Avrupa Birliği’nin “Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi” Kararı ve Türkiye

Avrupa Birliği Konseyi, 7 Aralık 2020 tarihinde uzun yıllardır üzerinde çalıştıkları “Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi” kararını kabul etti. Avukat Benan Molu bu yazıda, yaptırım mekanizmasının hangi durumlarda, kime karşı ve nasıl uygulanacağını özetledikten sonra Türkiye’ye karşı bu yola başvurma ihtimalinin gerçekçi olup olmadığını anlatıyor.

AB KÜRSEL İNSAN HAKLARI YAPTIRIM REJİMİ YAZISI

Avrupa Birliği Konseyi, 7 Aralık 2020 tarihinde uzun yıllardır üzerinde çalıştıkları “Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi” kararını kabul etti.[1] İnsan onuru, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve temel hak ve özgürlüklerin korunması gibi değerlere dayanan Avrupa Birliği’nin evrensel insan haklarına yönelik Avrupa Birliği üyesi olan ya da olmayan devletler, devlet dışı aktörler ve Avrupa Birliği vatandaşı olan ya da olmayan bireyler tarafından ihlal edilmesine karşı alınan bu karar, dünyada işlenen yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı önleyici bir dizi tedbir alınmasını amaçlamaktadır.

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in hazırladığı taslak, 9 Aralık 2019 tarihinde Konsey’e sunuldu ve büyük bir destekle karşılandı. 17 Kasım 2020 tarihinde Avrupa Birliği İnsan Hakları ve Demokrasi 2020-2024 Eylem Planı, Konsey tarafından kabul edildi.[2] Bu Eylem Planı’nda da Avrupa Birliği’nin küresel çapta yaşanan ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine karşı insan hakları yaptırım rejimi geliştirdiğinden bahsedildi. 

Borell’in blog yazısına göre, söz konusu taslak, Rus avukat Sergei Magnistky’nin 2009 yılında cezaevinde öldürülmesinin cezasız kalmaması amacıyla Amerika Birleşik Devletleri önceki başkanı Barack Obama tarafından 2012 yılının Aralık ayında kabul edilen “Sergei Magnitsky Hukukun Üstünlüğü ve Hesap Verilebilirlik Yasası” baz alınarak, Eylem Planı’nda yer verilen amaçların yerine getirilmesi ve “cezasız kalacağını düşünerek suç işleyen insan hakları faillerinin hesaplarını bozmak” amacıyla hazırlandı. [3]

Magnistsky Yasası’ndan farklı olarak yolsuzlukla mücadeleyi kapsamayan, sadece ciddi insan hakları ihlallerine odaklanan ve bu yönüyle eleştirilen bu yaptırım mekanizması, uygulanabilirlik bakımından da bazı soru işaretleri barındırıyor.

Bu yazıda, öncelikle yaptırım mekanizmasının hangi durumlarda, kime karşı ve nasıl uygulanacağını özetledikten sonra Türkiye’ye karşı bu yola başvurma ihtimalinin gerçekçi olup olmadığını anlatmaya çalışacağım.

“Küresel İnsan Hakları Yaptırım Rejimi” Kararı

Alınan karara ve kararla ilgili yayımlanan bilgi notuna göre yaptırım öngörülebilecek suçlar, Avrupa Birliği mevzuatı dışında, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Sözleşmesi, Avrupa İşkencenin ve diğer Zalimane, İnsanlıkdışı ve Aşağılayıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi gibi diğer uluslararası sözleşmeler de dikkate alınarak soykırım, insanlığa karşı suçlar ve işkence, insanlık dışı ve kötü muamele, kölelik, zorla kaybetmeler, yargısız infaz, keyfi gözaltı ve tutuklamalar ve bunlarla sınırlı olmamak üzere, insan kaçakçılığı, insan ticareti, cinsel, toplumsal cinsiyete ve cinsel yönelime dayalı şiddet, toplanma, örgütlenme özgürlüğüne, ifade ve basın özgürlüğüne ve din ve inanç özgürlüğüne yönelik ihlaller gibi ciddi ve ağır diğer insan hakları ihlalleri ve suiistimalleri olarak belirlendi.

