Transatlantik dijital gündemin tam zamanı

Yorum

Dijital inovasyonda pandemi öncülüğünde yaşanan yükseliş fırsatlar barındırıyor ama ciddi bir politik çerçeveye de ihtiyaç duyuluyor. Dezenformasyona karşı koymaktan algoritmik ayrımcılığı önlemeye kadar her konuda, dijital ekonomilerimizin ve toplumlarımızın uyacağı kuralları belirlemek üzere ABD ve AB'nin birlikte çalışması gerekiyor.

Teaser Image Caption
Facebook'un kurucusu ve CEO'su Mark Zuckerberg, AB'deki milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel verilerinin kullanımını konuşmak üzere Avrupa Parlamentosu'ndayken

Koronavirüs krizi, dijitalleşmeye bakışımızı değiştirdi. Atlantik'in her iki yakasındaki toplumlara muazzam zorluklar yaşatan iki konu hızla odak noktası oldu: Dijital yönetimdeki başarısızlıklar ve geniş bant ağları kurmadaki gecikmeler. Eğitim sistemindeki, işyerlerindeki günlük etkileşimlerimiz ve ayrıca kamu yönetimleriyle olan etkileşimlerimiz -Zoom video konferanslarından meslektaşlar arasındaki WhatsApp gruplarına ve Amazon'un bulut sunucusuna kadar- çeşitli ticari çevrimiçi hizmetler tarafından daha önce hiç olmadığı kadar kolaylaştırılmış durumda.

Dinamosu ihtiyaç olan bu dijital yükseliş kesinlikle fırsatlar barındırıyor ama sağlam bir politik çerçeveye de ihtiyacı var. Güç ve istismar potansiyeli birkaç teknoloji şirketinin elinde birikmeye devam ederken, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, koordineli bir transatlantik dijital politikaya artık her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Küresel platformları düzenlemenin tek yolu uluslararası işbirliğidir. Bizim, kamunun temel iletişim hakları etrafında şekillenen bir transatlantik dijital gündeme ihtiyacımız var.

Platformların hükümetlerin işini yapmasına izin veremeyiz

Platformlar, yarı-devlet tipi görevleri gittikçe daha fazla üstleniyor -hangi içeriklerin yasal veya yasa dışı olduğuna karar vermekten tutun, seçim kampanyaları sırasında siyasi tartışmaları düzenlemeye ve hatta pandemilerle mücadele için önlemler uygulamaya kadar... Cambridge Analytica skandalı, kişiselleştirilmiş reklamcılığın Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da seçimleri manipüle etmede nasıl kullanılabileceğine ışık tuttu. ABD'nin 2020 seçimlerinde, Afrikalı Amerikalı seçmenleri sandıktan uzak tutmak amacıyla çevrimiçi dezenformasyonun hedefe alınmasıyla asimetrik demobilizasyon tehlikesi bir kez daha kendini gösterdi. Bizim, ne bu kişiselleştirilmiş reklamcılık iş modeli hakkında ne de onun kamusal diskurumuz üzerinde giderek artan -ve kullanıcıların tercihlerine değil, reklamverenlerin çıkarları üzerine kurulu olan- etkisi hakkında bir transatlantik tartışmamız bulunuyor.

Avrupa Birliği, veri kullanımına limit getirme yoluyla kişiselleştirilmiş reklamcılık iş modelinin çerçevesini temel haklarla sınırlayan Genel Veri Koruma Yönetmeliği'ni (GVKY) geçirerek bu konuda bir ilk adım attı. Birleşik Devletler'in buna benzer bir adımı yok. Ancak Avrupa'nın Amerikan yaklaşımını örnek alabileceği kimi alanlar -federal düzeyde değilse bile yerel düzeyde- bulunuyor. Örneğin, ABD'deki kimi belediyeler, halkı yaygın gözetlemeye karşı korumak ve toplumda yeterince temsil edilmeyen grupların, yapay öğrenme kullanan ve önyargılı sonuçlar üreten uygulamalar tarafından ayrımcılığa uğraması tehdidini engellemek amacıyla kamusal alanlarda yüz tanımayı yasaklamış durumda.

İnterneti düzenlemek, aynı zamanda onun potansiyelini ortaya çıkarmak anlamına geliyor

Birleşik Devletler ile karşılaştırıldığında, ünlü Yapay Zekanın yarattığı ayrımcı kalıpları yeniden üretme ve pekiştirme tehdidiyle ilgili tartışmalar Avrupa'da hâlâ emekleme aşamasında. Ne yazık ki Avrupa Komisyonu, Yapay Zeka regülasyon planları kapsamında halka açık alanlarda yüz tanımayı -en azından bu uygulamanın temel haklar bakımından oluşturduğu tehlikelere ilişkin araştırmalar netleşene kadar- geçici olarak yasaklamayı reddetti. Tabi burada, Yapay Zeka stratejisinin Brüksel'de kabulünden kısa bir süre önce Mark Zuckerberg ve benzeri bir dizi BT yöneticisinin kenti ziyaret ettiğine de dikkat çekmek gerekiyor.

Yine de internet politikası, risk sınırlama ve yönetiminden daha fazlası olmalıdır. Dijital potansiyelin kilitlerini kırmalıdır. Transatlantik bir dijital ajandada, genişbant internet bir temel hak olarak tanımlanmalıdır. İlkbaharda, koronavirüsün yayılmasını kontrol altına alma çabaları, eğitim sektörümüzün ve iş gücümüzün büyük bir kısmının birdenbire çevrimiçi ortama kayması anlamına geldi. Ne Amerika Birleşik Devletleri ne de Avrupa bu büyük zorluk karşısında yeterince hazırlıklıydı, ancak kriz sırasında bir şey netleşti: İnternete erişim çoktan bir temel kamu hizmeti ihtiyacı haline gelmişti. Bir karantina sırasında genişbant bağlantısı olmayanlar, kamusal yaşamın birçok alanından yoksun kalmaktaydı.

Avrupa Birliği'nde, video konferansa uygun hızda temel genişbant internet hizmeti 2020'nin sonunda zorunlu hale gelecek. Uygulamada tüm üye devletlerin bu hedefi hayata geçirip geçiremeyeceği şüpheli. Covid-19 salgınının ekonomik etkilerini hafifletmek için, Avrupa'da ve özellikle işsizliğin hızla arttığı Amerika Birleşik Devletleri'nde kapsamlı hükümet yatırım programlarına ihtiyacımız var. Bu tür teşvik fonlarının kayda değer bir kısmı, bir sonraki krize daha iyi hazırlanabilmek için dijital altyapılarımızı geliştirmeye yönlendirilmelidir. Dijital uçurumun kapatılması; yani kentsel ve kırsal alanlar, yoksullar ve zenginler ve yapısal olarak güçlü ve zayıf bölgeler arasındaki internet erişi eşitsizliğini kapatmak her zamankinden daha yakıcı bir sosyal adalet sorunudur.

Bu makalenin Almanca versiyonu Böll.Thema 3/2020'de yayınlandı.

-----------------------------------------------

Bu metin İngilizce'den Türkçe'ye Gülşah Karadağ tarafından çevrilmiştir.