İsveç ve Meksika gibi, ilk adımı atma cüreti gösterip feminist bir dış politika benimsemiş ülkeler var. Avrupa Birliği dış faaliyetlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etme konusunda ilerleme kaydetmiş olsa da, bu yönde atılan adımların yapısal bir değişikliğe yol açması için yapılması gereken daha çok şey var. Juliane Schmidt, AB’nin savunduğu özgürlük ve eşitlik değerlerine ulaşmasını sağlayacak, kesişimselliğe dayanan yeşil bir feminist dış politika çağrısında bulunuyor.
Nisan 2021’de, Türkiye’deki bir zirvede Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e sandalye verilmemesinin ardından toplumsal cinsiyet eşitliği konusu ilgi odağı haline geldi. “Sandalye skandalı”nın fazlaca abartılıp abartılmadığı bir yana, olay AB, AB kurumları ve üye devletler genelinde toplumsal cinsiyetle ilgili konularda farkındalığı artırmak için yapılması gereken daha çok şey olduğunu gösterdi. Bu olay, birçokları için erkek egemen dış politika dünyasında okyanusa eklenen damlalardan biriydi sadece.
Günümüzde dünya siyaseti giderek daha karmaşık ve düşmanca bir hal alıyor. AB, bu dünya siyaseti içinde, kendi temel özgürlük ve eşitlik değerlerine, insan ve azınlık haklarına olan bağlılığına ihanet etmeden bir yer bulmanın mücadelesi içinde. Benimseyeceği yeşil feminist bir dış politikayla AB bu değerlerin önemli bir konuma sahip olmasını sağlayacaktır.
AB yapılarını ve güç dinamiklerini sorgulamak
Feminist dış politika, dış politika ve güvenlik politikasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin hâkim olmasını sağlamaya çalışır. Feminist dış politika esasen, kadınların ve kız çocuklarının insan haklarını koruyan ve bu hakların barış, güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma gibi daha geniş dış politika hedeflerine ulaşmanın ön koşul olduğunu kabul eden bir dış politika anlayışıdır. Ağırlıklı olarak cinsel şiddetle mücadele konusu üzerinde çalışır, kadınların eğitimi, ekonomik olarak güçlendirilmeleri ve siyasette ve karar alma süreçlerinde (barış müzakereleri dahil) temsil edilmelerini destekler.
Yeşil feminist dış politika ise bir adım daha ileri gider. Kökleri sağlamdır, toplumsal cinsiyetin sosyal bir yapı olduğunu ve çatışma, iklim değişikliği ve doğal afetler gibi küresel sorunların, birbirleriyle kesişen ayrımcılık biçimlerini azdıran toplumsal cinsiyetçi etkileri olduğunu kabul eder. Statükoyu sorgular, adaletsiz cinsiyet normları ve ataerkil güç dinamikleri üzerinde yeniden düşünme çağrısında bulunur. Daha da önemlisi, sadece beyaz, heteroseksüel, sağlıklı ve natrans (cis) kadınlar için değil, tüm insanlar ve cinsiyetler için eşitlik sağlamayı amaçlayan kesişimsel bir yaklaşım benimser. Dışarıyla alakalı tüm politika alanlarında, haklara dair yapılacak değişiklikleri ve çok boyutlu bir yaklaşıma sahip, ayrımcı olmayan, kapsayıcı etkileşimleri destekler. Güvenlik, insan hakları, göç, ticaret, kalkınma yardımı, insani yardım ve iklim değişikliği, bunların hepsi birbiriyle bağlantılı olarak ele alınmalıdır.
Bütün bunlar pratikte ne anlama geliyor? Öncelikle, AB kurumları içindeki eşitlikten yoksun yapılara ve güç ilişkilerine işaret ederek politika oluşturma süreçlerinde kadınların ve marjinal grupların katılımını artırmak ve toplumsal cinsiyetle ilgili konularda farkındalığı yükseltmek anlamına geliyor. Bu konularda, en üst düzeyden başlayarak, AB kurumları ve servisleri genelinde bir dizi önlem alınması gerekiyor. Bu önlemler kapsamında, başka şeylerin yanı sıra şunlar yapılmalıdır: AB personeline bu konularda zorunlu eğitim sağlanmalı, cinsel taciz ve cinsiyete dayalı şiddet konusunda sıfır tolerans politikası izlenmeli, çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık ile ilgili yönergeler hazırlanmalı ve toplumsal cinsiyete duyarlı işe alım prosedürleri uygulanmalıdır. Tüm bunlar izlenip takip edilmeli ama yanı sıra belirli, ölçülebilir hedefler (AB kurumları, delegasyonları ve misyonları içinde çeşitliliği sağlama hedefi dahil) belirlemek suretiyle de desteklenmelidir.