Kararın 2. maddesine göre, bu suçların nerede işlendiğinden bağımsız olarak – kendi ülkelerinde, başka bir ülkede ya da sınırda bu insan hakları ihlallerini gerçekleştiren, ihlallerden doğrudan sorumlu olan ya da planlama, karar alma, yardım etme, hazırlama, yer sağlama, yüreklendirme gibi ekonomik, teknik ya da materyal destek sağlayan gerçek kişiler, devletler, kurumlar ve devlet dışı aktörler yaptırıma tabii tutulacak.

Bu ağır, yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı faillerin Avrupa Birliği’ne girişini, üye devletlerdeki dolaşımlarını ve seyahat özgürlüğünü kısıtlamak, kişilerin ve/veya kurumların Avrupa Birliği’ndeki mal varlıklarını dondurmak, kişilere ve/veya kurumlara Avrupa Birliği fonlarının verilmesini durdurmak gibi ekonomik ve sosyal bir dizi yaptırım öngörüldü. Borrell’in açıklamalarına göre, Suriye, Libya, Venezuela gibi ülkeler söz konusu olduğunda, bu yaptırımların yanı sıra, ilgili devlete silah ya da başka bir ekipman satılmaması gibi daha sektörel yaptırımlar uygulanması da mümkün olacak. Sivil halkın bu yaptırımlardan doğrudan etkilenmemesine de özel bir önem atfedildi.

Kararın 5. maddesi uyarınca Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi’nin teklifi üzerine Konsey harekete geçecek ve teklifte sunulan yaptırımların gözden geçirilmesinin ve hangi yaptırımın uygulanacağına karar verilmesinin ardından Avrupa Birliği üyesi devletlerin tamamı oy birliği ile bu yaptırımı desteklerse, yaptırım kararı verilecek.

Türkiye’nin insan hakları karnesi

Bu düzenleme kabul edildiğinde akla ve dile gelen ilk ülkelerden biri Türkiye oldu. Türkiye, 2005 yılında Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerini başlattı ancak kendisinden sonra sürece başlayan devletler bile üye olmasına rağmen, hala Avrupa Birliği’ne girebilmiş değil.

Türkiye, henüz Avrupa Birliği üyesi olmamakla birlikte, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi olmak üzere Avrupa Konseyi organları önündeki karnesi belli.

1959 ile 2019 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği 22.535 kararın 3.645’i Türkiye’ye karşı verildi, böylece 47 Avrupa Konseyi üyesi devlet arasında hakkında en çok karar verilen devlet oldu.[4] Yine 1959-2019 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün ihlaline hükmedilen 845 kararın 356’sına sahip Türkiye, ifade özgürlüğünü en çok ihlal eden devlet oldu. Son üç yıldır, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye’ye karşı çıkan ifade özgürlüğü ihlali kararları, diğer 46 Avrupa Konseyi üyesi devlete karşı çıkan ifade özgürlüğü ihlali kararlarının toplamından fazla.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2019 yılı raporuna[5] göre, 2019 yılı itibarıyla taraf devletler tarafından uygulanmayı bekleyen 5.231 davanın 689’u Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını en çok yerine getirmeyen ikinci devlet olan Türkiye’ye ait.

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve uluslararası basın özgürlüğü örgütleri gibi çok sayıda uluslararası kuruluşun raporlarında belirttiği gibi, gazeteciler, avukatlar, insan hakları savunucuları, sivil toplum kuruluşları ve muhalif kişiler özellikle son yıllarda ceza kanunları kötüye kullanılarak, siyasi ve mesleki faaliyetleri nedeniyle susturulmak ve cezalandırılmak amacıyla soruşturmalara, davalara, tutuklamalara ve hapis cezalarına maruz kalarak ‘yargı tacizi’ altına alındı.

