Türkiye’de örgütlü anti-feminizm: Anlık görüntü

Türkiye bayrağı

Anti-feminist söylem ve LGBTİQ bireylere yönelik nefret söylemi daima Türkiye’deki siyasal İslamcı ve milliyetçi grupların ortak yönelimi olageldi. Yine de bu kendiliğinden saldırganlıkların örgütlü bir harekete dönüşmesinin son zamanlarda ortaya çıkan bir olgu olduğu söylenebilir. Bu karşı hareket ilk olarak, 2012’deki “Benim Bedenim Benim Kararım” diyerek feminist grupların çok sayıdaki ilerici kadın örgütlenmesiyle birlikte kürtajın Türkiye’de fiilen suç haline getirilmesi girişimine karşı örgütlediği protestoların ardından, harekete geçmeye başladı.[i] Anti-feministler son iki yıl süresince çabalarını hem Türkiye’deki AKP iktidarının devamına hem de aslında sert bir gerilim yaşayan sosyo-ekonomik düzenin aksamadan işlemeye devam etmesine yoğunlaştırdılar. O gün bugündür söz konusu örgütlü hareket iktidar partisi içinde ve dışında ciddi bir lobi gücüne sahip oldu. Bu kısa makalede Türkiye’deki anti-feminist hareketin belli başlı öznelerini resmetmeye ve ideolojik alt yapılarını genel hatlarıyla çerçevelendirerek sınıfsal arka planlarına ilişkin kimi ön açıcı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Bunu yaparken makalede, 1980’lerin sonunda değişen sosyo-ekonomik koşullar bağlamında anti feminist hareketlerin örgütlü yapısını inceleyen Janet Chafetz ve Anthony Dworkin’in bulgusal kategorileştirme yöntemine bağlı kalınacak.[ii]

Chafetz ve Dworkin’e göre anti-feminist bir karşı hareket genel olarak iki tür grubun bir araya gelmesiyle oluşur. Birinci grup türü feminist hareketlerin mücadele ettiği egemen iktidarın seçkinleridir. Bu grup başlıca ekonomik ve politik aktörlerin ve dini kurumların/kesimlerin mevcut çıkarlarını temsil eder. Bu grubun temel anti-feminist stratejisi pragmatik nitelikler taşır. Pragmatizmlerinin temel nedeni, politik sistemin aksamadan işlemesi için korunması gereken çıkarların genel kamuoyu görüşüne bağlı olması ve kamuoyunun görüşlerinin de her zaman anti feminist önlemlerden yana olmayabileceğidir. Bu durum Türkiye gibi toplumsal muhafazakârlığın bir hayli güçlü olduğu ülkelerde bile geçerlidir.[iii]

İkinci tür grup daha belirsizdir, sivil toplumun tabanındaki gönüllülerden (avam) ve genellikle feminist hareketin parçası olanlarla aynı sosyal sınıfsal kesimden gelenlerle oluşur. Bu gruplar tam olarak “zamanı geriye sarmaya” ya da Türkiye örneğindeki gibi kadın hakları lehine politikaları ilga etmeye çalışırlar. Kişisel veya kolektif statü kaybı korkusuyla harekete geçerler, yeterli beşeri sermayeye sahip olmadıkları için haklarının yendiğini düşünürler ve genelde tekil olgulara odaklanma eğilimleri vardır çünkü anti feminist karşı hareketi ortaya çıkaran bu iki tür grubun sınıfsal bir homojenliği söz konusu değildir.[iv] Bu son nokta Türkiye örneğinde oldukça önemli çünkü örgütlü anti-feminizm önemli oranda iç klikleşmelere sahip. Kısacası bir karşı hareket oluşturan iki grubun arasındaki ilişkiler, söz konusu karşı hareketi tam olarak etkileyen ve/veya mücadeleye yönelten sosyo ekonomik ve politik gerçeklikleri yansıtıyor ve kendi içinde kırılmaya uğratmıyormuş gibi değerlendirilemez.

