İklim Eylem Ağı: “Görevimizi de sorumluluğumuzu da biliyoruz”

Söyleşi

Uluslararası İklim Eylem Ağı İcra Direktörü Tasneem Essop ile Heinrich Böll Vakfı Başkanı Barbara Unmüßig arasında gerçekleşen bir söyleşi.

Uluslararası İklim Eylem Ağı uzun yıllardır BM iklim müzakerelerini izleyen en büyük uluslararası sivil toplum ağıdır. Pandemi zamanlarında, ulusal veya uluslararası düzeyde sivil toplum katılımı nasıl sağlanabilir? Uluslararası İklim Eylem Ağı gibi küresel bir ağın eylem ve strateji kapasitesi bakımından bu ne anlama geliyor? Uluslararası İklim Eylem Ağı  neden iklim konferansının ertelenmesi çağrısında bulundu? Buna rağmen yaklaşmakta olan Glasgow’daki COP toplantısına nasıl hazırlanıyor? Sivil toplum katılımının mümkün olduğunca fazla olması için BM bağlamında nelerin değişmesi gerekiyor?

Barbara Unmüßig: Pandemiyle mücadele sırasında tüm hükümetler temel hakları kısıtladı. Bazıları ise pandemiyi sivil alanı ve siyasi katılımı daha da daraltmak için kullandı. Covid 19’a karşı alınan önlemler Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın manevra alanını ne kadar engelliyor veya etkiliyor? Bu durum, ulusal iklim politikalarının şekillendirilmesi bakımından ne anlama geliyor ve Covid sizin ve Ağ içindeki meslektaşlarınızın çalışmalarını nasıl etkiledi?

Tasneem Essop: Bu fırsat için çok teşekkür ederim. Eminim, iklim hareketinde yer alan çoğumuzun başına geldiği gibi, pandemi bizim de türlü planlarımızı ve yakalamakta olduğumuz ivmeyi alt üst etti. Hatırlayacağınız gibi, 2019 bu ivmeye ulaşmamızı sağlayan çok belirleyici bir yıldı. 2020 boyunca bu ivmeyi hızlandırmayı ve baskıyı artırmayı planlıyorduk ki pandemi geldi. Yıl boyunca önemli anlardan yararlanarak açmayı planladığımız yolları kapattı. Bütün bunlar doğada fiziksel olarak gerçekleşen şeylerdi. Bildiğiniz gibi, çoğu şey ya ertelendi, iptal edildi ya da çevrimiçine taşındı. Zoom bu kadar popüler olmadan önce, Uluslararası İklim Eylem Ağı  bir Zoom ağı olarak çalışmaktaydı, ancak çevrimiçine geçildikten sonra bile pandemi, birimlerimizin özellikle sahada ulusal ve bölgesel düzeyde yapacağı işleri kesintiye uğrattı. Özellikle de hükümetlerine yüksek NDC’ler taahhüt etmeleri konusunda uyguladıkları baskı anlamında.

NDC’yi açıklar mısınız?

NDC (National Determined Contributions), hükümetlerin Paris Anlaşması uyarınca bulunması gereken ulusal katkı beyanı demektir. Bu beyanların ulusal işlemler olduğu açık. Biz sivil toplumun bu müzakerelere katılmasını talep ettik ama birçok hükümet, pandemi nedeniyle bu müzakerelerin yapılmamasına karar verdi. Yaratıcı olabilirler, sanal ortamda daha fazla görüşme yapabilirlerdi ama yapmadılar; bu, hükümetlerin geniş katılımlı toplantıların önünü kapamak için pandemiyi nasıl kullandıklarının örneklerinden biridir. Dolayısıyla, geri adım atmak çok zordu, zira sağlık konusu bizim son derece endişe duyduğumuz bir konu. Ancak ağ olarak çevik ve esnek olmamız ve çalışma yöntemimizi değiştirmemiz gerektiğini de anladık. Baskı gücümüzü ve yakaladığımız ivmeyi korumak için çevrimiçinin bizim için daha başka fırsatlar sunup sunmadığını araştırdık. Yine de bir iklim ağı olarak iyi götürdüğümüz ve çalışmamıza yardımcı olan önemli şeylerden biri, pandeminin iklim hareketinin eskiden kendiyle zorunlu olarak bağ kurmadığı birçok konuyu öne çıkarmış olmasıdır. Pandeminin yaşadığımız ve tanık olduğumuz eşitsizlik ve artan yoksulluk üzerindeki etkisi ve iklim krizinin son iki yılda bu sorunları daha da şiddetlendirmesi gibi konulardı bunlar.