Bu tabloya, 2015 yılında çözüm sürecinin [t1] sona ermesinin ardından ilan sokağa çıkma yasakları sırasında 1990’lara[t2]  geri dönüşü yaşatan ve 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişiminin ardından çıkartılan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin yol açtığı ağır tahribatın, geri dönen işkenceden ihraçlara, kadınlara ve LGBT+ topluluğuna karşı şiddet ve nefret söylemlerinden internet sansürüne,  Anayasa Mahkemesi’nden AİHM’ye kadar ulusal ve uluslararası mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi için açıkça direnilmesinden kişilerin üst düzey devlet görevlileri ve basın tarafından masumiyet karinesi yok sayılarak damgalanıp hedef gösterilmesine kadar çok geniş aralıkta ve sistematik olarak yaşanan ve bu insan hakları ihlallerinin henüz dahil edilmediğini düşününce, önümüzdeki yılların “istatistik”lerini tahmin etmek çok da güç değil.

Önceki yıllarda ağırlıklı olarak Kürtlere ve sol görüşlü kişilere karşı ve daha bireysel olarak yöneltilen bu müdahaleler, artık tüm muhaliflere yönelmiş durumda. Yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ortadan kalkmasıyla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de Selahattin Demirtaş’la ilgili kararında belirttiği gibi, bu durumun ardında yatan amacın “çoğulculuğu boğmak ve siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlamak ve tehdit altında olanın yalnızca kişilerin bireysel hak ve özgürlükleri değil, tüm demokratik sistem olduğu” söylenebilir.[6]

Yaptırım mekanizmasının başarı şansı ve Türkiye’ye yaptırım ihtimali

Bu haliyle, Türkiye’nin yaptırım kararı alınması için bütün şartları taşıdığı düşünülebilir. Bu ihlaller ve eleştiriler elbette sadece Türkiye’yle sınırlı değil. Rusya, Macaristan, Polonya ve Azerbaycan gibi bir kısmı aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi de olan Avrupa Konseyi üyesi devletlerde son yıllarda giderek artan ‘demokrasi düşmanlığı’nın bir yansıması olarak, Avrupa Konseyi de kendisini ve insan hakları sistemini güvence altına almak için yeni yaptırım mekanizmaları oluşturdu. Bunlardan biri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymaya direnen devletlere karşı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesinin 4. fıkrası altında geliştirilen şikayet mekanizmasıydı.

Buna göre, bir taraf devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen bir kararı yerine getirmemekte ısrar ederse, Bakanlar Komitesi toplantılarına katılma hakkına sahip temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak bir karar ile dava yeniden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyabilecektir. Bu hükmün getirilmesinin amacı, tam anlamıyla ve hızlı bir şekilde yerine getirilmesi hayati önemi haiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını yerine getirmemek için direnen bir devlete karşı, yeni ve tekrarlayan davaların önüne geçmek ve Sözleşme sisteminin güveni­lirliğini ve etkililiğini sürdürmek için Bakanlar Komitesi’nin elini güçlen­dirmek ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını yerine getirmeyen devleti siyasi baskı altına alarak kararları uygulamasını güvence altına almayı sağlamaktı. Bu amaçla, oy kullanma hakkının askıya alınmasından Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarmaya kadar bir dizi yaptırım öngörüldü.

Bu şikayet mekanizmasına şimdiye kadar sadece Azerbaycan’a karşı başvuruldu, ihlal kararının sonuçlarının yerine getirilmesinin ardından, herhangi bir yaptırım uygulanmaksızın, süreç kapatıldı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala için verdiği ihlal kararının ısrarla yerine getirilmemesi, 1-3 Aralık 2020 tarihinde toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu konuda oldukça sert bir ara karar yayımlamasına yol açtı ve Kavala’nın derhal serbest bırakılması çağrısı tekrarlandı.[7] Buna karşın Anayasa Mahkemesi başvuruyu görüşmeyi bir kez daha erteledi, yargılandığı mahkeme yapılan ilk duruşmanın ardından Kavala’nın tutukluluk halinin devamına karar verdi. Böylece Konsey organlarının kararlarına açıkça direnilmeye devam edildi.