Türkiye’de söz konusu iki anti-feminist grup arasında maddi çıkar ve düşünsel yan yan gelişler hem gergin hem de kırılgan özellikler taşıyor. Güçlü bir ortak paydaya sahipler: Batı’nın kapitalizmi ve sömürgeciliğiyle bağlantılı gördükleri, Türkiye’deki ikili cinsiyet rejimine ve patriyarkal heteronormativeye itiraz teşkil eden insan hakları temelli politikalara yönelik, toplumsal cinsiyet karşıtı ajandayı paylaşıyorlar. Bu ortaklık her durumda temelde yatan farklılıkların üstesinden gelmeye yeterli olmayabiliyor. Seçkin tabaka ile avam tarzlı anti feministler arasındaki anlaşmazlıklar, Türkiye’de sürekli olarak farklı anti feminist devlet projeleri ve toplumsal yapılanmalar arasında gidip gelen politik rejim açısından yeni sorunlar ortaya çıkmasına neden oluyor.

Çıkar grupları ve tamamlayıcı cinsiyet ilişkileri anlatısı

1980’lerin başından beri ekonomik liberalizm politikalarına giriş yapılmasına rağmen Türkiye’nin kentsel alanındaki, genel olarak erkeğin eve ekmek getirdiği ve kadının ev işlerini üstlendiği erkek egemen aileye dayalı toplumsal cinsiyet düzeni ciddi anlamda bir değişikliğe uğramadı. Yine de bu süreçte, patriyarkal sosyo-politik formasyonun ve cinsiyet ayrımcı piyasanın sistematik engellemeleri sürse de genç kadınlar arasında öz benlik potansiyelini geliştirme arzusu ciddi oranda artış göstermişti.[v] Türk devletinin küresel ölçekteki kadınların insan hakları rejimine gitgide daha fazla dâhil olması 2002’deki ilk AKP hükümetinden beri Türkiye’deki feminist hareketin etkili mücadelesinin sonucu. Bu mücadele çoğu zaman lafta kalsa da toplumsal ve ekonomik örgütlenmenin farklı alanlarında cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi politikalarının anaakımlaşmasını sağladı. Söz konusu feminist insan hakları aktivizmi, özel alanda tahakküm altına alınmaya itiraz eden ve kamusal alanı dönüştürmek için ciddi bir mücadele veren yeni bir kadın neslinin ortaya çıkmasını mümkün kıldı. Son dönemdeki anketler bu kadınların feminist teamülleri hayata geçirdiğini ve pek çok olayda bu teamüllerin sahiplenilişinin Türkiye’nin sadece seküler kesimleriyle sınırlı olmadığını gösteriyor. Yeni nesil Müslüman kadınlar da hakları konusunda kararlı duruyorlar ve kendi toplumsal çevrelerinin tarihsel olarak çizdiği sınırları ihlal ediyorlar.

Bu durumun Türkiye’deki İslamcı seçkinler ve iktidar bloğu içinde toplumsal cinsiyet temelli bir panik yarattığını söylemek yanlış olmaz. Bu seçkinler zaten toplumun seküler kesimleri üzerinde kültürel hegemonya kurmayı beceremediler ve şimdi de kendi muhafazakâr toplumsal yapıları üzerindeki kültürel ve ideolojik üstünlüklerini de kaybetmek üzereler. Kendi sınıfsal ve iktidar konumlarıyla bağlantılı çıkarlarını gözden çıkarmadan bu yeni özgüvenli genç kadın (ve erkek) neslinin ortaya çıkmasını mümkün kılan toplumsal dönüşümle uzlaşma arayışı söz konusu. Bu maksatla yeni rejimin zengin seçkinleri, amorf avam grupların toplumsal cinsiyet karşıtlığından ve anti feminizmlerinden kısmen farklı bir toplumsal cinsiyet karşıtı anlatıyı öne çıkarıyorlar.[vi]

Paniğe kapılan bu gruplara göre doğrudan hedef alınması gereken iki konu var. Bir tanesi genç Müslüman kadınların değişen yaşam tarzları diğeri de değişen politik/ideolojik yönelim(ler)i. İktidarla yakın ilişkideki İslami entelektüellerin kamuoyu önündeki söylemlerinde genellikle genç Müslüman kadınların dinden uzaklaştıkları ve post seküler/post İslami ortamlarda bireysel güvenlik arayışına girdikleri iddia ediliyor. Bir başka deyişle, Türkiye’deki hızlı piyasalaşmanın etkisiyle çok sayıda Müslüman genç kadının yaşam tarzı tercihlerinin değişmesi geleneksel İslami düşünürlerin -ki buna bazı ünlü Müslüman kadın köşe yazarları da dâhil- kaygılarının temelini oluşturuyor.[vii]  Değişen politik yönelim(ler)le ilgili bir başka kaygı uyandıran nokta bir anti-feminist medya ikonunun şu sözlerinden anlaşılabilir: “Örtülü kadınların öfkesi sekülerlerden ziyade erkeklere yöneldi”.[viii] Neticede aslında iktidar yanlısı İslami seçkinler büyüyen cinsiyet eksenli toplumsal çelişkiler üzerindeki etik-politik denetimlerini tamamıyla yitirmekten korkuyorlar.

