Çürük temel: AB Göç ve Sığınma Paktının Belkemiği Olarak Dışsallaştırma

Analiz

AB ve AB’ye üye devletler, en az 2015 senesinden bu yana, göç kontrolünü dışsallaştırmadan koruma sağlama yükümlülüklerini dışsallaştırmaya yönelmiş durumda. Yeni Pakt da bunu değiştirmiyor.

Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

Eğer ev arkadaşları birbirleriyle iyi geçinemiyorlarsa, birlikte bir ev inşa etmeye girişmeleri son derece gülünç kaçar. Komisyon Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas, Moria kampı için için yanmaya devam ederken yayımlanan AB’nin Yeni Göç ve Sığınma Paktını kamuoyuyla paylaşırken tam da bu imgeyi kullandı.

Bu imge, dışsallaştırmayı bir evin temeline benzetiyor. Bu temel üzerinde ise dış sınırlar için çok daha yüksek düzeyde bir güvenlik tesis edilecek ve binanın da en üst katına artık ziyadesiyle esnek bir şekilde kullanılan AB içi “dayanışma” kondurulacak. Tüm bunları herkesin anlayabileceği bir dilde söyleyecek olursak: Bu girişim, üye ülkelerin birbirleriyle uzlaşamadıkları konularda- yani kişilere ev sahipliği yapmada- diğer ülkeler devreye girip, AB’de koruma talebinde bulunanları ve hatta AB’de yalnızca daha iyi bir gelecek arayanları barındırmak zorunda kalmaları anlamına gelecek.

Ancak, bu Avrupa evinin sığınma politikası kanadından geriye kalan harabeye bir nebze de olsa istikrar kazandırmak için dışsallaştırmayı güçlendirecek bir alan gerçekten kaldı mı? AB sığınma politikasının iyileştirilmesine dönük çabalarının engellendiği ve külfet paylaşımı ve ev sahipliğinden çok, “göçün kökenlerine inmenin” ve göç yönetimini diğer ülkelerin üzerine yıkmanın ortak paydayı oluşturduğu dört koca yılın ardından, bu başlık altında daha fazla neyin yapılabileceğini kestirebilmek artık oldukça güç.  

Komisyon tarafından verilen mesajlarda fazlaca yer işgal eden bu yeni imgelem ve terimlerin sürekli olarak kullanılıyor olması, aslında bunların bir şeyleri telafi etme amacıyla kullanıldığı izlenimini veriyor. Şimdilerde ise AB’ye üye olmayan ülkelerle “özel olarak tasarlanmış ortaklıklar” kurulmasının, insan kaçakçılığıyla mücadeleyi ve sığınma başvuruları olumsuz sonuçlanan kişilerin geri gönderilmelerini kolaylaştıracağı iddia ediliyor. Bunun teşvik edilmesi için ise yasal göçle ilgili yeni kurallar tasarlanıyor. Komisyon, diğerlerinin yanı sıra, Avrupalı şirketlerin özel olarak ihtiyaç duydukları işçilerin AB’ye getirilebilmeleri için “yetenek ortaklıkları” uygulamasını hayata geçirme niyetinde. Bu girişimin en büyük başarısı, büyük bir ihtimalle, geçmiş dönemdeki “hareketlilik ortaklıklarında” da olduğu üzere, kâğıt israfıyla sınırlı kalacak.

Bu tasarıyla Avrupa’ya yönelen düzensiz göçü durdurmaya hazır olanlar ya mali açıdan ya da vize serbestisiyle ödüllendirilecekken, karşı çıkanlar ise cezalandırılacak. Yine bu çerçevede kalkınma ya da ticaret politikasının “sorun çıkaran vakalara” (bir diğer ifadeyle, iş birliğine yanaşmayan ülkelere) karşı bir çeşit yaptırım olarak mevcut cephaneliğe katılacak. Dahası, menşe ülke hükümetlerinin de Avrupa’ya düzensiz yollarla gelen, ancak sığınma ya da ikincil koruma ihtiyacı içinde olmadıkları değerlendirilen göçmenleri de geri almaları gerekecek. Ancak, bu hükümetlerin çoğu, göçmenleri geri alma konusunda pek de hevesli değil. Bu, esasen tamamıyla anlaşılır bir pozisyon, çünkü bu ülkelerin tamamında, hayatta kalabilmeleri diğer ülkelerden gönderilen paraya bağlı olan çok sayıda aile bulunuyor.  

