“Yeniden daha iyisini inşa et!”Joe Biden’ın kampanyada verdiği sözdü. Burada iklim politikası hem iç hem de dış politika anlamında temel bir rol oynuyor. Sonuçta esas merak edilen Biden hükümetinin uluslararası arenada kaybedilen inandırıcılığı tekrar kazanmayı başarıp başaramayacağı.
“Yeniden daha iyisini inşa et!”Joe Biden’ın kampanyada verdiği sözdü. Seçilmiş başkan için bu artık sadece Birleşik Devletlerin değil, bütün dünyanın çoklu krizlerle boğuştuğu ve dayanışma, iyi niyet, güven ve ortaklaşa cesur eylemlere her zamankinden çok ihtiyacı olduğu bir anda iddialı bir uygulama dönemi anlamına geliyor. Bu noktada iklim krizi hem iç hem de dış politika açısından temel teşkil ediyor. Sonuçta esas merak edilen Biden hükümetinin uluslararası arenada kaybedilen inandırıcılığı tekrar kazanmayı başarıp başaramayacağı.
Özellikle de Biden’ın ofise geldiği ilk gün tekrar katılacağını açıkladığı Paris İklim Anlaşması bağlamı ABD’nin küresel bir takım oyuncusu olma isteğini ve becerisini test edecek. Uluslararası iklim lideri olma iddiasını gerçekleştirebilmek istiyorsa ABD’nin sadece beş yıl önce Paris’te kabul ettiği anlaşmanın gerekliliklerini daha fazla gecikme olmadan hayata geçirmesi yetmiyor, ulusal emisyon azaltma taahhüdünü Glasgow’daki iklim konferansı COP 26’ya kadar artırması da gerekiyor.
İklimi korumak çok önemli
İklimi korumak, pek çok çevreci ve ilerici gücün de talep ettiği gibi, yeni ABD yönetimi için hükümet genelinde temel bir rol oynayacak ve daha şimdiden Biden’in Beyaz Saray’a girmeden önce yaptığı hazırlıklarda ve önemli kabine kararlarında ortaya çıkmaya başladı. İklim uzmanlarından oluşan bir geçiş dönemi takımı, yeni kadroyu atarken ve bakanlıklar ve uzman kurumlar arasında öncelikleri belirlerken iklimi korumanın en önemli konulardan birini oluşturmasını sağlamak için görev başında. Bunların arasından iklimle doğrudan ilgili enerji, dışişleri, içişleri, ekonomi ve tarım bakanlıkları ve Trump döneminde feci şekilde uzman ve bilimsel bilgi kaybına uğrayan ABD Çevre Koruma Ajansı gibi kurumlar da var. Ayrıca bu saate kadar iklim konusundaki niyeti ve uzmanlığı farkedilmeyen Hazine Bakanlığı, ulaştırma, savunma, adalet bakanlıkları ve finansal denetim kurumları da bu değişimden payını alacak.
Her ne kadar Biden resmen kullanmayı reddetse de, bu gelişmeler “Green New Deal” denen ilerici planın Başkanın 2 Trilyon Dolarlık iklim planına dahil edilmesi anlamına geliyor. Bu, bütün bir ABD hükümetini ve ABD ekonomisinin gücünü de kullanarak iklim krizini bir öncelik olarak ele almak anlamına geliyor.