Yani, pandeminin yoksulluk, eşitsizlik, biyoçeşitlilik krizi ve iklim krizi gibi iç içe geçmiş konuların nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu görmeniz için size bir şans sunduğunu düşünüyorsunuz. Hepimiz bu bakış açısına ulaşmamızı sağlayacak bir aydınlanma anını sabırsızlıkla bekliyorduk. Güney Afrika’da ikamet ettiğiniz için Güney Afrika örneği üzerinden Covid’in hükümetlerle etkileşimi kesintiye uğratması ne anlama geliyor, açıklayabilir misiniz?

Güney Afrika’da, bu müzakere işlerini genellikle ülkedeki iklim çalışmalarını yürüten çevre bakanlığı yürütür. Bakanlığın bu görüşmelerin paydaşlarıyla ilgilenen bir organı vardır. Ancak ulusal katkının artırılma sürecinde bu yapı artık işlemedi, bir araya gelemediler. Pandeminin başında, neredeyse bir tür felç hali söz konusuydu ve görüşmeler durdu. Her şeyi çevrimiçi ortama taşıma sürecinin sonuç vermesi biraz zaman aldı. Sonra insanlar bu duruma alışmaya başladı. Güney Afrika hükümetinin geçen yılın sonu itibarıyla ulusal katkı beyanında bulunmamasının bu yüzden olduğunu düşünüyorum. Şimdi ise beyanda bulunmaları için onlara bayağı bir baskı uyguluyoruz. Ancak geriye dönüp baktığımızda, aslında sanal ortamın bize yardımı oldu: Karantinayı biraz hafiflettikleri dönemde, sanal toplantılarda ve yüz yüze yapılan birkaç toplantıda yapılan istişareler sonucu, Güney Afrika hükümeti bugün geçen yıldakinden daha fazla ulusal katkı beyanında bulundu. Yani, sivil toplumdan ve yurt içindeki başka insanlardan gelen baskı sonunda gerçekten işe yaradı.

Bu, karantinanın hükümete baskı yapmak için size daha fazla zaman kazandırdığı anlamına mı geliyor?

Evet. Fiziksel olmasa da bu baskı bize biraz daha fazlasını yapmamız için zaman verdi. Bildiğiniz gibi 2020’de hükümetlerin iklim faaliyetlerinin ivmesi biraz düştü, 2021’de ABD’nin sürece tekrar dahil olmasıyla ivme yeniden artmaya başladı ve bu ivmenin uluslararası boyutu da bunu etkiledi. 2020’de iklim çalışmalarındaki ivme artışının tamamen Güney Afrika’yla sınırlı kaldığını söylemiyorum ama 2021’deki ivmenin artması pandemi sürerken bile iklim çalışmalarında elimizi rahatlattı. Bu yıl iklim çalışmalarının ivmeyi korumasını bunlar sağladı.

Uluslararası bir iklim ağı olarak sesiniz oldukça gür çıkıyor ve aşı eşitliği tartışmasında da eleştirilerinizi yüksek sesle dile getiriyorsunuz. Bu pek çok kişiye olağandışı geliyor. Bir iklim politikası ağı olarak neden bu konuya odaklandığınızı anlatır mısınız?