Söz konusu toplumsal cinsiyet paniğiyle aynı çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidarı ile doğrudan bağlantılı çok sayıda kadın örgütünün kendilerini hızla feminizmden ayrıştırmak için alternatif bir toplumsal cinsiyet ideolojisinin propagandasını yaptıklarını görebiliriz. KADEM ve HAZAR gibi örgütler –aralarındaki küçük iç farklılıklara rağmen- bu genç nesil Müslüman kadınları ve onların daha eşitlikçi bir evlilik ilişkisi taleplerini gerçekten temsil edebilme çabası içindeler. Bir yandan, AKP tarafından İslami Anadolu medeniyetinin temel direği addedilen aile kurumunu teşvik etmek için feminist hareketi “toplumsal değerlerimize karşı bireyselliği geliştirmekle” açıkça eleştiriyorlar.[ix] Diğer yandan hâlâ aile kurumunu özellikle de erkekleri reforma tabi tutmayı istiyorlar. Örneğin “daha sorumluluk sahibi bir babalık” talep ederken büyük medyadaki mükemmel annelik idealinin pompalanmasının “kadınları teşvik etek bir yana hamile kalmaktan caydırdığını” söylüyorlar.[x] İddialarını güçlendirmek için, tarihsel olarak “İslam’ın altın çağı” olarak bilinen döneme referansla cinsiyetler arası tamamlayıcılık kavramını yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Söz konusu Muhammed Peygamber'in "fikri" değil. Muhammed Peygamber dönemine atfedilen bir ilişki tarzının ilham vermesi… Bu örgütler kadınların güçlenmesinden daha çok kadınların girişimci kapasitelerinin geliştirilmesini anlıyorlar ki bu durum da esas olarak kendi (küçük) burjuva sınıfsal temellerini yansıtıyor.

Bu güncellenmiş muhafazakârlık söz konusu kadın örgütlerini, kadın örgütleri, onları Türkiye'nin "feminazi"lerinden çok da çok da farklı olmamakla suçlayan anti feminist avam grupların saldırılarından korumuyor.[xi]Diğer yandan bu kadın örgütleriyle avam grupların karşılıklı pozisyonları muğlaklığını koruyor. Bu grupların kaba erkekçi kampanyaları eleştirilse de politik gündemlerin sıcaklığı içinde önemli imtiyazlar tanınıyor. Örneğin ne zaman feminist mücadele cinsiyet eşitliği talebiyle Türkiye’nin gündemini belirlese bu kadın örgütlenmeleri olabildiğince feministlerle aralarına mesafe koyarak feministleri Türkiye’nin “yerel ve kültürel değerlerine” düşmanca tutum almakla suçlayıp avam anti feminist gruplarla saf tutuyorlar. Seçkin gruplar ayrıca avam gruplara maddi kaynak akışı sağlıyor; örneğin seçim dönemlerinde ve devletin ağır kriz içinde olduğu dönemlerde politik kazanç sağlamak amacıyla bu gruplara yönelik kayırma uygulamaları gündeme geliyor. Özellikle, AKP seçkinlerinin iktidarda kalmak için erkekleri ve hatta kadınları sokağa dökmeye duyduğu ihtiyacın ispatlandığı 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminden beri durum bu.