Biden’ın dış politikasından iklimin elde edeceği ilk önceliklerin daha önce görülmemiş bir diplomatik odak olacağı geçiş sürecini yönetecek olan ekibin raporlarından anlaşılıyor. Seçilmiş Başkan daha şimdiden Fransa, Şili, Güney Afrika ve Kanada’nın da bulunduğu ve iklim mücadelesinde kilit rol oynayan pek çok ülkenin başıyla telefon görüşmeleri yaptı. Bu aynı zamanda ABD’nin iklim konusunda özellikle partner ülkelerle uzun süredir bir inandırıcılık sorunu olduğunun kabulüdür. Bu sorun Trump yönetimi sırasında ortaya çıkmamış görünse de iklim sorununu görmezden gelen bir başkanın yönetiminde gitgide büyüdüğü aşikar. ABD 1997 Kyoto Protokolü, 2015 Paris İklim Antlaşması ve 2016 Montreal Protokolü ve Kigali Mutabakatı ile mükerrer suçlu olarak ün salmış vaziyette. Montreal’de Demokrat hükümetler, biraz diplomasi biraz da zorlamayla uluslararası iklim antlaşmalarında ABD dostu tavizler vererek Cumhuriyetçi devam hükümetleri sırasında ABD’nin dahlini ve uluslararası uygulamaları beklemeye aldılar. Tarihe baktığımızda Biden ve hükümetteki çalışma arkadaşlarının ülkenin iklim güvenilirliğini onarıcı tedbirleri sadece bunu ilan etmekle kalmayıp bunları kararlı ve ikna edici şekilde uygulamaya geçmesi gerektiği görülüyor.
Bu esnada daha önce Paris Antlaşmasında da müzakerelerde kilit rol oynayan Dışişlerine atanan iklim odaklı bir ekip şimdiden göz dolduruyor. Uzun süredir Biden’ın sırdaşı olan Anthony Blinken’in Dışişleri Bakanlığına, eski Dışişleri Bakanı John Kerry ise Başkanın İklim Değişikliğinden Sorumlu Elçisi olarak atanması Amerika’nın iklim odaklı dış siyasetinin uygulanması ile ilgili personel gereksinimlerini karşılar görünüyor. Her ne kadar resmen Dışişleri Bakanı Blinken’a bağlı olsa da Başkanın gözü ve kulağı olacak kıdemli bir diplomat olan Kerry göreve geldiğinde doğrudan iklim değişikliği ile ilgili bir portföyü olan en yüksek rütbeli ABD görevlisi olacak ve ünvanı kabine seviyesinde olsa da Senato onayına tabi olmayacak. Ayrıca Ulusal Güvenlik Konseyinde yer alacak ilk iklim yetkilisi olacak. Bütün bunlar seçilmiş Başkan Biden’ın niyetini ortaya koyuyor. Kendisi zaten iklim krizini “insanlığın karşılaştığı en önemli sorun” olarak ifade etmişti. Onun iklim sorununa ABD’nin terörizm ve nükleer silahlanma gibi diğer ulusal güvenlik sorunları ile aynı aciliyeti vereceğini görüyoruz.
Obama dönemi iklim diplomasisine dönüş yok
Her ne kadar Dışişleri Bakanı Blinken ile Özel İklim Elçisi Kerry arasındaki iş bölümünün nasıl olacağı belli değilse de, Ocak 2021’de Paris İklim Antlaşmasına geri dönülüyor olması ile ABD iklim diplomasisinin COP 26 Glasgow’da varılan mutabakatın uygulanması konusunda Amerika’nın ulusal niyet beyanını gözden geçirmesi ve tekrar odaklaması, dünya çapında daha kapsamlı iklim koruma önlemlerinin bayraktarlığını yapması gerekiyor. Son BM Emisyon Farkları Raporu ülkelerin Paris hedefine ulaşmak için azaltma çabalarını üçe katlaması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu da ABD katkısının daha iddialı ve vizyoner olması konusundaki baskıyı artırıyor. Bu iki yüksek seviye diplomatın geri geliyor olması ABD’nin Paris Antlaşmasına geri dönüşünün Obama dönemine ait eski müzakere taktiklerine geri dönüldüğü anlamına gelmediğini unutturmamalı. ABD çıkarlarını temel alan bir uluslararası iklim politikası değil, insan hakları merkezli ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı, küresel sorumluluk, adalet ve hakkaniyetin hakim olduğu yeni bir ABD iklim yaklaşımı geliştirilmesi gerekiyor. ABD’nin 30 yıldır iklim süreçleri konusunda yapabileceğinden azını yapması sonrasında yeni yaklaşımın ABD’nin tarihsel olarak en büyük sera gazı salıcısı, Çin’den sonra ikinci en büyük çevre kirleticisi olması (ki 4 katı nüfusa sahip) ve şu anda dünyada çevreyi mahfeden petrol ve gaz üretiminde birinci olması ile paralel hale gelmeli. Bu durum özellikle yenilenen ulusal niyet beyanındaki azaltma hedeflerinde ve gelişmekte olan ülkelere iklim önlemleri için finansal destek konusundaki dayanışmada kendini gösterecek. Bu iç politika çevresel adaleti kendi topraklarında bir temel hedef haline getirecektir.
