Bitki bazlı yiyecekler post-pandemi menülerinde

Makale

Bangkok sakinleri, marketlerde "Etten Ötesi", "Hiç Etsiz" veya "Haydi Otobur Olalım" gibi isimler altında artık daha fazla sayıda bitki bazlı et seçenekleri buluyor. Manila'da bir kamu kurumu, yöresel yemeklerin otlu versiyonlarının yapımı için bir yemek yarışması düzenledi. Vietnam genelinde ise sosyal medya influencer'ları, takipçilerine yeme alışkanlıkları üzerinden sürdürülebilirliği düşünme çağrısı yapıyor.

Yani, hayır, bu sadece bir hayal değil: Bugünlerde Güneydoğu Asya'da insanlar hayvan etini daha az yiyerek veya hiç yemeden beslenme üzerine daha fazla kafa yoruyor, daha fazla konuşuyor ve daha fazla ürün geliştiriyor.

İklim değişikliği ve pandemi gerçekleriyle karşı karşıya kalan tüketicilerin gerek kendi sağlıkları gerekse de gezegenin sağlığı için yaşam tarzlarını değiştirme arayışları sürerken, COVID-19 sürecinin zayıf iş ortamına rağmen, çevrimiçi ve çevrimdışı pazarda bitki bazlı gıda ve ürün satışı yapan girişimler filizleniyor.

Restoranlar, menülerini vejeteryan veya bitki bazlı seçeneklerle genişletiyor. Bangkok'ta -ister ramen, ister bitki bazlı köfteler ve fındık peyniri, ister veganize kuzeydoğu Tayland yemekleri veya Tay tarzı erişte olsun- bitki bazlı veya bitki açısından zengin seçeneklere sahip yerlerin listesi uzamaya devam ediyor.

Tokyo'da yaşayan 24 yaşındaki Vietnamlı vegan öğrenci Ha My Leova, "(Yemek tercihlerindeki) en küçük değişiklik bile önemli" diyor. Kendisi, hayvansal ürünlerin yetiştirilmesi, taşınması ve işlenmesine ilişkin "çok acımasız" uygulamalar nedeniyle hayvan etini yemek menüsünden çıkarmış durumda.

Filipinli tiyatro sanatçısı Lea Espallardo ise ağırlıklı ot bazlı gıdalara geçişinde çeşitli etkenlerin rol oynadığını belirtiyor: Kişisel sağlığı, başka sağlık sorunları olan arkadaşlarını destekleme arzusu, izlediği Netflix belgeselleri ve salt insan tüketimi için hayvan yetiştirmeye ilişkin etik sorular.

Espallardo, tüm bu nedenlerin kendisi için bir araya gelişi konusunda ise, "COVID aslında bana düşünmem için daha fazla zaman verdi" diyor; "Kilit altındaydım, bu yüzden hayat hakkında düşünmek için çok zamanım oldu."

Bir arkadaşının akciğer kanseri olan partnerinin bitki bazlı yemeye geçtiğini öğrenmenin kendisi için çok kişisel bir itici güç olduğunu ifade ediyor. “Kansere yakalandıktan sonra yaşam tarzında değişikliğe giden çok fazla arkadaşım olduğunu fark ettim ve sadece denemek için bir dayanışma diyetine girmeye karar verdim” diyor ve ekliyor: "Ayrıca et tüketimimizin çok fazla olduğunu ve bir şeyin değişmesi gerektiğini fark ettim."

Barefood Bangkok'un ortaklarından Taksina Nuangsri-Anttilla, lokantanın beş yıl önceki açılışından bu yana yöresel yemekler alanında bir kayış gözlemlediğini belirterek, "Şimdi bu (bitki bazlı yiyecek seçeneklerine sahip olmak) ana akım haline geliyor," diyor ve ekliyor: "(Geçen) yıl içinde bile gözlemledik; diyelim ki sadece bitki bazlı yiyorsunuz ya da sebzeleri veya hayvansal olmayan ürünleri tercih ediyorsunuz, artık (seçiminizi) çok da fazla açıklamanız gerekmiyor." 

Missing media item.

Peki insanlar artık mevcut oldukları için mi bitki bazlı veya bitki açısından zengin yemekleri tercih ediyor, yoksa üreticiler mi insanların taleplerine yanıt veriyor?

