Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!

Analiz

AB Göç Paktı, Tunus’ta siyasiler tarafından diplomatik bir sessizlikle, Tunus makamları tarafından kayıtsızlıkla ve sivil toplum tarafından da cılız bir tepkiyle karşılandı. Bu iç karartıcı Pakt, AB’nin göç politikasının yalnızca tek yönlü olduğu gerçeğini birçok Tunuslunun nezdinde bir kez daha teyit etmekten başkaca bir şey yapmıyor.

Bu analiz, Yeni AB Göç ve Sığınma Paktı hakkındaki dosyamız kapsamında yayımlanmıştır.

“Yeni Göç ve Sığınma Paktı” (bundan sonra “Pakt” olarak anılacak), Tunus’un AB üye devletleriyle gerçekleştirdiği ikili anlaşmalardan şimdiye dek çıkardığı derslere yeni bir şey eklemiyor. Paktın amaçları arasında sayılan düzensiz göçle mücadele, geri dönüş prosedürlerinin hızlandırılması ve koruma ihtiyacı içindeki kişiler için güvenli ve yasal yolların teşvik edilmesi, esasen Avrupalı devlet başkanlarının Tunus’a gerçekleştirdikleri her resmi ziyaretlerinde gündeme getirdikleri bilindik siyasi sloganlardan başka bir şey değil.  

Ancak öte yandan Tunus, Avrupa Komisyonu tarafından önerilen göç politikalarından en fazla etkilenen ülkelerden biri olacak. Pakt, dış sınırlarla ilgili olarak, Tunus gibi üçüncü ülkelerin hayati bir rol oynayacağı bir geri dönüş mekanizmasını daha da güçlendirmeyi amaçlıyor. 2019 yılında tadil edilen Schengen Tüzüğü de üçüncü ülkeleri iş birliğine ve geri kabul anlaşmalarını imzalamaya razı etme niyetini taşıyan AB’nin göç diplomasinin ana vasıtası olma görevini üstlenecek gibi duruyor.

Tunuslu makamların sessizliği

Hal böyleyken Tunuslu resmi makamların sessiz kalması ise oldukça şaşırtıcı. Nitekim Paktla ilgili olarak bırakın Brüksel’deki Tunus diplomatik temsilciliği tarafından, Tunus Dışişleri Bakanlığı ya da Tunus Cumhuriyeti’nden herhangi bir yetkili tarafından bile yayımlanmış bir resmî açıklama henüz bulunmuyor. Tabii ki Tunus Başkanlığı ve Tunus Meclisi arasında süregelen kurumsal uyumsuzluğun da Tunuslu makamları, Pakta hakkettiği önemi vermekten alıkoyduğuna da ortada.

Ancak yine de ve özellikle de yakın zamandaki gelişmeler ışığında, bu Paktın Tunus makamlarının dikkatini cezbetmesi gerekirdi. Nitekim BMMYK tarafından yayımlanan bir rapora göre, 31 Ağustos tarihinde, İtalya kıyılarına varış yapan mülteciler arasında Tunus uyruklular (%41,2 ya da 7961 kişi ile) en üst sıralarda yer alıyordu. Geri dönüşlerle ilgili olarak Tunus ile Almanya ve İtalya arasında akdedilen anlaşmalar da çoğunlukla onlarca Tunuslunun geri gönderilmesiyle sonuçlandı. Örneğin İtalyan gazetesi La Repubblica’ya göre (21/09/2020) İtalya ve Tunus arasındaki anlaşma, ayda 600 kadar Tunuslunun geri kabul edilmesini öngörüyor. Ancak yine de AB’ye girişlerini izin verilmeyen ve bunun yerine Tunus kıyılarında karaya çıkarılan göçmen ve mültecilerin durumu, Tunuslu makamların artık açık bir pozisyon almalarını gerektiriyor.

Eğer Pakta ilişkin olarak bir noktada bir tepki verilecek olursa, bu, çok büyük bir ihtimalle, Tunus’un geçmişte tavrıyla aynı doğrultuda olacak: Resmi düzeyde ret, ama fiiliyatta ise iş birliği. Paktta tavsiye edildiği üzere, gerekli olması halinde, Tunus meclisinin müdahilliği olmadan yapılacak olan “hükümet aşırı” düzenlemeler, AB’nin Tunus’un iş birliğinde bulunmasını sağlama almak için kullanılacak. Tunus meclisi, şimdiye dek kendisinin etrafından bu şekilde dolanılması ihtimaline ilişkin olarak bir tutum serdetmedi. Ancak AB ile daha önce yürütülen hareketlilik ortaklığının müzakerelerine dahil bile edilmediği hatırlanacak olursa, meclisin bu konuda da sessiz kalması pek de şaşırtıcı olmayacak.

Sivil toplumun yanıtı

Tunus’ta Pakta dair bir tepki veren tek paydaş, oldukça temkinli bir şekilde olsa da her zamanki gibi sivil toplum oldu. FTDES (Ekonomik ve Sosyal Haklar İçin Tunus Forumu) “Paktın gerçek bir politikadan ziyade dış sınırların kontrolünün güçlendirilmesi ve sürekli nitelikte bir göç krizi yönetimine geçilmesine yönelik bir prosedürler paketinden ibaret olduğunu” ifade etti. EuroMed Rights ise Paktın kamuoyuyla paylaşıldığı gün içinde “bu planla birlikte AB’nin, Akdeniz’deki göçmen ve mülteciler için geri dönüş yolculuğunu bilfiil savunucusu haline geldiğini” söyledi.

Bu yanıtlar, Paktın AB’nin göç politikasındaki bir yenilik olarak okunmadığını gösteriyor. Pakt, bizlere AB’nin göçü bir fırsattan ziyade risk olarak görmeye devam ettiğini hatırlatıyor sadece. Paktta yer alan denizdeki arama ve kurtarmaların suç olmaktan çıkarılması ve hassas durumdaki kişilere destek sağlanması gibi bir dizi olumlu unsurlara rağmen daha yapılması gereken çok şey var. Nitekim bu Pakt, AB’de göçün ne şekilde sürdürülebilir ve dayanışma temelli bir kalkınmanın itici gücü olarak görülebileceğine ilişkin bir tasavvurunun olmadığını ortaya koyuyor. Pakt, ayrıca AB’nin karşı karşıya olduğu sorunların çözümü için üçüncü ülkelerdeki yeteneklerin “keşfedilmesi” gerektiğini vurgularken, bir kez daha, bunun esasen neredeyse tek yönlü bir mesele olduğunu teyit ediyor.