Yeşil bir feminist dış politika, birçok alanın politik içeriği açısından yeniden değerlendirilmesi gerektiği anlamına geliyor. Güvenlik politikasında bu, güçlü adam figürleri ve eril güç imajlarıyla dolu o erkek merkezli güvenlik anlayışının geride bırakılacağı anlamına gelir. Bunun yerini, uzun vadeli feminist ve kapsayıcı bir güvenlik ve istikrar görüşü almalıdır. Araştırmalar, eşitsizliği ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için çaba sarf etmeyen politikaların kalıcı barışı sağlamada başarılı olamayacağını göstermiştir. Benzer şekilde, AB kalkınma politikası da yardım bağımlılığına ve doğal kaynak çıkarmaya dayalı yeni-sömürgeci yaklaşımından vazgeçip güçlendirme ve haklara odaklanan bir yaklaşım benimsemelidir. Bu bir ölçüde, AB’nin toplumsal cinsiyete duyarlı insani eylem planı geliştirmesini ve kadınları ve marjinal grup mensuplarını desteğe muhtaç insanlar olarak görmeyen, onları olumlu değişimin aracıları olarak kabul eden yeni bir anlatı oluşturulmasını gerektiriyor.
Eşitsizliği ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için çaba sarf etmeyen politikalar kalıcı barışı sağlayamaz
AB’nin küresel ticaretteki gücünden yararlanarak tüm AB ticaret anlaşmalarına toplumsal cinsiyete dair belirgin ve bağlayıcı fasılların eklenmesi veya cinsiyet eşitliği konusunda gerekli özenin gösterileceğine dair yükümlülüklerin konması anlamına da gelir bu aynı zamanda. AB, dış politikasında LGBTQI+ haklarını destekleyeceğine dair açık bir taahhütte bulunmalı ve iklim eylemi konusunda uluslararası karar alma süreçlerine kadınların ve marjinal grupların dahil edilmesini sağlamak için çaba sarf etmelidir.
Yeşil feminist bir dış politika, sivil toplum ile, özellikle de kadının insan hakları destekçileri ve marjinal grupların savunucuları ile yakın işbirliği içerisinde yürütülmelidir. Kesişimsel bir bakış açısıyla hazırlanmış kapsayıcı araştırma stratejilerini teşvik etmek konusunda kadınlar ve marjinal gruplar doğal müttefikler olmalıdırlar, ki bu AB bünyesinde politika oluşturma sürecinde hâlâ nispeten eksik olan bir şeydir. Kaydedilen ilerlemeleri izleyen uzman danışmanlar, ortaya çıkan sonuçlara parasal destek sağlamak amacına yönelik kaynak ve bütçe çalışmalarını içeren titiz bir kesişimsel analiz ve sistematik etki değerlendirme süreci tüm AB politikalarının temel yapısını oluşturmalıdır.
2021 baharında, Avrupa Parlamentosu’ndaki Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı (EFA) grubu, feminist bir dış politika çağrısında bulunan ve bu hedefe nasıl ulaşılacağını ayrıntılarıyla açıklayan bir strateji ortaya koyarak bu yönde bir adım attı. Bu strateji, dört yönlü bir yaklaşıma dayanıyor: tüm toplumsal cinsiyetlerin temsili ve bu cinsiyetlerin karar alma süreçlerine katılımı; sadece ayrıcalıklı bir azınlığın değil, tüm insanların temel özgürlüklerini güvence altına alan hak temelli bir yaklaşım; özel finansman ve kaynaklar; çoklu ve örtüşen ayrımcılık biçimlerine yönelik bilgilendirme ve çözüm üretimi konusunda verilerden, araştırmalardan yararlanma ve kapsamlı bir danışmanlık hizmeti alma.
Ağır adımlarla toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir AB dış politikasına doğru
Son yirmi yılda, uluslararası politikada yeni bir yaklaşım geliştirmeye dönük küresel bir eğilim sözkonusu. 2000 yılında, BM Güvenlik Konseyi kadın, barış ve güvenlik konularında dönüşümsel nitelikte bir karar aldı. 2018 yılında AB, kendine ait bir stratejik yaklaşımı olan ve 2019-2024 eylem planı içeren bir Kadın, Barış ve Güvenlik Gündemi benimsedi. AB ayrıca 2020 yılında, Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı III’ü (GAP III) yürürlüğe sokarak, dış faaliyetlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesine dair gündemini oluşturmuş oldu. Bunların tümü, AB dış politikasında toplumsal cinsiyetin anaakımlaştırılmasına katkıda bulunmuştur ve bir AB feminist dış politikasının temelini oluşturabilir. Bununla birlikte AB, feminist bir dış politika oluşturma konusunda pek çok ülkenin gerisinde kalmıştır.