Chiang Mai merkezli "Let's Plant Meat" (Haydi Et Ekelim) şirketi ile Mayıs 2020'de bitki köftesi üretimine başlayan Smith Taweelerdniti'ne göre "bu bir tavuk ve yumurta meselesi." Kendisi geçen yıl bir internet seminerinde, "Bu işin hâlâ başındayız, giderek daha fazla oyuncu rekabete giriyor, giderek daha fazla ürün ortaya çıkıyor ve daha fazla restoran işe dahil oluyor ve restoranlarda bu ürünleri sipariş etmeye istekli olan tüketici sayısı artıyor. Bu, değişim yaratacak" diyordu.

Çeşitli anketler de iklim değişikliği ve kirliliğin insanlığı gezegene-ve-kendimize-karşı-daha-duyarlı bir yaşam tarzına yönlendirdiğini gösteriyor. İster plastik kullanımının ve atığın azaltılmasında, isterse de kömürün aşamalı olarak kaldırılması veya elektrikli otomobillerin üretiminde olsun, bu yönelim görülüyor.

ENDİŞELER DÜNYASI

Nitekim, araştırma firması Ipsos tarafından Şubat ayında yayımlanan "Dünyayı Ne Endişelendiriyor" anketinin sonuçları, tüketicilerin yüzde 64'ünün COVID-19'u en büyük endişe kaynağı olarak gördüğünü; bunu yüzde 49 ile çevresel konuların, yüzde 47 ile ekonomik konuların ve yüzde 40 ile gıda güvenliğinin izlediğini gösteriyor.

COVID-19 süreci, masamıza koyduğumuz yiyecekler ile tüketimi yaygın alışkanlıklardan canlı hayvan, hayvan eti ve süt ürünlerinin yoğun endüstriyel üretimi, tarım nedeniyle vahşi yaşam alanlarında yaşanan kaybın biyolojik çeşitliliği bozması ve salgın riskleri gibi konular arasındaki bağlantıların merak uyandırmasına neden oldu.

Missing media item.

2020'nin başlarında salgın birçok insanı güvenlik endişeleriyle kimi hayvansal ürünlerden kaçınmaya itti. Bunda SARS-CoV2'nin izinin yarasalara kadar sürülmesi ve insanlara onlardan sıçradığının anlaşılması etken oldu. Kimileri ise Afrika domuz ateşinin neden olduğu salgınlar nedeniyle -Güneydoğu Asya'nın en popüler hayvan eti olan- domuz etine karşı ihtiyatlı davranmaya başladı.

COVID-19'la geçen bir yılda, Güneydoğu Asyalılar çiğ veya pişmemiş etten kaçınmaya devam ediyor. YouGov veri tabanındaki verilere göre, Şubat ayı ortası itibariyle çiğ etten kaçınma oranı yüzde 47 ile Tayland'da en yüksek seviyede bulunuyor; onu yüzde 39'ar oranla Filipinler ve Vietnam takip ediyor.

Ekim ayında Ho Chi Minh kentinde Du Du Xanh vejetaryen restoranını açan Vu Anh Tu, sürdürülebilirlik konusunda salgınla birlikte yükselen soruların, sera gazı emisyonları ve iklim değişikliği gibi sorunların çözümüne kişisel olarak katkıda bulunmaya gönüllü Vietnamlı Y kuşağı içinde aslında çoktan sorulmaya başlandığına dikkat çekiyor.

Haftada üç gün bitki bazlı çalışan Vu, artan sağlık bilgisinin yanı sıra insanların doğal ve organik ürünlere duyduğu ilginin, onları hayvan etine çok az dayalı veya hiç hayvan eti içermeyen gıda alışkanlıklarına doğru yönelttiğini, "nihayetinde menüleri bu doğrultuda dengelemeye veya yenilemeye motive ettiğini" söylüyor. "Hem tedarikçiler hem de çiftçiler organik talebin daha fazla farkında, bu nedenle bitki bazlı gıda, özellikle de sebze satışında trend yükseliyor."

Yine bu süreçte Filipinler Çevre Yönetim Bürosu, daha çevreci beslenme tercihlerini özendirmek hedefiyle, yöresel yemeklerin bitki bazlı tariflerinin yarıştığı bir yemek yarışması düzenledi. Büro müdürü William Cuñado, pandemi sırasında düzenlenen bu girişimin, çevre üzerindeki baskıyı hafifletmede beslenme alışkanlıklarını kullanmanın "pratik, yapılabilir ve sağlıklı" olduğunu gösterdiğini söylüyor.