Mesele tam olarak bu, Barbara, kesişimsellik ve pandeminin buna çok keskin bir şekilde işaret etmesi. Daha somut bir yerden bakalım: Pandemi baş gösterdiğinde televizyon haberlerinde ne gördük? Pandemiden en çok etkilenenleri, bu virüsün sıkıntısını en çok çekenleri, yoksulluk içinde yaşayan, eşitsizliğe maruz kalan, temel sağlık hizmetlerine, koruyucu önlemlere vb. erişimi olmayanları. Bu tür etki ve yüklerin toplumumuzun belirli bir kesimi tarafından hissedildiğini görebiliyordunuz. Buna tanık olduk. Aynı zamanda, insanların marjinalleştirildiği ve yoksul olduğu ülkelerde, topluluklarda iklim etkilerine de tanık olduk. Örneğin Uganda’daki selin ülkeyi nasıl harap ettiğini izledik. İnsanlar yerlerinden oldu, hayatlarını kaybettiler, geçim kaynaklarını kaybettiler ve bu bir de pandeminin üzerine geldi! Pandeminin kendisi, iklim krizi de dahil olmak üzere dünyada yaşadığımız bu çoklu krizlerin toplumun aynı kesimlerini etkilediğini gösteriyor. Bu, bilimsel olarak da çok net bir şekilde ortaya konmuştur. Bunun böyle olduğunu her zaman biliyorduk. IPCC AR4, iklim değişikliğine karşı en savunmasız kesimin yoksulluk içinde yaşayanlar olacağına zaten işaret etmişti. Bunu kavramamız zaman aldı. Bu nedenle, bizimki gibi uluslararası bir iklim hareketi, iklimin çok dar bir konu olduğu, hepimizin bu balonun içinde olduğu ve uğraşmamız gereken tek şeyin kaç megaton karbon azaltılması gerektiğine dair rakamlar olduğu düşüncesine kapılırsa büyük bir hata yapar. Mesele bunlardan ibaret değil!

Uluslararası İklim Ağı’nın sosyal ve ekonomik bir bakış açısına sahip olmasını takdirle karşılıyor ve iklim değişikliğinin toplumun sosyal dokusunu nasıl değiştirdiğini çok iyi anlıyorum. Ama daha fazla aşı eşitliği talebi konusunu da dile getiriyor musunuz? Örneğin, DSÖ içinde dillendirilen patent hakkından feragat edilmesi talebinden yana mısınız? Ve sizi kim dinliyor?

Uluslararası İklim Eylem Ağı bu çağrıyı yaptığında ve tavrını ortaya koyduğunda, pandeminin başlamasından ve aşının piyasaya sürülmesinden beri baskılarını sürdüren hareketlerin arkasındaydı ve onları destekliyordu bence. Peki, aşı ayrımcılığına son verilmesini talep eden tüm bu seslerle neden dayanışma içindeyiz? Birincisi, tüm bu meseleler arasındaki kesişimsel ilişki nedeniyle. Paris Anlaşması’nın önsözünde çok açık bir şekilde sağlık hakkı gibi tüm bu haklardan bahseden bir bölüm var. Bu yüzden bu konuları birbirinden ayıramayız. Ama çok daha önemlisi, bu pandemi, hep söylediğim gibi, iklim kriziyle ilgilenme biçimimizin kostümlü provası gibi. Bugün ne yazık ki, içinden geçmekte olduğumuz bu kriz sırasında, zengin ulusların bir adım geri atıp içlerine çekildiklerini, kendi ihtiyaçlarıyla meşgul olduklarını ve küresel dayanışma ihtiyacını görmezden gelip farmasötik çıkarlarını dünyadaki milyonlarca ve milyonlarca insanın yaşamına yeğ tuttuklarını görüyoruz. Bunu bu kriz sırasında yapabildiyseler, bir iklim krizi sırasında da aynı şeyi yaptıklarını görür müyüz acaba?