2014 yılında feminist bir dış politika benimsediğini açıklayan İsveç, bu konuda ilk adımı atan ülke konumundadır. 2018’de İsveç Dışişleri Bakanlığı, feminist dış politika alanında yapılacak başka çalışmalara kılavuzluk etmesi ve teşvik etmesi amacıyla bu konudaki yaklaşımını anlatan bir el kitabı yayımladı. Bu politikasının gereği olarak İsveç’in bir feminist dış politika koordinatörü, dış hizmetlerin tümünde konuyla ilgili irtibat noktaları ve her yıl güncellenen bir feminist eylem planı mevcut. İsveç ayrıca kalkınma yardımının yüzde 90’ını toplumsal cinsiyet eşitliğine ayırmıştır. İsveç feminist dış politikası, ülkedeki daha geniş bir toplumsal cinsiyet eşitliği gündeminin ayrılmaz bir parçasıdır; hatta hükûmet kendisini feminist olarak tanımlamıştır.
Aralarında Lüksemburg, İspanya ve Kıbrıs’ın olduğu birçok AB ülkesi İsveç’in izinden giderek feminist bir dış politika benimsediklerini duyururken, Fransa da diplomasiye feminist bir yaklaşım getirdi. 2014’ten bu yana, 79 ülke daha kadınların dış politikaya ve güvenlik politikasına katılım oranlarını artırmaya yönelik ulusal eylem planları oluşturdu. AB’den başka, Kanada da 2017’de feminist bir kalkınma politikası başlattı. 2020’de Meksika, feminist bir dış politika benimseyen ilk Latin Amerika ülkesi oldu ve Malezya aynı yolu izleyeceğini duyurdu.
Bugün, kadınlar ve marjinal gruplar, AB üye devletlerinin siyasi yapılarının, diplomatik servislerinin ve ordularının üst düzey pozisyonlarında hâlâ azınlıktalar. Halihazırdaki ilerleme hızına bakılırsa uzun bir süre öyle de olacak gibi görünüyorlar. GAP III büyük bir kazanım, ama yapısal değişime neden olacak bir gücü yok. Çoğu AB belgesi gibi, ikili cinsiyet kavramına dayandığı için dili de yeterince kapsayıcı değil. GAP III, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeden de yoksun ve toplumsal cinsiyetin anaakımlaştırılmasını “herkesin sorumluluğu” olarak tanımlamasına rağmen, mevcut eylem plan ve politikalarını (ki bunlara Kadın, Barış ve Güvenlik Gündemi’nin plan ve politikaları da dahildir) uygulamada yetersiz kalmıştır. Ayrıca, birçok AB politikası hâlâ cinsiyet körü politikalardır, kesişimsellik açısından cinsiyet-duyarlılıkları yetersizdir veya bu konuda tutarsız bir durum sergilerler. Örneğin, GAP III’ün yayımlanmasından kısa bir süre sonra, Avrupa Komisyonu bir çoktaraflılığı yenileme stratejisi yayımladı ve bu stratejide toplumsal cinsiyet veya kesişimin izi bile yoktu.
GAP III, son yıllarda kadın haklarına ve marjinalleştirilmiş gruplara yönelik güçlü tepkilerin görüldüğü ve sivil toplum alanının daraldığı, giderek daha çetrefilli bir hale gelen uluslararası bağlama yeterince hitap edemiyor ayrıca. Sivil toplum kuruluşlarının ciddi finansman sorunlarıyla karşı karşıya kalmaları, Donald Trump döneminde ifade özgürlüğü kısıtlamalarının küresel çapta yeniden yürürlüğe girmesi, toplumsal cinsiyet temelli şiddet olaylarıyla mücadelesi nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’ne karşı (AB üye ülkeleri arasında dahi) direncin artması ve toplumsal cinsiyet karşıtı bir söylemin uluslararası düzeyde giderek yaygınlaşması gibi gelişmelerde bu durumun yansımalarını görüyoruz. BM’nin kadın, barış ve güvenlik konularındaki son kararını üyelere kabul ettirmede yaşadığı zorluklarda bu son maddenin, yani toplumsal cinsiyet karşıtı bir söylemin uluslararası düzeyde giderek yaygınlaşmasının etkilerini görmek mümkün. AB içinde ise bunun etkilerini, AB Konseyinde GAP III’e uygun kararlar çıkmamasında ve bazı üye devletlerin cinsiyet eşitliğine veya LGBTQI+ haklarına atıfta bulunan hemen her metne itiraz etmelerinde görebiliyoruz.
