Seçim kampanyalarında dezenformasyonu ve nefreti azaltmak: Tartışma kültürünü kötü unsunlardan nasıl arındırabiliriz?

Analiz

Almanya’daki bu parlamento seçimlerinde, seçim kampanyaları daha önce görülmemiş biçimde ağırlıklı olarak internette yürütüldü. Koronavirüs pandemisinin ortasında kesinlikle gerekli bir şeydi bu, ama bu uygulama daha önce ABD seçim kampanyalarında gördüğümüz tüm kötü şeyleri de beraberinde getirdi: adayları itibarsızlaştırmak için dezenformasyon kampanyalarına ve nefret söylemine başvuruldu, parayla yaptırılan çevrimiçi siyasi reklamlar ve yurtdışı kaynaklı etkiler temel demokratik değerlerin önüne geçti. Yeşiller’in şansölye adayı Annalena Baerbock, bir kadın olarak bu durumdan özellikle etkilendi. Bu seçimler, Almanya ve AB’de topluma daha iyi medya becerileri kazandırmaya ve iletişim platformları için net kurallar getirmeye ihtiyacımız olduğunu gösterdi.

Bu makale, “Almanya seçime gitti - 2021 Alman federal seçimlerinin ardından” başlıklı dosyamızdan alınmıştır.

Heşteg çağında bir seçim kampanyasına giriyorsanız, derinizin biraz kalın olması gerekiyor. Alman parlamento seçimleri öncesinde CDU adayı Armin Laschet, internette acımasız alaylara ve nefret söylemlerine maruz kaldı: intihal suçlamalarıyla karşı karşıya kalır kalmaz #laschetluegt (Laschet yalan söyledi) ve #laschetschreibtab (kopyacı Laschet) gibi heştegler Twitter’da trend olmaya başladı. Batı Almanya’nın yazın meydana gelen feci sel felâketinden etkilenen bölgelerini kapsayan ziyaretinde, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ın konuşması sırasında, arka planda danışmanlarıyla şakalaşırken görülme hatasına düştü. Anında yeni bir heştegi oldu: #laschetlacht (Laschet güldü).

Politikacıların nefret kampanyaları ve dijital şiddetle karşı karşıya kalması, demokratik sürece yönelik ciddiye alınması gereken bir tehlike oluşturuyor. Laschet’in bir siyasi aday olarak yüz yüze kaldığı şey (burada Twitter örneğinde) kadın politikacıları on kat etkiliyor. HateAid’in kurucusu Anna-Lena von Hodenberg, Yeşiller’in şansölye adayı Annalena Baerbock’un nefret içeren yorumlara başka siyasetçilerden daha sık maruz kalmadıysa da, bu saldırılarda fazladan bir de kadın düşmanlığına muhatap olduğunu belirtiyor. Nisan ayında Baerbock’un kampanyası başlar başlamaz, seks işçiliği yaptığı imaları eşliğinde ona ait olduğu söylenen ama sahte olan bir çıplak kadın fotoğrafı internette dolaşmaya başladı.

Dijital seçim kampanyaları doğasında riskler barındırır. Partiler bu federal seçim kampanyasında partilerinin (parasını ödedikleri) reklamları için sıklıkla iletişim platformlarını kullandılar. Bu platformlar, mikro hedef uygulamaları aracılığıyla belirli hedef gruplara, onlar için hazırlanmış reklamlar gönderirler. Potansiyel seçmenlere haber akışlarında yalnızca kişisel özelliklerine dayalı belirli bilgiler sunulması, bunların siyasi rekabeti manipüle etme hedefiyle yapılması tehlikesini doğurabilir.

Dış kaynaklı dezenformasyon kampanyaları da giderek büyüyen bir tehlike oluşturuyor. Mart 2021’de Avrupa Dış Eylem Servisi, Kremlin ile yakın bağlantıları olan bir medya oluşumu tarafından yürütülen kampanyaların ana hedefinin Almanya olduğunu belirtti. Alman parlamentosu üyelerine ve federal parlamenterlere yönelik bundan önce de kimlik avı saldırıları olmuştu; bu saldırılarda toplanan veriler, belirli durumlarda, hedefli müdahaleler için kullanılabilir. 2017’de, o dönem cumhurbaşkanı adayı olan Emmanuel Macron’un e-postalarının, Fransa cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının son saatlerinde sızdırılması böyle şeyler yapılabileceğini kanıtladı.