Göçmenler tarafından gerçekleştirilen sınır aşan havalelerinin toplam hacmi, çoğu zaman kalkınma yardımı ve doğrudan yabancı yatırımların toplamından bile büyük. Dahası, hükümetlerin elinde, zorla geri gönderilecek göçmenlere sunabilecekleri bir şey de yok: ne bir iş ne de bir gelecek umudu…Bazı ülkelerdeki yoksullukla “göçün veyahut kaçışların kökenine inerek ele alma yoluyla” etkili bir şekilde mücadele edilebilmesi gibi bir şey mümkün olabilseydi bile, böylesi bir girişim, daha çok sayıda insanın sınır görevlilerine rüşvet verebilmesi, otobüs bileti alabilmesi ve kaçakçılara ödeme yapabilmesi anlamına gelebileceğinden, göçmen sayısında bir azalmaya yol açmak bir yana, bir artışa dahi yol açabilir.   

Geri dönüş sponsorluğu

Valetta’da gerçekleştirilen ve sınır rejiminin dışsallaştırılmasının tartışıldığı göç zirvesinden bu yana bir yığın mekanizma tesis edildi, araçlar geliştirildi ve mali destek planları üzerinde uzlaşıya varıldı. Ancak sistem, hala ve genel itibariyle, arzu edildiği gibi işlemiyor. Duvarlar dikmek belki de göçü azaltabilecek; ama insanlar, yeni ya da daha tehlikeli veyahut daha pahalı güzergahlar üzerinden Avrupa’ya gelmeye de devam edecekler. AB ve AB’ye üye devletler ise, en az 2015 senesinden bu yana, göç kontrolünün dışsallaştırmadan koruma sağlama yükümlülüklerini dışsallaştırmaya yönelmiş durumda. Bir diğer ifadeyle, Avrupa, uzun bir zamandır “sorunu” ev sahibi ülke durumunda bulunan geçiş ülkelerine havale ediyor.

Örneğin, Türkiye, büyük bir çoğunluğu Suriye’den gelen 2,9 milyon mülteci ve göçmene ev sahipliği yapıyor. Halbuki geri kabul anlaşmaları, menşe ülkeleri de sorumlu kılabilmeli. Şimdiye dek bu türden sayısız anlaşma, çoğu zaman herhangi bir yasal güvence olmaksızın, ikili olarak ve gayri resmi bir şekilde tasarlandı ve akdedildi. Ancak bu anlaşmaların büyük bir kısmı da çok sayıda bireysel vakada uygulamaya geçirilemedi. AB üyesi devletlerin, mülteci ve göçmenleri almaktan geri durmalarına olanak sağlayan bu yeni “geri dönüş sponsorluğu” tasarısının da bir şeyleri değiştireceği yok. Dolayısıyla acaba bu terim, Avrupa’nın en dış sınırlarına dek geri itilen yurttaşlarını yeniden kabul etmeleri ve bunun için de iş birliği yapmaları için Macaristan ya da Polonya’ya menşe ülkeler üzerinde daha fazla baskı kurmalarını önermenin bir yolu olarak mı kullanılacak?    

Göçün durdurulamaz, yalnızca yönlendirilebilir. Dünya çapındaki göç hareketleri, beklenen nüfus artışından dolayı olmasa bile, sağlık hizmetleri, eğitim ve beslenme alanlarında devlet hizmetlerine duyulan ihtiyaçlar ve güvenlik ve hukukun üstünlüğü büyük ölçüde göz ardı edildiği müddetçe artmaya devam edecek. Gelişmekte olan ülkeler arasındaki hareketlilik de artacak.

Ancak, geçtiğimiz yıllardaki kriz hali, birçok Avrupa ülkesinde, göç politikasının ve göç yönetimin iyileştirilmesine dönük ilk çabaların artık şevkinin kırıldığı bir manzaraya neden oldu. Bugünlerde ise tüm mesele, varsa yoksa düzensiz göçün azaltılması ve göçmenlerin geri gönderilmelerinin daha etkili bir şekilde yapılmasından ibaret hale geldi.

Gerçekçi ve olası değişikliklerden etkilenmeksizin ayakta durabilecek bir Avrupa göç politikasının hakiki temeli, Cenevre Sözleşmesi’ne dayanan bir koruma sunabilme becerisini gösterebilmelidir. Herkesin kazançlı çıkabileceği bir senaryo için, düzenli göçün, menşe ülke, ev sahibi ülke ve göçmenden oluşan üç tarafın da menfaatlerini dengeleyebilecek bir şekilde teşvik edilmesi gerekir. Bu da altından öyle kolayca kalkılabilecek bir iş olmadığından, bu yönde atılacak ilk adım, menşe ülke temsilcileriyle dürüst ve açık bir diyalog kurulması olmalıdır. Her şeyden önemlisi de böyle bir politikayı yurttaşlarına açıklayabilme ve tanıtabilme isteğini de barındıran siyasi bir iradenin mevcut olmasıdır. Belki de bu, evin bütün katlarının nihayet yaşamla dolmasına imkân sağlayabilir.