ABD’nin 3 Ocak 2020’de İranlı yüksek rütbeli General Kasım Süleymani’yi Irak’ta düzenlediği bir suikastla öldürmesinin ardından ABD ile İran arasında zaten gergin olan ilişkiler daha da gerildi. Brüksel ofisimizde Küresel Transformasyon Programını yürüten Yeşiller ve Avrupa Özgür İttifakından Anna Schwarz, Avrupa parlamenteri Hannah Neumann’la ABD ile İran arasında tırmanan gerginliğe AB’nin nasıl tepki göstermesi gerektiğini konuştu.
Anna Schwarz: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen geçtiğimiz çarşamba günü ( 8 Ocak 2020), “diyaloğa kapı açmak üzere” askeri harekatlardan derhal vazgeçme çağrısı yaptı. AB bu türden bir diyaloğa nasıl yapıcı bir katkı sunabilir?
Hannah Neumann: Ursula von der Leyen göreve başlarken Avrupa Komisyonu’nun kendi döneminde jeopolitik bir rol üstlenmeyi hedeflediğini söylemişti. AB geçtiğimiz yıllarda İran’la yapılan nükleer anlaşma dışında çok etkin değildi. Bu durumun değişip değişmeyeceğini bakıp görmek lazım. Her halükarda değişmesi imkansız değil.
AB hala dürüst bir arabulucu olarak algılanıyor, yani şimdi de arabuluculuk yapabilir ve gerilimin azalmasına katkıda bulunabilir. Brüksel şu anda ABD’yle, İran’la ve bölgedeki diğer güçlerle görüşmeye, mekik diplomasisiyle bölgesel bir konferans fikrini yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bu nedenle AB temsilcilerinin İran hükümetiyle kriz müzakereleri yürütmesi yönündeki önerileri esas itibariyle destekliyorum. Bu çerçevede Tahran’a üst düzey bir delegasyon göndermenin yanı sıra bölgedeki diğer hükümetlerle görüşmeler yapılması da söz konusu olabilir. Bence AB’nin şu anda bölgede var olduğunu ve bu konuda ciddi olduğunu göstermesi çok önemli.
Gerçekten dürüst bir arabulucu olmak için AB’nin tarafgir olarak algılanmaması önemli ve bunun için iki tarafı da eleştirmekten geri durmaması lazım. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’in bu hafta yaptığı açıklama, hem İran’ın hem de ABD’nin askeri operasyonlarının yarattığı tedirginliği dile getirmesi açısından çok önemli. Bu açıklamaya E3 ülkeleri olarak bilinen Britanya, Fransa ve Almanya’dan sadece İran’ı eleştiren oldukça tarafgir bir açıklama geldi maalesef ve Ursula von der Leyen de bu koroya katıldı. Bugün yaşanan krizin tırmanışını ancak güçlü ve bağımsız bir AB engelleyebilir ve bunu da ivedilikle yapması gerekiyor.
ABD ile İran arasındaki gerginliğin artmaması için AB ve üyelerinin başka hangi önlemleri alması gerekir sizce?
Hannah Neumann: İran Süleymani’nin öldürülmesine misilleme olarak Irak’taki ABD askeri üslerini vurduğunda neyse ki ölen olmadı. Bu da ABD’nin askeri saldırılardan vazgeçmesine neden oldu. Ancak gerginliğin yatışması kısa süreli olabilir, zira durum istikrarlı olmaktan çok uzak. Gerginliğin tırmanmasına neden olan eski sorunlar çok derinlerde yatıyor ve henüz kesinlikle giderilmiş değil.
İşte tam da bu nedenle AB gerginliğin hali hazırda azaldığı bu anı, geleceğe yönelik koruyucu tedbirler almak için kullanmalı. Kısa vadede AB’nin yapması gereken, iki taraf için de yeni bir gerginlik söz konusu olduğunda aracılar vasıtasıyla ve önceden belirlenmiş bir süreç çerçevesinde iletişim kurmaktır. Soğuk Savaş’ta Washington ve Moskova arasında kurulan kırmızı telefon benzeri bir iletişim. Buna ek olarak bir uzlaşma komisyonu kurulmalı. Soğuk Savaş’tan orta vadeli bir önlem kopya edilebilir; mesela Helsinki Senedi (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı - AGİK) benzeri bir şey. Böylece bölgedeki güçler sürekli olarak müzakerelere müdahil kılınabilir; ki bu da ABD ile İran arasında bir yenişememe durumu yaratarak gerilimi azaltabilir.
Kafamızı meşgul eden bir başka konu da bölgedeki pek çok aktörün AB’yi kağıttan kaplan olarak görmesi. Örneğin İran, diyaloğun elle tutulur olumlu gelişmelere yol açacağına dair güvence istiyor. İran halkı Amerika’nın ekonomik yaptırımlarından çok mağdur oldu. AB şimdiye kadar yaptırımların doğurduğu sonuçları yumuşatamadı.
İran hükümetinin Irak, Lübnan ve Suriye gibi bölge ülkeleri üzerindeki nüfuzu gerilimin bu ülkelere de sıçraması tehlikesini barındırıyor içinde. Çatışmanın yayılmasını engellemek için AB ne yapabilir, neler yapmalıdır?