Aşı eşitsizliğine baktığımda ve Küresel Güney’in ve özellikle daha yoksul ülkelerin aşılara erişiminin olmadığını gördüğümde, belli ölçüde üstesinden geldiğimizi düşündüğümüz o çok klasik Kuzey-Güney ayrımına geri dönüyormuşuz gibi geliyor bana.

Şimdi, Glasgow iklim zirvesine sadece birkaç hafta kalmışken, size şunu sormak istiyorum: Uluslararası İklim Eylem Ağı, büyük bir sivil toplum ve hareketler ittifakıyla birlikte neden COP26’nın ertelenmesi çağrısında bulunuyor? Argümanlarınız neler? Neden ertelemeden yanasınız ve hâlâ öyle misiniz?

Tahmin edebileceğiniz gibi, bir iklim ağının alabileceği kolay bir karar değildi bu. Bir iklim acil durumunda olduğumuzu kesinlikle biliyoruz; görev ve sorumluluğumuzu biliyoruz. Onlarca yıldır bu acil durumla mücadele halindeyiz. Ancak aynı zamanda BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) de bağlıyız, çünkü burası demokratik alan, özellikle savunmasız seslerin duyulması için. Bunun farkında olarak, Birleşik Krallık hükümetiyle oldukça erken bir tarihte ilişki kurduk: Bu COP’nin bir pandemi sürecinde gerçekleştirileceğini anlayınca planlarını sorduk. Her ne kadar Birleşik Krallık hükümetinin pandemi ve seyri üzerinde kontrolü olmadığını bilsek de, güvenliği sağlamak, riskleri en aza indirmek konusunda planlarının ne olduğunu ve bu bağlamda katılım olmasını nasıl sağlayacaklarını bilmemiz gerekiyordu. Ardından Birleşik Krallık hükümeti açıkça, “Bugüne kadarki en normal ve en yüksek katılımlı COP’u gerçekleştireceğiz” dedi. Pandemi koşullarında normal ve yüksek katılımlı bir COP gerçekleştirilebileceğinin düşünülmesi bile zaten yanlış bir başlangıç ​​noktasıydı! Bu nedenle, meseleyi kurcalamaya ve sormaya devam ettik, Temmuz ayındaki İNDÇS oturumu boyunca da aynı yaklaşımımızı sürdürdük ama onlardan tek bir bilgi gelmedi. Bunu soran sadece Uluslararası İklim Eylem Ağı değildi. Tüm İNDÇS bileşenleri de sordu! Güvenli ve geniş katılımlı bir COP yapılmasını sağlayacak ilkeler ve talepler geliştirdik. Karara vardığımız noktada, Birleşik Krallık hükümeti hâlâ yanıt vermemişti. İşlerin artık kritik bir noktaya doğru gittiğini anladık, çünkü birçok hükümet de endişelerini sessizce dile getiriyordu. Endişelerini kamuoyu önünde dile getirmediler, Birleşik Krallık hükümetiyle ilişki halindeydiler. Hareketlerin ve aktivistlerin de çoğu çok endişeliydi. Ortada bir netlik yoktu. Sırf Glasgow’a gitmenin maliyeti bile, aşılar, karantinalar, seyahat kuralları, bunların hepsi çok açık bir engel oluşturacaktı. Bu yüzden süreçten ayrıldık: Alarm zillerini çalmamız gerekiyordu. İnsanların, tüm bu sorunlardan ve bunların halledilmesi gerektiğinden haberdar olması gerekiyordu. Buna şu yüzden karar verdik: Tavır alır, konuya dikkat çeker, tüm bunları görünür kılarsak Birleşik Krallık’ın meseleyi anlamasını ve uygun bir yanıt vermesini sağlayabiliriz diye düşündük. Aslında aynı gün, Birleşik Krallık delegelerin karantina masraflarını karşılayacağını açıkladı. Ancak bu yardım sadece davetiyesi olan sivil toplum ve gazetecileri, resmi delegeleri kapsıyordu. Karantina beş gün sürecekti. Bunu yapmayı kabul ettiler, ancak dile getirdiğimiz diğer meselelerle hiç ilgilenmediler ve medyada takip etmiş olabileceğiniz gibi, bazı ülkeler kırmızı listeye girmekten çok endişe duyuyordu.

