Avrupa’yı Türkiye’ye getirmek

E-Makale

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi artık gündemde değil, ama Türkiye-AB ilişkileri meselesi hâlâ masada.

Ne içeride ne dışarıda, peki nerede? Türkiye’nin sonsuza kadar AB kapısında beklemesi ihtimali Avrupa Birliği’ne üye olma ihtimalinden daha yüksek olduğu sürece, bu sorunun yanıtı Avrupa kurumlarının yalnızca Türkiye’de ortaya çıkan sorunları değil, Türkiye’nin birtakım komşularıyla da yaşanan sorunları çözmeye yetecek kadar gelişmesi gerektiği olacaktır.

Avrupa Birliği’nin yakın çevresine genişlemesi için merkezinde derinleşmesi gerekiyor. Ancak çözüme geçmeden önce, Türkiye’nin neden dışarıda olduğu kadar neden artık içeride de olamayacağı sorulmalı.

Türkiye’nin bugün Avrupa Birliği’ne katılımı, ister hoş ister esefle karşılansın, 27 üye ülkenin tamamında ezici bir çoğunlukla reddedilecektir, çünkü siyasal İslam tüm Avrupa’da İslama dönük bir korku oluşturdu. Ayrıca Avrupalılar, birbiri ardına gelen genişlemelerin, bu kadar çok sayıda ülke için tasarlanmayan karar alma sürecini, barındırdığı sayısız tıkanma ve veto ihtimaliyle felç ettiğini düşünüyor.

Bu iki konu tek başına Birliğin kapılarını Türkiye’ye kapatması için yeterli olurdu. Ancak on binlerce muhalifi hapse atan, Kürt sorununu yeniden alevlendiren, sınırları ötesinde savaşı körükleyen ve ülkeyi keyfi bir güç rejimine dönüştüren Erdoğan, Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nde bir sandalye vermenin kesinlikle akıl dışı olacağı, istikrarsız ve istikrarsızlaştırıcı bir devlet haline getirdi.

Türkiye’nin Birliğe üyeliği bu nedenle artık gündemde değil, ancak AB ile ilişkileri meselesi dört nedenden ötürü apaçık bir şekilde masada duruyor.

Birinci neden, I. François ve Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana Avrupa siyasetinin ve ittifaklarının Osmanlı İmparatorluğunu hiçbir zaman görmezden gelememiş olması. 19. yüzyıl Batısının sefaretleri ve basını Babıâli’yi Asya’nın değil, “Avrupa’nın hasta adamı” olarak tanımlıyordu. Türkiye aşağı yukarı 200 yıldır kendisini Batı Avrupa’ya bağlamaya çabalıyor ve hayati alanlarda bunu başardığı bir gerçek. Kentli orta sınıfı, Paris, Varşova veya Berlin’dekiler kadar Avrupalı ve ülkenin yarısı Birliğe katılmak istiyor, Erdoğan da ebediyen koltuğunda kalmayacak.

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, hem sürekliliği hem de aşırılıkları yüzünden ülkeyi Birliğin kapısına geri getirecektir. Dolayısıyla AB, eninde sonunda Türkiye’nin—Lyndon Johnson’ın deyişiyle— “çadırın içinden dışarı işemesinin mi, yoksa dışından içeri işemesinin mi” daha iyi olduğunu kendisine sormak zorunda kalacak. Türkiye’nin bugün Birlik ile iki ulusal sınırı bulunuyor ve Orta Asya, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’ya açık. Seksen milyona yakın nüfusu, ordusu, KOBİ’lerinin ve holdinglerinin dinamizmi ile de göz ardı edilemeyecek bir bölgesel güç.

Bu gerçeği de Libya, Suriye ve Dağlık Karabağ’ın yanı sıra Yunan ve Kıbrıs karasularında herkese anımsatarak. AB’yi şaşkına çevirdi. Recep Erdoğan’ın siyasi, ekonomik ve diplomatik açıdan zayıflaması Birliğin şüphe ve endişelerini giderse de, uzun vadede Türkiye’nin tarihi, coğrafyası, modernliği ve Avrupalılığı bizi seçimler yapmak zorunda bırakacak.

Avrupalılar için bu gücün yanımızda olması, oyununu Birlik çerçevesinde oynaması mı, yoksa karşımızda olması, İslam adına, Doğu adına ya da her ikisi adına, Rusya ya da Çin ile ya da her ikisiyle temas halinde, ama her halukarda, bizim aleyhimize, Osmanlı etkisini yeniden tesis etmeye çalışması mı daha iyi?

Cevap sorunun içinde ve günü geldiğinde üzerine düşünülmesi gereken şey,

“Türkiye’nin Birliğe girişi” değil, Birliğin Türkiye’ye girişi. Böylece ittifakımız bir zamanlar Osmanlı ve komşu olan topraklara Avrupalı ​​bir Türkiye’nin etkisini yansıtarak Avrupa’nın etkisini mümkün kılabilir.

Bizi çevreleyen Akdeniz’i, Mağrip ve Maşrık’ı istikrara kavuşturmak istiyorsak, bu bir zorunluluk. Ancak Erdoğan gitmeden somut bir şey yapılamayacağı gerçeği bir yana, AB’yi yeniden ele almadan kendimiz için de ciddi bir şey yapamayacağız.

Avrupa Birliği, uluslararası sahnede kendini göstermeli. Halihazırda bu yüzyılın en büyük üç ekonomik gücünden biri haline gelmiş olan AB, dünyanın üç gücünden biri olmak için endüstriyel, diplomatik ve askeri araçlar geliştirmeli. AB, Donald Trump ve COVID 19’dan bu yana, ortak savunma, sanayi politikası ve ortak borçlanma konusundaki tabularından vazgeçerek ilerleme kaydetti. Ancak en azından şimdilik, üye devletlerin tamamı bu görüşleri paylaşmıyor. Hatta birçoğu, siyasi birlik yolunda çok ileri gittiğimize ve bu görüş ayrılığını gün gibi ortada olduğuna, dolayısıyla bunu isteyenlerin Avrupa Birliği içinde siyasi bir Birlik yaratmak için artık bağlarını derinleştirmesi gerektiğine inanıyor.

“‘Evet’, birden fazla hızda hareket eden bir Birliğe, iki Birliğe bir arada ihtiyacımızın olduğu, bu devrimin Avrupa egemenliği için ve daha da öncelikli olara AB’nin içinde bulunduğu tıkanıklıkların üstesinden gelmek için olmazsa olmaz olduğu” ifadesi birçok üye devleti endişelendiriyor veya korkutuyor. Bunu aşmak zorundayız ve başarıya ulaştığımızda, Birliğin daha da genişlemesi yeniden mümkün olacak.

O zaman kendimizi Türkiye’nin yanı sıra, Sırbistan’a, Batı Balkanlara, istemeleri halinde, eski Sovyet cumhuriyetlerine, bir gün Büyük Britanya’ya ve belki de güneydeki bazı ülkelere ve Akdeniz’in doğu kıyılarına açabileceğiz. Türkiye meselesinin ışığında, Birliği kapılarını kapalı tutmaktan vazgeçirecek bir çekirdek ekiple nasıl donatacağımızı öğrenmemiz gerekiyor.