Hannah Neumann: Çözüme ne kadar çok aktör ve mağdur müdahil olursa, çatışmaları çözmek de o kadar kolay olur. Bu formül Rusya ya da Çin gibi dünya güçleri için olduğu kadar bölgesel güçler için de geçerli. ABD’nin ve İran’ın kendi aralarındaki çatışmada giderek el yükseltmesi bölgenin tamamında dehşet içinde izlendi. Körfez ülkeleri ve İsrail de dahil olmak üzere çok sayıda devlet askeri bir çatışmanın içine çekilmekten korkuyor. Oysa bölge için diyalog fırsatı mevcut. AB bu fırsatı kaçırmamalı ve Kuveyt ve Umman gibi aracılarla sıkı işbirliğine girip bu minvalde bir diyaloğun ilk adımını atmalı.
AB’nin Irak, Lübnan ve Suriye’de oynaması gereken role gelince: Güncel krizin daha da tırmanmasını engellemek için AB’nin bölgeye daha fazla yatırım yapması gerekiyor. Suriye’de siyasi bir geçiş süreci olmadığı sürece AB’nin rolünün insani yardımın ötesine geçemeyeceği çok açık bence. Bu nedenle Suriye’deki sivil toplumu—öncelikle de sürgündekileri—uzun süreli desteklemek çok önemli. Geçtiğimiz aylarda Lübnan’ın yozlaşmış siyasi elitine karşı yükselen protesto hareketi yeni rüzgarlar estirmeye başladı. Ama göstericilerin talep ettiği reformların hayata geçirilmesi henüz uzak bir ihtimal; üstüne üstlük ülke iflasın eşiğinde. Siyasi ve ekonomik krizin bu şekilde birleşmesi radikal güçlerin ekmeğine yağ sürecektir. Bu bağlamda AB’nin kısa vadede en önemli görevlerinden biri finansal yardım ve siyasi reform planlarını desteklemektir.
Irak’ta yapılması gereken ise, ülkenin İran ile ABD arasındaki vekalet savaşının muharebe meydanına dönüşmesini ivedilikle önlemektir. ABD birlikleri kısa bir süre için de olsa bölgeden çekilecek olsa, İran buradaki iktidar boşluğunu doldurmaktan büyük bir mutluluk duyar. Bu konuda Irak’ta yaşayan insanlar iki karşıt kampa ayrılmış durumda. AB, Irak hükümetinin geleceği hesaba katmadan kısa soluklu kararlar vermeye itilmesini engellemeli. Gelecekte Irak’a barış gelmesi için önce sayısız kanlı çatışmanın açtığı yaraların iyileşmesi lazım. AB’nin bu noktada bu sorunların uzlaşmayla çözülmesi için daha fazla sorumluluk alması gerekiyor. Bunun yanı sıra AB’nin hali hazırdaki danışmanlık misyonu genişletilmeli. AB, güvenlik güçlerinin yabancı güçlerden bağımsız davranacak ve uluslararası hukuk normlarına uyacak şekilde ıslah edilmesine yardımcı olmalı ve son olarak, hükümet ile siyasi reform ve yolsuzlukların bitmesini talep eden protesto hareketi arasında arabuluculuk yapmalı, bu yöndeki reformları desteklemeli. Bu konuda önümüzde oldukça uzun bir yol var.
Süleymani suikastına İran hükümetinin tepkilerinden biri de 2015’te imzalanan nükleer anlaşmaya riayet etmeyeceği ve sadece kısıtlı düzeyde uranyum zenginleştirmekten vazgeçeceğiydi. AB’nin elinde anlaşmanın sürmesini sağlamak için hangi olanaklar var?
Hannah Neumann: Devletin en güçlü ikinci liderinin öldürülmesine Tahran’ın ilk tepkisi, nükleer anlaşmasının hükümlerine bağlı kalmayı düşünmediğini açıklamak oldu. Zaten kanlı suikasttan önce de planlanan bir adımdı bu. Ama yine de anlaşma ihlal edilmedi. İran, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (UAEA) denetimlerine hala izin veriyor. Geçtiğimiz haftadan beri İran’ın daha fazla uranyum zenginleştirdiğine işaret eden hiçbir şey tespit edilemedi. AB açısından İran’la yapılan nükleer anlaşmayı kurtarmak çok önemli. Zira ancak o zaman bölgede başarılı bir arabulucu olarak kabul edilecektir. Kapsamlı bir şekilde müzakere edilen anlaşma, ortak AB diplomasisinin büyük bir başarısıdır ve Çin’in ve Rusya’nın da anlaşmanın altına imza atması sağlanmıştır. Ayrıca İran’ın nükleer silah üretmesini engellemek için alınacak tek önlem her zaman olduğu gibi şimdi de bu anlaşmadır. İran nükleer silah üretmesi bölgede taş üstünde taş kalmayacağı anlamına gelir.
Bu yüzden INSTEX olarak bilinen özel ticari mekanizmayı uygun araçlarla donatmak ve böylece nükleer anlaşmanın güçlendirilmesi için işleyen bir mekanizma yaratmak çok önemli. INSTEX aracılığıyla İran’la ticaret yapan Avrupa ülkelerine uygulanan ABD yaptırımları yumuşatılmalı. INSTEX Başkanı Michael Bock’un Ocak ayında İran’a gideceğini açıklaması iyiye işaret. Bölgede durum çok karmaşık, çözüm yolunda atılacak küçük adımlar bile bu yüzden büyük bir ilerleme anlamına geliyor.