“Kırmızı listede olmak” ne demek?

Seyahatin kısıtlanması demek. Böyle bir durumda çok daha sert önlemler almak zorunda kalırsınız. Kırmızı listede olan ülkeler arasında yer alıyorsanız, on gün karantina uygulaması yapmanız gerekir. Diyelim Glasgow’a gitmek isteyen yabancı veya yerli bir aktivistseniz, davetiyeniz olmayacak demektir. “İçeri”ye girmeyeceksiniz ama baskı kurmaya ve ses çıkarmaya devam etmek için “dışarıda” olmak istiyorsunuz. Dış ülkelerden gelecek olan aktivistler Glasgow’a seyahat etmek zorunda kalacak, karantinada kalmak için on günlük otel ücreti ödeyecek ve sonra COP’a gidebilecek. Glasgow'da konaklama maliyetlerinin arttığını da tekrar hatırlatmak isterim. Bu çok somut meselelerin COP’nin katılım kapasitesi üzerinde etkisi var elbette.

Glasgow’a giden sürece ve COP’nin kendisine tekrar bakalım: Kimin dışlanacağını ve kimin gelmeyeceğini şimdiden tahmin edebiliyor musunuz? Kimlerin orada olacağı ve sesini yükseltebileceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? Yoksa bunu söylemek hâlâ zor mu?

Söylemesi zor, çünkü durum sürekli değişiyor. Örneğin, Birleşik Krallık hükümetinin yeni bir kırmızı liste açıklamasını bekliyoruz, bugün bile açıklayabilirler. Bazı ülkeleri kırmızı listeden çıkarıyorlar. Bu, insanların Glasgow’a gitme durumlarını değiştirebilir. Bu açıklama engelleri azaltacaktır. Glasgow’a gitmek için pek çok insan kayıt yaptırdı. Katılım dengesini ancak Glasgow’a gittiğimizde görebileceğiz. Birilerinin kasten dışlanacağını düşünmüyorum. Sadece dahil olmak zor ve bunun büyük bir etkisi olup olmadığını Glasgow’a gittiğimizde göreceğiz. Bildiğiniz gibi erteleme çağrısında bulunduk ama ertelenmezse de boykot etmeyeceğiz dedik. Çünkü dediğim gibi, bunu görevimiz ve sorumluluğumuz olarak görüyoruz. Dolayısıyla Uluslararası İklim Eylem Ağı olarak ve daha geniş bir sivil toplum grubu olarak orada olacağız. Dinleyeceğiz, izleyeceğiz ve ses çıkaracağız, tüm hükümetler üzerinde baskı kuracağız. Orada olacağız. Kendi adımıza, sınırlı sayıdaki delegasyonumuzun Küresel Güney’den üyelerimizi tam temsil etmesini sağlamak için çok özel bir çaba sarf ettik. Yani, Küresel Güney’deki her bir birimimiz oldukça güçlü bir biçimde temsil edilecek.

Sizin açınızdan durum çok stresli görünüyor. Bence bu tamamen meşruiyet ve farklı toplum gruplarının tam katılımı ile ilgili bir mesele. Ve bence harika bir iş çıkarıyorsunuz.

Son birkaç soru daha: Son iki yıldır tanık olduğumuz sivil toplum katılımının kesintiye uğraması konusunda Birleşmiş Milletler neler yapmalı sizce? Gelecekte kurallar ne kadar değiştirilmeli? Sizce çevrimiçi istişare yöntemi kalıcı mı olacak ve nasıl organize edilecek? Pandemi sonrası dünyasında ağ oluşturma işlerinin ve uluslararası müzakerelerin nasıl şekilleneceği konusunda bir öngörünüz var mı?