Dijital karalama kampanyaları ve dezenformasyon

Parlamento seçim yarışı tam anlamıyla başlamadan önce bile, politikacıları hedef alan nefret kampanyalarının ciddi bir sorun olduğu görülmüştü. HateAid’in yürüttüğü bir araştırma, bu seçimlerde internetteki nefret ve karalama kampanyalarından en çok etkilenenlerin partilerin önde gelen adayları olduğunu gösterdi. Armin Laschet’e, daha önce Annalena Baerbock’a yapılanlara benzer şekilde intihal suçlamaları yapıldı ve bu suçlamalar Telegram gruplarında dolaşıma girdi. Laschet Twitter’da, açık ara en fazla eleştiri alan kişiydi, onu Yeşillerin adayı Annalena Baerbock ile SPD’nin adayı Olaf Scholz izledi.

Dezenformasyon bu seçim kampanyasında büyük bir rol oynadı ve çevrimiçi ortamda siyasi görüşlerin biçimlenmesinde kullanılma tehlikesi de giderek artıyor. Dezenformasyon, doğru olmayan ve kasıtlı olarak zarar vermeyi amaçlayan bilgi demektir; insanları, grupları, hatta ülkeleri hedef alır. Dezenformasyon kampanyaları internette önü alınamaz şekilde yayıldı. Bu kampanyalar nefreti kışkırtıyor ve kurumlara olan güvenin giderek azalması gibi radikal davranışları teşvik ediyorlar. Kuzey Ren-Vestfalya medya otoritesi adına bu yılın temmuz ayında gerçekleştirilen bir Forsa anketine göre katılımcıların %82’si, Almanya ve yurtdışı kaynaklı siyasi dezenformasyon kampanyalarının demokratik süreci etkileyebileceği endişesini dile getirmiş. Ankete katılanların %71’i, internetteki siyasi seçim kampanyası sırasında dezenformasyonla karşılaşmış (2020’de %66 olan bu oran daha da artmış yani).

Dezenformasyon anlatıları daha çok Almanya’da üretilir, ancak yaratıcıları genellikle ABD gibi diğer ülkelerdeki kampanyaların oluşturduğu “örneklerden” ilham alırlar. Örneğin, AfD erken başladı ve seçimlerin meşruiyetine dair şüphe tohumları ekmeye çalıştı. Parti, “oy pusulaları posta kutusuna değil, sandığa atılır” fikrini işleyen bir video ile “postayla oy sahtekarlığı” konusunda insanları uyardı. Daha çok gençler arasında popüler olan TikTok ağı da parlamento seçimleri sırasında propaganda ve dezenformasyon mecrası haline geldi. Khesrau Behroz ve Patrick Stegemann’ın Noise isimli podcast programında söylediğine göre, genç influencerlar bu platformu AfD’nin siyasi görüşlerini açıkça destekleyen görüşlerini dile getirmek için kullanıyor.

Toplumsal cinsiyet odaklı nefret

Dezenformasyon kampanyalarının toplumsal cinsiyeti hedef alan bir yönleri vardır genellikle. Stratejik Diyalog Enstitüsü’nün (ISD) eylül ayında yürüttüğü Facebook ve Telegram odaklı çalışmada, 2021 Alman parlamentosu seçim kampanyası sırasında, Yeşiller’in şansölye adayı Annalena Baerbock’un dezenformasyon kampanyalarının baş hedefi olduğu belirtiliyor. Bu çalışmaya göre, Almanya’da yaşayan yetişkinlerin yarısından fazlası Baerbock hakkında yanlış bilgi edinmiş. Uzmanlar, seçim kampanyalarında kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet odaklı nefret içeriklerinin ve dezenformasyonun yayılma hızı ve yoğunluğu karşısında şoke olduklarını belirtiyor. HateAid’in avukatlarından Josephine Ballon şunları söylüyor: “Burada toplumsal cinsiyet odaklı nefret söz konusu. Bu tür nefret eylemleri, hedefi itibarsızlaştırmayı ve susturmayı amaçlar”. Baerbrock’a yapılanlar, adaylığı nedeniyle ona yöneltilmiş gerçeğe dayalı eleştiriler değil, canını yakmayı amaçlayan hedefli saldırılardır. ISD, Baerbock’un erkek rakipleri Scholz ve Laschet’e oranla daha fazla sözlü saldırıya, cinsel hakarete ve şiddet tehdidine maruz kaldığını belirtiyor.