Sistemik çevresel ırkçılık ile mücadele için kendi iç iklim politikası, iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelere ve nüfuslara iklim adaleti, insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde destek verecek iklim odaklı, normatif çerçevede ve değer tabanlı bir ABD dış politikası ile de uyumlu olacaktır. Bu seçimlerden sonra Biden 2 trilyon dolarlık ABD iklim planının %40’ını temiz enerji kaynaklarına ve Cancer Alley, Louisiana gibi fosil yakıt kirliliğinden oransız olarak etkilenen azınlıklara ve diğer topluluklara yeni iş yaratmaya harcayacağını tekrar teyit etti. Ulusal çevre adaletinin uygulanması Beyaz Saray’daki potansiyel yeni bir pozisyon olan iklim değişikliği koordinatörü için de önemli bir görev olacaktır. Bu kişi ulusal odaklı bir çevre çarı gibi Kerry’nin içerideki karşılığı haline gelecektir.
Yeni Ulusal Niyet Beyanı
Odama yönetiminin 2015 Paris’te ortaya koyduğu ulusal niyet beyanı, yani 2025 yılında emisyonları 2005 seviyesine göre %26-28 azaltma hedefi mevcut analizlere göre Korona virüsü salgını sayesinde tutturulmuş olabilir. Ama bu sevinilecek bir durum değil çünkü ABD ekonomisinde kalıcı bir değişim görülmüyor. Kaldı ki hedef zaten yetersizdi. Daha 2015 yılında bile SBD’nin kolektif küresel iklim koruma çabalarına yapması gereken katkının beşte birine bile tekabül etmiyor bu miktar.
Başkan adayı iken Biden ABD’deki elektrik santrallerini 2035’e kadar iklim açısında nötr hale getirmeyi ve ülkeyi 2050’ye kadar sıfır emisyon hedefine oturtmayı taahhüt etmişti. Dolayısıyla yeni niyet beyanı bu hedefleri emisyonları 2030’a kadar ciddi seviyede azaltacak iddialı tavrı yansıtmalı. ABD’deki çok sayıda çevre think-thank’i emisyonların %45-50 civarında indirilmesinin makul olduğunu ve bunun ABD’yi IPCC’nin küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefine varması için gerekli olduğunu dile getiriyor. Fakat bu, US Climate Action Network gibi pek çok çevre grubunun ABD’nin küresel iklim koruma çabalarına düşen payına dair yaptığı hesabın çok altında. Buna göre ABD’nin gaz emisyonlarının 2030 yılında 2005 seviyesine göre %195 azaltılması, bunun %70’inin ABD içinde gerçekleşmesi, kalanının da dışarıda, gelişen ülkelere teknoloji gelişimi ve finansal destek olarak sağlanması gerekmekte.