Evet, pandeminin tetiklediği diğer şey de bu: küresel bir kriz durumunda küresel yönetişimin nasıl olacağı üzerinde yeniden düşünmek. Şimdi Paris Anlaşması’nın uygulama aşamasında olmamız gerekiyordu. İşin teknik kısmını müzakere etmeye pek de gerek yok. Bakışımızı uygulama ve eylemlere çevirmemiz gereken bir dünyada, İNDÇS’nin yeniden gözden geçirilebileceğini düşünüyorum. Evet, bu Sözleşme’nin taraflarıyla yürütülecek bir süreç. Çoğu zaman, sivil toplumun görüşleri genel kurulda, tarafların çoğunun salondan ayrıldığı bir zamanda verilen bir dakikalık konuşmalarla sınırlı kalır. Küresel bir krizi ele almak için hiç iyi bir yöntem değil bu. Bu krize çözüm bulmak konusunda hepimiz ortağız. Biz de masada olmalıyız, sorumluluklarımızı enine boyuna tartışabilmeliyiz. Aynı meselelerin ortağı olarak birbirimize nasıl yardımcı olabiliriz? Yani sivil toplum, hükümetler, emekçiler, yerli halklar olarak. Hiçbir şey bizi bu krizin küresel yönetimine farklı bir yaklaşım getirmekten ve çözümler bulmaktan alıkoyamaz. Bunların çoğunu çevrimiçi ortamda yapabiliyor oluşumuzun şu anda gerçekten iyi bir fırsat oluşturduğunu düşünüyorum. Dijital ayrım gibi meseleleri düzeltmeliyiz. Tekrar söyleyeceğim, gelişmekte olan ülkelerdeki insanların sorunları var gerçekten. Bu sorunları gidermek için kendimize orta vadeden uzun vadeliye bir dizi hedef belirleyebiliriz. Önemli olan güven inşa etmek, yüz yüze toplantıların hâlâ önemli olmasının nedeni de bu. Bunun için ise karşılıklı oturmayı, birbirimizin gözlerinin içine bakmayı ve bir ilişki kurmayı becerebilmemiz gerekir. Yani yüz yüze, sanal ya da karma toplantılar, bunlar artık yeni imkânlar. Ancak nihayetinde asıl önemli olan, teknolojik yaklaşımın yanı sıra gerçek bir küresel yönetişimin nasıl olacağı ve acil bir durumun nasıl yönetileceği meselesi.

Katılıyorum. Heinrich Böll Vakfı da küresel bir ağ. Kendimden biliyorum, özellikle stratejik konularda geniş ve tam anlamıyla derin bir tartışma gerçekleştirilemiyor. Bir de denetim ve güvenlik sorunumuz var. Zoom’un güvenli bir iletişim yolu olmaması meselesini ne yapacağız? Uluslararası İklim Eylem Ağı’nda bu sorunla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Biraz iyi niyetle. Artık tamamen güvenilir diyebileceğimiz bir şeyin olmadığına inanıyorum. Elbette şu da var ki, yaptığımız işi yapmaya devam etmek durumundayız. Adalet için, bu krizi aşmak için mücadele vermenin ve hayat şartları iyileştirilmesi elzem olan insanlar adına hareket etmenin saklanacak bir tarafı var mı?

Son iki soru: Uluslararası İklim Eylem Ağı, katılımın nasıl artırılacağı konusunu tartışmak için Birleşmiş Milletler içindeki sorumlu karar vericilerle halihazırda temas halinde mi? Bu işin bir yönü. Elbette diğer yönü de şu: Sivil toplum olarak kendi aramızda geniş bir katılım olmasını nasıl sağlarız? Mücadele ettiğimiz şey konusunda hâlâ strateji oluşturabilme ve ortak güçlü mesajlar üretebilme becerisine sahip olduğumuzu nasıl garanti edebiliriz?