Selahattin Demirtaş’la ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi tarafından 22 Aralık 2020 tarihinde açıklanacak kararda ihlal kararı verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı’nın “ (…) varsa bir hakkı, koruyacak değiliz. Ben inanıyorum ki yargımız Selahattin Demirtaş gibi bir teröriste böyle bir hak tanımaz” açıklaması da dikkate alındığında, bu kararın sonuçlarının da yerine getirilmeyeceği endişesi yersiz değil.

Kavala ve Demirtaş kararları nedeniyle Türkiye bakımından bu şikayet mekanizmasının ve Avrupa Birliği tarafından getirilen bu yeni yaptırım mekanizmasının işletilmesi mümkün olabilir. Ancak Avrupa Birliği’nin özellikle mültecilerle ilgili anlaşma sebebiyle yıllardır Türkiye’ye karşı gerekli kararlılıkla hareket etmekten imtina ettiği gerçeği karşısında bu ihtimal pek gerçekçi gelmemektedir.

Nitekim yaptırım fikrini hayata geçiren Berroll’ün kendisi de Euro News’e yaptığı açıklamada Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde önemli bir iyileşme olmadığını, yaptırım için ısrar eden devletlerin yanı sıra isteksiz devletlerin de olduğunu söyledi.[8]

Yaptırım mekanizmasının kabul edilmesinin ardından Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn ve Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg açıklamada bulunarak, bu yaptırım mekanizmasının Türkiye için de bir uyarı olduğunu, daha somut ve açık kararlar alınması gerektiğini dile getirdi.[9] Buna karşın, 10-11 Aralık’ta yapılan Avrupa Birliği liderler zirvesinde diğer ülkelerin daha ağır yaptırım ve silah ambargosu gibi talepleri ilgi görmedi ve zirveden yalnızca Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleriyle bağlantılı kişi ve kuruluşlara yönelik aşamalı yaptırım kararı çıktı.[10]

Görüldüğü üzere, Türkiye’yle ilgili bir isteksizlik olduğu açık. Kaldı ki bu yaptırımların pratikte işletilebilir olup olmadığı ve gerçekten bir fayda sağlayıp sağlamayacağı da açık değil. Avrupa Konseyi tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesinin 4. fıkrasına eklenen yeni yaptırım mekanizmasının işletilebilmesi için Bakanlar Komitesi tarafından alınacak kararın üçte iki oy çokluğu gerektirmesi, insan hakları ihlallerinde bulunan devletlerin sayısının çokluğu ve bu kararı alacak kişilerin/kurumların politik yapısı düşünüldüğünde, sıranın bir gün kendilerine gelme ihtimalini düşünen devletler tarafından sağlanması çok yüksek bir orandır. Avrupa Birliği’nin yaptırım mekanizması için aranan şartın oy birliği olduğunu düşünürsek, böyle bir yola gidilmesi çok daha zordur.

Uluslararası alanda bir yaptırımın gerçekte fayda sağlayıp sağlamayacağı konusunda da doktrinde farklı düşüncede olan akademisyenler bulunmaktadır. Uluslararası alandaki itibarını düşünen bir devletin en başından itibaren insan haklarını ihlal etmeyeceği, mahkeme kararlarını yerine getireceği, bütün uyarılara ve ihlal kararlarına rağmen değişmeye direnen bir devlet için bu yaptırımların da bir etkisi olmayabileceği ve hatta ‘ters tepebileceği’ dile getirilmektedir.