Başkan Biden’ın Obama yönetimindeki iklim diplomatlarını tekrar işe almasının uluslararası iklim süreçleri açısından ne anlama geldiğini göreceğiz. Bu, gelişmekte olan ülkelere daha bonkör finansman transferlerini durdurmaya mı odaklanacak ya da Global Environment Facility, Adaptation Fund ya da Green Climate Fund gibi İklim Değişikliği Çerçeve Konvansiyonu altındaki iklim fonlarına yetersiz destek vermek anlamına mı gelecek, göreceğiz. 2015 Paris İklim Antlaşmasının ilk defa Kayıp ve Zarar kalemini uyum çabalarından ayırarak ayrı bir madde olarak ele aldığı doğru. Fakat burada gelişmiş ülkelerin ciddi iklim etkileri sebebiyle oluşan zarardan sorumlu tutulmasını ve zarar gören ülkelere tazminat ödemeye mahkum edilmesini engelleyen bizzat ABD ve onun müzakerecisi John Kerry olmuştur. COP26 Glasgow’da gelişmekte olan ülkelere Kayıp ve Zarar sebebiyle ödeme yapılması yine gündemde olacak ve ABD’ye daha önce tamamen reddettiği finansal sorumluluğu kabul etme fırsatı verecek.
ABD iklim finansmanını “yeniden daha iyi inşa etmek”
Biden rejiminde ABD iklim finansmanının da revize edilmesi arzu edilen bir durum. Green Climate Fund’a borçlu olunan 2 Milyar Dolar ve Obama yönetiminin söz verdiği 3 Milyar Dolar ancak bir başlangıç olabilir. ABD’nin GFC’nin 2020-23 arasındaki ilk ikmal aşamasına katılmayı taahhüt etmesi, hatta ilk yılı tamamlanmak üzere olan bu programa Almanya, Fransa ve Britanya gibi diğer sanayileşmiş ülkelerle en az aynı oranda dahil olması gerekir. Adı geçen ülkeler GFC’nin kaynak mobilizasyonu aşamasında ödemelerini iki katına çıkarmışlardı. Bu da Biden yönetimindeki ABD’nin GFC’ye 6-8 Milyar Dolar ödeme yapması anlamına gelir. Paris Antlaşmasının uygulanmasında büyük rol oynayan çok taraflı bir finansman enstrümanı olarak bu ABD’nin üzerine düşen payı ödemesidir. Ayrıca, örneğin Biden’ın rakibi Bernie Sanders Green New Deal olarak tanımladığı programında finansal yükümlülükleri kabullenmiş ve bunun kat kat fazlası olacağını öngörmüştü. Bernie’nin planında GCF’nin ilk aşaması olan 4 yıllık dönemde 200 Milyar Dolar finansman önerilmişti. Biyolojik çeşitlilik ve çölleşme konularını fonlayan Global Environment Facility’ye verilen destek de hatırı sayılır oranda artırılmalı. Ve Biden yönetimindeki ABD ilk kez Adaptation Fund’ı desteklemeli. Bu fon küçük ölçekli uyum projelerini finanse etmektedir ve 2019’dan beri Paris Antlaşması kapsamındadır. Buna ilaveten Biden hükümeti, çift taraflı iklim finansmanını başlatarak ABD kalkınma ajansı USAID gibi kurumlarla uyum çabalarına destek olmalıdır.
COP 26 iklim müzakerelerini ilerletmek için öncelikle gerekenler sanayileşmiş ülkelerin daha büyük finansal taahhütler, 2009 yılında Kopenhag’da hedeflenen 2020 itibariyle yıllık 100 Milyar dolarlık uzun vade hedefinin tutturulacağına dair göstergeler ve Glasgow’dakinden daha yüksek iklim finansmanı hedeflerine ulaşılacak yeni bir sürecin başlangıç iradesidir. Bu üç konuda da ABD, Başkan Biden yönetiminde uluslararası iklim sorumluluklarına bağlılığını göstererek olumlu bir işaret verebilir.