Cuñado, kampanyayı COVID-19 sürecinde yürütmenin de etkisinin büyük olduğunu, çünkü "insanların daha önce hiç olmadığı kadar sağlık bilincine, özellikle de bağışık sistemlerini güçlendirme bilincine sahip olduklarını" ifade ediyor. Büronun kampanyası Filipinlileri, tofu, mercimek ve kök ürünler gibi yerel bitki bazlı seçenekleri kullanmaya, hatta karantina sırasında bunları arka bahçelerinde yetiştirmeye teşvik etti.

Beslenme alışkanlıklarını şekillendiren faktörler, tüketici pazarlarının büyümesi ve bitki bazlı inovasyonu hedefleyen inkübatörler ve hızlandırıcılar hakkındaki küresel veriler, çevre sağlığına ve onun insan yaşamı üzerindeki etkisine dönük ilgiyi yansıtıyor. Euromonitor International tarafından Şubat 2020'de yapılan bir araştırmadan elde edilen verilere göre, veganların ve sütsüz diyetleri olan kişilerin yüzde 25'i ile yüzde 41'inden fazlası arasında, diyet seçimlerinin nedenleri olarak sağlık ve çevresel kaygılar/hayvan hakları gösteriliyor.

Euromonitor'a göre, Asya-Pasifik'te ikame et pazarının değeri 2019 itibariyle 15,3 milyar ABD doları büyüklüğünde bulunuyor ve pazarda önümüzdeki yıllarda büyüme bekleniyor. Nitekim, soya ve pirinçten yapılan OmniPork'ü üreten ve ihraç eden Hong Kong merkezli Green Monday şirketi, Eylül ayında kapasite artışına 70 milyon dolarlık kaynak ayırdığını duyurdu. Endonezya ise Green Butcher gibi bitki bazlı girişimlere destek sunuyor.

Missing media item.

'BEN'DEN' BİZ'E Mİ?

Küresel çevrenin sağlığı ve insanlığın devamı konusundaki kaygılar, geçmişte insanların özel yaşamlarının neredeyse-kutsal topraklarında sakladıkları beslenme tercihlerini uzunca bir süredir kamusal alana itiyor.

Bu tür seçimler, daha sürdürülebilir bir geleceği şekillendirme yolunda, giderek artan bir şekilde çoğunluğun iyiliğine katkı olarak görülüyor.

Yine bu seçimler, doğal çevre ile arazi dönüşümü, tarımın (bu terimle ekim ve otlak alanlarına atıfta bulunuluyor) genişlemesi, artan mobilite, hatta yol yapımı gibi insan müdahaleleri arasındaki bağlantıların bir parçasını oluşturuyorlar. Bu bağlantılar, insanlar ve yaban hayatı arasında daha fazla ve normal olmayan etkileşime yol açıyor ve devamında sağlık ve benzeri riskleri arttırıyorlar.

Dünyadaki tarım arazilerinin dörtte üçünden fazlasını kullanan besi hayvancılığı, insanlar ve vahşi yaşam arasında bir tür köprü görevi görerek, hayvanlar için zararsız olan virüslerin insan yaşam alanlarına geçip insanları hasta etmesine yol açıyor. İnsanlar için tehlikeli olan patojenler genellikle vahşi yaşamda bulunur ve orada kalır.

Norveç Veterinerlik Enstitüsü araştırma direktörü Carlos Gonzalo Das Neves, Dünya Haber Yayıncıları Derneği tarafından 2020'nin sonlarında düzenlenen bir web seminerinde gazetecilere, "Ancak bu patojenlerin yayılmalarının ve insanlarla iletişim kurmalarının en iyi yolu genellikle çiftlik hayvanlarıdır, çünkü bunlar bizim daha fazla etkileşim kurduğumuz türlerdir" diyordu.

Daha fazla sebze, kuruyemiş, tohum, bakliyat ve meyve tüketmek, hayvan eti talebini hızlandıran pedaldan dünyanın ayağını çekmesine yardımcı olacak.