Adayların nefret suçu ve sürekli bir dezenformasyon anlatısına maruz kalmaları, trajik bir siyasi tablo çiziyor; ISD araştırmasında, siyasi adaylara karşı işlenen nefret suçu ve yapılan dezenformasyonlarda endişe verici bir artış olduğu ortaya kondu. Bu gelişmelerin, özellikle kadınların siyasete girmeye ve aday olmaya karar vermeden önce iyice düşünüp taşınmalarına neden olması kuvvetle muhtemel. Almanya’da, internet nefretine karşı dört yıldan beri yürürlükte olan bir internet yaptırım yasası (NetzDG) ​​var. Bu yasa sayesinde, internette karalama kampanyası yürütenlere karşı bazı yargı kararları alındı ve birtakım nefret yorumlarının kaldırılması sağlandı. Dijital şiddet konusunda ise bu yasanın pek de etkili olmadığı ortaya çıktı. Örneğin, Aşırıcılıkla Mücadele Projesi’nin (Counter Extremism Project) 2020 yılı değerlendirme raporuna göre YouTube, projenin açıkça yasadışı olduğunu bildirdiği içeriğin yalnızca %35’ini kaldırmış. Yürürlükteki bu internet yasası, nefretin ve dezenformasyonun dijital ortamda yayılmasında önemli bir rol oynayan Telegram gibi mesajlaşma hizmetlerini de kapsamıyor ayrıca.

Çevrimiçi siyasi reklamcılık: şeffaf değil ve kuralsız

Dijital iletişim platformları, siyasi görüşlerin oluşturulmasında giderek daha önemli hale geliyor. Yıllar içinde, bir haber kaynağı olarak platformların menzili katlanarak büyüdü; geçen yıl Hans-Bredow-Institut tarafından yürütülen bir araştırmada, katılımcıların %37’si sosyal ağların karar vermelerine yardımcı olduğunu ifade ediyor. Kısmen pandemi nedeniyle, parlamento seçim kampanyası büyük oranda dijital ortamda yürütüldü. Bu platformların ücretli çevrimiçi siyasi propagandalara duydukları ilgi de buna paralel olarak arttı. Gelgelelim, televizyon veya reklam panoları üzerinden yürütülen “geleneksel” seçim kampanyalarından farklı olarak bu alan, neredeyse hiçbir düzenlemeye tabi değil. Bir kere bu platformlarda şefafflık yok, çünkü (ücretli) siyasi reklamcılık kurallarını bizzat kendileri yönetiyorlar. Stiftung Neue Verantwortung’dan (SNV) Julian Jaursch, “Doğrudan posta gönderimi için, ‘hangi demografik verilerin kimler tarafından kullanılabileceğine dair net kurallar’ vardır” diye yazıyor. Bu kurallar, büyük platformlardaki mikro hedefleme faaliyetleri için de geçerli olmalıdır.

Bu gelişme bir dizi zorluğu da beraberinde getiriyor: çevrimiçi siyasi reklâmcılığın büyümesiyle birlikte reklâm verenlerin sayısı da artıyor. Reklâm verenler arasında lobi kuruluşları, influencerlar ve aşırılık yanlısı topluluklar da var. Politikacıların birbirleriyle Telegram veya WhatsApp gibi mesajlaşma servisleri aracılığıyla gruplar halinde iletişim kurmalarında olduğu gibi, belli içeriklere eşit şekilde erişim sağlanamadığı durumlarda bu mesele daha vahim bir hal alabilir. Başlarda bireysel iletişime yönelik olan bu hizmetler, giderek gruplar halinde örgütlenen platformlara dönüşüyor. Bu tür platformlar içerik denetimlerinde de genellikle gözden kaçarlar. Bu platformlarda toplanan muazzam miktardaki davranış verisi, belli insan gruplarına, onlar için özel hazırlanmış reklâmların pompalanmasını mümkün kılar. Bu veriye dayalı ekosistemin büyük bölümü, reklâm gelirlerinin kaymağını yiyen büyük teknoloji şirketleri tarafından kontrol ediliyor. Yayınevleri, kaliteli gazetecilik faaliyeti yürüten kuruluşlar ve diğer yaratıcı sektörler bu finansman kaynağından mahrum. İz sürmeye dayalı reklâm endüstrisi, dezenformasyonun finanse edilmesine ve yayılmasına da olanak sağlar, zira genellikle olumsuz duygulara çalışır ve gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur. Olumsuz ve herkesin anlayacağı şekilde basitleştirilmiş içerik, çoğunlukla dezenformasyonun yayılması örneğinde de gördüğümüz gibi, kullanıcı katılımını arttırır. Bu da, kullanıcıların ilgisini çekebilecek bir içerik olma olasılığını arttırdığı için, daha yüksek reklâm geliri anlamına gelir.

Dezenformasyonla daha etkili mücadele

Avrupa’da teknik düzenleme konusunda yapılanlar, Genel Veri Koruma Yönetmeliği örneğinde olduğu gibi, AB dışındaki ülkelere de ilham veriyor genellikle. Demokrasinin korunması, hukuk devletinin bir görevdir. Bu nedenle, Avrupa Komisyonu Aralık 2020’de sunduğu Dijital Hizmetler Yasası (DSA) tasarısı ile, platformlarla ilgili düzenlemelerde köklü bir değişikliğe gitti. Gelecekte YouTube, Facebook ve benzer platformlar, hizmetlerinde yasadışı içeriğin yayılmasını önlemek için yeterli önlemleri aldıklarını önceden beyan etmek zorunda kalacaklar. AB’nin bu girişimi, ne yazık ki 2021 Alman federal seçim kampanyasına yetişmedi.