Avam gruplar ve anti-kapitalizm kılıfıyla körüklenen toplumsal cinsiyet düşmanlığı

Türkiye’de örgütlü bir karşı hareket inşa etmek çoğunlukla, açıkça siyasal İslamcı bir ajandaya sahip olduğunu söyleyen birkaç gazetenin desteğini almış, çok sayıda küçük ölçekli bir kısmı sanal, derneği harekete geçirerek mümkün olabiliyor. Bu gazetelerin farklı dini tarikatlarla organik ilişkileri var. Savundukları siyasal İslam’ın farklı toplumsal sınıflar içinde maddi bağlantıları mevcut.[xii] Habercilik yapan bir radikal İslamcı gazete örneği, sürekli olarak Türkiye’deki anti feminist hareketlenmenin aktif yürütücülüğünü üstlenen Yeni Akit’in, kimi zaman hayali de olsa erkek lümpen proletarya ile sosyo-politik bağlarını akılda tutmak gerek.[xiii] Akit ve benzeri medya organları düzenli olarak ilkel popülist erkek söyleminin propagandasını yapıyorlar. Temel iddiaları, Türkiye’de devletin kadınları koruyarak aile birliğine zarar verdiği, yurtdışı fonlarla beslenen kadın örgütlerini desteklediği ve “zavallı erkekleri” suçlu ilan ederken feminist avukatları zengin ettiği yönünde.

Bu grupların göstermelik taleplerinin formüle ediliş biçimine göre hedefleri, Batı kaynaklı yasal düzenlemelerin –örn. velayet hakkı, nafaka hakkı, küçük yaşta evliliklerin suç sayılması- kadınlara imtiyaz sağladığı varsayımıyla sözüm ona zarar gören erkekler için “adaleti sağlamak”. Buna rağmen bu grupların sözcüleri sadece erkeklerden oluşmuyor. Bu gruplar genellikle tek bir gündeme odaklı platformlarda örgütleniyorlar, örneğin Boşanmış İnsanlar ve Aileler Platformu. Bu platformlardaki kadınlar Türkiye’deki kadın örgütleri tarafından, ki buna hükümet yanlısı KADEM türündekiler de dâhil, temsil edilebildiklerini düşünmediklerini iddia ediyorlar.  Türkiye’de “sosyal devlet”in olmayışının kendilerini Türkiye’deki “adaletsiz toplumsal cinsiyet rejiminin” “erkek kurbanlarının” haklarını savunmaya ittiğini iddia ediyorlar.[xiv]  Bu kadınlara göre, örneğin boşanmış bir adam yeniden evlendiğinde yeni karısı da Türkiye’deki yasal nafaka sisteminden zarar görüyor çünkü bu sistem “erkeği eski karısının temel gelir kapısı olarak görüyor”.

Söz konusu gruplar, kadın katılımcıları dâhil, devleti Türkiye’deki aileye dayalı toplumsal destek sistemini yıkmaya çalışan sömürgeci güç olarak tanımladıkları “Brüksel”in toplumsal cinsiyet projesine uşaklık etmekle suçluyorlar. Feministler de işbirlikçilikle suçlanıyor. Kuşkusuz bu retorik Türkiye’deki anti feminist hareketliliğin en güçlü ya da en yeni bileşeni değil. Feminizmi Batı’ya özgü bir ideoloji olarak tanılamak eski bir erkekçi Ortadoğu kandırmacasıdır. Hali hazırdaki anti feminist dalganın yeni olan yanı ise toplumsal cinsiyet karşıtlığı ile küresel kapitalizmin sahtekâr bir insancıl eleştirisini aynı potada eritmesidir.

Türkiye’de düzenli olarak çıkar gruplarıyla avam gruplar arasında yol bulmaya çalışan kimi İslamcı entelektüeller, “Brüksel”, “ABD” ve ulusaşırı şirketlerin hep birlikte heteroseksüel aileyi parçalamaya çalıştıklarını iddia ediyorlar. Onlara göre bu aktörler “kapitalist sistemin geleceğini tehdit eden küresel fazla nüfusu denetim altına almaya çalışıyorlar”.[xv] Bu nedenle toplumsal cinsiyet kavramının içeriğini genişleterek queer bireyleri devletin koruma şemsiyesinin altına alma yönelimi aslında daha büyük bir planın en önemli adımını oluşturuyor. Bu planın doğurgan olmayan aileler inşa ederek küresel nüfusu azaltmayı hedeflediği varsayılıyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, aşırı sağ popülist etkisinin ötesinde bu antikapitalist eleştirinin avam grupların teknoloji düşmanı erkeksi kaygılarının maskelenmesine hizmet etmesi. Bu gruplar başka kaygılar da dile getiriyor; üreme teknolojilerine verilen desteğin yakın zamanda erkeklere ihtiyaç duyulmaksızın kadınların doğurmasını sağlayabilecek olması gibi.[xvi]