Aynı etkinlikte konuşan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Küresel Bulaşıcı Tehlikeye Hazırlık Departmanı Direktörü Sylvie Briand, gelişmekte olan hastalıkların toplam yüzde 70 ila yüzde 75'inin hayvan havzasından kaynaklandığına dikkat çekiyordu.

Missing media item.

Çevreyi ve insan sağlığını gıda üzerinden karşı karşıya getiren faktör, hayvan eti tüketimini uygun ve erişilebilir bir alışkanlık haline getiren üretim sistemleridir. Dolayısıyla, daha fazla sebze, kuruyemiş, tohum, bakliyat ve meyve tüketmenin, hayvan eti talebini hızlandıran pedaldan dünyanın ayağını çekmesine yardımcı olacağı -ve piyasa sinyallerini bu talepten uzaklaştıracağı- düşünülebilir. Kısacası, bu, insan nüfusunu yaşadığı dünyayı mahvetmeyecek şekilde beslemenin yollarına işaret edecektir.

Bitki bazlı yiyeceklere kimi insanlar sağlık veya din nedeniyle yönelse de "çoğunluğumuz, özellikle de gençler, bunu, çevre üzerindeki etkimizi en aza indirmenin bir yolu olarak veya hayvanların refahını önemsemek olarak görüyoruz" diyor, Vietnamlı bitki bazlı gıda blogcusu -ve Facebook'ta 43 binden, Instagram'da 6 bin 300'den fazla takipçisi olan Ducan Kitchen'ın sahibi- Duc Nguyen.

YAYILAN VE GENİŞLEYEN TARTIŞMA

Beslenme alışkanlıkları ve onları yönlendiren faktörler, bunların yanı sıra hayvancılık ve hayvansal protein üretimi nedeniyle ooluşan yoğun toprak ve su kullanımı, kalkınma profesyonellerinin ve bilim adamlarının konuşmalarına da giriyor.

Yaban hayatı kullanımı ve ticareti, Çin'in Wuhan eyaletindeki salgının bir yaban pazarında ortaya çıkması nedeniyle, COVID-19 sürecinde halkın büyük ilgisini çekse de yaban hayatı, pandemideki hayvan bağlantısını sağlayan tek faktör olmaktan çok uzak.

Das Neves, "Aynı zamanda vahşi yaşam türlerinin yaşadığı bir noktada çok yoğun bir hayvancılık yapıyorsanız ve bu hayvanlar birbirleriyle temas ediyorlarsa, çeşitli sorunların ortaya çıkmasına şaşırmamalısınız" diyor.

1999 yılında Malezya'da keşfedilen ve ciddi bir solunum yolu hastalığına ve ölümcül ensefalite neden olan Nipah virüsü vakasını ele alalım. Ölüm oranı yüzde 40 ila yüzde 75 olan Nipah için aşı bulunmuyor.

Nipah'ın doğal hayvan havzası olan meyve yarasaları tipik olarak insanlarla temas etmiyor ancak sanayileşmiş domuz yetiştiriciliği bu iki türü virüsün tespit edildiği köyde birbirine çok yaklaştırmıştı. Nasıl? Das Neves'e göre, "Virüs yarasalardan kaynaklandı, ancak gerçek şu ki, domuz yetiştiriciliği yarasaların yanında yapılıyordu."

Çiftçilerin domuz ağıllarının yanına diktikleri mango ağaçları, meyve yarasalarını çekerek doğal yaşam alanlarından çıkardı. Isırılan mangolar ağıllara düştü ve domuzlar tarafından yendi. Enfekte domuzlar virüsü çevrelerindeki insanlara geçirdi. Das Neves'in dediği gibi, "İnsanların yarasalarla el sıkışmak gibi günlük bir rutini yoktur, ancak insanlar rutin olarak domuzlarla temas ederler."

Tarımdaki küresel tabloya bakıldığında, onun yüzyıllar boyunca doğal çevreyi ne kadar büyük ölçüde değiştirdiği ve vahşi yaşam alanlarını nasıl sıkıştırdığı görülüyor. One World in Data, küresel toprak kullanımı ve gıda üretimine dair veri kümesinde, "Tarımın genişlemesi, insanlığın çevre üzerindeki en büyük etkilerinden biri durumunda" diyor.

