getiriyor. Geniş kapsamlı refah konusundaki düşünceleriniz nedir ve bu konu neden şu anda bu kadar önemli?

IMF ve Dünya Bankası bir süre önce kalkınma ve refahı yalnızca GSYİH ile ölçme fikrini terk etti neyse ki. “Damlama” etkisinin bir işe yaramadığı aslında bir süredir biliniyor. Sosyal eşitsizlik çoğu ülkede ve küresel çapta on yıllardır istikrarlı bir şekilde artıyor. Buna rağmen siyasette ve iş dünyasında bu bulguları sürekli olarak görmezden gelen ve neoliberalizmi destekleyen epeyce kişi var. “Refahın” aslında ne anlama geldiği sorusu var bir de. İşin parasal boyutunun çok daha ötesine uzanan birçok alternatif refah modeli var. Örneğin, Bhutan ülkesinde “Gayri Safi Milli Mutluluk” kavramı bayağı bir dikkat çekti. Kaynağını yerlilerin “İyi Yaşam”ı oluşturan şeylere dair görüşlerinden alan Latin Amerika'daki “Buen Vivir” kavramı da öyle. Bir insanın boş zaman miktarını, yani para kazandığı işte geçirdiği zamanın dışındaki zamanı da refahtan sayan “zaman refahı” kavramı da var. Bu kavram, refahın arkadaşlara, hobiler gibi kişisel zevklere ayıracak zaman bulamayıp daha fazla çalışmak ve daha fazla para biriktirmekle alakasının olmadığı görüşüne dayanıyor.

Bu modellerin hiçbirine öncelik vermiyorum, önemli olan, bu solcu akademik niş söylemden çıkıp anaakıma geçmek, büyüme paradigmasını terk edip çevreye, iklime, Küresel Güney'deki insanlara veya gelecek nesillere zarar vermeden ihtiyaçları karşılayan, kişisel tatmine ağırlık veren bir yaşam tarzını destekleyen bir refah vizyonu benimsemek.