Antikapitalizm özellikle piyasa toplumunun ahlaki bir eleştirisi olarak formüle edildiğinde her daim siyasal İslamcı ideolojinin önemli bir parçası olmuştur. İslamcı tartışmalar genellikle metalaşma ve piyasalaşma süreçlerini kadınların haysiyetine yönelik bir yıkıcılık olarak değerlendiren ahlaki perspektifle ele alırlar. Son dönemdeki anti-feminist hareketlenmenin anti-kapitalist söylemini işlevli kılan, Türkiye’deki ekonomik krizin etkilerinin artması ve bu vesile ile sadece alt sınıflardaki insanları harekete geçirecek bir araç olmayıp iki ana grup arasında köprüler kuracak bir örgütlü anti-feminizmi mümkün kılıyor olması. Piyasa toplumunun ahlaki eleştirisini toplumsal cinsiyet karşıtlığı ile bağlantılandırmak ve sahte- insancıllık taşıyan bir kapitalizm eleştirisine varmak, toplumsal cinsiyet paniğine kapılan İslamcı ve/veya Müslüman entelektüellerle tam boy “erkekçi restorasyon” isteyen avam grupların safları arasındaki mesafeyi kapatıyor.[xvii]

Son dönemde avam gruplar onların deyişiyle “feminist Türkiye devletine” yönelik saldırılarının alanını değiştirdiler ve tekil gündem bazlı anti-feminist kampanya stratejileri yapmaya başladılar; örneğin yukarıda bahsettiğimiz nafaka karşıtı kampanya.  Türkiye devletinin 1970’lerin sonu 1980’lerin başından beri Batıcı toplumsal cinsiyet rejiminin bir parçası olageldiğini söylüyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin 2012’de imzaladığı kadına yönelik şiddeti engellemeyi ve mücadele etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nin ötesinde 1984 yılında imzaladığı Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi’ni (CEDAW) de hedef alıyorlar.  Bunlara karşı söz konusu sözleşmelerden imza çekilmesini savunuyorlar.

Kuşkusuz çekilme seçeneğinin seçkin grupların kulağına son derece sorunlu ve hayata geçirilemez gelmesinin nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası camiada göreceği zararın neden olacağı muhtemel prestij kaybıdır. Bu nedenle son dönemde düzenli olarak avam grupların toplantılarına katılan kimi ceza yasası ve medeni yasa uzmanı hukukçular, seçkinleri alternatif bir savaş pozisyonu almaya çağırıyorlar. Bu yeni pozisyona göre, sadece ahlaki bütünlüğe sahip ve kendine güvenen–Türk -İslamcı atalarını rol model alarak davranan- bir erkek, kadın taraftarı uluslararası sözleşmeler tarafından desteklenen “feminist denetim ve suç rejimine” karşı direnç gösterebilir. Erkeklere mevcut yasal toplumsal cinsiyet eşitliği rejimini –illa yıkmak gerekmeksizin- akıl ve ustalıkla sonuna kadar kullanarak kişisel erkeklik çıkarlarını geliştirmeleri tavsiye ediliyor. “Proleter erkeklerin”, “gelirlerini itaat etmeyen ev kadını eşlerine aktarmalarına neden olarak kendilerini yoksullaştıran feminist ideolojiyi” yenilgiye uğratabilmelerinin uyanıklık ve ahlaki kararlılık gerektirdiği varsayılıyor.[xviii]

Sonuç yerine

Daha önce de belirttiğimiz üzere Türkiye’deki seçkin gruplarla avam gruplar arasındaki ilişki bir hayli sarsıntılı hatta çelişkili seyrediyor. Bu durumun farkında olan avam gruplar AKP saflarındaki çok sayıda kişiye baskı yaparken politik desteklerini çekmekle tehdit ediyorlar. Yaptıkları baskının etkisini artırmak için işsiz genç erkekleri, hükümetin evlilik oranlarını artırma amaçlı programıyla, Türkiye’de insanların evlenmesine engel oluşturan sosyo-ekonomik koşullar arasındaki çelişkiyi belirginleştirerek etkilemeye çalışıyorlar. Sosyo ekonomik koşullar kötüleştikçe ve otoriter rejimin direncinin geleceği belirsiz hale gelince egemen grupların avam gruplara bağımlılığı da artıyor. Bu durum da anti-feminizmi devlet söyleminde ve politikalarında anaakımlaştırmanın önünde engelleri ortadan kaldırıveriyor.