Global Change Data Lab'in bir projesi olan One World in Data web sitesinde şöyle deniyor: "Tarım, habitatları dönüştürmektedir ve biyoçeşitlilik üzerindeki en büyük baskılardan biridir: IUCN (Uluslararası Doğayı Koruma Birliği) Kırmızı Listesi'nde nesli tükenme tehdidi altında olduğu belirtilen 28 bin türden 24 bini için tarım bir tehdit olarak listelenmektedir." "Ama aynı zamanda biliyoruz ki biz, hem bazı etleri bitki bazlı alternatiflerle değiştirmek gibi diyet değişiklikleri yoluyla, hem de ekin mahsulü verimini büyük ölçüde artıran teknolojik gelişmeler vasıtasıyla bu etkileri azaltabiliriz."

Ek olarak, "hem tüketicilerden hem de üreticilerden gelen çözüm önerilerinin", bu "kayıp" tarım arazilerinin bir kısmını ormanlara ve doğal yaşam alanlarına geri kazandırma yollarını sunduğu belirtiliyor.

Our World in Data'nın bildirdiğine göre, dünya çapındaki tarım arazilerinin yüzde 77'si -veya 40 milyon kilometre karesi- (hayvan yemi üretmede kullanılan otlak ve ekilebilir arazi dahil) besi hayvanları, et ve süt ürünleri için kullanılıyor; yüzde 23'ü ekin mahsulüne gidiyor. Öte yandan hayvancılık dünyadaki kalorinin sadece yüzde 18'ini, toplam proteinin ise yüzde 37'sini üretiyor.

Missing media item.

Web sitesinin, protein türüne göre arazi kullanımına ilişkin verileri daha çarpıcı rakamlar ortaya koyuyor: 100 gram protein başına 184,8 metrekare ile en fazla alanı kuzu ve koyun eti üretimi kullanıyor. Onu sığır eti (163,6 metrekare) üretimi ve peynir (39,8 metrekare) üretimi takip ediyor. Buna karşılık, tofu üretimi 100 gramda 2,2 metrekare kullanmaktadır. One World in Data'nın protein açısından zengin gıdaların karbon ayak izine ilişkin verilerine göre, karbon ayak izi açısından 100 gram protein başına en fazla karbondioksiti, ortalama 25 kilogram ile sığır eti salmaktadır. Bir kıyaslama olarak, kabuklu yemiş üretimi, 100 gram protein başına 0,8 kg salmakta ve havadan karbondioksit çekmektedir.

Manila merkezli Asya Kalkınma Bankası'nın sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliği departmanında çevre uzmanı olan Francesco Ricciardi, "Dolayısıyla, yoğun çiftçiliğin üç kötü etkisi var: Ormanları keserek biyolojik çeşitliliği azaltıyor, hayvanların metan emisyonlarından kaynaklı olarak sera gazı miktarını artırıyor ve pandemi riskini artırıyor. Bu herkes için bir kaybet-kaybet-kaybettir."

Ricciardi, "Kişisel görüşüm, kendi diyetimizi değiştirmeli, kendi et tüketimimizi azaltmaya çalışmalıyız; böylece daha sağlıklı bir yaşama kavuşmanın, sera gazı emisyonları ve kaybolan biyoçeşitlilik açısından gezegene fayda sağlamanın yoluna bakmalıyız." diye ekledi.

Missing media item.

Missing media item.

Hayvan eti tüketimi, küresel ölüm nedenlerinin en büyük sebebi olan kardiyovasküler hastalıklarla (2019'da toplamın yüzde 27'si) ve kanserle (özellikle de kolorektal kanserle) bağlantılıdır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), işlenmiş eti, "insanlarda kansere neden olduğu kanıtlanmış" 1. Sınıf kanserojen olarak listeliyor. Kırmızı et ise Grup 2A'da yer alıyor ve "muhtemelen kanserojen" olarak tanımlanıyor.

Dahası, DSÖ, şu ana kadarki bilimsel verilerin "hayvan eti tüketiminde güvenli bir seviyenin mevcut olup olmadığı hakkında bir sonuca varmaya olanak sağlamadığını" belirtiyor.

Küresel sağlık ajansı, etin sağlık açısından faydalarının bilinmesine rağmen, fazla tüketiminin kanser riskini arttığını vurguluyor. DSÖ bildirisinde, "Birçok ulusal sağlık tavsiyesinde, insanlara kalp hastalığı, diyabet ve diğer hastalıklardan kaynaklanan ölüm risklerinin artmasıyla bağlantılı olarak işlenmiş et ve kırmızı et tüketimini sınırlamaları tavsiye ediliyor" deniliyor.