Ocak ayında Georgia’da yapılacak iki turlu seçime kadar arafta kalacak olan Senato çoğunluğu sebebiyle Biden’in ilk iki senesinde iklim politikaları için Kongre’nin desteğine güvenip güvenemeyeceği meçhul. Çoğunluğu iklim düşmanı Cumhuriyetçilerden oluşan bir Senato ve bölünmüş bir Kongre ile ABD’nin gelişmekte olan ülkelere iklimi koruma önlemleri için finansal desteğini artırması neredeyse imkânsız. Biden’ın iddialı karbon eksiltme stratejisini uygulayacak yasal düzenleme ise iklim yatırımı parçalarıyla sınırlı kalabilir ve bunlar da altyapı, tarım ve konut önlemlerinin faturaları arasında kolaylıkla saklanabilir. Ama özellikle araştırma ve teknoloji geliştirme alanları var ki Biden hükümeti bu noktalarda Cumhuriyetçi desteğine güvenebilir. Örneğin yeni nükleer reaktör geliştirilmesi ve karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojileri çevreciler tarafından eleştirilen ama Aday Biden tarafından Demokrat Parti önseçimlerinde aktif olarak savunulmuş konular. Biden bu teknolojileri emisyonları azaltacak ve ABD’yi 2050’ye kadar iklim açısından nötr hale getirecek araçlar olarak tarif etmişti ve iklim gündeminin uygulama unsurları olarak bunları kullanabilir.
Kongre’ye rağmen ya da onun sayesinde uygulamak
Biden’ın Cumhuriyetçi bir Senato ile ilerleyebilmek için ilk ve en iyi fırsatı Bahar 2021’deki korona virüsü salgını canlandırma paketi olacak. Burada elektrik şebekesini modernize etmek, yenilenebilir enerji sektörlerinde istihdam sağlamak ve çevreci inovasyonlar için ekonomik araştırma yapmak gibi iklim koruma önlemleri diğer bazı sosyal ve toplumsal destek önlemlerinin içine dahil edilebilir. Bu çok önemli olacaktır çünkü ilk salgın canlandırma paketi, Bahar 2020’de çıkan CARES yasası ABD fosil yakıt üreticilerine dev destekler sundu. Ayrıca gelecekte Beyaz Saray’ın Temsilciler Meclisinin Tahsisat Komitesinde bir müttefiki olacak. Bu kişi yılda 1,4 Trilyon Dolarlık federal harcamayı kontrol eden Rosa DeLauro. Bu komite onayladığında iklimle alakalı harcamalar ne mahkemeye götürülebiliyor ne de bir sonraki hükümet tarafından geri alınabiliyor (son dönemde Trump yönetiminde yüzlerce muhafazakar hakim atanmasıyla Amerikan federal yargı sistemi ciddi şekilde sağa kaymış olduğundan bu bir risk teşkil edebilirdi).
Senato’da Demokratların çoğunluğu olsun ya da olmasın, yeni hükümetin kapsamlı iklim gündemi öncelikle tüm federal kurumların bunları uygulamasına bağlı ve bölünmüş bir Kongre’de bu daha da önem kazanıyor. Obama döneminde yürürlüğe girip daha sonra Trump döneminde askıya alınan, zayıflatılan ya da geri çekilen 100’den fazla regülasyonun hızlıca restorasyonu, hedefli olarak iyileştirilmesi ya da akıllıca genişletilmesi programın temelini oluşturacaktır. Bu noktada elektrik santrallerinin saldığı CO2 ya da petrol ve gaz alanlarından sızan metan gibi konular, temiz su ve temiz hava yasaları ile ortaya konan düzenlemeler ve Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) lider kurum olarak tekrar canlandırılması ele alınmalıdır. Buna ilaveten Biden’in kampanya süresinde yapacağını söylediği gibi başkanlık kararnamelerini stratejik bir silah olarak kullanması gerekir. Bu sayede tek bir kalem darbesiyle ve zorunlu denetime tabi olmadan hükümet otoritelerini ABD ekonomisini düzeltecek gerekli değişimler için yetkilerini kullanmaya zorlayabilir. Biden’in ilk kararnamelerinden bazılarını ABD topraklarının ve sularının %30’unu kaplayan doğal koruma ve rezerv alanlarını genişletmek, kutuplardaki doğal hayatı petrol kuyularından kurtarmak ya da yakıt ekonomisi düzenlemelerini sıkılaştırarak Kaliforniya’nın ilerici standartlarını federal standartların temeli haline getirmek, ekipman ve binalar için verimlilik standartlarını artırmak, kamu dairelerinin, faaliyetlerinin ve tedariklerinin enerji verimliliğini de iklime uyumunu artırmak gibi konular için kullanabilir. ABD Savunma Bakanlığa özellikle dikkat edilmeli, zira tek başına federal hükümetteki en büyük fosil yakıt tüketicisi ve dünyadaki en büyük sera gazı kirleticisi kurumdur.