Ne ki, Türkiye’de devletin yapısı ve yeniden yapılanışı oldukça dinamik bir süreçtir. Bir yanda iktidar gücü Türkiye’de son dönemde atılan toplumsal cinsiyet eşitliği adımlarına yönelik anti-feminist bir müdahaleyi yükseltiyor. Diğer yanda buna karşı verilen mücadele hiç de zayıf değil. Türkiye’deki kadın hareketi vazgeçmiyor. Türkiye’deki kadınların göz kamaştıran direnişi bu kısa makalenin sınırları içinde hakkını vererek ele alınamayacağı için bir başka kapsamlı tartışmada ele alınmayı hak ediyor.

 

 

Funda Hülagü

Funda Hülagü Margburg Philips Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölümü’nde misafir öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Ottowa Üniversitesi’nde politik teori üzerine yüksek lisansını tamamladıktan sonra (Ottawa, 2005) doktora derecesini Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı (Ankara, 2011).  Türkiye’de değişik üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 2015’ten beri Almanya’da ders veriyor. Güvenliğin eleştirel ekonomi politiği, devlet teorisi ve eleştirel uluslararası ilişkiler teorileri üzerine çok sayıda yayını mevcut. “Türkiye’de Polis Reformu: Erdoğan İktidarında İnsanların Güvenliği, Toplumsal Cinsiyet ve Politik Şiddet” başlıklı monografisini son dönemde tamamladı. Akademik yayınevi IB Tauris/Bloomsbury’nin 2021 başında hazırlanan Çağdaş Türkiye serisinin bir parçası olarak bu kitabın yayınlanması bekleniyor. Hülagü’nün mevcut araştırma konuları uluslararası feminist ekonomi politik teorileri, feminist devlet teorisi ve devletin Türkiye’de yeniden yapılanması.    

 

[i] Türkiye’deki toplumsal cinsiyet karşıtlığının ortaya çıkışının AKP’nin neo-liberal yeni muhafazakâr projesiyle bağlantısı hakkında kısa bir fikir alışverişi için bknz. Alev Özkazanç, “The New Episode of Anti-Gender Politics in Turkey”, LSE Blogs in Anti-Gender, May 20, 2019, https://blogs.lse.ac.uk/gender/2019/05/20/new-episode-anti-gender-turkey.

[ii] Janet Chafetz ve Anthony Dworkin, “In the Face of Threat: Organized Antifeminism in Comparative Perspective”, Gender & Society 1, no 2 (1987): 33-60.

[iii] Kimi önemli sosyal araştırma merkezlerinin kadınlarla erkekler arasındaki cinsiyet eşitliğine ilişkin Türkiye’de yaptığı araştırmalarda sonuçların olumlu yönde ilerlemeye işaret ettiği ortaya konuyor. Örneğin bknz., Gender and Women's Studies Research Centre, “The Perception of Gender Equality and Women’s Status in Turkey”, Kadir Has University, June 03, 2016, https://khas.edu.tr/tr/haberler/toplumsal-cinsiyet-ve-kadin-algisi-arastirmasi-2019-sonuclari-aciklandi

[iv] Chafetz ve  Dworkin, “In the Face of Threat”, 37-38

[v]Özgürlükçü gençliğin/kadınların yaşadığı çelişkilerin şiddeti ve Türkiye’deki paternalist/patriyarkal toplumsal cinsiyet sözleşmesinin sınırlarını aşmak için verilen mücadeleye ilişkin bir tartışma için bknz.,Yakın Ertürk, Sınır Tanımayan Şiddet: Paradigma, Politika ve Pratikteki Yönleriyle Kadına Şiddet Olgusu (İstanbul: Metis, 2015).