Dezenformasyonla mücadelede, DSA ve onun dezenformasyonla ilgili Uygulama Kuralları, mevcut durum karşısında pek ümit vermiyor. DSA, iletişim platformlarının “yasadışı içeriğin” fark edilir edilmez veya böyle bir durum kendilerine bildirilir bildirilmez kaldırmasını, aksi taktirde ilgili platformların ağır para cezası ödemelerini şart koşuyor. 2018’de yürürlüğe giren ve bu yıl güncellenen ek gönüllü uygulama kuralları da aynı ilkeye dayanıyor; yani şirketlerin, yanlış olduğu düşünülen içeriği ve bunu yayan hesapları kendi inisiyatifleriyle kaldırmalarını veya bunlara erişim kısıtlaması getirmelerini şart koşuyor. Bu da sorumluluğu özel teknoloji şirketlerinin omuzlarına yüklemek anlamına geliyor. Nelerin yasadışı veya zararlı içerik oluşturduğuna dair kararlar kapalı kapılar ardında veriliyor. Ortada neyin yanlış bilgi ve dezenformasyon olarak kabul edildiğine dair net bir tanım yok. AB Komisyonu’nun 2020 çalışma programında bu sonbahar yapmayı planladığı gibi, nefret söylemi ve nefret suçlarını AB suç listesine dahil ettiğinde bu konular biraz daha netlik kazanacaktır.

Dezenformasyonla mücadeleye yönelik yapılacak her girişim, her şeyden önce insanların neden böyle içerikler ürettiğini ve bu içeriklerin iletişim platformlarında neden bu kadar hızlı yayıldığını araştırmaya öncelik vermelidir. Dijital Hizmetler Yasası müzakerelerine katılan Avrupa Parlamentosu üyeleri, sorunu kökünden halledecek bir yasa çıkarılmasına çalışmalıdır.

Temel demokratik değerleri hukuki ve siyasi düzeyde güçlendirmek

Stiftung Neue Verantwortung (Yeni Sorumluluklar Vakfı) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Alman vatandaşlarının %24’ü medyanın sistematik olarak Alman nüfusuna yalan söylediğine inanıyor. %30’luk bir kesim ise durumun zaman zaman gerçekleştiği görüşünde. Demokratik ülkeler güçlerini, doğru bilgilendirilmiş vatandaşlarından alırlar, ama hangi kaynaklardan bilgi alacaklarının kararını vatandaşlarına bırakırlar. İnsanların haberleri anlayıp anlayamaması, doğru yorumlayıp yorumlayamaması veya sorgulayıp sorgulayamaması, demokratik kurumlara olan güveni etkiler. Bu nedenle, bağımsız gazetecilik ve güçlü bir sivil toplumun yanı sıra halkın medya becerileri ve medya konusundaki eğitimi de demokratik tartışmalarda önemli bir faktördür.

Almanya’nın yeni hükûmetini büyük bir görev bekliyor. Seçim öncesinde ne hükûmet ne de platform sağlayıcılar, net bir dezenformasyon ve nefret kampanyası karşıtı stratejiye sahipti. Diğer ülkelerden gelen hedefli bilgisayar korsanlığı saldırılarına karşı doğru dürüst bir koruma konseptine de ihtiyaç var. Dijital Hizmetler Yasası gibi platformların sorumluluğunu belirleyecek önemli bir yasa müzakere masasında şu anda, doğru. Ancak, iletişim platformlarının gelecekte yaratabileceği tehlikelerle başa çıkmak için seçim kampanyalarından elde edilen deneyimlerden de dersler çıkarılmalıdır.

Şu anda eksik olan şey, platformların işleyişindeki şeffaflık. İhtiyaç duyulan şey ise araştırmacılar için uygulanabilir bir veri erişim hakkıdır. Düzenleyici organlar, nefret ve dezenformasyon kampanyaları yaydığı ve çevrimiçi siyasi propaganda yaptığı daha önce gözden kaçmış olan bu platformları daha fazla incelemeye tabi tutmalı. Buna Telegram gibi mesajlaşma servislerinin yanı sıra YouTube ve TikTok gibi platformlardaki canlı videolar da dahildir. Partiler de önümüzdeki yasama döneminde buna katkıda bulunabilir, adil ve şeffaf seçim kampanyaları için davranış kuralları belirlemeye çabalayabilir; hiç olmazsa çevrimiçi siyasi propagandalar özelinde böyle bir çalışma yürütebilirler.

Bu makalenin orijinal Almanca versiyonuna boell.de’den ulaşılabilir.