Biden’in başkanlığında ve ABD’nin uluslararası finans sistemin oynadığı merkezi rol dikkate alındığında, Hazine Bakanı olması planlanan eski Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen yönetimdeki en önemli iklim politikası pozisyonuna sahip olabilir ve ABD ekonomisini ve küresel ekonomik ve finansal sistemini düşük karbon hedefine doğru yönlendirebilir. Paris Antlaşmasının gerçekleşmesi için dev adımlardan biri olan bu hedefe sıklıkla unutulan bütün finansal akımların Paris iklim hedeflerine uyumlu hale getirilmesi zorunluluğu da dahildir.
ABD Hazine Bakanlığının anahtar rolü
Finansal İstikrar Gözetim Konseyi (Financial Stability Oversight Council – FCOC) 2008 yılında Amerika’daki finans ve emlak krizi sırasında kurulmuştur ve Merkez Bankası, Sermaye Piyasası Kurumu ve diğer bankacılık düzenleme kurumlarından üst düzey temsilcilerden oluşur. Hazine Bakanı bu kurumun ve diğer finansal düzenleme kurumlarının başı olarak bankaları ve şirketleri iklim değişikliği ve artan sıcaklıkların bilançolarına yüklediği riskleri almaya teşvik edebilir, uyumsuz iş pratiklerini değiştirmeye zorlayabilir. Amerikalı iklim aktivistleri, FSOC’nin fosil yakıt yatırımlarının şişirdiği ABD karbon balonuna aynen emlak balonuna yaptığı gibi müdahale etmesini umuyor. İlerici gruplardan oluşan bir koalisyon müstakbel Hazine Bakanını ABD bankalarının fosil yakıt şirketleriyle iş yapmasını kısıtlamaya çağırıyor. Ayrıca bankaların petrol ve doğalgaz için kredi verirken sermaye ihtiyatlarını artırmaları da istenebilir.
Ülkenin en önemli vergi tahsildarı olan Hazine Bakanlığı yerli yenilenebilir enerji şirketlerine vergi indiriminden de sorumlu ve bunu ikinci bir canlandırma paketinin parçası olarak doğrudan teşvike de çevirebilir. Diğer yandan Biden’ın petrol, gaz ve kömür şirketlerine verilen teşviklerin sona erdirileceği sözünü tutarak bu şirketlerin vergi indirimlerini yeniden gözden geçirebilir. En yüksek seviye bir ABD diplomatı olarak Yellen G20 ve G7’de, IMF ve Dünya Bankasında, Uluslararası Finansal İstikrar Konseyinde söz sahibi olacak. Bu gücünü Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarına fosil yakıtların finansmanından tamamen çekilmek konusunda baskı yapmak için kullanabilir. Ulusal ve uluslararası politika çabalarının bir parçası olarak finans, vergi ve bankacılık sistemlerinin daha iklime uyumlu hale gelmesi için uğraşması beklenebilir. Kendi deyimiyle küresel iklim krizi için kesin çözüm olan karbon vergisinin uzun süredir devam ettirdiği savunuculuğuna devam edecektir. Kendisi, Ford Motor, Exxon Mobil ve BP gibi şirketilerin de dahil olduğu partiler arası İklim Liderliği Konseyinin kurucu üyesi, Mark Carney ile birlikte Group of 30 eşbaşkanı olarak ve Amerikalı ekonomistlerle birlikte katıldığı toplantılarda tekrar tekrar karbon vergisi çağrısı yapmıştı.