[vi] AKP’nin önde gelen isimlerinin toplumsal cinsiyet karşıtı anlatılarının Avrupa’daki diğer örneklerle karşılaştırmasının ayrıntılı notları için bknz. Selin Çağatay, “Varieties of anti-gender mobilizations. Is Turkey a case?”, LSE Blog on Anti-Genderism, January 29, 2019, https://blogs.lse.ac.uk/gender/2019/01/09/varieties-of-anti-gender-mobilizations-is-turkey-a-case/

[vii] Bknz., Fatma Barbarosoğlu, “DİB hiç bilmediği hayatlara vidyo hazırlıyor, Instatürban kadınlar coşuyor”, Yeni Şafak, 20 Kasım 2019, https://www.yenisafak.com/yazarlar/fatmabarbarosoglu/dib-hic-bilmedigi-hayatlara-vidyo-hazirliyor-instaturban-kadinlar-cosuyor-2053409.

[viii] Sema Maraşlı, “Kadem Söylemleriyle İslam Düşmanı Kadın Dernekleriyle Yarışıyor”, İslami Analiz, 02 Mayıs 2019, http://www.islamianaliz.com/h/71958/sema-maraslidan-sert-elestiri-kadem-soylemleriyle-islam-dusmani-kadin-dernekleriyle-yarisiyor.

[ix] Bknz. KADEM’in başkan yardımcısı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın 2019’daki Uluslararası Kadınlar Günü ’nündeki açılış konuşması Kadem, 09 Mart 2019, https://kadem.org.tr/kadem-yonetim-kurulu-baskan-yardimcisi-sumeyye-erdogan-bayraktarin-iii-olagan-genel-kurulu-acilis-konusmasi.

[x] Örn. bknz., “6. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi Sonuç Bildirgesi”, KADEM, 13 Mart 2020, https://kadem.org.tr/6_tcak_sonuc_bildirisi_aciklandi/.

[xi] Bu ve benzeri nefret söylemi örnekleri için Yeni Akit gibi İslamcı gazetelerin web sitelerine bakılabilir. Lütfen avam anti feminizm örnekleri için bir sonraki bölüme bakınız.

[xii]Türkiye’de İslam’ın maddi yapısı için bknz. Cihan Tuğal, “Islamism in Turkey: Beyond Instrument and Meaning”, Economy and Society 31, no:1, (2002): 85-111.

[xiii]Her ne kadar bu radikal İslamcı gazete Türkiye’de batılı kapitalist modernleşmenin en çok vurduğu alt sınıfları temsil ettiğini iddia etse de bu temsiliye pek çok açıdan tartışmalı. Zira erkek lümpen proletarya dahil temsil ettiklerini iddia ettikleri kesimlerin onların anti feminist duygularını paylaştıklarını söylemek zor.

[xiv] Tek gündemli anti feminist grupların propaganda araçları hakkında daha fazla bilgi almak için

Boşanmış İnsanlar ve Aile İnisiyatifi (BİA)’nın sosyal medya hesapları kontrol edilebilir. . Bir örnek olarak ayrıca bknz. Birsel @BirselLknur, “Süresiz Nafaka Ne Zaman Kalkacak”, Twitter, 12 Temmuz 2020, saat 07.14  https://twitter.com/BirselLknur/status/1271491083499945991.

[xv] Mücahit Gültekin, “2053’te Türkiye nasıl bir ülke olacak?”, May 12, 2018, İslami Analiz, http://www.islamianaliz.com/h/65186/mucahit-gultekinden-2053te-turkiye-nasil-bir-ulke-olacak-yazisi-bati-tarafindan-hacklenmek.

[xvi] Bu özel antifeminist söylem için ayrıca Türkiye Aile Meclisi’nin propaganda materyallerine, basın bildirilerine ve ilintili yayınlara bakabilirsiniz. Genellikle internet sitelerinden ve İlke Haber Ajansı’ndan ulaşılabilir.

https://ilkha.com/tag=t%C3%BCrkiye%20aile%20meclisi.

[xvii] “Erkekçi restorasyon” kavramı için bknz. Deniz Kandiyoti, “Locating the politics of gender: Patriarchy, Neo-liberal Governance and Violence in Turkey”, Research and Policy on Turkey 1, no: 2 (2016): 103-118.

[xviii] Bu ve benzeri “erkek modelleri” için bknz. Lütfi Bergen, “Erkek (racul) Olmak: Feminizme Direnmek”, Lütfi Bergen’s Blogspot, 10 Mart 2020, https://www.lutfibergen.com/category/feminizm.