AB diplomatik servisinin söylediği ile yaptığı birbirini tutmuyor
AB yapıları içinde, yeşil feminist bir dış politika anlayışının karşısındaki en zorlu engellerden biri, Josep Borrell’in Yüksek Temsilci sıfatıyla liderlik ettiği Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi’nin (EEAS) yönetim kadrosu. EEAS’te üst düzey yönetim pozisyonlarının yaklaşık yüzde 80’ini ve orta düzey yönetim pozisyonlarının yaklaşık yüzde 70’ini erkekler oluşturuyor (ikinci oran, Borrell’in Aralık 2019’da göreve başlamasından bu yana kadınların temsil gücünün arttığına dair tek göstergedir). EEAS yönetim kadrosundaki toplumsal cinsiyet dengesizliğinin giderilmesine yönelik eylem planı iyi bir başlangıç, ancak uygulama, kadınların ve marjinal grupların yönetim kadrosuna dahil edilmesi ve iş-yaşam dengesinin sağlanması, yönetim kadrolarına kadınların ve marjinal grupların daha az başvuruda bulunuyor olmasının nedenlerinin araştırılması ve iş tanımlarında ve performans incelemelerinde kesişimsel bir bakış açısı geliştirilmesi bağlamında daha yürünecek çok uzun bir yol var. Söylenenin aksine Borrell, cinsiyet eşitliği ve kesişimselliğin savunucusu olarak öne çıkan bir isim değildir. Yakın tarihlerde yaptığı bir açıklamada Politico EUROPE, EEAS çalışanlarının, yönetimin toplumsal cinsiyet eşitliğini önemsemediği, kadınların çoğunlukla terfi almadığı bir ortamda çalıştıklarını belirttikleri ifadesine yer verdi.
EEAS’te üst düzey yönetim pozisyonlarının yaklaşık yüzde 80’ini ve orta düzey yönetim pozisyonlarının yaklaşık yüzde 70’ini erkekler oluşturuyor
EEAS’in Toplumsal Cinsiyet ve Kadın, Barış ve Güvenlik Başdanışmanlığı görevi için yakın zamanlarda ilan edilen yeniden atama usul ve şartları da, EEAS’in üst düzey yöneticileri arasında kadınların yönetim kadrosunda yer almaları konusunun hiç de öncelikli bir konu olmadığı endişesi uyandırıyor insanda. Görev süresinin 2020 sonunda bitmesinden sonra, yeni atama usul ve şartları ancak AP üyelerinin ve sivil toplumun şikayetleri üzerine belirlendi. Hollandalı diplomat Stella Ronner-Grubacic, Nisan 2021’de Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Çeşitlilği bölümü Genel Sekreterliği Danışmanı olarak atandı, ancak görev unvanındaki değişiklikten, bu görevin yeni angaryalar, daha düşük bir profil ve sınırlı kaynaklar anlamına geldiği anlaşılıyor. Toplumsal cinsiyet çeşitliliği ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması sorumluluğunun genel bir çerçeve altında birleştirilmesi, her iki konuya da gerekli dikkatin ve kaynağın ayrıldığına işaret etmez.
Bir başka sorun da EEAS’in sivil toplumla işbirliği yapmamasıdır. AB’nin Belgrad-Priştine Diyaloğu Özel Temsilcisi Miroslav Lajčák’ın Kasım 2020 yılında Kosova’ya yaptığı ziyarette hiçbir kadın hakları örgütüyle görüşmemesinin eleştiri konusu olması, bu eksikliğin dikkat çeken örneklerinden biriydi. Lajčák ise, bu eleştiriye cevaben “Kosovalı kadınlarla” görüştüğünü üstüne basa basa söyleyerek ortada böyle bir sorun olmadığını ima etti. AB delegasyonlarının GAP III ile ilgili çalışmalarda dışarıdan hizmet temin ettiğine, hatta sivil toplumla yapılan danışma toplantılarını bile başkalarına yaptırdığına, bunun da bu çalışmaların pek sahiplenilmemesine ve tabana hâkim uzmanlarla çok az ilişki kurulmasına yol açtığına dair raporlar da var. Bu durum, kurumun bu işi yürütmeye yetecek uzmanlardan ve kaynaktan yoksun olunduğunu da gösterir.