DAHA "AYMIŞ" HİSSİ

Bitkisel yemekleri tatmanın, değiştirmenin veya bunlara bağlı kalmanın nedenleri ne olursa olsun, daha geniş, daha çeşitli menülerin ortaya çıkması nihayetinde iyi -ve daha lezzetli- bir haber.

Günümüzün bitki bazlı kreasyonları, kozmopolit ortamlarda daha popüler olmakla birlikte eski vejetaryenlik ve veganlık algılarını güncelliyor ve onları sağlıklı, yaratıcı seçenekler olarak markalaştırıyor. Bitki bazlı yeme, insanların yemek yeme alışkanlıkları üzerinden katı bir şekilde kategorize edilmesine takılıp kalmadan, bize daha "aymış" bir his veriyor gibi görünüyor.

Aslında, bitki bazlı yerlerin masalarında genellikle hayvansal ürünleri tüketen bireyler de bulunuyor. Yaklaşık bir yıl önce açılan Bangkok City Diner'ın müşterileri yarı yarıya bir karışımdan oluşuyor. Mekanın ortaklarından Gareth Sheehan, "Vegan yemek yiyen insanların çevresindeki insan sayısı arttıkça, bunu deneme olasılıkları da artıyor" diyor.

Barefood Bangkok’taki Taksina, düzenli müşterilerinin yüzde 60'ının esasen bitki bazlı beslenmediğini, ama makarnadan salatalara, bitki bazlı burgerlerden sebzeli sandviçlere çeşitli yiyecekleri tükettiğini söylüyor.

Missing media item.

Du Du Xanh restoranının sahibi Vu Anh Tu, "Biz müşterilerimizi etiketlemiyoruz, sadece bitki bazlı yemeklerin bir mutfak olduğunu düşündüğümüz için tüm segmentlere hitap ediyoruz" diyor. "Müşterilerimiz 25 ila 55 yaşları arasında değişiyor ve otantik veganlar, vegan sevenler ve hatta sadece doğal ve sağlıklı yaşam tarzına önem veren kişilerden oluşuyor."

 

İnsanların hayvan eti yemekten kaçındığı yıllık bir festivale ev sahipliği yapan Tayland'da Smith, vejeteryanlığın muhafazakâr, Budist (aynı zamanda Taoist) uygulamaların bir parçası ya da bir tür fedakarlık eylemi olarak görüldüğünü söylüyor. Salataların veya yapraklı yeşilliklerin çok ötesinde çekici bitki bazlı seçeneklere sahip olmak, "içinde et olmayan ama güzel bir tada sahip bir şeyler yaratmak istediğimiz yepyeni bir alanda" olduğumuz anlamına geliyor.

 

Gerçekte, Güneydoğu Asyalıların sofralarında sebzeler, kuruyemişler, fasulye veya soya peyniri genel olarak bulunur. OmniPork'ten David Yeung, Hong Kong halkının yaklaşık yüzde 34'ünün halihazırda vejeteryan diyeti uygulayan ancak bazı hayvansal ürünleri de alan esnek insanlar olduğunu söylüyor. Bir Bangkok sakini, lüks yerlere gitmeye veya bitki bazlı yiyecekler için çok para ödemeye gerek olmadığını belirterek, ekliyor: "Mesele tabağınızda sebzelere daha çok yer ayırmakla ilgili. Ben buna 'bitki bazlı' yeme demiyorum."

__

Johanna Son, Reporting ASEAN serisinin Bangkok merkezli editörü/kurucusudur. Uyen Diep, bu makalete Vietnam'dan haberlerle katkıda bulunmuştur.

Bu makale ilk olarak 26 Şubat 2021'de Reporting ASEAN'da yayınlandı.

Bu makale, Heinrich Böll Vakfı Güneydoğu Asya Bölge Ofisi'nin desteği ve Probe Media Foundation Inc. işbirliğiyle yürütülen 'Sürdürülebilirlik Serisi'nin bir parçasıdır.

Yazar tarafından ifade edilen görüşlerdir, Heinrich Böll Vakfı'na ait değildir.

Bu metin İngilizce'den Türkçe'ye Gülşah Karadağ tarafından çevrilmiştir.