“İnsan hakları ihlallerinin faili” devlet sayısı düşünüldüğünde, yaptırım uygulanan bir devlet karşısında ilgili devlet açısından “neden diğer devletler değil de ben?” sorusunu sormak kaçınılmaz olacaktır. Bu, oy birliği aranan bir süreçte, devletlerin birbiri aleyhine oy kullanmasını da bir süre sonra imkansız hale getirebilecektir.

Ayrıca, Rusya’nın Avrupa Konseyi ile yaşadığı süreçten de aşina olduğumuz gibi, bu yaptırım mekanizmaları bir şey yapmak isteyen ilgili devletin bu prosedürün başlatılmasıyla birlikte hiçbir şey yapmak istememesiyle ve devletlerin üyesi oldukları kurumları, bu kurumlardan çıkmakla ve ekonomik olarak üzerlerine düşüne katkıyı vermemekle tehdit etmesiyle sonuçlanabilir. Her ne kadar yaptırımların doğrudan o ülke vatandaşlarını etkilememesi amaçlansa da, devletlerin kurumlardan çıkmasına, uzaklaşmasına neden olup ağır hak ihlalleri altında yaşayanlar için durumu daha ağırlaştırıp, adalete ulaşabilmeleri için kalan tek yolun ellerinden alınmasına ve daha da yalnızlaşmalarına neden olabilir. 

Dünyada otoriter ve popülist rejimlere dönüşme eğilimi artarken, uluslararası kurumlar, ne yazık ki durumun ciddiyetiyle orantılı bir hızda ve etkide tepki veremiyor. Neredeyse sadece “mak(b)ul” ve “çok önemli” kişilerle sınırlı kalan, çoğu zaman diğer mağdurları görmezden gelen, onların seslerini duyurmaya çalışmayan ve gün sonunda “endişe duyulduğundan” başka bir tepki içermeyen seçici ve seçkin kampanyalar, devletler baskılarını arttırırken, oldukça yetersiz kalıyor. Avrupa Birliği’nin durumu “kaygıyla izlemeye” devam mı edeceğini yoksa bu yaptırım mekanizmasını gerçekten amaçlandığı gibi “faillerin yanına bırakmama” aracına dönüştürerek etkili bir şekilde uygulamayı mı seçeceğini bekleyip göreceğiz.

 

[3] Josep Borrell, “The long and complex road towards an EU Global Human Rights Sanctions Regime”, 31.10.2020, https://eeas.europa.eu/headquarters/headquarters-homepage/87884/long-and-complex-road-towards-eu-global-human-rights-sanctions-regime_en.

[5] Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2019 yılı raporu, https://rm.coe.int/annual-report-2019/16809ec315

[6] Demirtaş v. Türkiye (no. 2), 14305/17, 20.11.2018, § 274

[7] Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 1-3 Aralık 2020 tarihli oturum, https://search.coe.int/cm/Pages/result_details.aspx?ObjectID=0900001680a09786

[8] Euro News, “Josep Borrell: AB'de Türkiye'ye yaptırım konusunda isteksiz olan ülkeler var”, 03.12.2020, https://www.youtube.com/watch?v=doTgpRgXVcc.

[9] DW, “Maas: Türkiye ile diyalog çabalarından sonuç alamadık”, 07.12.2020, https://www.dw.com/tr/maas-t%C3%BCrkiye-ile-diyalog-%C3%A7abalar%C4%B1ndan-sonu%C3%A7-alamad%C4%B1k/a-55844298

[10] DW, “AB’den Türkiye’ye aşamalı yaptırım kararı”, 11.12.2020, https://www.dw.com/tr/abden-t%C3%BCrkiyeye-a%C5%9Famal%C4%B1-yapt%C4%B1r%C4%B1m-karar%C4%B1/a-55901377


 [t1]Veyselcim çözüm süreci ile ne denmek istendiğine dair yabancı okuru için bir dipnot eklesek mi?

 [t2]Yine aynı şekilde 90’larla ne denmek istendiğine dair bir dipnot