Yeşil feminist dış politika: kavramdan gerçekliğe
Yeşil feminist dış politika, laf olsun diye yapılacak bir şey değildir. Bu politikanın başarılı biçimde tesisi için AB içinde gerçek bir sistemsel değişim gerekiyor. Avrupa’nın mevcut dış politikasını şekillendirenler esasen, yaşlı beyaz erkekler için politika yapma eğiliminde olan yaşlı beyaz erkekler . AB dış politikasının çehresini değiştirmediğimiz sürece, bu politika erkeksi, solgun ve bayat kalmaya mahkûmdur. Ancak tek başına temsil, yani “kadınları/azınlıkları ekle ve karıştır” yaklaşımı, otomatik olarak daha kapsayıcı ve dönüştürücü politikalara dönüşmez. Yeşil feminist bir dış politikanın uygulamaya sokulması, kapsamlı bir yaklaşım ve bu politikanın AB’nin tüm kurumlarındaki uygulamalarının bizzat takipçisi olacak ilerici bir liderlik gerektirir. AB’nin kurumsal kültüründeki değişim bu politikanın yerleşiklik kazanması açısından önemlidir; farkındalık kampanyaları, yönergeler ve eğitimler de topyekûn olarak bu yönde bir zihniyet değişmi gerçekleşmesine yardımcı olabilir.
Kesişimsellik, AB’nin feminist dış politikasına rehberlik eden temel bir ilke olmalıdır.
Feminist dış politika yeni bir kavram değildir, bu alanda çalışmalar yapan birçok uzman kesişimsel bir yaklaşıma olan ihtiyacı vurgulamıştır. Bununla birlikte, bugüne kadar İsveç dahil uygulamadaki feminist dış politika örnekleri, LGBTQI+ ve ırk ayrımcılığına maruz kalan insanlar gibi diğer marjinalleştirilmiş gruplara yeterince ilgiyle yaklaşmadıklarına dair eleştiriler aldı. Bu nedenle, kesişimsellik AB feminist dış politikasına rehberlik eden temel bir ilke olmalıdır. Politika belgeleri, stratejiler, eylem planları, kamu açıklamaları ve kaynak tahsisi gibi uygun önlemlerle ve tüm AB üye devletlerinin desteklemesiyle bu ilkenin yerini daha da sağlamlaştırması sağlanmalıdır.
Bazı üye ülkelerde toplumsal cinsiyet eşitliğine ve LGBTQI+ haklarına karşı direncin arttığı göz önünde bulundurulduğunda, böyle bir paradigma değişikliği hâlâ çok uzak görünüyor. Bir yanda feminist dış politikasıyla ileri adımlar atan ülkeler varken, bir yanda da böyle bir şey yapacaklarına hiç ihtimal verilmeyen ülkeler var. Benzer bir ayrım Avrupa Parlamentosu’ndaki muhafazakâr/sağ kanat ile liberal/sol kanat partiler arasında da gözlemlenebilir; Avrupa Parlamentosu’nda bir metinde toplumsal cinsiyete ilişkin ilerici bir dil kullanılması önerisinin kabulü için bile hâlâ bin dereden su getiriliyor. Ancak AB’nin temelleri uzlaşma ve fikir birliğine dayandığından, bu konuda hâlâ öncü bir rol oynayabilir.
Bunu başarmak için, orada burada küçük reformlar yapmak yerine, dönüştürücü değişimlere öncülük etme cesareti gösterebilecek insanları zorlamak gerekecek. İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström, 2014 yılında ülkesinin feminist dış politikasını ilk açıkladığında alay konusu olmuştu. Birkaç yıl sonra bu fikir yaygınlaştı, feminist dış politika konusunda farkındalık ve faaliyet arttı.
Yeşil feminist dış politika, temel AB değerlerini dış politika ile uzlaştırma konusundaki daha geniş tartışmanın bir parçasıdır. Eşitlik, AB anlaşmalarında güvence altına alınmıştır. Yeşil feminist bir dış politika uygulamak, bu değeri dış politika pratiğine etkin bir biçimde taşımak anlamına gelecektir. AB’nin dış politikasında hakları ve değerleri düşük öncelikli konular olarak görme yaklaşımından vazgeçmesi gerekiyor. AB, eşitliği, evrensel hak ve fırsatları her şeyin üstünde görmeyi kendine ilke edinmiş bir yapıdır. Şimdi yapması gereken şey, elindeki tüm araçlarla bunun için mücadele etmektir.
Bu makale ilk olarak Green European Journal’da yayımlanmıştır.