Yellen, karbon fiyatlama konusunda Başkanın yeni iklim elçisi John Kerry ile aynı heyecana sahip. Kerry, Amerikalı iklim aktivistlerinin de her daim şüphe ile baktığı karbon piyasalarının güçlü bir muhalifi. Bu aktivistler karbon vergisi toplamanın ya da karbon ticaretinin küresel ısınmayı durdurmak için yanlış çözümler olmasalar da yeterli olmadıkları görüşündeler.
İklimle uyumlu ticaret politikası
Geçmişte Yellen, karbon yoğun ürünleri ayıracak ve enerji verimliliği olan şirketleri ödüllendirecek şekilde ithalata sınır vergisini de savunmuştu. Bu tür bir vergi, küresel olarak iklim heveslerini artıracak bütün gerekli dış politika araçlarının kullanılacağını açıklayan Biden’ın yönetimindeki iklimle uyumlu ticaret politikasının bir parçası olabilir. Biden’ın ticaret gündeminde fosil yakıt teşviklerine küresel bir yasak ve emisyon azaltma taahhütlerinin ticaret antlaşmalarına dahil edilmesi de var. Bunun için Kongre’deki Demokrat ticaret uzmanlarına güvenebilir. Bu durum, örneğin, Çin ile ticari ilişkilerde kendini gösterebilir ve Çin’in yeni kömürlü termik santrallerin inşası için verdiği yabancı desteği kesmesi için ikna edilmesi denenebilir. Biden hükümeti AB’deki hükûmetleri örnek alabilir. Bu hükümetler daha 2018 yılında Avustralya ve Brezilya hükümetlerine baskı yaparak müzakerelerde AB pazarına erişim karşılında bu ülkelerin daha önce çekileceklerini açıkladıkları Paris Antlaşmasından kalmalarını ilerleme şartı olarak koştular. AB, 2019’da Trump yönetimindeki ABD’yi de transatlantik ticaret savaşında Amerikan mallarında sınır vergisi ile tehdit etmişti.
Biden’ın özel iklim elçisi John Kerry BM İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşması ve Paris Antlaşması dışında da iklim krizine karşı uluslararası müzakere konusunda ilerleme arayışına girecektir. Bunun için güçlü seragazları olan florokarbonların küresel olarak kullanımını azaltmayı amaçlayan Montreal Protokolündeki Kigali Mutabakatını müzakere ederken edindiği tecrübeyi kullanacaktır. ABD Senatosunda partilerarası bir destekle bu protokolün onaylanması olası. Küresel iklim koruma politikasının bir parçası olarak Kerry dünya ekonomisinin farklı sektörlerinde de benzer anlaşmalar yapma arayışına girebilir. Mesela okyanus ötesi taşımacılık için Uluslararası Deniz Taşımacılığı Örgütü ya da sivil havacılık konusunda Uluslararası Sivil Havacılık Örgütünden yardım alınabilir. Son olarak, 2012’den beri varolan ve kısa ömürlü iklim kirleticilerini azaltma amacı taşıyan İklim ve Temiz Hava Koalisyonunda iklim krizini aşmak için hızlıca bir ilerleme kaydedilebilir.
ABD’nin Başkan Biden ile tekrardan uluslararası iklim liderliği takımın bir üyesi olarak tanınıp tanınamayacağını ya da bunun ne kadar hızlı olacağını bekleyip göreceğiz. Yeni yönetim sadece Amerika’nın iklim güvenilirliğini değil, temellerine dönüp yeniden daha iyisini inşa edecek iddiaya, hırsa ve potansiyele sahip. Şimdi bu sözlerin ve planların dev uygulamalarla pekiştirilmesi gerek. Hepimizin faydasına, uluslararası toplum Biden yönetiminin elbet başarılı olmasını umacaktır.