Bu alanı nasıl daha anlamlı, katılımcı ve demokratik bir alana dönüştürebileceğimiz konusunu İNDÇS ile istişare ediyoruz. Hatırlarsınız, Madrid’de işler çatışma noktasına varacak kadar çirkinleşti. Bir BM binasında sivil topluma karşı güvenlik güçleri kullanıldı. Bunun üzerine İNDÇS çok önemli temaslarda bulundu. Genel sekreter ve ekibinin bizimle bu temaslarda öncülük etmesini gerçekten takdirle karşıladığımızı söylemek isterim. Yani, bu konuda temaslarda bulunduk ve bulunmaya devam edeceğiz. Tabii ki, hükümetlerle ne zaman temas kursak bunu da konuşuyoruz. Sivil toplum olarak sunduğumuz katkıların değerini bilen ve takdir eden birçok hükümet var. Sivil toplumu görmezden gelen hükümetler de var, ki biz onlar için sadece rahatsızlık sebebiyiz. Dolayısıyla, daha kurmamız gereken ilişkiler  ve yapmamız gereken tartışmalar var ve bunları da yapıyoruz zaten. Bir sivil toplum hareketi olarak Uluslararası İklim Eylem Ağı’nda geniş katılım imkânı sağlayan çok hassas bir işleyişe sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Örneğin, yapımızı coğrafi birimler halinde oluşturduk. Küresel Güney’deki birimlerimizin örgütümüze öncülük edebilmelerini sağlayacak kaynağa ve kapasiteye sahip olmaları için büyük çaba sarf ettik. Bunu üç yıldır yapıyoruz ve sonuçlarını görmeye başladık. Sesler duyuluyor, öncülük meselesi halledildi. Aşı eşitliği ve geniş katılım imkânı konusundaki duruşumuz, büyük ölçüde Küresel Güney birimlerimizin öncülüğünde oluşturuldu. Aslında bize bu konuda öncülük etmesini Küresel Güney’e biz söyledik ve bu duruşu bu sayede sergileyebilmiş olduk. Dolayısıyla bu iç süreçlerin önemli olduğunu düşünüyorum. Geniş katılım imkânını nasıl sağlayacağımız konusunda bilinçli olmalıyız. Ve eğer bu boyutlarda bir katılım gücüne sahipsek, bu genel yaklaşımlar ve stratejilerin zenginleşmesi açısından çok iyi bir şey.

Çok teşekkürler. Temsil ve katılım gibi çok zor konularda fikirlerinizi almak benim için çok zenginleştirici oldu. Ve insanların seslerini yükseltebilmelerini sağlamak çok zor. Son olarak, Glasgow konusunda en güçlü umudunuz nedir?

İklimsel etkiler meselesini öncelikli mesele haline getirmek. Bu, kayıp ve hasarın, özellikle de kayıp ve hasarın finansmanının Glasgow’da en önceliki konu haline getirilmesi anlamına geliyor. Çünkü, ısı artışının 1.5 derecenin altında tutulmasına dair bir irade olmadığını görüyoruz. Bilimin dediği gibi, iklim değişikliğinin etkilerini gösterdiği bir çağda yaşıyoruz. İşte bu, biz buradayız! Bu gerçeği görmezden gelemeyiz. Dediğim gibi, pandemi bize bu etkilerin en çok yoksullar, marjinalleştirilenler, en savunmasız insanlar tarafından hissedildiğini öğretti. İklim adaleti için, iklim değişikliğinin etkileri üzerine dikkat çekmeyi birinci öncelik haline getirmemiz gerekecek.

Çok teşekkür ederim Tasneem!

Çok teşekkürler. Hoşçakalın.